“ABD’de Big Mac fiyatı 5,06 iken Türkiye’de 2,75, Big Mac endeksine göre TL dolar karşısında daha değerli.”
Mehmet Şimşek adlı şahıs 2017’de atmıştı bu tweeti. O tarihlerde başbakan yardımcısı idi ve “Devletin makam araçları için harcadığı para Türkiye’nin milli geliri içerisinde çerez parası bile değil” söylemi ile dillere düşmüş olduğundan bu tweet pek de dikkat çekmemişti. Bana gelince ilk kez söz edildiğini gördüğüm “Big Mac endeksi” ifadesini adı geçen şahsın bir fantezisi olarak değerlendirmiş ve pek de üzerinde durmamıştım. Meğer kazın ayağı öyle değilmiş.
Gerçekten mevcutmuş Big Mac endeksi kavramı. 1986 yılında yaratılmış The Economist dergisi tarafından (Şu kapitalizm nelere kadir yahu!). Süratle benimsenmiş dünyada ve uygulamada kullanılmaya başlanmış. Benim yeni haberim oldu. Cahillik işte ☺
Endeks, Amerikan Doları üzerinden bir ülkede tek bir Big Mac almak için ödenmesi gereken parayı hesaplamakta. Yani hangi ülkenin parasının satın alma gücünü hesaplayacaksanız o ülkenin para birimini önce Amerikan Dolarına çeviriyor ardından da bir Big Mac almak için ödenmesi gereken parayı hesaplıyorsunuz.
Yukarıdaki tweet 2017’de atılmış. O tarihte memlekette Big Mac fiyatının ne olduğunu bilemem. Zaten hiçbir zaman bilemedim. Ben hiç Big Mac yemedim ki… Bu nesnenin ABD’deki fiyatını ise hiç bilemem. Eh tweeti atan koskoca devlet büyüğü yalan yazacak değil ya diyerek mesajdaki rakamları esas alıp hesabı yapıverdim.
1 – 2,75/5,06) = 0,456 yani TL %45,6 daha değerli imiş Amerikan Dolarından. Satın alma gücü açısından. Bu hesabı yapınca kahrolmuştur muhterem.
Yazıya konu olan beyefendi yukarıdaki tweeti attıktan bir yıl sonra ayrılmak zorunda kaldı Türkiye’den. Cumhurbaşkanlığı makamında oturan şahıs ile arası açılmış ve 2018 yılında gerçekleşen seçimler sonucunda oluşan kabinede yer almamıştı.
Onu görevden azleden şahıs da önce kendisini “ekonomist” ilan edip bir de “faiz sebep enflasyon sonuç” katkısını (!) yapınca ekonomi bilimine, ülke altüst oluverdi kısa zamanda. Her ne kadar Bay Ekonomist’in hazine ve maliye bakamayanı olarak görevlendirdiği bay bitkisel, gözlerindeki ışıltı eşliğinde bu politikayı “neoklasik ekonomi teorisinden epistemolojik kopuş” tadında (ve aslında kendisine ait olmadığı açıkça belli olan) cümlelerle savunmaya kalksa da, Bay Ekonomist “Nas var Nas” diye dinî referanslar verip düşük faiz politikasını desteklemeleri için mütedeyyin çevrelere mesaj verse de, kapitalist ekonominin kuralları dikkate almadı bu söylemleri. TL süratle değer kaybetti yabancı paralar karşısında. Piyasada oluşan faiz oranları ise Bay Ekonomist’in ilan ettiğinin çok üzerinde seyretmeye başladı. Bu arada enflasyon her gün yeni rekorlar kırarak yükselmeye geçmişti.
Aslında Bay Ekonomist’in niyetini şöyle özetleyebiliriz:
Düşük faiz sayesinde kolay kredi bulunacak ve bu krediler yatırıma yönelecek. Türk Lirasının değerinin düşmesi ile yurtdışında TM damgalı ürünlere talep artacak artan ihracat sayesinde yabancı para bollaşacak…
Ancak öyle olmadı. Üretim zor iş. Para ile para kazanmak daha kolay. Kolay ve ucuz temin edilen krediler yabancı paranın değerlenmesini engellemek için getirilmiş bir önlem olan devlet garantili KKM (kur korumalı mevduat) hesaplarına yöneldi, yabancı para gerçek değerinin altında olduğu için ihracat yolu ile elde edilen döviz ülkeye girmeden yurt dışında değerlendirildi. Bu arada parasının gerçek değerinin altında kaldığını gören yabancı sermaye de ülkeden elini eteğini çekince geriye rezervleri tükenmiş bir merkez bankası, yüksek enflasyonun belini büktüğü emekçi yığınlar, acil gereksinmeleri karşılamak için yurt dışından yüksek faizle borç arayan bir maliye teşkilâtı ve KKM gibi uygulamalar sonucu parasına para katan küçük bir azınlık kaldı memlekette.
