İsrail, 13 Haziran 2025’te, sabah şafak sökmeden, İran’a karşı saldırı başlattı. Aslında saldırı, bir süredir bekleniyordu. Örneğin, Nisan 2025’te, bu saldırının yapılacağı söyleniyordu. Ama öyle anlaşılıyor ki, hem Çin’in Tayvan etrafında aldığı önlemler hem Ukrayna savaşındaki ABD ve NATO ekseninin yenilgisinin yarattığı bazı sıkıntılar, saldırıyı ertelemelerine neden oldu. Ve ardından, İran-ABD nükleer görüşmeleri, süreci uzattı.
Bu kısa girişte anlıyoruz ki; (a) İsrail-ABD (elbette İngiltere ve NATO) saldıracaktır. Bu her zaman yaptıkları şeydir. Dün Gazze, ardından Lübnan, Suriye, Libya vb. hepsinde İsrail vardır ve dahası TC devleti de var olmak istemiştir. (b) Anlaşılıyor ki, bu savaş daha büyük savaşın parçasıdır. Ve savaş yayılmaktadır. Her yeni adım, diğer güçlerin de test edilmesi demektir. Her yeni hamle, sahada bir avantaj elde etme isteği de demektir. (c) Bu savaşın hedefi sadece İran değil, Rusya ve Çin’dir. Ve her ikisi de savaşın yayılmaması için uğraşmaktadır. Onlar savaş yayılmasın, savaş olmasın diye uğraştıkça, karşı taraf kendini daha “cesur” görmektedir. Bu nedenle, her istedikleri zaman, her istedikleri yere saldırılabileceklerini düşünmektedirler.
Konuya dönelim.
Artık biliyoruz, İsrail-ABD ve İngiltere cephesi (siz buna, Fransa, Almanya ve tüm NATO’yu ekleyin), önce görüşmelere başlıyor. Görüşmeler sürerken saldırıyorlar ve bu yolla bazı suikastlar gerçekleştiriyorlar. Savaşta, hile yapılır elbette. Ama bu üçlünün, emperyalist Batı’nın hiçbir savaş kuralı yoktur, hiçbir “değer”i yoktur ve bunu biliyoruz. Hizbullah lideri böyle öldürüldü. Anlaşma yapılmıştı. Bu durum, saldırganın kim olduğunu göstermektedir ve elbette bu saldırganlığın, dünyanın gözleri önünde sürdüğünün de ortaya konması gerekir. Uluslararası hukuk vb. diye bir şey çoktan rafa kalkmıştır ve ABD, İngiltere başta olmak üzere tüm NATO güçleri, her türlü saldırganlığı açıkça savunmaktadır.
İran ile, 15 Haziran 2025 pazar günü, nükleer görüşmeleri vardı ve bu görüşmelerden önce saldırdılar. Demek ki, hiçbir sözlerine güvenilemez durumdadırlar.
Saldırılar, şu üç vurgu ile yapılmıştır: (1) İsrail-ABD, İngiltere tarafı, saldırıların nedeninin, İran’ın elindeki füzeler, silahlar olduğunu söylediler. Netanyahu, ellerinde 20 bin füze var, dedi. Bir başkası bu füzelerin sayısının 2 bin olduğunu ve yakında 8 bine çıkacağını söyledi. (2) Nükleer silah geliştirmek istediğini, bu nedenle bombalandığını, çünkü İran’ın asla nükleer silahlara sahip olamayacağını söylediler, söylüyorlar. (3) Amaçlarının İran’daki dinci-İslamcı yapıyı devirmek olduğunu söylüyorlar.
