Kılıçdaroğlu, 2021’in son eylemi olarak, Milli Eğitim Bakanlığının kapısına gitmiş.
Önceden randevu istemiş. Buna “haberli misafirlik” diyelim. Haber veriyor, randevu alamayacağını biliyor. “Koskoca Ana Muhalefet” Lideri, Bakanlık ziyareti için randevu istiyor ve alamayacağını biliyor. Çünkü ne muhalefettir ne de “ana”.
“Ana muhalefet” kavramı, parlamenter sistemden arta kalan bir kavram olmalıdır. Çünkü Saray Rejimi, artık parlamentoyu apış arası için kullanıyor ve siyasal partilerin de bir önemi yoktur. Bu nedenle, parlamentodaki bir “ana” muhalefetin bir önemi de yoktur.
Ama konumuza, ziyarete dönelim.
Randevu istemiş ve alamamış.
O da Milli Eğitim Bakanlığı kapısına gidiyor. Fazla değil, on civarında kişi ile. Hesaplanmıştır, şu kadar kişiden fazla olsak, devlete zarar verebiliriz. Hem gidene kadar kimse duymasın hem de asla sayı sınırını geçmeyelim. Öyle yapıyorlar. Önceden ilan yok, kimseyi çağırmak yok, “uslu” çocuk olduğunu ispatlamak ister gibi gidiyor.
MEB’in kapısı zincirle kilitlenmiş.
Sanki, karanlıkta sokakta yürüyen bir adam sokaktaki köpekten korkuyor, köpek de adamdan hesabı. Her ikisi de korkuyor. Biri “haberin olsun geleceğim” diyor. Diğeri “kapıya zincir” vuruyor. Aslında her ikisi de durumdan haberdardır.
Hep birlikte bir uzman grup kafa yorsa, nasıl hiçbir şey yapmadan, eylem yapmış olabiliriz diye, işte bu sonuca ulaşırlardı. Eğer bir şey yapmadan hayatı idame etmek nasıl olur diye bir uzmana ihtiyacınız olursa, uzman Kılıçdaroğlu ve CHP’dir.
Bu manzarayı düşününce, Boğaziçi Üniversitesi’nin giriş kapısına kelepçe takılmasını, elbette ve elbette fazla görmüyoruz.
Saray Rejimi’nin kapılarla derdi var.
Betonu çok seviyorlar. Beton mutlaka içinde demir ile işe yarıyor. Betonların içinden demir çalmayı daha çok seviyorlar. Ve demir gördüler mi, hemen “hapishane”leri hatırlıyorlar. Ve akıllarına demir kapı görünce, kelepçe ve zincir geliyor. İşte beton aşkının kaçınılmaz sonucu, zincir ve kilit. MEB, kendini içeriye kilitliyor.
MEB’in kapısına zincir, çok da güzel yakışır, zincirin üzerine de bir kilit. MEB, sanki Kılıçdaroğlu’nun gelişi ile kirlenecek, kutsallığını kaybedecek gibi, zincir ve kilitle korunuyor. Kanımızca çok da yakışık almıştır.
Saray Rejimi’nin korkularını anlıyoruz. Manzara budur.
Peki, Kılıçdaroğlu neden korkuyor?
Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarına sızan korkunun kaynağı nedir? Neden Kılıçdaroğlu, konuşup da hiçbir şey söylemeyen, yapıp da hiçbir şey yapmayan yollardan gitmektedir?
Atanamayan, mülakatlarında hile olan yüzbinlerce öğretmenin uğradığı açık haksızlığa karşı, MEB’in kapısına giden, orada zincirli kapı ile karşılaşan Kılıçdaroğlu,
– Bir, kapıyı kırma yolunu seçmiyor. CHP yönetimi, demirden çok korkuyor, hapisten, kilitten, özellikle de demirden. O nedenle kapıyı zincirli görünce, geri dönüyorlar. Kapıyı kırmayı, kapının üstünden aşmayı düşünmüyorlar. Devlet malı ya, ona zarar vermek istemiyorlar. Kapının üzerinden geçecekler ama, çok riskli, pantolonları demirlere takılır yırtılırsa, olmadık yerleri görünür diye korkuyor olabilirler mi? Yırtık pantolon, “devlet terbiyesi” ile uyuşmaz.