Böyle bir ekonomi manzarasına sahiptik Mayıs 2023 seçimlerine girerken. Normal şartlarda iktidar partisinin yine birinci parti olarak ipi göğüslemesi de, Bay Ekonomist’in tekrar cumhurbaşkanı olması da beklenemezdi bu durumda. Ancak ülkenin dinamikleri çok farklı. Seçmen davranışları sosyologlar için ciddi bir araştırma konusu burada. Tabii bunlar benim yorum yapabileceğim şeyler değil. Ben bildiğim konuya döneyim. Gerek ABD, gerekse AB’de siyasi çevreler son derece memnundular sonuçtan. Farklı bir sonuç elde edilmiş olsa idi gerek AB çevrelerini endişelendiren ve Türkiye’de adeta açık hava hapishanesinde tutulan “mülteciler” euro bölgesi için sorun yaratacak, kim bilir belki yeni gelen yönetim Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir başlık açmak isteyecek, belki de NATO-Ukrayna savaşının kaderini değiştirebilecek farklı bir politika izlemeye kalkacaktı. Hoş bunların hepsini bertaraf edip mevcut düzeni devam ettirecek güce sahiptiler ama durup dururken ne diye uğraşsınlar? Hazır her şey istedikleri gibi gitmekte iken.
Ortada tek sorun vardı AB ve ABD açısından. Bay Ekonomist’in izlediği ekonomi politikalarını hiç beğenmiyorlardı. Ülke ekonomisini yönetecek bir “kayyum” gerekli idi.
Bu durumu seçim sonrası yapılan bir analizde “The Telegraph” gazetesi şöyle formüle etmiş:
“Erdoğan’ın iktidarda kalmasıyla Avrupa derin nefes aldı.”
Analizin devamında ise şöyle çarpıcı bir cümle var:
“Erdoğan’ı sevmek imkânsız olabilir. Ancak kendisini çok kullanışlı hâle getirdi.”
Küresel sistemin önde gelen aktörleri için çok önemli idi bu “kullanışlı” olma hâli. Rahatlıkla bir kayyum atanabilirdi ekonomi yönetimine. Kayyum hazırdı. 2018’de Bay Ekonomist’in ağır hakaretlerle kovduğu Mehmet Şimşek.
Böylece ne Nas kaldı ortada ne de “epistemolojik kopuş.”
Adına cumhur ittifakı denilen yapının bilmem kaçıncı ortağı olarak kabineye girdi, “Hazine ve Maliye Bakanı” olarak yerini aldı orada.
Görevi belli idi. “Küresel finans çevrelerinin Türkiye’den beklentilerini karşılayacak ekonomi politikalarını üretmek.”
Ekonomide rasyonel adımlar olarak sunuldu izlenecek politika.
Neydi bu beklentiler:
– Yabancı paraların ülke içerisinde gerçek değerinden işlem görmesi.
– Yatırımcının kâr beklentilerini karşılayacak biçimde faiz oranlarının güncellenmesi.
Bay Şimşek’in göreve gelmesini takiben yazdığım bir yazıda Amerikan Dolarının 2023 sonunda 30 TL olacağını, Merkez Bankası politika faizinin ise %40’ın üzerine çıkacağını ifade etmiştim (Bkz. “Türkiye ekonomisinde kayyum dönemi”, Kaldıraç, Temmuz 2023). Bu yazının yazıdaki öngörülerin tümü gerçekleşti. Tabii bunların gerçekleşmesi yazıyı yazandan daha çok bir Anglo-Amerikan co prodüksiyonu olan Bay Şimşek’in başarısıdır.
Ne yaptı Bay Şimşek?
Yabancı paraların gerçek değerine kavuşabilmesi için önce KKM uygulamasını kaldırdı tedricen. Mevduat sahiplerinin mağdur (!) olmaması için de faiz oranlarını yükseltti.
Ülkede faaliyette bulunan finans kuruluşlarını da mutlu etmek gerekiyordu. Kredi kartları faizleri bu nedenle yükseltildi. Tüketici kredisi faizleri de aynı nedenle yukarı çekildi.
Kredi kartları faiz oranlarının yükseltilmesi “enflasyonla mücadele” diye sunuldu. Gerçi bu oranların yükselmesi tüketimin bir miktar kısılmasına neden olabilirdi ancak işsizliğin tavan yaptığı, ücret gelirlerinin ise dibe vurduğu ekonomi koşullarında kamuoyunda oluşturulmaya çalışılan “enflasyonu dizginleme” etkisini yaratamayacağı açıktı. Çünkü insanlar keyfî harcamaları için değil zorunlu tüketim gereksinmelerini karşılayabilmek için başvurmakta idiler kredi kartlarına. Bu durum elbette banka kârlarını arttıracaktı.
Nitekim öyle oldu, BDDK verilerine göre Bay Şimşek göreve geldiğinde 446 milyar olan kredi kartı toplam borcu yıl sonu itibarı ile 1,1 trilyon liraya ulaştı.
Bundan sonrası hayli riskli. Geri ödenmesi çok güç bir noktaya ulaşan krediler bankaların “takipteki alacaklar” kalemini artıracak ve icralar ile hacizler birbirini kovalayacaktı. İşte bu noktada durduruldu kredi kartı ve tüketici kredisi faiz oranları.
