Ekrem İmamoğlu, 14 Aralık günü, mahkeme kararı ile, yasaklı ilan edildi. “Daha dur,” deniliyor, “temyizi var.” Koca koca adamlar, bunları söylüyorlar. Hep birlikte, “uzman”lar, kanundan ve hukuktan söz ediyorlar. Bizi mi kandırıyorlar, halka mı yalan söylüyorlar, yoksa muhakeme yapma yeteneklerini mi yitirdiler, yoksa her ikisi birden mi, yoksa Saray Rejimi’nin gizli-açık destekçileri midirler? Karar vermesi çok zor.
Belki de her çeşitten “uzman” bunlar ve her biri “hukuk”tan söz ederken, aslında bu şıklardan birine bağlılar.
Ama en samimi olanları, trajikomik olanlar olur. Ki gerçek anlamı ile samimiyet, bu tiplerde, olsa olsa “ahmak”lıkla birleşmiş olabilir.
Şöyle düşünelim:
1- İmamoğlu, bir burjuva siyasetçidir. Bir devlet partisi olan CHP içindedir.
2- İmamoğlu, İstanbul Belediye Başkanı’dır.
3- İlkokullarda piyes sahnelenirken, piyeslerde oynayan çocuklarda bir tiyatrocu ciddiyeti aranmaz. En kötü tiyatroda dahi bir ciddiyet vardır. Mesela 15 Temmuz darbe tiyatrosunda bile bir ciddiyet var. Oysa İmamoğlu mahkemesi, bir ilkokul piyesidir.
4- Soylu’nun “ahmak” demesine karşılık, o da “ahmak” demiştir. Ve bunun üzerine bir mahkeme kurulmuştur. Bu mahkemeyi, CHP ya da 6’lı masa, dalgaya almamış, üzerine gitmemiş, gündem yapmamıştır. Bu, mahkemeden daha az “ciddiyetsizlik” değildir. Onun kadar ciddiyetsizliktir. Yanlış anlaşılmasın, biz devrimci siyaset açısından konuşmuyoruz. Burjuva siyaset için ciddiyetsizlikten söz ediyoruz; hem mahkeme hem mahkeme kararları hem de mahkeme karşısında kitlesel bir hareket örgütlemeyen CHP tutumu ciddiyetsizdir.
5- İçlerinde solcu “uzman”lar da var. Diyorlar ki, İmamoğlu o sözleri, mahkemeye değil, Soylu’ya söyledi. İyi de bu ne demek? Zaten savcı da bunu söylüyor. Bu ne ciddiyetsizlik? Ey aklını yemiş hukuk uzmanı, senin hukukunun neresinde “ahmak” demenin cezası “siyasetten men”dir? Sen neden, burada bir ciddiyet, burada bir insaf, burada bir hukuk vb. arıyorsun? Yetmedi mi sana ülkede yaşanan, Saray Rejimi ile ortaya konan hukuksuzluklar?
İşte budur. Sen Diyarbakır Belediyesi’ne kayyum atanırken susarsan, burjuva hukukunu bile savunmazsan, sakın sokağa çıkmayın iç savaş çıkar, dersen, işte bunu biçersin. Ve şimdi utanmadan, “o sözleri Soylu’ya söyledi” diyorsunuz. Sanki bunu mahkeme bilmiyor. Sanki ortada bir mahkeme, ortada bir hukuk var!
Aslında ortada bir “hukuk” var.
Bu, iç savaş hukukudur.
Hukukçuların biraz ve hâlâ aklı çalışanları, bizim cepheden olmayanlar, bu duruma, bizim iç savaş hukuku dediğimize, “düşman hukuku” diyorlar. Anlaşılırdır. Onların deyimi ile, düşman hukukunun uygulandığı bir yerde, “aaa bak hukuksuzluk bu” diye nara atmak, çocukluk değilse, ahmaklıktır.
Ahmak demek hakaretse, gerçekten ahmak olmanın bir cezası var mı? Mesela “terörist” demek hakaret ise, terörist olmanın da bir cezası var ya. Ahmak olmanın bir cezası varsa, tüm bu koca koca adamlar, CHP’nin yönetimi, 6’lı masa, hukuk “uzmanları”, hepsi birlikte ceza almalı değil midir?
