Seçimler bitti. Adına seçim denilen bu tiyatrodan da ilkel “müsamere”de rol arkadaşlığı yapan Kılıçdaroğlu, Erdoğan, İnce ve Oğan, her biri sonuçtan memnun, sahneden indiler. Kılıçdaroğlu, Oğan ve İnce öyle anlaşılıyor ki, en azından hizmet ettikleri bir kurum, en az bir kurum için görev yapmışlardır. İçlerinde aynı anda iki kuruma hizmet edenleri de olabilir elbette. Erdoğan ise, “süpürülmeyip kullanılan” çerçevesinde ABD’nin projesidir ve artık açığa çıkmıştır, MİT için muhbirlik yapmıştır.
Yani, her biri, en az bir kurum aracılığı ile birbirine bağlıdır.
Ama yine de, bizim üzerinde durmak istediğimiz konu bu değildir.
Seçimler, NATO tarafından organize edilmiştir.
Bazı “akademisyenler”, çok çok “uzman” olanlar, bizi affetsinler, bu ülkede, 2015 seçimlerinden bu yana, burjuva anlamda, en geri düzeyde dahi bir “demokratik” seçim yapılmamıştır. Okuryazar takımı (OYT), isterse bizi hiç affetmesin, sandığa giren oylar ile sandıktan çıkan oylar, çok uzun süredir asla aynı değildir.
Ve son derece “saygı değer” bir iş yaptığına inanan, sandıklarda hile yapılmaması için görevler alan vatandaşlar, hiç kusura bakmasınlar, oynanan müsamerede, sahne dekoru olarak bir değer yaratabildiler. Başkası yoktur. Oy ve Ötesi vb. kuruluşlarda çalışan gönüllü insanlar, gerçeği görmelidirler, asla ve asla, sandıkları korumak diye bir şey yoktur ve sandıkları gerçekten korumak, ancak ve ancak, tıpkı devlet gibi, organizasyonlara sahip olmakla mümkündür. TC devleti, Saray Rejimi, Tekelci Polis Devleti, silahlı adamları, polisleri, jandarmaları, özel timleri, özel yargı güçleri, YSK’si, basını vb. ile tam kadro seçim konusunda hile için organize olmuştur. Tam olarak bunun karşısında bir organizasyon kurmadan, “sandıklara sahip çıkacağız” demek, aslında, asla yapamayacağın bir iş konusunda halkı ikna etmek demekti. Bu da Saray Rejimi’ne dolaylı, istemeden yardım etmek demektir. Elbette, herkes, bu tiyatroda, bu tiyatrodan ilkel oyunda bir rol almak, hatta sahne dekorunun bir parçası olmak hakkına sahiptir. Ama kimse bunu “demokrasi mücadelesi” olarak bize satmasın.
Ne kendinizi kandırın, ne de halkı, işçileri ve emekçileri, kadınları ve gençleri.
Seçimler bitmiştir.
CHP ve onunla birlikte burjuva muhalefet, bazı sol gruplar, seçimi meşru ilan etmek için, Erdoğan’a yardımcı olmuşlardır. Kılıçdaroğlu ve burjuva muhalefetin aslî görevi zaten buydu. Sol hareketin bazı kesimleri, CHP kuyruğuna takılıp bu sürece katkı vermişlerdir.
Oysa, seçim meşru değildir.
Erdoğan’ın ne adaylığı yasaldır, ne de seçim sonuçları meşrudur.
1
Seçim gayrimeşrudur. Yani, sandıktan çıkan bir Erdoğan ve sandıktan çıkan bir parlamento yoktur.
Sandığa atılan oylar ile, sandıktan çıkan oylar aynı değildir.
Ortada, sevimli hukukçularımızın deyimi ile, “halkın iradesinin sandığa yansıması” diye bir şey yoktur ve bu 2015’ten bu yana böyledir.
Yanlış anlaşılmasın, o tarihten önce seçimlerin “demokratik” olduğunu söylemiyoruz. Sadece ve sadece, o tarihten sonra, yapılan hiçbir seçim meşru değildir, hilelidir, çalınmıştır, diyoruz.
Saray, hırsızlar sarayıdır.
Saray, rantçılar sarayıdır.
Saray, yağmacılar sarayıdır.
Saray, savaş ekonomisinin sarayıdır.
Saray, tekelci sermayenin sarayıdır.
Saray, sömürge bir ülkede görevlendirilmiş işbirlikçilerin sarayıdır.
Saray, uluslararası tekellerin sarayıdır.
Saray, halkları düşman gören, işçi ve emekçileri düşman ilan eden egemenin sarayıdır.
Saray, en az Erdoğan’ın sarayıdır, Erdoğan’dan çok çok fazla işbirlikçi egemenlerin sarayıdır.
Ve seçim sonuçları meşru değildir.
2
Seçim sonuçlarına üç noktadan bakılabilir.