Bu iddialar üzerinde durmalıyız. Çünkü, bizde, ülkemizde, solcu görünümü altında İsrail için çalışan epeyce bir varlığın olduğunu söylemek mümkündür. “Varlık” diyorum, çünkü dolar karşılığı her şeyini satabilen kişiler, artık insan olmaktan da çıkmaya meyil gösterirler. Ve savaş nedeniyle bu İsrail uzantıları, son derece açık hareket etmeye zorlanmaktadırlar. Böylece, bunları tanımak da mümkün olmaktadır. Kaydedilmelidir. Bu İsrail uzantıları, İsrail adına, propaganda yapmaktadırlar. Gazze’de İsrail’in yaptıklarını unutturmak istiyorlar ve şimdi, İran’ı düşmanlaştırma işine koyulduklarını görmek mümkündür.
Şimdi bu üç noktaya bakalım.
Diyelim ki, İran’ın elinde binlerce füze var. İyi ama, bu zaten her devletin elinde bir silahlı güç olması nedeniyle zaten normal değil mi? Örneğin, X ülkenin elinde de silahlar varsa, orayı da mı hedef tahtasına koyacaksınız? Bu aşağılıkça, kendini beğenmişçe, kendini dünyanın efendisi saymaktan kaynaklı bir bakış açısının ürünüdür. Ki sadece Trump ve Netanyahu’nun kişiliği nedeniyle öyle değil, bugün savaşı kundaklayan tüm Batı, NATO böyledir. Kendilerini dünyanın efendisi sanıyorlar ve üstüne üstlük, buna uygun pervasız bir narsistlikle davranacak “liderleri” ilgili yerlere yerleştirmekte yetenekliler. Trump, hem Rusya’ya karşı, Ukrayna sahasında alınmış olan yenilgiyi örtmek için görevdedir (ABD ve NATO, Ukrayna’da yenilmiştir, bunu kabul etmemeleri ayrı bir konudur. Ama sürmekte olan görüşmeler, bu nedenle gündemdedir ve görüşmelerin amacı, Rusya’yı oyalayarak, bu sırada kendi güçlerini sahaya yeniden yerleştirmektir. Trump’ın ağzından çıkan “barış” sözleri, savaşı daha da genişletme hedefini ifade eder), hem de savaşı daha geniş alanlara yaymak için görevdedir. Netanyahu yönetimindeki İsrail dinci faşist devleti, bu görev için Ortadoğu’da bir tetikçidir. Savaş ilerledikçe, İran’ın yanıtlarının ciddi olduğu göründükçe, ABD, “savaşa doğrudan dâhil olmak”tan söz etmektedir. Oysa zaten savaşa doğrudan dâhildir. Savaşı kundaklayan, ABD, İngiltere ve NATO’dur.
ABD ve NATO, kendisi dışında bir gücün varlığını kabul etmek istemiyor. İran, bölgede, ambargo altında da olsa bir güçtür ve bu güç, aslında ABD-NATO karşısındaki Rusya-Çin ittifakının zayıf güçlerinden biridir. Bu nedenle İran’a vurmak, aslında Çin’e ve Rusya’ya da vurmaktır, daha çok da Çin’e. ABD ve İngiltere, Ortadoğu’da sömürgeleştirme politikalarının önünde engel görmek istemiyor. İşte, İsrail’in ağzından çıkan 20 bin füzeleri var sözü, tam da burada anlam kazanıyor.
Bölgenin, bağımsız bir gücü olan Suriye, şimdi sömürgeleştirilmektedir. Aynı sömürgeleştirme süreci İran için planlanmaktadır. Ama İran, Çin ve Rusya’ya vurmak için bir basamaktır. Suriye, İran’a vurmak için bir aşamaydı, ama İran, Rusya ve Çin’e vurmak için bir hamledir. Sadece bu değil, içinde Ortadoğu’nun paylaşımı elbette var.
