“Rant, yağma ve savaş ekonomisi”, bizim bugünkü ekonomik işleyişe verdiğimiz addır. Saray Rejimi ile yakından bağlıdır. Bu her ikisi ise, bir yandan paylaşım savaşımına bağlıdır, diğer yandan içeride yükselen (Kürt devrimi de dâhil) direnişe karşı yürütülen savaşa dayanır. Bu da iç savaş ve savaş anlamına gelir ki, birbiri ile de sıkı sıkıya bağlıdırlar.
Yedi kocalı hürmüz gibi, “ortaklaşa” sömürge olan TC devleti, bugün gelişen emperyalist paylaşım savaşımını, tam da devlet çarkının içinde hissetmektedir. Emperyalist paylaşım savaşımının başlıca beş aktörü, ABD, Almanya, Japonya, Fransa ve İngiltere, kendi konumlarını en çok payı alacak şekilde ayarlamaktadır. Siyasal olarak TC devleti, ABD’ye bağlıdır. Demek ki, bağımsız bir ülke değildir. Bu bağımsız ülke olmama durumu yeni değildir, eskidir ve Osmanlı’da başlayan sömürgeleşme durumu, TC devleti ile tamamlanmıştır. TC devleti, 1920’de bir seçim yapmıştır ve emperyalist-kapitalist kampa bağlı kalmaya karar vermiştir. Bu amaçla SSCB’yi de kullanmıştır. TC devleti, ancak Sovyet kampına katılmayı seçse idi, bağımsız bir ülke olabilirdi. Bugün de öyledir, “bağımsız Türkiye” diye hayal kuran herkes, işin bilimsel anlamında, sosyalist bir Türkiye demek zorundadır. Önce bağımsız olup, sonra da sosyalist olalım gibi yollar yoktur. TC devleti, 1918’den başlayarak, Ekim Devrimi’ni durdurmak için organize edilmeye başlanmıştır. İngiltere’nin Sovyetler’i kuşatma politikasına karşın, emperyalist “Batı Dünyası”nın bir ileri karakolu olarak organize edilmek istenmiştir. Bu durum, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, NATO ile birlikte daha da ileri taşınmış ve sistemdeki değişiklikler ülkemize de taşınarak, ekonomik açıdan AB’ye, siyasal olarak ABD’ye bağlı bir “ortaklaşa” sömürge hâline gelmiştir.
ABD emperyalizmi, dünden, SSCB’nin varolduğu dünden farklı olarak bugün, “ortaklaşa” sömürge olan Türkiye’nin kendi planları çerçevesinde, Büyük Ortadoğu Projesi’ne uygun olarak veya olmayarak, kendi sömürgesi olmasını istemektedir.
AB, en başta Almanya da, aynı planın peşindedir. Buna Fransa, İngiltere, Japonya (en az etkili) eklenmelidir. Hepsi, bu parçayı kendilerine bağlamak ya da sürmekte olan paylaşım savaşımında bir araç olarak kullanmak istemektedir.
İşte bu nedenle, bu TC devletinin efendileri, “dost güçler” şimdi, devletin ve hayatın her alanında, kendi güçlerini örgütlemekte, var olan kullanışlı güçleri kendi etki alanlarına çekmeye çalışmaktadır. Damat’ın “at izi it izi” benzetmesini bilemeyiz ama, biz bu at izi ve it izi karışımını, burada bu güçler için görebilmekteyiz. Açıktır. Devletin her kurumu, bu emperyalist güçlerin oyun alanıdır. Bunlara, ABD cephesi adına İsrail’i eklemek gerekir.
Suriye savaşı, bunun bir özeti değil midir? Tüm bu güçleri sahada gördük. TC devleti, Saray Rejimi olarak organize edildi ve tam bir tetikçi hâline getirildi. Şimdilerde, Peker’in açıklamalarından öğreniyoruz ki, uyuşturucu işi daha büyük çaplı bir finansal araç olarak bu savaşa eklendi.
Bugün, Saray Rejimi, savaş olmadan ayakta duramaz durumdadır.
Bu savaş politikaları, artık hem cukkayı doldurmanın yoludur hem yeni yaratılan zenginlerin “kadim zenginler” arasına eklenmesinin yoludur hem de Saray Rejimi’nin sürdürülebilmesinin yoludur. Öyle görünmektedir.
Savaş, dünya çapındadır ve “dünya lideri” ilan edilen Erdoğan’ın, bu dünyayı okuması mümkün değildir. Aç tavuğun darı ambarını hayal etmesi gibi, ülkenin parababaları, tekeller ve Saray, hep birlikte kendilerini savaş ganimetlerini bölüşürken hayal etmektedir.
Biden yönetimi ile birlikte ABD, bu paylaşım savaşımında bir adım geri atıp, iki adım ileri çıkabilmek için, AB ile anlaşma yolunu tuttu. Sadece AB ile de değil, Japonya da içinde. Onlara, eski dünyanın SSCB var iken geçerli olan dünyanın argümanlarını sundu: Rusya yenilmeden rahat yok, dedi. Rusya ve Çin hedef tahtasına alındı. Eski soğuk savaş dönemi politikaları, bazı güncellemelerle canlandırılmaya başlandı.
