Egemen, Gezi Direnişi kararını açıkladı. Gezi Direnişi için ceza alan 8 kişiden, içlerinde Mücella Yapıcı da olan üçü hakkında karar bozuldu. 5 kişinin cezaları onandı. Böylece egemen, Saray Rejimi, TC devleti, Gezi Davası’nı karara bağlamış oldu. Daha önceden beraat veren mahkemelerin tersine bu kez ceza onanmış oldu.
Bir; biz “iç savaş hukuku” diyoruz. Olağanüstü devlet örgütlenmesi olan, tekelci polis devletinin, isterseniz tekelci demokrasinin diyebilirsiniz, olağanüstü örgütlenmesi olan Saray Rejimi, bir iç savaş hukuku uygulamaktadır.
Kendine “hukukçu” diyen birçok kişi için bu durum, “hukuksuzluk”tur. Mevcut yasaların, böylesi bir yargılamayı kabul edemeyeceğini söylemek istiyorlar. Yani, “yasalara” aykırı demek istiyorlar. Hiç şüphemiz yok. Ama olup biten bu değildir. Bu hukuksuzluk değildir. Böyle söylemek, işi tüm gerçekliği ile ortaya koymamak olur.
Bu iç savaş hukukudur.
Öyle Kılıçdaroğlu’nun “küçültülmüş aklı” ile, adaletsizlikten söz etmek doğru olmaz. Adaletsizlik, köle ile efendi, patron ile işçi, efendi ile hizmetçi, sömüren ile sömürülen, emperyalist efendi ile sömürge hâline gelmiş ülkeler varsa, zaten hep vardır. Yasaları uygulasalar da bu adalet getirmez.
Onların yasaları kendi sistemlerini korur. En büyük hırsız kendileridir ve ekmek çalana, çocuğa “hırsız” derler. Haydutturlar, yasaları dinlemeyene haydut derler. Devlet eli ile katliamlar yaparlar ama karşı çıkana terörist derler. Her türlü baskı ve zulmü uygularlar ama isyan edene kanun dışı derler. Gün olur kendi yasalarını bile tanımazlar. Güpegündüz adam öldürürler ama “idam cezası niye yok” diye dert yanarlar.
Yasaları koyanlar, en büyük hırsızdırlar ve büyük hırsızlar, küçük hırsızları cezalandırmak zorundadırlar. Burjuva egemenlik, sermayenin egemenliği tam da budur.
TC devleti her türlü haberleşme olanağını yok etmektedir. TC devleti, tekelci polis devleti, aklını Batı demokrasisi ve Batı değerleri ile bozmuş olanlar için burjuva demokrasisi, eski yöntemlerle yönetemediği için, bir olağanüstü devlet örgütlenmesine gitmiştir. Adına Saray Rejimi diyoruz. Parlamento, anayasa vb. rafa kaldırılmıştır. Tüm burjuva partiler artık tek bir parti gibidir ve partiden başka her şeye benzerler. Her bir burjuva parti, bir suç örgütüdür, bir mafyatik sisteme sahiptir. İşte bu olağanüstü devlet örgütlenmesinde yasalar, konuya, duruma göre değişmektedir. Kim suçlanıyor, ne için, işte buna göre yasa değişiyor. Benden isen suçsuzsun ve bana karşı isen elbette suçlusun. İşte iç savaş hukuku budur.
Gezi Davası, en başından beri bu iç savaş hukukunun göstergesidir. Birkaç kere yargılanmış olanlar, ikinci kere aynı suçtan yargılanma olmaz ilkesi yok sayılarak yeniden yargılanmışlardır.
İki; bu davada yargılanmak bir onurdur.
Gezi Direnişi, bu topraklardaki en geniş kendiliğinden sosyal patlamalardan biridir. Bu kendiliğinden sosyal patlama, zaten öndersiz olduğu için, içinde her ne kadar önderlikler gelişse de, bir yerden öteye gidemezdi. Öyle oldu.
TC devletinin, Saray Rejimi’nin ilk günden başlayarak kimyasını bozmuş bir direniştir. Bu nedenle, egemenler, gelişen bu direnişi ezmek, zaten yıllardır sürmekte olan Kürt direnişinin yanı sıra yeni bir direniş odağının oluşumunu önlemek istediler. Bu nedenle Gezi Direnişi kâbusları olmuştur.
Bu denli bir yargılama, eşine az rastlanır yargılamalardandır. Ve elbette iç savaş hukukuna uygundur. Burada yargılananlar aracılığı ile tüm topluma mesaj verilmek istenmiştir.
Ama buna rağmen, Gezi Direnişi’ne katılanlar, asla ve asla kendilerini suçlu hissetmemiştir, hissetmemektedir.
Gezi Direnişi, yüksek dalgasını toprağın üzerine bırakıp, her yerde, her alanda küçük çaplı direnişler şeklinde sürmektedir.
Onlar egemen, onlar sömüren, onlar zalim olarak varolduğu sürece, elbette direnişler bir yol bulacaktır.