Bu gayrimeşru seçim sonucunda Erdoğan yeniden seçilmiş, Kılıçdaroğlu, onu meşru ilan etmiştir. Seçime giren dört aday da aynı kurumların elemanlarıdır, az ya da daha çok olmak üzere.
İkincisi, parlamento seçilmiştir. Parlamento, önceden seçilmiştir ve seçilmiş olanlar, halka onaylatılmıştır. Bu ilkel ve hile dolu müsamere, efendilerin NATO’nun eseridir. Bu denli düşmüşlerdir ve parlamento da, onların adamlarından oluşmaktadır. CHP ya da AK Parti adayları arasında farklılık yoktur. CHP’nin milliyetçi olmayan, CHP’nin dinci olmayan milletvekili parmakla sayılacak kadar azdır.
Egemenin “tek devlet partisi”, tam olarak bu parlamentoda, kör gözlerin bile görebileceği kadar açıklıkla ortaya çıkmıştır.
Parlamento NATO tarafından organize edilmiştir.
NATO, açıkça bu seçimlerde daha açık olacak şekilde, sömürge bir ülkede efendilerin dizaynlarının nasıl hayata geçmek zorunda olduğunu göstermiştir.
Üçüncüsü ise seçim sonucunda oluşan yeni “kabine”dir.
“Kabine”, bilindiği gibi, şekil olarak Erdoğan tarafından belirlenmektedir.
Mevcut sistem şöyledir.
– Göstermelik, apış arasını bile örtemeyecek kadar göstermelik bir parlamento.
– Hepsi tek bir parti hâline gelerek, parti olmaktan başka her şeye benzeyen partiler.
– Saray’da işlevsel bir devlet bürokrasisi. Bunların ne kadarının hangi uluslararası güçlerin emrinde olduğunu bilmemiz zor. Ama ABD, Almanya, Fransa, İngiltere ve İsrail’in Saray’da yerleşik olduklarını söylemek abartılı değildir.
– Kabine. Saray tarafından atanan ve her koşulda NATO ve ABD tarafından onaylanan bir kabine.
İşte yeni kabine, tam olarak, bir savaş kabinesidir.
TC devleti, Saray Rejimi, ABD tetikçisi olarak işlev görmektedir. Biz bunu, Irak savaşında, Libya savaşında, Kafkaslarda ve Suriye savaşında açıkça gördük ve görüyoruz.
Yeni kabine, NATO’nun gayrimeşru seçimlerinin sonucu oluşmuş bir savaş kabinesidir.
Bu kabinede, bürokraside yer alanlar, NATO’ya bağlı hizmetlilerdir. İçlerinde ABD-İngiltere-İsrail ittifakına ait olanları görmek mümkündür. ABD-İngiltere hattına ait bir kabine, elbette savaş planları için oradadır.
Kalın, yeni görevi MİT’te, bu hatta bağlıdır.
Dışişleri Bakanı, eski MİT başkanı Fidan, bu hatta bağlıdır.
Yaşar Güler, bu hatta bağlıdır
Yeni, “liyakati” efendilerine bağlılıkla kanıtlanmış olan Maliye Bakanı Şimşek bu hatta bağlıdır.
Kabine, bir savaş kabinesidir ve daha çok İngiliz-ABD ekseninde, ama özünde NATO’ya bağlı bir kabinedir.
Erdoğan’ın ismi, sadece kabinenin başında olmaktan ibarettir ve etkin değildir.
3
Bu savaş kabinesi, ABD’nin yürüttüğü, kışkırttığı savaşta, yeni roller almak için vardır. Tetikçiliğe devam için vardır. Ve bu yeni savaş alanının, İran olma ihtimali yüksektir.
ABD, İran’a dönük bir savaş için, her yoldan hazırlık yapmaktadır. Elbette karşısındaki cephe, armut toplamıyor. Ama sonuçta ABD, Suriye ve Ukrayna savaşlarında görüldüğü gibi, savaşı tetikçileri eli ile yürütüyor ve sonuçta o sahada kazanamasa da, başka sahada bir şeyler kazanmayı başarıyor. Mesela Ukrayna’da savaşı kaybettiği hâlde, AB üzerindeki denetimini ilerletmeyi başarmıştır.
İran’a dönük savaş hazırlıkları üç bölgeden yürümekte gibidir.
Birincisi Azerbaycan üzerindendir ve burada TC devleti ile İsrail görev almaktadır. Bu cephe oldukça önemlidir, zira TC devletinin savaşa bu cephedeki gelişmelere bağlı olarak girme ihtimali yüksektir.
İkincisi Afganistan üzerindendir. TC devleti, Afganistan’dan gelen Afganlar ile, Suriye’de İdlib’de üslenen İslamcı güçleri, bu savaş için hazırlamakta, onlara yeşil pasaport vermekte, onlara 2000 dolar aylık maaş bağlamaktadır.