“Siyasetten men” cezası nereden geliyor? Kim, kimi siyasetten men edebilir ki? Mesela “devlet memurluğundan ihraç” anlaşılırdır. Zira devlet, memuruna güvenmiyor demektir. Mesela partiden ihraç bir cezadır. Peki siyasetten men ne demek? Diyelim ki, Saray Rejimi, bir Kürt milletvekilini hapse atınca, bir işçiyi siyaset yapıyor diye tutuklamışsa, bir öğrenciyi örgüt üyeliği suçu ile okuldan attıysa, onları siyasetten “men” mi etmiş oluyor? Hayır, öğrenci de, işçi de siyasetine devam ediyor. Başka biçimler altında.
Diyelim ki, hatta demeyelim yüksek bir ihtimalle olacak, HDP kapatıldı, bu durumda Kürt halkı, HDP’liler siyaset mi yapmayacak?
Ne komik kararlardır bunlar!
Saray Rejimi’ne yakışır komedidedir.
Korkularını ifade eder ve yerindedir. Soylu’dan, Erdoğan’dan, Bahçeli’den, kısacası tüm Saray Rejimi’nden ancak bu beklenir.
Ama, resme biraz daha geniş bir açıdan bakmalıyız.
Efendiler, egemenler planlar yapıyor.
Saray Rejimi, entrikalar çeviriyor.
Burjuva muhalefet halkı korkutmak için, önce kendisini korkuya bağlıyor.
Bu üç katmanlı sürece biraz daha yakından bakalım.
1
Barlas’tır adı ve bilmeyeni yoktur. Meşhurluğu, yalakalık konusundaki, yalayıcılık alanındaki yeteneğine bağlıdır. Yalakadır, efendilerinin gösterdiği yeri yalar. Efendileri Batı emperyalistleridir, ABD, İngiltere, NATO başta. Onların yalakasıdır ve onların gösterdiği şeyi yalar, dolarlarla birlikte. Ama, “ahmak” değildir. Hatta, çakal gibi kurnazdır. Yani işini bilir, öyle burjuva muhaliflerin bizde sahne alanları gibi ahmak değildir.
İşte bu Barlas, neredeyse bir yıl önce, efendilerinin emri ile, “150’likler” diye bir konuyu yazdı. Demek istediği şey, aslında 150 kişilik yasak listesinin ilan edilmesi hâlidir. Lozan görüşmelerine referanstır. İngiliz veya Amerikalı efendileri, Barlas’a yaz dediler. O da yazdı. Eğer Saray 150 kişiyi siyasetten men ederse, ne olur? Konu budur. Tepki çekti ve geri adım atmaya çalışınca, CIA’ya çalışma rütbesine çıkmış olan Nagehan Alçı, destek verdi.
2
Bu dursun.
Hep konuşuluyor: 7 Haziran seçimlerini kaybetmiş olan AK Parti ve Erdoğan, Baykal ve CHP’nin açık desteği ile, seçimleri yenileme kararı aldı. 3 Kasım’da seçimler yenilenene kadar, Suruç katliamı, gar katliamı gibi süreçler yaşandı. Bu saldırılar, Davutoğlu’nun deyimi ile oylarını artırdı. Ve sonuçta saldırılarla seçimler alındı. Hile ve desise ile, baskı ile, demokratik olmayan bir yolla tekrar AK Parti iktidara geldi, öyle ilan edildi.
Ve bugün, tüm ülke AK Parti’nin, Erdoğan’ın kaybetmekte olduğunu, çoktan kaybettiğini biliyor. Bu durumda her aklı çalışan, “acaba seçimle gider mi” diye sormakta ve bu nedenle, seçime doğru 7 Haziran-3 Kasım sürecinin, yani saldırı sürecinin tekrarlanacağı söylenmektedir.
Biz ise, evet bir baskı olacak, hatta seçimlerin olacağı da tartışılır ama baskı süreci, o döneme benzemeyecek; bu yeni baskı sürecinde, yasaklamalar, parti kapatmalar, belki suikastler vb. olacak diyoruz.
3
Şimdi bu iki süreci birleştirin lütfen. Kabul etmeniz gerekir ki, Saray Rejimi diye bir yeni rejim var. Bu yeni devlet örgütlenmesi, egemenin, efendiler ve onların yerli uzantılarının ortak kararı ile ortaya çıkmıştır. Ve bu Saray Rejimi, yönetme güçlüğü çekmektedir, çözülmekte, çürümektedir. Bu nedenle, Saray Rejimi’nin yıkılması, işçi ve emekçilerin Saray Rejimi’ni bir ayaklanma ile yerle bir etmesi ihtimali var. Bu ihtimal, nesnel olarak güçlüdür. Öznel olarak, işçi sınıfının örgütlülüğü ve devrimci hareketin gelişmişliği konusundaki eksiklikler nedeni ile zayıftır.