Kılıçdaroğlu’nunki gibi, “Alevi’yim, insan maalesef ailesini seçemiyor” tarzındaki aşağılık kompleksi, her insanın tercihi, yolu olmuyor, olmayacaktır. Herkes biat etmiyor, etmeyecektir. Gezi, bu açıdan, başını dik tutmanın, başı göğe kaldırmanın anıdır.
Üç; Mücella Yapıcı, haklı olarak, kendinin serbest bırakılmasını da içerse kararı adaletsiz olarak değerlendirmiştir, onurlu duruş budur. Adalet, bu sistemin yasalarında olamaz, yoktur, olmamıştır.
Ancak biliyoruz ki Gezi Davası’ndan ceza alanlar, aslında başka vesilelerle, başka nedenlerle, Saray Rejimi’nin cezalandırmak istedikleri kişilerdir. Egemen, hem Gezi’yi “suç” ilan ediyor hem de bu yolla, tanınmış kişiler aracılığı ile, toplumu susturmanın aracı olarak davayı organize ediyor. Bu nedenle, mahkemelerinin kararlarını değil mahkemelerini tanımamak gereklidir. Gezi milyonlarca insanın katıldığı bir toplumsal tepkidir. Bu tepkinin sokaklara taşması, egemeni oldukça rahatsız etmiştir ve kısa zaman içinde bunu unutacaklarını düşünmek saçma olur.
Şimdi egemen, kendi korkusunu, tüm toplumun korkusu hâline getirmek istiyor.
Diyorlar ki, sadece devrimci olduğunuz zaman, sadece Saray Rejimi’ne açıktan cephe açtığınız zaman değil, en sıradan bir nedenle dahi bize biat etmediğiniz zaman başınıza gelecek olan budur. En çok okumuş-yazmış olanları, en çok bir ayağı sistemde olup da muhalefet edenleri, en çok sisteme kökünden savaş açmamış olsa da itiraz edenleri korkutmak istiyorlar. En çok arada kalanları, bize biat edin, diye korkutuyorlar. Hedefleri budur.
Yoksa ülkenin hapishaneleri, gerekçesiz hapsedilmiş siyasi insanlarla, gençlerle, kadınlarla, erkeklerle doludur. Hepsinin ama hepsinin davaları, sahte delillerle, keyfî suç atmalarla doludur.
Dört; düşmanın yaptıkları, tutumları, şiddeti, birçok açıdan, yürünmesi gereken yolu da göstermektedir. Yürünmesi gereken yolu görmek için, o yola baş koymak için mutlaka düşmanın davranışlarına bakmak da şart değildir. Ama görmekte gecikmiş olanlar için, düşmanın tutum ve davranışları da bir öğreticidir.
Gezi Direnişi’ne karşı Saray Rejimi’nin, TC devletinin aldığı tutum, gerçekten kitlesel bir ayaklanmanın ne denli ihtiyaç olduğunu da göstermektedir. Kitlesel direniş burjuva egemenliği yerle bir etmenin yoludur.
Sözüm ona demokrasi dersi verir gibi, insanî değerler adına muhaliflik yapmak, gerçekte, düşmanı olsa olsa güldürmektedir. Ama bu kararınız demokrasiye, hukukun üstünlüğüne uymuyor demek, aslında kendini komik duruma düşürmek değil ise, düşmanı, sistemi, Saray Rejimi’ni olduğundan daha farklı, kabul edilebilir bir şey olarak gösterme girişimidir.
Seçimleri bekleyin, sakın sokağa çıkmayın diyenlerin, gerçekte Saray Rejimi’nin yandaşları, görevlileri olduğunu, hep birlikte, 28 Mayıs seçim sürecinde çıplak olarak gördük. Masalcı dede rolündeki Kılıçdaroğlu’nun ne denli başarı olduğunu, halkı nasıl uyuttuğunu gördük.
Sistemin içinde kalarak, devletin bir kesiminden “demokrasi”, “anlayış”, “insaf” beklemek, gerçekte yanlış yerde beklemek anlamına geliyormuş, bunu hep birlikte bir kere daha yaşadık. Artık hem liberallerin hem Kılıçdaroğlu gibi Saray destekçilerinin hem de CHP kuyruğuna takılmayı “taktik” diye ilan eden solcuların masalsı tutumlarına karnımız toktur. Bunun bir mücadele yolu olmadığını, bu yolla ortaya bir çözüm çıkmayacağını öğrendik.
