2024 1 Mayısı’nın kalbi, her sene olduğundan biraz daha fazla İstanbul 1 Mayıs kutlamaları oldu. Her sene böyledir, çünkü İstanbul, ülkenin dörtte bir nüfusunun yaşadığı yer ve işçi sınıfının ana damarıdır. Ülkemizdeki devrimci mücadelenin tarihi açısından da İstanbul belirleyici bir öneme sahiptir. İstanbul, hem işçi sınıfının yoğunluğunun olduğu ildir hem de mücadele tarihi açısından önemlidir.
Ama bu sene İstanbul 1 Mayısı’nı daha da önemli kılan başka bir şey daha vardı: Taksim’in 1 Mayıs alanı olarak geri alınması irade ve iddiası. 2023 Maltepe 1 Mayısı’nın ardından, hemen herkes, böyle bir 1 Mayıs kutlamasının olamayacağını kabul etmişti. 1 Mayıs, bir çeşit piknik değildir; siyasal taleplerin, ülkenin gündeminin, işçi sınıfı açısından sokağa yansıdığı, yansıması gerektiği bir gündür. Sadece devrimciler, sadece sol hareketler değil, sendikalar ve bunların başında da DİSK, 1 Mayıs alanının Taksim olduğunu, hemen 2 Mayıs 2023’te, yani 1 Mayıs’ın ardından ilan etmişti.
Belki o gün, sendikacılar ve bazı çevreler için “1 Mayıs alanı Taksim”dir açıklaması, o günü kurtarmak ve yükselen tepkiyi savuşturmak için, bir doğruyu tekrarlamaktan ibaretti. Nasıl olsa daha 2024 1 Mayısı’na bir yıl vardı ve CHP’nin kontrolü altına sığınan sendikacılar için 2023 Mayıs ayında seçimler vardı. Saray Rejimi’ni anlamamakta direnen sendikacılar ve bazı sol çevreler, Saray Rejimi’ne karşı mücadele yolu olarak işçi sınıfına, onun devrimcileşmesine, devrimci harekete güvenmek yerine, seçimle AK Parti’nin gideceğine güvendiler. İşte o koşullar altında, Taksim iradesini koyup direnmek yerine, Maltepe’de 1 Mayıs’ı, CHP etkisi ile kutlamayı seçmişlerdir. Ve o utanılası tutumdan sonra, durumu kurtarmak için 2024 1 Mayısı için Taksim’i işaret etmişlerdir.
Bu nedenle, 2024 1 Mayısı için Taksim dememek, pek de kolay değildi.
Üstelik Anayasa Mahkemesi (AYM), Taksim yasağının hukuksuz olduğunu da ortaya koymuştu.
Yani, DİSK ve sendikacılar, 1 Mayıs için Taksim iradesinden geriye çekilecek bir noktadan çok uzakta idiler.
Oysa Saray Rejimi, onların bu sözlerinde durmaları ile ilgili değildi. Sendikacılar, bu süreci, ikiyüzlüce yürüttüler. Gerçek anlamda ikiyüzlüce; devlete başka konuştular, devrimcilere ve 1 Mayıs bileşenlerine (çok demokratik bir biçimde) konuşmadılar. 1 Mayıs’ı, işçi sınıfından ve devrimci hareketlerden kaçırma programı yürüttüler.
Ağızlarından Taksim sözü çıkıyordu ama Valilik ve İçişleri Bakanlığı ile yaptıkları görüşmeleri, bir çeşit gizlilik içinde yürüttüler. 1 Mayıs kutlamaları için, kimse ile toplantı yapmayacaklarını ilan ettiler. Dahası, DİSK, devletle yaptığı görüşmelerle ilgili, İçişleri Bakanlığı ve Valilikle yapılan görüşmelerle ilgili, DİSK üyesi sendika başkanlarına bile açıklama yapmadı, bu konuda gelen soruları yanıtlamadı.
Böyledir, işçi sınıfına güvenmeyenler, Saray’a yanaşırlar ve elbette bunun görüşmeleri bir çeşit gizlilik içinde yürütülür. Oysa kim olursa olsun, hangi baskı altında olursa olsun, ne denli korkarsa korksun, 1 Mayıs görüşmelerini, tüm detayları ile, işçi sınıfına, konunun muhataplarına açıklamak zorundadırlar.