Bu savaş, birincisi, İran savaşı olarak kalmayacak kadar büyük bir savaştır. İkincisi bu savaşta Türkiye ile İran, birlikte tahrip olacaktır.
İşte yeni savaş kabinesi, bu nedenle özellikle ayarlanmıştır.
4
Seçimler yolu ile, Saray bir “meşruluk” kazanmak istemiştir. Bu meşruluk konusunda CHP, İYİ Parti ve diğer burjuva muhalefet, önemli bir rol üstlenmiştir. Bu güçler, gayrimeşru bir seçimin sonuçlarını tanıyarak, bu seçimi meşru ilan ederek, sürecin önemli bir parçası olmuşlardır.
Sol hareketin bir bölümü, küçümsenmeyecek bir bölümü, seçim sürecinde CHP’nin kuyruğuna takılarak, hem halkın umutlarını tüketmiş, direniş hattını kırmaya yönelmiştir hem de Saray’ın kendini toparlanması için ona fırsatlar sunmuştur.
Şimdi bu yeni savaş kabinesi, savaş ilan ettiğinde, hem İran’daki sol hareketin, devrimci ve sosyalistlerin, komünistlerin silahlarını kendi ülkesindeki iktidara çevirmesi gereklidir hem de Türkiye’deki sol hareketin silahlarını kendi egemenine, kendi ülkesindeki iktidara çevirmesi gereklidir.
İkinci Enternasyonal, Kautsky’nin önderliğinde, savaş politikaları gündeme gelince, her sosyalist hareketin kendi burjuvazisini destekleme kararı almıştır. O dönem, Lenin ve arkadaşları, gerçek devrimciler, gerçek sosyalistler, bu karara karşı çıkmış ve silahlarını işçiler kendi burjuvalarına çevirmelidir, demiştir. Bugün, o döneme ait yazılanları, tarihi inceleyenler, gerçekte Lenin ve arkadaşlarının, savaşta işçilerin silahlarını kendi ülkesindeki iktidarlara karşı çevirme tutumunun ne kadar da doğru olduğunu söyleyebilmektedirler.
Ancak aynı tutum, savaş bulutlarının yoğunlaştığı bugünlerde de gündeme getirilmelidir.
Sadece İran’daki devrimcilerden bunu istemek yetmez. Biz, Türkiye içinde mücadele eden devrimciler de aynı tutumu almak zorundayız.
Bu, savaş konusunda doğru tutumdur ve devrimciliğin turnusol kâğıtlarından da biridir. Kendi burjuvazisini desteklemek, solun işçi ve emekçilere ihaneti olur.
Bunu, bugünden açık ve net olarak ortaya koymak gereklidir.
Tüm devrimci hareketin bu konuda net bir tutum alması, bunu bugünden ilan etmesi gereklidir. Biz, işçi ve emekçileri, emperyalist efendilerin, onların yerli ortakları olan tekellerin, Saray’ın savaş politikalarının destekçisi olmaya çağıranları, ihanetçi olarak ilan edeceğiz. Zaten biz etsek de etmesek de, onlar gerçek anlamda, Kaustskylerin yol arkadaşları olmuş olacaklar.
Bu nedenle, mevcut kabinenin karakterini doğru tespit etmek gereklidir. Seçimler konusunda CHP’nin kuyruğuna takılma hatasının bir özeleştirisi yapılmazsa, korkarız ki, bu tutum savaş konusunda da hatalı bir tutuma zemin olacaktır.
Savaşı önlemenin de başkaca yolu yoktur.
İşçiler, dünyanın tüm işçileri, bir sınıfın üyesidir, sınıf kardeşidir. Bu nedenle, hiçbir işçi ve emekçi, silahlarını, kendi burjuvazisi adına, başka ülkelerin emekçilerine çevirmemelidir.
NATO’nun bu yeni savaş kabinesi, gayrimeşrudur. Bunu net olarak ilan etmek gereklidir. Seçim, çalınmıştır. Seçimi çalanlar, bu seçim sonucunda oluşturdukları tabloyu halka onaylattıklarını ilan edenler, elbette ki, savaş politikalarına, yağma ve rant politikalarına devam edeceklerdir. Bunda kuşkuya yer yoktur.
İşçi ve emekçiler, direniş hattında, direnişleri geliştirmek ve örgütlü hâle getirme doğrultusunda saf tutmalıdırlar.
İşçi ve emekçiler, Birleşik Emek Cephesi ile bu mücadelelerini daha da ileri taşıma iradesini ortaya koymalıdırlar. Devrimci olmanın ayırt edici noktası, bugün bu hatta, direniş hattına sahip çıkmaktan geçmektedir. Birleşik Emek Cephesi, bugün, bu direniş hattını geliştirmek, yaymak ve derinleştirmek, örgütlü hâle getirmek için büyük bir adım olacaktır.