Ama bunlara, Saray, “Şuraya tebeşirle bir çizgi çiziyorum. Tebeşir devlet emri ile kullanılmıştır. Bu çizgiden öteye geçemezsiniz,” dese, onlar buna da uyacaklardır ve böylece halkı “çizgiyi geçme” provokasyonuna karşı uyaracaklardır. Bu konuda gönüllüdürler. O kadar ki, aslında hiçbir şey yapmak istemiyorlar, ama devlet görev vermiş, halkın tepkisini, öfkesini yumuşatın. Ondan yapıyorlar, yoksa kendilerine kalsa, devlet terbiyesi ile davranır ve hiçbir şey yapmazlardı.
– İki, hemen bir açıklama yapıyor. Açıklama “binlerce haksızlığa uğramış gencin” önüne düşeceğim ve MEB kapısında eylem yapacağız demiyor. “Binlerce haksızlığa uğramış gencin” hakkını aramak için, onlara hukukî destek sunacağız diyor. “Binlerce haksızlığa uğramış” diye başlayınca bir cümle, doğal olarak onların da çağrılacağı ve MEB kapısına yığılacağı hissine kapılıyorsunuz. Ama Kılıçdaroğlu, “terbiyeli”dir.
Burada iki sonuç kayda geçmelidir.
Bir, bundan böyle, Saray Rejimi sürdükçe, CHP liderleri ancak cikletten çıkmış hâli ile var olabilirler. Saray Rejimi, parlamentoyu yok etmiştir, siyasal partileri de. AK parti diye bir parti yoktur. Nagehan Alçı, bunda iyi bir şey buluyor ve Erdoğan’ı övmek için, AK Parti yoktur, diyor. İyi ama MHP de yoktur. Gelin, MHP yoktur’u, Bahçeli’yi övmek için kullanın. Hemen size Bahçeli, “Nagehan Hanım böyle demekle ne yapmak istemektedir” diye sorar. İşte bu olmayan partiler diyarına CHP de katılmaktadır. Bu durum, parlamenter sistemden kalan bazı partileri, parti imiş gibi bir kenarda tutuyor. CHP de, İYİ Parti de öyledir. Bu nedenle, CHP liderleri bundan böyle sadece cikletten çıkabilir. Fazlasına ihtiyaç yoktur.
İki, Kılıçdaroğlu da cikletten çıkmıştır. Saray Rejimi, anayasayı tanımıyor. Yasaları tanımıyor, ama on binlerce gence hukukî destek verecekmiş. Yani, onların davalarına bakacak avukatların parasını vereceğiz diyor. Cikletten çıkan şey budur. Bari cikleti verseler, hiç değilse çiğnemeye yarar.
Saray Rejimi, hiçbir yasayı tanımıyor, “sorumlu muhalefet” yasalara sarılıyor. Saray Rejimi ülkenin tüm kaynaklarını yağmalıyor, “sorumlu muhalefet” 128 milyar dolar nerede, diyor. Saray Rejimi savaş naraları atıyor, “sorumlu muhalefet”, tezkerelere destek veriyor.
Kayıt bu kadar.
Binlerce haksızlığa uğramış genci, bir burjuva muhalefet lideri yanına alır, eğer gidecekse MEB kapısına öyle gider. O gençler, zaten kapıdaki zinciri kırar ve içeriye kadar giderek, “Sayın Bakan, Kılıçdaroğlu, az sonra sizi makamınızda ziyaret edip, sorular soracak” derdi. Telefona da gerek kalmazdı.