Durum elbette Saray’a da deklare edildi. Saray Rejimi, buna uygun olarak, savaş ve dış politika alanında dönüşüm içine girmeye meyletti. Ama o kadar da kolay değil. Çıkışı olmayan sokaklarda manevra zor oluyor. Suriye savaşından, Libya’dan, Kafkaslardan geri basmak o kadar kolay değil. Tetikçi aklı ile, vur denildiğinde öldüren bir mantık, manevra sahasını da kaybeder elbette. ABD’nin manevraları daha kolaydır, ama aynı şey, kendi politikaları olmayan bir devlet için zordur. Baş nereye gidiyorsa, kuyruk da savrularak oraya dönmek zorunda kalıyor. Ama her zaman kuyruk kesilebilirdir.
ABD-AB anlaşması ilk 6-7 ayını geride bıraktı. Ukrayna operasyonu ve Karadeniz istenilen sonuçları henüz vermedi. Şimdi 15-16 Haziran’da Putin-Biden zirvesi ilan edildi. Biden “katil” dediği kişi ile şimdi yüz yüze görüşmeye gidecek ve süren savaşa uygun olarak Cenevre’de, emperyalist dünyanın modern genelevinde görüşme yapılacak.
Biden göreve gelir gelmez, “modern Magna Carta”sını ilan eden Saray Rejimi, hâlâ duruma adapte olmak ve ABD ile özel anlaşmalar yapmak peşindedir. Erdoğan, kişisel anlaşmalara çok meraklı olmak zorundadır. Bu nedenle, TC devleti, savaş gücünü göstermek istiyor.
1- Suriye’yi birkaç günde alırız masalları yeniden ısıtılmış ve ABD medyasında Erdoğan makalesi olarak yayınlanarak hamle yapılmıştır.
2- Yunanistan ve Libya konusunda, ABD emri ile AB’nin isteğine uygun olarak, gönülsüz adımlar atılmaktadır.
3- Mısır ile, ABD emri ile ilişkiler kurulmaya başlanmıştır.
4- Filistin meselesinde zaten bilinen “kolpacı” tutum, son İsrail saldırısı karşısındaki tutumla teyit edilmiştir. Saray Rejimi, ABD ve İsrail politikalarına destekçi olmuştur. Birkaç “kolpacı” palavra söylenmeden bu olmazdı elbette.
5- Ukrayna konusunda ileri hamleler yapılmıştır.
6- Polonya ile Rusya’ya karşı tutum alacak adımlar atılmıştır.
Görünen o ki, TC devleti, Saray Rejimi, ömrünü uzatmak için Biden’ın desteğini almak üzere, anlaşma yapmak üzere, “göreve talip” olduğunu beyan etmiştir. Bu yolla, biz çok işe yararız, demektedirler.
Saray Rejimi, Rusya karşıtı kampın içinde olmakla kalmıyor, daha ileri görevlere talip olduğunu da beyan etmiş oluyor. Bu yolla, efendileri ABD’den bir aferin bekliyorlar. Bunun ABD’nin işine geldiğinden de kuşku yoktur.
Saray, ayakta durmak için, görüldüğü gibi savaşçı politikalara daha çok sarılmayı bir yol olarak görmektedir. Bu amaçla, bir yandan Irak içlerinde İran’a karşı hazırlıklara katılmaktadır.
Elbette bu politikalar, Rusya ile ilişkileri de etkileyecektir. Başkası mümkün olmaz.
S-400 meselesi, Suriye meselesi giderek daha karmaşık bir hâl almaya başlayacaktır. Rusya’dan Türkiye’ye dönük uyarı açıklamaları, meselenin çok da ileri gittiğinin açık kanıtlarıdır.
Saray’ın başka çıkışı yoktur: Savaşa sarılmaktadır. Çıkarları bu savaş politikaları ile iç içedir. Tekellerin, parababalarının bu yoldan elde edecekleri gelirler, başka yolla elde edemeyecekleri kadar büyüktür.
Böylece Saray Rejimi’nin, içeride ve dışarıda savaş politikasına devam edeceği anlaşılmaktadır. Bu, içeride Kürt halkına karşı şiddetli savaşa, kirli savaşa devam anlamına gelmektedir. Bu, içeride, Gezi ile başlayan direnişe karşı şiddetle karşı koyacakları anlamına gelmektedir.
Bu durum, her savaşın bir iç savaş olduğunu akılda tutmamızı gerektirmektedir. Durum tam da budur.
İşçi sınıfı ve devrimci cephe, tam da bugün, sınıf bilinci ile hareket etmeyi öğrenmek, bu yolda örgütlenmek, devlet denilen makinayı, burjuva egemenliğin araçlarını doğru kavramak zorundadır. Yılların önyargılarını üzerimizde taşıyarak bu mücadeleyi geliştirmemiz mümkün değildir.
İşçi sınıfının yolu, sosyalist devrimdir. İktidarı almak, tüm kalıntıları ile bu eski dünyaya son vermek zorunluluktur. Başka bir çıkış yoktur. Bu yolun önemli bir kilometre taşı, Birleşik Emek Cephesi’dir.