Oysa onlar, görüşme talep eden devrimci kurum ve kişilere, “kimliklerini gönderin” talebinde bulundular. DİSK’e gitmek için kimlik bilgilerini sordular.
Sendikacılar yanlış yerden korkuyorlar. Korkmaları gereken devlet değildir, korkmaları gereken, devrimci işçi sınıfıdır.
Ama bu korku, Saray’dan gelen, egemenden gelen korkudur.
Korku, en tepeden başlıyor ve sistemin paçalarına kadar iniyor.
1 Mayıs 2024, işte böyle örgütlenmedi.
1 Mayıs 2024, işçi sınıfından ve devrimcilerden kaçırılmaya çalışıldı.
Sendikacıların devletten korkusu, işe rengini verdi.
Saray Rejimi, olağanüstü bir devlet örgütlenmesidir, tekelci polis devletinin olağanüstü örgütlenmesidir.
Bu örgütlenme, olağanüstü hâl olarak ortaya tekrar çıkmıştır. İstanbul abluka altına alınmıştır. Ziyaretçisi çok olduğu için Taksim’i vermediklerini söyleyenler, Taksim’i ıssız hâle getirdiler. Tüm kamu ulaşımını yasadışı biçimde engellediler. İstanbul’u ablukaya aldılar.
Evet, bu bir güç gösterisidir.
Bu güç gösterisi, Saray Rejimi’nin korkularının ürünüdür. Saray Rejimi acaba neden bu denli korkuyor, korkuttuğu şey nedir? Bir sosyal patlamadan, bir devrimden korkuyorlar.
Ülkemizde bir yandan savaş planları yapılıyor, içeride ve dışarıda savaş planları devreye sokuluyor. Bu savaş planlarını bozacak tek şey, kitlelerin direnişidir.
Ülkemizde ağır bir ekonomik kriz yaşanıyor ve önümüzdeki dönemde bu kriz işçi ve emekçiler için, yoksullar için daha da ağırlaşacaktır. Bu nedenle Saray Rejimi, işçi sınıfını daha da örgütsüz, daha da eylemsiz kılmak istiyor.
Bu nedenle, CHP -ki Saray Rejimi’nin bir parçasıdır- devreye sokulmuştur. Genel seçimler öncesinde CHP, solu kuyruğuna takmayı başarmıştır. Ve bu artık herkes tarafından kabul edilmektedir. Birçok sol grup, CHP’nin kuyruğuna takılmanın hata olduğunu kabul etmektedir. Ciddiyettir ve önemlidir.
Saray Rejimi, sadece AK Parti, sadece MHP demek değildir. Tersine, Saray Rejimi bir olağanüstü devlet örgütlenmesi olarak, siyasal partileri, onların içinde yer aldığı parlamentoyu vb. yok etmiştir. Saray Rejimi, CHP, İYİ Parti, Davutoğlu, Babacan vb. partileri de kapsamaktadır. Altılı masa, Saray Rejimi’nin karşıtı değil, tersine onun parçasıdır. Öyle idi ve öyledir.
Yerel seçimler, genel seçimler için yapılmış anlaşmanın devamıdır.
Tüm bunlar savaş hazırlığıdır.
Yüzde 50 ile savaşa hazırlanmak mümkün değildir.
TC devleti, İran’ı ABD isteklerine uygun tarzda kuşatmak için uğraşmaktadır. İsrail’in oynadığı her rolde, Saray Rejimi destekçi ve yardımcıdır. Bu savaş için, sadece az sayıda AK Parti destekçisine, sadece Türk-İslam sentezine dayanmak mümkün değildir.
Bu nedenle Saray, CHP eli ile önce solu ve sendikaları, onların üzerinden de kitleleri ve direniş hattını kontrol altına almak istiyor. Plan budur.
1 Mayıs 2024 İstanbul kutlamalarına CHP ve DİSK damgasını vurmuştur ve her ikisi de uzlaşmacıdır. Sözüm ona Özel, kitlenin başına geçecekti ve Taksim’e yürüyecekti. Ama alana geldiği gibi gitti. Ve topu DİSK’e attı. Çerkezoğlu, “pusetinde 3 çocuğu ile gelen insanlar gördüm” diyerek, kitleyi kırdırmamak için barikata yüklenmediğini ve Taksim’e yürüme iradesini bıraktığını ifade etti.