Ama bizim esas önemli gördüğümüz şey bu değil.
Bize göre önemli olan şey, karikatür tarzında burjuva muhalefetin ne kadar şaşkın, aciz olduğunun ortaya konmasıdır.
Biz, Saray Rejimi’nden söz ediyoruz. Saray Rejimi, sadece Erdoğan, sadece Bahçeli, sadece Saray şürekâsı değildir. Saray Rejimi, devletin kendisidir. Bazı profesörler, bazı emekli askerler, CHP ve İYİ Parti yöneticileri, bazı okur yazar takımı (OYT) içindekiler, Saray Rejimi’ni, ısrarla, bir Erdoğan iktidarı, bir sultanlık, bir AK Parti-MHP iktidarı olarak sunmaya, öyle göstermeye, öyle kabul etmeye çalışıyorlar. Oysa bizim Saray Rejimi dediğimiz şey, burjuva muhalefeti de kapsıyor. Yani, Saray Rejimi, devlettir ve içinde CHP’si, İYİ Parti’si ile tüm muhalefet vardır. Ordusu, polisi, yargısı, basını, uluslararası tekelleri, onların uzantısı “yerli” tekelleri, parababaları vb. hepsi içindedir. Bu nedenle, Saray Rejimi’ne, “Erdoğan diktatörlüğü” demek, onun gerçek karakterini gizlemek olur. Meseleye, “kişisel güç zehirlenmesi” ile sınırlı bakmak hata olur. Elbette o da var, ama Saray Rejimi bu değildir. Saray Rejimi, devletin olağanüstü örgütlenmesidir. Ne öncesi demokrasi idi, ne de sonrasında bir burjuva demokrasisi vaadi vardır. Ve burjuva muhalefet de Saray Rejimi’nin bir uzantısıdır.
Sen, açıkça halkın oylarının çalındığı referandumu neden meşru kabul edersin?
Madem rahatsızsın, çalınan oylarla ilan edilen Erdoğan zaferinin ardından neden sokaklara dökülmezsin de, YSK kararlarını kabul edersin? Madem Saray Rejimi’nin dış politikasına karşısın, neden tezkerelere onay verirsin? Madem parlamenter sistemden yanasın, neden dokunulmazlıkların kaldırılmasının yolunu açarsın?
Buna “sorumlu muhalefet” diyorlar.
Sorumlu olduğu doğrudur, Saray’a karşı sorumludur. Muhalefet olmadığı ise açıktır.
Biz de burjuva muhalefetin karikatürü diyoruz. Cikletten çıkmış liderler bunun için gereklidir. Yoksa kimliği, karakteri, kişiliği olan muhalifler, rollerini bu kadar iyi yerine getiremezler.
“Sorumlu muhalefet”, aslında devlete sahip çıkmak isteğini beyan etmektedir.
Bu devlet hepimizin diyorlar, öyle ise devlet zarar görmesin diyorlar.
İyi ama devlet kim, nerede? Saray Rejimi, devletin ta kendisidir. Değilse, neden korkuyorsunuz?
Bu devlet, ne dün, ne bugün işçilerin, halkın devleti değildir, hiçbir zaman da olmamıştır. Bu devlet, parababalarının, zenginlerin, egemenlerin, tekellerin devletidir. Ve burjuva muhalefet, bu çarka muhalif değildir.
Saray Rejimi, rant, yağma ve savaş ekonomisi üzerine oturmaktadır. Burjuva muhalefet buna muhalif değildir.
Öncelikle bu konunun netleşmesi gereklidir.
Diyelim ki, burjuva muhalefet olsa, ciddi olsa, ortadaki durumun vahim olduğunu söylediklerine göre, ellerindeki bilgileri ne pahasına olursa olsun halka açıklarlar.