Bu gelişme tüketimi biraz daha frenleyebilir belki. O zaman da ekonomik durgunluk başlayacak üstelik enflasyon da frenlenemediği için “stagflasyon” dönemine girilecek. Belirtiler başladı bile.
Ancak şimdilik bankaların keyfi tıkırında. Nasıl öyle olmasın? Yine BDDK verilerine göre 2023 yılının ilk 10 aylık döneminde 486 milyar TL olarak gerçekleşmiş kârları. Aktif büyüklükleri ise 21,76 trilyon olmuş. Daha ne olsun?
Tabii sanayicileri de ihmal etmemek gerek. Yükselen faizler nedeni ile mağdur olmasınlar. Onların kredi ihtiyaçlarını da devlet teşviki ile karşılarsın olur biter.
İyi ama teşvik vermek için para gerek, nereden bulacak devlet parayı?
Ondan kolay ne var? Vergi politikası ne güne duruyor!
Bir Mehmet Şimşek klasiğidir “verginin tabana yayılması” fikri.
Daha önceki bakanlık döneminde de ağzından düşmezdi bu cümle. Şimdi de düşmüyor.
Peki ne demek “verginin tabana yayılması”? “Gelir ve kurumlar vergilerini arttırırsak dostlarımızı küstürürüz iyisi mi dolaylı vergileri arttıralım” demek. Böylece toplumda yer alan tüm sınıf ve tabakalar vergi ödemiş olurlar. KDV ve ÖTV bu nedenle yaratılmış vergilerdir. Bu sayede tüm zorunlu gereksinmelerimiz için yapmış olduğumuz harcamalardan vergi öderiz. Türkiye toplumunun olmazsa olmaz gıdası ekmek alırken bile öderiz bu vergiyi. Uzun bir liste yapmanın anlamı yok. İğneden ipliğe satın aldığımız her şey için ödenir dolaylı vergiler Günümüz Türkiye’sinde dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içerisindeki payı %70 seviyelerindedir ve bu durum Bay Şimşek’in geçmişteki başarılı (!) çalışmalarının ürünüdür (öncesinde %48,2 idi). Beyefendi eserinden gurur duymakla birlikte bunun da yeterli olmayacağını düşünmekte ve dolaylı vergi gelirlerini arttırmanın yollarını aramakta bugünlerde. Hedefi belli:
İşçisi emekçisi, emeklisi ve işsizi ile toplumun gelir açısından en dezavantajlı kesimlerinin daha yüksek vergi ödemesini sağlamak. Buradan elde edeceği gelirle sanayiciyi mutlu edecek teşvikler oluşturmak.
Peki ya yabancı sermaye?
Doğrudan yatırım listesinden çıkalı çok oldu Türkiye yabancı sermaye için. Burası borsa yolu ile dolaylı yatırım yapılacak bir ülke uzun zamandan beri.
Bay Şimşek yeniden göreve geldiği andan itibaren bu yolla ülkeye tekrar yabancı para girişini sağlamanın peşinde. Peki başarılı oldu mu?
Kısmen evet. Merkez Bankası rezervleri negatiften pozitife döndü. Sınırlı da olsa para girişi sağlandı ülkeye. Bunu elbette yabancı paraların gerçek değeri üzerinden işlem görmesini sağlayacak politikaları üretmekle başardı. Dolaylı yabancı sermayenin beklentisi olan yüksek faiz politikası da devreye girince yavaş yavaş da olsa para gelmeye başladı. Ancak bu durum, yetersiz yabancı sermaye, daha yüksek faiz ve daha düşük TL beklemekte ondan. Onu da yapacak kuşkusuz. Politika faizi %45’i bulacak yerel seçim öncesinde. Sonrasında ne olacağını da o zaman düşünür. ☺
TL’nin değerinin de biraz daha düşmesi gerekecek. O da yerel seçim sonrasında. Şimdilik yüksek enflasyonun getirdiği kâr ile yetinsin yabancı sermaye. ☺
Peki enflasyonla mücadele? Peki işsizlik sorununun çözümü için atılacak adımlar?
Onlar OVP’de açıklandı zaten.
Enflasyon 2026’dan önce düşmeyecek denildi.
İşsizlik 2024 yılında artacak denildi.
Daha ne desin?
Özetleyecek olursak eğer; içeride banka ve sanayi kesiminin, dışarıda ise dolaylı yatırım yaparak kâr elde etme düşüncesindeki finans kesimlerinin istediği Türkiye ekonomisini yaratmak için elinden geleni yaptı ve yapmaya devam ediyor Bay Şimşek. Bu tabloda işçi ve emekçilerin payı ise sefalet sadece.
Yazıyı tamamlamadan önce çarşıya çıkıp McDonald’s’a uğradım, hamburger yemek için değil menüye bakıp fiyatları incelemek için.
Big Mac 200 lira olmuş.
Yani 6,60 Amerikan Doları.
Google’dan baktım bu nesnenin ABD fiyatına 5,68 $.
Big Mac endeksi hesabı yaptım yeniden.
Eksi 0,144 çıktı. Yani satın alma gücü açısından TL, Amerikan dolarından %14,4 daha az değerli.
Gözün aydın Bay Şimşek!
Bunu da başarmışsın.