Ama egemen, bu nesnel süreci görmektedir.
Egemen, Saray Rejimi’ni bırakma niyetinde değildir.
Olur da, halkın öfkesi sokaklara taşar, barikatlara çıkar, bayrakları ellerinde işçi ve gençler, kadınlar ve tüm emekçiler kamu kurumlarına doğru yürümeye başlarlarsa diye, burjuva muhalefet, devleti korumak adına, kitleleri korkutma ve eve hapsetme işinde özel bir görev almışlardır.
Bu koşullarda burjuva muhalefet, 6’lı masa, Saray Rejimi’ne karşı açık ve net bir muhalefet yürütmemektedir. Onlar, devleti korumayı en öne koymakta, Erdoğan’ı, “usulce” gitmeye ikna etmek istemektedir.
Oysa ne Saray erkânı, ne Erdoğan, öyle cennetlerini kendi elleri ile teslim etmeye niyetli değildir. Hatta bu doğrultuda, efendilerine, ABD ve NATO’ya kendilerini desteklemeleri için, çok değişik hamleler yapabileceklerini bile göstermek istemektedirler.
Yani, hem Saray Rejimi’nin gerçek sahibi olan emperyalist efendiler Saray Rejimi’nden vazgeçmek istemiyor hem de Erdoğan ve çevresi iktidardan düşmenin bir yok olma olduğunu bildiğinden mevkilerini kaybetmek istemiyor.
4
Egemenler, emperyalist efendiler, ülkedeki tekelci sermaye (dikkat edin sadece beşli çete değil, tüm tekeller) burjuva muhalefete, halkı sokaktan uzak tutma görevini vermektedir.
Devlet, Saray Rejimi baskı ve şiddetle işçi ve emekçileri, kadınları ve gençleri korkutmaya, yıldırmaya çalışıyor. 6’lı masa ise, “sokağa çıkmayın, iç savaş çıkar”, “eylem yapmayın olağanüstü hâl ilan edilir”, “sakın provokasyona gelmeyin” diyerek, baskı ile korkmayanları korkutmaya çalışıyor.
Bu zemin üzerinde, Saray Rejimi ile burjuva muhalefet anlaşmış durumdadır. İşçi sınıfı, kadınlar, gençler, emekçiler korkutulacak. Bu ortak zeminleridir.
Yine de bu durum, Saray Rejimi’nin garantisi değildir.
Değildir, çünkü NATO ve Batı emperyalistleri içinde de çatışma vardır.
Emperyalistler arası paylaşım savaşımında ABD, AB üzerinde, Ukrayna süreci sonrasında daha etkili bir kontrol elde etmiş olsa da, bu paylaşım savaşımı sürmektedir.
Bu nedenle diyoruz ki, ABD açıkça bir seçimi istemezse, ABD-İngiltere-Almanya ve Fransa anlaşarak seçim sürecine start vermezse, sadece zamanı geliyor diye bir seçim olmaz, olamaz.
5
Seçim üzerine oldukça farklı senaryolar var. Deniyor ki, seçimler 23 Haziran’dan önce olacak ve 6 Nisan’dan sonra. Kılıçdaroğlu, 28 Mayıs’ta seçimin yapılacağını söylüyor ve iki tarihin ortasına geliyor.
Bu iki tarih şuna dayanıyor: Erken seçim olmak zorunda, çünkü yoksa Erdoğan aday olamaz. Bu nedenle 23 Haziran’dan önce olacak deniyor. 6 Nisan’dan önce olursa, seçim kanunu değiştiği için, seçim eski kanunla olmak zorunda kalır. İşte bu nedenle, ikisi arasında olacak deniyor.
Tüm bunlar, komiktir.
Neden mi?
a- Saray Rejimi, hiçbir kanuna uymakta kendini zorunlu görmemektedir. Yani, istediği zaman istediği yasayı çiğnemektedir. Anayasaya, yasalara uymayan bir Saray Rejimi var. Bu durumda, “kanunî zorunluluklar” üzerinden tartışmak komik değil midir?
b- 7 Haziran seçimlerini kaybettiler, ne oldu? Durumu kabul edip, “seçimle geldik, seçimle gidelim mi” dediler? Demediler.
Belediye seçimlerinin sonuçlarını mı kabul ettiler? Etmediler, onlarca belediyeye kayyum atadılar. Ve bu kayyum atamaları yasal değildi, hâlâ değildir.
Referandumu kaybettiler ve hile ile tersini savundular, öyle oldu.