Faşist ve dinci Netanyahu, İran’ın elinde 20.000 füze var, vurmalıyız, diyor. İyi de, diyelim ki, bu 20.000 füzenin bir bölümü, senin “Iron Dome”unun üzerini delerse, senin bulunduğun yerde patlamaz mı? Elbette patlar. Ama konu savaş olunca, bu ülkelerin, emperyalist güçlerin ve onların tetikçisi İsrail dinci-faşist yönetiminin kendi vatandaşlarını düşüneceğini sanmak aptallık olur. Kâr ve egemenlik, hâkimiyet ilişkileri her türlü insanî değerin yok edilmesi demektir. Bu nedenle, dünyanın emperyalist egemenlerinden insanî kaygılar beklemek, onların bu yöndeki sözlerine kanmaktan başka bir anlam ifade etmez.
Diyelim ki çok silahı olan, füzesi çok olan ülkelere saldırılacaksa, demek ki ABD saldırmak için iyi bir hedef olmalıdır. İsrail de elbette. İsrail’de az mı silah var? Şimdi Çin, aynı nedenle İsrail’e saldırırsa ne olur? ABD ve İngiltere’nin silahları mı az?
İkinci nokta, onların propagandasında ve elbette bu nedenle onlardan emir alarak, para alarak, ülkemizde de aktif bir propaganda yapanların söylediklerinde, “nükleer silah” meselesidir.
Bu konuda, İsrail konuşabilecek, ahlâkî açıdan ders verebilecek ülkeler arasında değildir, olamaz. Netanyahu yönetimi, hiçbir ahlâkî norma sahip değildir.
Ve doğrusu bu konuda İran, çok daha tutarlıdır. İran, açıkça, tüm Ortadoğu bölgesindeki nükleer silahların ortadan kaldırılmasını talep etmektedir. Demek ki, kendisi de içinde, kimsede nükleer silahlar olmasın demektedir.
Dünyadaki nükleer silahların listesi, basına yayılan bilgilere göre şöyledir:
Ülke | Konuşlandırılmış savaş başlığı | Depodaki savaş başlığı | |
ABD | 1770 | 1930 | |
Rusya | 1718 | 2591 | |
İngiltere | 120 | 105 | |
Fransa | 280 | 10 | |
Çin | 24 | 576 | |
Hindistan | – | 180 | |
Pakistan | – | 170 | |
Kuzey Kore | – | 50 | |
İsrail | – | 90 |
Tabloda görüldüğü gibi, İsrail’in elinde 90 adet nükleer bomba var. Öyle ise, önce ve kesin olarak İsrail’in elindeki bu bombaların imha edilmesi gerekir. Demek ki önce İsrail rejiminin imha edilmesi gereklidir. Kendi elinde bu kadar nükleer bomba olan bir ülke, utanmadan “İran nükleer bomba üretmek istiyor” diye saldırma hakkından söz etmektedir. Ve bizim ülkemizdeki İsrail hayranları, İsrail adına çalışanlar, İsrail’in bu görüşlerini propaganda ederken, İsrail’in elinde nükleer bombalar olduğunu, sözlerinin arasında asla aktarmamaktadırlar.
Netanyahu yönetiminin, Gazze diye bir pratiği var, Filistin diye bir soykırımı var. İran’ın böylesi bir pratiği yok. Ve bize, İran’dakiler çılgın, oysa İsrail’dekiler aklı başında, demektedirler. İran’daki mollalar o kadar akıldışı olabilirmiş ki, bombayı hemen patlatırlarmış. İyi ama İsrail’deki dinciler, faşistler, Netanyahular daha mı aklıselim adamlar? Hem sonra, bombaların patlatılmasının kişilerle ne ilgisi var? Savaş, çılgın ve akılsız adamların işi değildir, savaş emperyalist sistemin içinde bulunduğu koşullarda çıkış yoludur. İnsanlık diye bir dertleri yoktur ve asla olmamıştır. Eğer siz emperyalist efendilerin, uluslararası tekellerin insanlık diye bir derdi olduğunu, çünkü eninde sonunda onların da insan olduğunu sanıyorsanız, geçmiş olsun, siz “medeniyet taşımak”, “demokrasi götürmek”, “insan haklarına saygılı hükümet kurmak” gibi emperyalist zokaları yutmuşsunuz. Tedavisi de zor, şimdi, Gazze’deki olaylara bak denirse size, bakamazsınız, çünkü oradaki çocukların büyüyünce “medenî dünya” için tehlike olacağı yolundaki fikri DNA’nıza katmışsınızdır. Bu durumda, kolay unutursunuz ve size gelen emperyalist propaganda kanallarını asla bırakmazsınız.