Şimdi bize, bir sonraki seçimleri, sonra da 5 yıl sonraki seçimleri beklememizi öneriyorlar. Bunun için, her dereden su taşımaya başlayacaklarından zerrece şüpheniz olmasın. Bu denli aldatılmış kitlelerin, bir kere daha aldatılamayacağını düşüneceklerini sanmayın. Aynı şeyleri tekrar deneyeceklerdir. Ve eğer 5 yıl sonra değil, yarın bir yeni seçim olsa, yine bize, Erdoğan’ın gitmesi için en akılcı olan CHP’yi desteklemektir diyeceklerdir. Ekmeleddin vakası, İnce vakası, Kılıçdaroğlu vakası, bir başka vakaya evrilecektir. Bunu deneyeceklerinden şüpheniz olmasın. Bunun, bu yolun sonu, Saray Rejimi’ni bir kere daha güçlendirmeye çıkar. Güçlendirilmiş parlamenter sistem diye konuşanlar, şimdi Saray Rejimi’ni güçlendirmek için uğraşmaktadır. Bize “devlette liyakati bitirdiler” diyenler, şimdi liyakatli adamlar geldiğine bizi inandırmak istemektedir. Bu nedenle Şimşek ve ekibine, İçişleri Bakanı’na övgüler düzmektedirler. Oysa değişen bir şey yoktur. Tek değişen şey, yeni NATO’cu savaş kabinesinin içeride ve dışarıda savaşı yeniden kotarma girişimidir. Bu da özü gereği yeni değildir.
Beş; Gezi Davası kararı, TC devletinin, ABD emrinde bir tetikçi olarak, şimdi, NATO şemsiyesi ile savaş hazırlıkları yapmaya hevesli olduğunu göstermektedir.
Anlaşılmış olmalıdır; ABD emperyalizmine karşı, bir başka emperyalist Batı gücüne güvenmek kimseye, ezilenlere bir şey kazandırmaz. Halklar ve işçi sınıfı, bir emperyalist güce karşı kurtarıcı olarak diğer bir emperyalist güce ya da güçlere yaslanamazlar. Bu, ölümcül, affedilmez bir hatadır. İşçi sınıfı, kendi kurtuluşunu kendi mücadelesi ile sağlayabilir.
Saray Rejimi’nin içeride ve dışarıda savaş politikası, şimdi daha büyük bir ciddiyetle yürütülmektedir. Bu nedenle şiddetli saldırmaktadırlar. Cumartesi Annelerine bakın, Gezi Davası’na bakın, işçi eylemlerine karşı saldırılara bakın, Akbelen’e bakın. Hepsinde bu saldırganlığı daha iyi görmek mümkündür.
Dışarıda da aynı savaş politikaları devrededir. Kafkaslarda TC devletinin heveskâr bir tutumla ileri atılması, İslamcı savaşçıları yeşil pasaportlarla bölgeye dağıtmaları, bu heveskâr tetikçi tutumun işaretleridir.
ABD emperyalizmi, NATO mekanizması ve tüm Batılı emperyalist güçlerle, Üçüncü Dünya Savaşı’nı devreye sokmak için uğraşmaktadır. Üçüncü Dünya Savaşı, daha fazla toprak ele geçirme hevesindeki TC devleti için de bir çıkış olarak görünmektedir. ABD, İran’a karşı bir savaşı organize etmek istiyor. Bu savaşın, yerel ve sınırlı kalma olasılığı çok daha sınırlıdır. Almanya, İngiltere, birçok AB devleti, böylesi bir savaş için Neonazileri devreye sokmuş durumdadır.
İşte Gezi Davası, bu savaş için içeride kitleleri bastırmanın, korkutmanın aracı olarak kullanılmak istenmektedir.
Altı; tüm bunlar göstermektedir ki savaşı önlemenin yolu ile işçi sınıfının devrimci yolu birleşmektedir. Savaşı önlemek ancak bir devrimle mümkün olacaktır. Kapitalist sisteminin bir parçasında başlayacak devrim hızla yayılma olanaklarını da bağrında taşımaktadır. Bu olanak oldukça yüksektir.
Savaşa ve sömürüye son vermek, gezegenin ve insanlığın topyekûn kurtuluşu birleşmektedir. İster sadece ve sadece insan olarak kalma isteğiniz ağır bassın ister gezegenimizi koruma isteğiniz, isterse şu ya da bu hakkı gerçekten elde etme isteğiniz, artık tümü, işçi sınıfının devrimci iktidarına bağlı hâle gelmiştir. İşçi sınıfının devrimci yolu, sosyalist devrimin zaferi, hem sömürüye son verecek hem de savaşa son verecek tek gerçekçi yoldur.
Egemeni masalcı telkinlerle ikna ederek savaşı engellemenin ya da kapitalist sistemi reforme ederek daha yaşanır bir hâle getirmenin bir yolu bulunamaz. Olsa olsa bu telkinlerle bir yol bulunacağı hayali ile, işçi sınıfı ve devrimcileri, devrimin olanaksız olduğuna ikna etmek mümkün olabilir. Bu nedenle bu masalcı telkinler, cennet yolları gösteren din adamlarının dumanlı vaatlerinden çok daha tehlikelidir.
Mahkemeleri, yasaları onlarındır.
Buna uygun fermanlar verebilir, kararlar açıklayabilirler. Bu fermanların direnişçilerin gözünde hiçbir değeri yoktur.
Sokaklar, fabrikalar, şehirler, dağlar, okullar, tarlalar, hastahaneler kısacası işçi ve emekçilerin tüm yaşam alanları, sokaklara taşacak olan direnişçilerindir.