Oysa tam bir kara mizah olmalıdır. Zira tüm olacak olanı DİSK zaten biliyordu. Tüm olup bitenden haberdardı. Ve polisin izin vermeyeceği biliniyordu. Yoksa onlara “izin vereceğiz” sözü mü verildi? Sanmıyoruz.
Fabrikalarında iş cinayetlerine izin verenler, işçilerin kanını emenler, açlığı ve işsizliği işçinin fıtratı hâline getirenler, nasıl olacak da izinle Taksim yolunu açacaklar? Eğer bizim cephe, işçi sınıfı ve onun örgütleri kararlı olursa yollar açılabilir.
Taksim iddiasının nedeni, zaten anneleri, çocukları, işçi ve emekçileri, yaşamı üretenleri korumak, onların mücadelesini geliştirmektir. Yani, gerçekten insanların ölmemesinin yolu, sisteme karşı mücadeleden geçiyor.
Özgür Özel, “o barikatı ilk seçimleri kazanıp kaldıracağım” diyor. Ne kadar komiktir. Trajedi ile komedi birlikte sahneye konuluyor. Zaten seçimler alınmıştı ve siz sonuçları bile bile, gayrimeşru seçimi kabul ettiniz. Ve şimdi, işçilere bir sonraki sandığı gösteriyorsunuz. Demek DİSK, artık bu işin muhatabı değildir.
Tüm bunlara rağmen, insanlar yürekleri ile, pusette üç çocukları ile, hayallerini avuçlarının içinde yumruk hâline getirerek Taksim’e yürümek için geldiler. Ve bu elbette Maltepe mitinglerinden daha önemlidir. Ama Taksim’e yaklaştığımız bir tesellidir. Büyük bir fırsat, DİSK eli ile CHP kuyrukçuluğu ile, sendikacıların kendine güvensizliği ile, sendikacıların işçi sınıfına ve devrimcilere güvensizliği ile kullanılamamıştır.
Kitlelerin, işçilerin yasal haklarını kullanmalarının önüne devlet ablukası çıktığında, siz, pusetteki üç çocuk diye demagoji yapamazsınız. Öyle ise, grev yapmamalısınız, öyle ise hiçbir eyleme girişmemelisiniz, öyle ise hiç sokağa çıkmamalısınız. Sadece ve sadece devletle gizli görüşmeler yapmakla yetinirsiniz. Bu da sizi, işçi sınıfının bir parçası, işçi sınıfının sendikacıları yapmaz.
Görülmüştür ki Saray Rejimi, kendine biat edenleri dinlemiyor.
Görüldüğü gibi, Saray Rejimi, seçimlerle gitmiyor.
Görüldüğü gibi sadaka sistemi, en çok mücadeleden kaçan “önder”lerin varlığı nedeni ile egemen sistem hâline geliyor.
Evet, 1 Mayıs, tüm bu duruma rağmen, işçi sınıfının, emekçilerin ve onların temsilcilerinin direnişinin devam ettiğini göstermektedir.
Devletin ablukası, devletin barikatları, aslında korkularının da göstergesidir. Evet bir güç gösteridir de. Bozdoğan kemerinin zirvesine keskin nişancı yerleştirmek, bir güç gösteridir. Ama bu güç gösterisi, aynı zamanda devletin korkularının dışa vurmasıdır.
Sistemin tepesi, Saray, devrimden, işçi ve emekçilerden, kitlelerin direnişinden korkmaktadır. Bu korku o kadar ilerlemiştir ki, sistemin eteklerine, paçalarına tutunan sendikacılar da bu korkunun esiri olmuştur.
Oysa Saray, halktan, işçi ve emekçilerden korkuyor. Onlara, barikatları, TOMA’ları, biber gazları, keskin nişancıları ile gücünü gösteriyor. Benimle çatışmadan geçemezsiniz, diyor. Sendikacılar, işçi temsilcisi olduğunu iddia edenler, işçi temsilcileri, bu korkunun kendilerine bulaşmasına izin vermemelidirler.
Şimdi işçi sınıfı, kendisi ile devletin barikatları önünde barikat kuranları aşmak zorundadır. İşçi sınıfı, örgütlü bir direniş hattını örgütlemek zorundadır. Başkaca yol yoktur. Direniş ve örgütlenme dışında bir kazanma yolu yoktur.
“İşçinin alınteridir,
bey, paşa sarayları
Önümüz kavga yeridir
yürü iş alayları”