128 milyar dolar nerede diye kampanya yürüttükten sonra, kalkarlar o 128 milyar doların nerede olduğunu açıklarlar. Bir Nebati Bakan’ın tüm mizah anlayışlarını yok eden açıklamaları ile halkı karşı karşıya bırakmazlar. Saray Rejimi diyelim ki paraları, yağmayı, rantı, savaş ekonomisini saklıyor. Tamam, anlıyoruz. İyi ama muhalefet niye saklıyor?
Anlıyoruz ki, sorumlu muhalefet, “halkı sokaktan uzak tutmak”tır.
Anlıyoruz ki, “sorumlu muhalefet”, Saray’ın yalanlarını halka kabul ettirmek için yeni sis perdeleri oluşturmaktır.
Anlıyoruz ki, “sorumlu muhalefet”, her türlü hak arama eylemini engellemektir.
Anlıyoruz ki, “sorumlu muhalefet”, Saray’ın baskı ve saldırılarına rağmen direnen halkı, işçi ve emekçileri korkutmak için yeni yalanlar devreye sokmaktır.
“Zaten Saray da, halkın sokaklara çıkmasını bekliyor”muş. Ne büyük yalan. 22 Kasım’da, insanlar sokaklara çıktığında, devletin emri açıktı, başlamadan ezin. Hani halkın sokağa çıkmasını istiyorlardı?
İşçi ve emekçiler, kitleler sokaklara taşarsa, mesela hakkı yenilen 10 binlerce genç öğretmen sokaklara çıkarsa, onlar da sıkıyönetim ilan edeceklermiş. Buyursunlar etsinler. Sanki, sıkıyönetim bir tarzda yok mu?
Sanki Saray Rejimi yasalara mı uyuyor? Sanki Saray Rejimi, olağan hâllerin rejimi midir?
CHP politikaları, kitleleri evlerine kilitleme politikalarıdır.
“Sandığa kadar bekle” tutumu, sandıkların gömüldüğü, Saray’ın meşru olmayan yollarla iktidarı zaten gasbetmiş olduğu bugünün koşullarında, kitleleri korkutmanın bir başka yoludur. Saray’ın baskı ve şiddeti yetmiyor ve burjuva muhalefet devreye giriyor. Onlar da, bu korku duvarının delinmesini önlemek istiyorlar.
Erdoğan, “sokağa çıkacaklarmış, 15 Temmuz’u unuttunuz mu” diyor. Açıktan, halka, işçi ve emekçilere tehdittir. Ve tüm burjuva muhalefet, hepsi birlikte, “sokağa çıkmaktan söz eden kim” diye sorar.
Mesela biz, sokağa çıkmaktan söz ediyoruz.
Kılıçdaroğlu, Akşener, hepsi birlikte, anayasada yer alan protesto haklarını bile savunamaz durumdadırlar. Buna burjuva muhalefet mi denir?
Saray Rejimi, yakında şöyle diyecek; şurada toplanamazsın, şuraya yürüyemezsin, evden çıkamazsın, soru soramazsın, ayağa kalkamazsın vb. Ve emin olun, Kılıçdaroğlu, evet, biz zaten yapmıyoruz, diyecektir.
Tüm burjuva muhalefet, Erdoğan’ın halkı tehdidine “evet haklı” demektedir.
Demek, “sokağa çıkmaktan söz eden kim” diyorsunuz.
Demek, sizi tehdit edenlere, “efendim biz yasalara uygun davranıyoruz” demektesiniz. Demek, hiçbir hak arama eylemini doğru bulmuyorsunuz. Demek, siz halkın sokaklara çıkmasını yanlış buluyorsunuz. Peki öyle ise sizin Erdoğan’dan farkınız nedir?
İktidar, devlet, hep birlikte halkı tehdit ediyor ve muhalefet, “sokağa çıkmayacağız” demekle yetiniyor.
Bu yolu açanlar, arkasını beklemelidir. Yarın size nefes almayacaksınız diyeceklerdir ve siz de almayacaksınız.