Erdoğan cumhurbaşkanlığı seçimini kaybetti ve bu durumda meşru bir cumhurbaşkanı değildir, diye bir ilan mı yapıldı? Yapılmadı. Atı alan Üsküdar’ı geçti. Bir hırsız ağzı ile, açıkça “atı alan Üsküdar’ı geçti” sözünü söyleyen bir cumhurbaşkanını, sistem gayrimeşru ilan etmedi. Oysa bu burjuva devletin olduğu pek çok ülkede rahatlıkla yapılabilirdi. Yani, cumhurbaşkanının aslında seçilmediğini söylemek için, devrimci, radikal vb. olmak şart değildir.
Cumhurbaşkanı’nın diploması yok.
Cumhurbaşkanı epilepsi hastasıdır. Ve bu durumda seçilmiş sayılamaz. Oysa “seçilmemiş” sayılsa, 10 yıl ne olacak? İşte size içinde yer aldığımız hukukî durum.
Bu durumda, nasıl olur da yasalara bağlı bir seçim takviminden söz edebilirsiniz? Daha ne olması gerekir ki, siz değerli burjuva hukuk uzmanları, durumun farkına varacaksınız?
Utanmadan, muhalif olduğunu söyleyip de, “Türkiye, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir” diye tekrarlayanlar, gerçekten, muhalif olabilirler mi? Bırakın muhalifliği, yalancıdan, karanlığı destekleyenlerden başka ne olabilirler?
Hukukun iktidarın, Saray’ın elinde açık bir silah olarak kullanıldığını görmeyip, “hukuk ayaklar altında” diye yaygara koparanlar, samimiyetsiz değillerse, gerçek anlamı ile ahmaktırlar, aklî melekelerini kaybetmiş, görme yetenekleri kaybetmiş, iradelerini Saray’a emanet etmiş, gerçekliklere gözünü kapatmış tiplerdirler. Dahası da var, işçi ve emekçilerin de gerçeği görmesini istemiyorlar. Saray medyası, bunların desteğini alkışlamaktadır.
6
İmamoğlu’nun ahmak davası, gerçekte, en başından beri CHP dâhil, burjuva muhalefetin seyrettiği bir ilkokul piyesidir.
Buna uygun sonuçlanmıştır.
“Siyasetten men” cezası, buradan ancak bu yolla çıkabilir. Hukuk, Saray’ın elinde bir silahtır. Ve bu silah siyasal yasaklılar üretecektir.
6’lı masa, tüm gücü ile, İmamoğlu’nu sessizce kaderini kabul etmeye ikna etmiştir. Saraçhane’deki miting, en hafif tepkidir ve aslında Saray Rejimi’ne karşı muhalefet yapmama iradesinin galip geldiğinin göstergesidir.
Bu piyes karşısında bu tepki ile yetinenler, aslında, İstanbul’a kayyum atanmasını da seyretmek zorunda kalacaklardır.
Saray, bu kararla, aslında İstanbul’a kayyum atama tehdidini savurmaktadır. Bu tehdit, 6’lı masa tarafından karşılanamamaktadır. Burjuva muhalefet, burada geri adım atmıştır.
Kılıçdaroğlu, Baykal’ın 7 Haziran sonrasında, İnce’nin cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında yaptığını tekrarlamaktadır.
Demokrasicilik oyunu, başörtüsü tartışmalarında da kendini göstermektedir. İktidar, 6’lı masayı, kendi isteklerini kabul etmeye ikna etmek üzere saldırmaktadır.
Bunun ardından başka saldırılar gelecektir.
Belli olmuştur ki, yeni siyasal yasaklılar gelecektir.
HDP’nin kapatılması gündeme gelecektir.
Bu süreci destekleyecek saldırılar, gündeme gelecek gibidir. Suikastler konusunda sürmekte olan söylemler bunun kanıtıdır.