Kılıçdaroğlu’nun TÜSİAD’a yalvarmasının nedeni budur.
Kılıçdaroğlu, “sorumlu muhalefet” ile, yolunu kaybetmiş, şaşkın ördek gibidir. Bir Merkez Bankası’na gidiyor, bir TÜİK’e gidiyor. Sıra ile kapıları deniyor. MEB kapısına gidiyor. Yakında Diyanet İşlerinin kapısına gidecek ama ondan biraz korkuyor. Nedense Sağlık Bakanlığına gitmiyor. Pandemiyi çok karıştırmak istemiyorlar.
Oysa, hiçbir bakanlığın bir önemi yoktur.
Mesela Milli Eğitim Bakanlığının bir önemi yoktur. Bakan, aslında sadece bakma işini bile yapamayacak durumdadır.
Gerçek Milli Eğitim Bakanı, aslında Bilal’dir.
Kılıçdaroğlu ille de bir şey anlatmak istiyorsa, kalkıp Bilal’in kapısına gitmelidir. Böylece hiç değilse, gerçek bakanın kim olduğunu açıklamış olurdu. Peker açıklamadan, Kılıçdaroğlu, Milli Eğitim Bakanı gerçekte Bilal’dir demiş olur. Çok da oy toplar hani.
Tüm bu kapılarda şaşkın ördek gibi dolaşmasına gerek yok.
Gidilecek tek kapı vardır: Beştepe’deki Saray’ın kapısı.
Bakın, iş dünyası bunun nasıl da farkındadır.
Hepsi, en küçük bir mesele için Saray’dan randevu almaya çalışıyor. Tek umutları, Saray’ın iyi bir anında oraya varabilmektir. TÜİK Müdürü şaşırıyor. Bu adam neden bize geliyor, diye düşünüyor. Kılıçdaroğlu’ndan değil, Saray’dan korktuğu için kapıyı kilitliyor. Kilit açılmasın diye, bir de zincir devreye sokuluyor. Böylece, tüm toplumu hapse tıkanlar, kendilerini de hapsediyor.
MEB şaşırıyor. Saray’dan zılgıt yememek için, hemen kapıya zincir vuruyor.
Devletin kurumları diye muhalefetin kabul ettiği kurumlar, kapılarını kapatıyor. Zira gerçekte tek devlet adresi vardır, o da Saray’dır.
Kılıçdaroğlu, Saray’ı mı bilmiyor, yoksa Saray’ın adresini mi?
Söyleyelim, Beştepe’dedir, her gün önünden, sağından, solundan geçmektedir. Olur da bu ziyaretlere devam edecekse, hemen yol tarifini Yandex’e sorsun, söyleyecektir. Kendisini en kısa, en az trafik olan yoldan Saray’a ulaştıracak uygulama mevcuttur.
Kılıçdaroğlu, muhalefet bilmelidir ki, Saray’a kalkan otobüs yok, sokaklara çıkmadan, sokakları aşmadan Saray’a varılmıyor.
Yani, sana sokağa çıkarsan, 15 Temmuz’da olanı yaparız, asarız, keseriz diyorlar. Sen de “haşa ben sokağa çıkmaktan söz etmiyorum” diyorsun. Yani, sen busun, halkın sokağa çıkmasını önlemek için Erdoğan’la işbirliği yapmaktasın.
Güçlendirilmiş Saray Rejimi için kolları sıvamış olan devlet, muhalefete de, “siz de güçlendirilmiş parlamenter sistem” için kolları sıvayın, diyor. Devletten geldi mi, Kılıçdaroğlu için bir emirdir bu. Kutsal emir. Onlar da parlamenter sistemden söz ediyorlar.