Meseleye şöyle bakmak gerekir: Egemen planlar yapmaktadır. Egemenin planları, paylaşım savaşımının bir parçasıdır. Bu açıdan, Saray Rejimi kendilerine gereklidir. Erdoğan’ın yıpranmışlığı, halk içinde etkisini kaybetmiş olması, dinin ve milliyetçiliğin tükenişi, efendileri, egemenleri zorlamaktadır. Ama egemenler, Saray Rejimi’nden vazgeçmiş değildir. Erdoğan’sız veya Erdoğan’lı bir Saray Rejimi, ama mutlaka Saray Rejimi ısrarları vardır. Saray, bugün Erdoğan’ın elindedir. Erdoğan, Saray Rejimi, çeşitli entrikalarla iktidarını sürdürmek, Saray Rejimi’ni güçlendirmek istiyor. Bu yolla egemenlere, efendilere, kendilerinin en iyi alternatif olduğunu göstermek istiyorlar. Elbette, bunun için her yolu deneyecekler. Efendilerin buna itirazı ancak belli koşullarda olur. Onlara göre, ülkenin hukuksuz vb. olmasının bir önemi yoktur. Yağma, rant ve savaş ekonomisinin devam etmesi önceliklidir. Öyle hukuka uygunluk, öyle “demokrasi” vb. gibi bir amaçları yoktur, hiç olmamıştır, bugün de yoktur. Kaldı ki, bugün, siyasal iktidar, cennetini kaybetmemek için kollarını sıvamıştır. Bu nedenle, işçilere, gençlere, kadınlara, hakkını arayan herkese azgınca saldırmaktadırlar. Sokaklarda, ülkenin her alanında, fabrikalarda, üniversitelerde, Kürt halkına karşı azgınca saldırılara karşı “demokrasi”, “hak ve hukuk” arayışı olmayanların, ülkenin doğası tahrip edilirken sesini çıkartan insanlarla birlikte hareket etmeyenlerin, Saray Rejimi’ne karşı muhalefet yapma yeteneği yoktur, olamaz.
Mimik yolu ile “terörü övme” suçunun işlenebildiği bir ülkede, hukukun üstünlüğü gibi nutuklar atanlar, muhalif olamazlar. Olsa olsa, halka yalan söylemeyi alışkanlık hâline getirmiş kişiler olabilirler.
7
Burjuva muhalefet, bugün İmamoğlu mu, yoksa Kılıçdaroğlu mu tartışmasına kilitlenmektedir. Bu aslında, muhalefet yapma yeteneklerinin olmadığının da en açık kanıtıdır. Onların arkasına sıraya dizilen sol, başka adaylarla karşılaşmayı da düşünmelidir. Sürpriz olmayacaktır.
Dahası, sol, seçimlere dayalı bir mücadele yolunu tek yol hâline getirmekle, çok büyük bir hata işlemektedir. CHP kuyrukçuluğu, Saray Rejimi’ne karşı mücadele yolu değildir. “Demokrasi” adı altında, CHP kuyruğuna takılmak, sağa yatmaktır. Sağa kayış, sol hareketin, işçi hareketi ile zaten uzak olan duruşunu daha da sabitlemek demektir.
Saray Rejimi’ne karşı gerçek çıkış yolu, işçi sınıfının devrimci mücadele yoludur. Bu, siyasal iktidarı hedefleyen, sosyalist devrimi hedefleyen bir yoldur.
Evet, işçi sınıfı yeterince güçlü değildir. Evet, işçi sınıfı devrimci harekete hâlâ uzaktır. Bizim cephemizden söyleyecek olursak, devrimci hareketin işçi sınıfı içindeki örgütlülüğü hâlâ zayıftır. Ama bu zayıflık, yolu değiştirmez.
Tek çıkış yolu, Saray Rejimi’ni alaşağı edecek direniş yoludur. Ülkemizde, nesnel olarak işçi sınıfının iktidarı yakındır. Sorun bunu görmek, bu gerçeğe dayalı olarak bir çıkış yolu, bir devrimci rota ortaya koymaktır. Bu rota vardır. Bu rotayı etkin ve etkili hâle getirmek, direnişleri büyütmekten geçmektedir.
Ülkemizin her alanında, her yerinde, söndürülemeyen bir direniş ateşi sürmektedir. Bu direnişlerin geliştirilmesi, örgütlü hâle getirilmesi, daha ileriye taşınması temel görevdir. Devrimci hareket, her koşulda gerçekleri temel almak, işçi ve emekçilere gerçeği söylemekle yükümlüdür. Bu gerçeği söylemek ve görmek yetmez, buna uygun bir mücadele hattını, ne kadar zor olursa olsun, geliştirmek ve büyütmek zorunluluktur. Görev budur.
Saray Rejimi, tüm uygulamaları ile bir çürümeyi, bir çöküşü ortaya koymaktadır. Ama hiçbir egemenlik, çürümüşlüğü ne kadar ileri olursa olsun, kendi kendine yıkılmaz. Egemen, kendi cenneti demek olan iktidarını, egemenliğini, rıza ile devretmez. Bu mümkün değildir. Tersine, işçi sınıfı, ezilenler, sömürülenler, gelişmiş ve çok yönlü bir mücadele hattı geliştirmeden iktidarı deviremez ve kendi iktidarını kuramaz.