Döviz kurları, bir ay gibi bir süre içinde, 8 TL’lerden 18 TL’lere, sonrada oradan 12 TL’lere hareket ediyor. Bu yükseliş ve düşüş, bankaların fiilî iflaslarının kapıya geldiği bir ortamda gerçekleşiyor. Kaldıraç sayfalarında bulunabilir, 20 Aralık günü, MB’den döviz talep eden bankalar, döviz taleplerini karşılayamayacak durumdaydı. Dövizlerini bankalardan çekenler, bu dövizlerini evlerindeki kasalardan çok, bankalardaki kasalara saklamaktadır. Bankalar, bu kasaların dolup taştığını biliyor.
30 Aralık günü MB’nin verilerine bakılınca, 20 Aralık’tan 30 Aralık’a kadarki sürede, gerçek kişilerin hesaplarında 136 milyon dolarlık bir azalma olmuştur. Buna karşılık, tüzel kişilerin, yani şirketlerin döviz hesaplarında 1,6 milyar dolarlık artış olmuştur. Yani kimse, döviz kuru garantili TL mevduat işine dönmemiştir. Bir anlamda Saray, bu hamle ile dövize hücumu engellemiştir, o kadar. Yani, bir emekli, aldığı 1500 TL’lik maaşını, o gün dövize çevirmekten vazgeçmiştir. Hepsi budur. Azalan 136 milyon doların ne kadarı banka kasalarındadır, bu da belli değildir.
Muhalefet bu gerçeği bile açıklamaktan, ortaya koymaktan uzaktır. Birkaç iktisatçı, o da son derece sınırlı bir biçimde olup bitene ilişkin bilgiler açıklayınca, haklarında soruşturma tehdidi yükseltilmiştir.
Burjuva muhalefet, rant, yağma ve savaş ekonomisinden bir satır bile söz etmemektedir. Bunu yapmadan, nasıl muhalefet edilebilir? İşte size Kılıçdaroğlu’nun kapıları şaşırmış bir şaşkın ördek gibi hareket etmesinin gerçek nedeni?
2008 krizi, ABD ekonomisini epeyce yaralamıştır. ABD, bu krizin faturasını sadece kendi işçi ve emekçilerinin omuzlarına yıkma olanaklarına sahip değildir. Tüm emperyalist güçler, krizin faturasını, sömürgelere yıkma olanaklarına da sahiptir. Kur politikaları, sermaye hareketleri, bunu yapmakta oldukça büyük avantajlar doğurmaktadır. Örnek olsun, konudan biraz sapma pahasına bir örnek, ABD’den birisi, diyelim ki 20 Aralık 2021 sabahı İstanbul’a gelsin. Havalimanında 1000 dolar bozdursun, muhtemelen 18.000 TL almış olacaktı. Ertesi gün, 11 uçağı ile dönmeden önce, otelde kalsın, bir şeyler alıp çantasını doldursun. 21 Aralık günü havalimanında elindeki Türk parasını dolara çevirsin, 14.000 TL’si varsa 1000 dolar alıp geri uçsun. Bu adamın, otel masraflarını, taksi parasını, aldığı hediyelikleri, yani diyelim ki harcadığı 4 bin TL’yi kim ödemiş oldu? Gelirken bin doları vardı, çıkarken yine bin doları. Bu örnek, krizin nasıl aktarıldığı konusunda küçük bir örnek olsun.
2008’den bugüne kadar, hesaplamalara göre, Türkiye’den 2 trilyon dolar çıkarılmıştır. Ülkenin 2021 yılı için beklenen GSMH’si 750 milyar dolardır. Demek oluyor ki, yaklaşık olarak 3 kere Türkiye ekonomisi, emperyalist metropollere aktarılmıştır.
Bu transfer işleri, mesela Yeni Gine ekonomisinde bu denli yapılamaz. Ancak, sömürgelerin büyüklerinde dişe dokunur bir kaynak vardır. Mesela Türkiye’de, mesela Brezilya’da, Arjantin’de, Meksika’da vb.
Konumuza dönelim.
Katar ile bir anlaşma, TBMM’den geçmiştir. Bu anlaşmaya göre, 36 Katar uçağı, ülkemizde üslenecektir. Neden burjuva muhalefet, OYT vb. bunu gündeme bile almaktan uzaktır? Herhangi bir kalem bunları neden incelemez?
CHP’nin “sorumlu muhalefet” anlayışı, Saray Rejimi’ni koruma amacına dönüktür.
Ülkenin egemenleri, uluslararası sermaye ve onun yerli ortakları, tekeller, hepsi birlikte, Saray Rejimi’ni korumaktan yanadır. Bunun için yollar aranmaktadır. Bir olumsuz olasılık durumunda, Saray Rejimi’nin yerini, usulca parlamenter sisteme bırakması için bir kapı aralanmıştır. Bu aralanan kapıdan dalmak, burjuva muhalefet için bir zorunluluktur. Ama bu, sol için bir çıkış yolu değildir, olamaz.
İşçi sınıfına, Saray Rejimi’ne karşı, “parlamenter sistem” önerilmektedir. Bu, gerçekte, işçi sınıfını kendi iktidar yürüyüşünden, toplumsal kurtuluşa önderlik etmekten alıkoyma girişimidir. İşçi sınıfını yolundan saptırma girişimidir.
İşçi sınıfı, hiçbir zaman burjuva siyasetin destekçisi olarak, bağımsız bir sınıf olamaz, kendi çıkarlarını koruyamaz ve toplumsal kurtuluş mücadelesine önderlik edemez.
İşçi sınıfının siyasal örgütlülüğünün zayıf olması, işçi sınıfının burjuva siyasetin kuyruğuna takılması için bir bahane değildir, olamaz. Eğer işçi sınıfının devrimci örgütlenmesi daha yeterince gelişmemiş ise, demek ki görev, onu geliştirmektir.
Saray Rejimi’nin gerçekten gitmesinin, alaşağı edilmesinin tek yolu, işçi sınıfının devrimci mücadelesini örgütlemekten geçmektedir.
Bize bunun zor olduğunu söylüyorlar. Doğrudur, zordur. Ama bunun dışındaki yollar, imkânsızdır. Tarihte hiçbir ezilen, ezenlerin yolundan zafere ulaşamaz. İblisin yolundan kutsal olana varılamaz. Zalimin yolundan özgürlüğe kapı açılamaz. Öyleyse, işçi sınıfının devrimci yolu, hem gereklidir hem de zorunludur.
Bu devlet, tekelci polis devletidir. Saray Rejimi onun özel koşullardaki örgütlenmesidir. Bu devlete karşı her yol ve araçla savaşmak meşrudur.
İşçi ve emekçiler için gerçek muhalefet, toplumsal direnişi örgütlemekten geçmektedir. Gerçek mücadele, sokaklarda, işyerlerinde, okullarda, üniversitelerde, fabrikalarda verilmektedir. Devrimci hareketin dikkat noktası tam da burasıdır.
İşçi ve emekçilerin dayanması gereken kapı, Saray’ın kendisidir.
İşçi ve emekçiler, ellerindeki mücadele gücünü tanımak zorundadırlar. Hayatı üretenler, ülkenin de, dünyanın da gerçek sahipleridir. Üreten, yönetir de.
İşçi sınıfı, üretimden gelen gücünün farkına varmalıdır. Bunun yolu, örgütlülükten geçmektedir. Bizim için temel olan, her direnişi daha örgütlü hâle getirmek, direnişleri daha da geliştirmektir. Devrimin yolu budur.
Bugün bu yolda ileri bir adım, Birleşik Emek Cephesi’ni örmektir. Bu adım, tüm direnişi birleştirmekle kalmaz, aynı zamanda işçi sınıfının gerçek anlamda kendi çözüm yolunu da toplumun gündemine taşımasını sağlar.
Yaşasın işçi sınıfının devrimci birliği!
Yaşasın direniş!
Yaşasın Birleşik Emek Cephesi!