Utanma bitmiştir. Bunların, yani İsrail’i savunmayı görev edinmiş olanların, hiçbir utanması yoktur.
Gazze’de, bir dönem önce, insanî yardım geldi diye adres vererek, oraya gelen Filistinlileri, çocuk-kadın vb. demeden bombalayan kimlerdir? En son pratikleri, gelenleri açıkça kurşuna dizmektir. Kendisini sanatçı, yazar vb. olarak tanıtan İsrail uzantıları, hiç utanmadan, açıkça, “çocuklar büyüyünce terörist olacaklar, öldürülmeleri gerekir” diye konuşmaktadırlar. Ve yine, tüm bunlardan sonra, “insan hakları” savunusu onların işi olmaktadır. Onlar insan, onların hakları var; bu hak, onun gibi olmayanların köle olması ve kölelerin isyan etmesini savunanların yok edilmesi.
Tüm Batı ülkelerinin “insan hakları” savunuları, katliamlarını savunma, gizleme metotlarıdır. Onların ağzında “insan hakları”, katliamdır. Hiç şüpheniz olmasın.
ABD, Irak’a saldırmak için birçok yalan devreye soktu. Sonuçta Irak işgal edildi ve ABD yöneticileri tarafından, tüm bu yalanlar itiraf edildi. Bugün, İran ne derse desin, aynı yolda yürüyecekleri kesindir. İran’ın nükleer tesislerini vurmaktan söz ediyorlar. Bunu ABD’nin yapmasından söz ediyorlar. Bu elbette uluslararası hukuka aykırıdır ama bunu yapmaktan geri durmayacakları da kesindir. Rusya ve Çin’in bu konudaki uyarılarına kulak asacaklarını sanmak, ABD ve NATO tarafının saldırganlığının derinliğini kavrayamamak olur.
Üçüncü savunu noktaları ise, “biz aslında İran halkına saldırmıyoruz, dinci yönetime, dinci diktatörlere saldırıyoruz” şeklindedir. Buna göre, İsrail, bölgede, İran halkını “özgürlüğe kavuşturmak” için, fedakârlık yapmaktadır. Ne kadar da “aptal”dırlar. Kendileri dışında herkesi aptal sanmak, aptallığın bir üst seviyesidir. Onlar, kendi çıkarlarını gizlemek için bunu yapmaktadırlar.
Oysa belki de bu savaş, İsrail halkının, İsrail’in dinci-ırkçı-faşist rejimini alaşağı etmesi ile de sonuçlanabilir.
İsrail yönetimi, İran yönetiminden çok daha fazla dincidir, çok daha fazla ırkçıdır. İran’daki molla rejimini kullanarak, herkese yalan söylenmektedir. Demek İran halkının ayaklanmasını, İsrail bombaları, ABD saldırıları sağlayacak öyle mi? Peki, ya İsrail vuruldukça, İsrail halkı, yatlara, motorlara atlayıp kaçmak yerine, ayaklanmaya karar verirlerse ne olur?
İsrail’in çıkarları için, İran halkının elbette karşısında mücadele ettiği İran rejimine karşı mı olalım? Şöyle düşünüyorlar, dinci bir İran rejimi, solcuların hoşlanmayacağı bir diktatörlüktür. Bu doğru. Ama bu bizim İsrail’den dinleyeceğimiz bir şey değildir. Bu, İran halkının mücadelesinin konusudur, yoksa İsrail’in saldırganlığını örtme konusu değildir. İsrail, Gazze’de bir soykırım yapmıştır. Hitler nasıl ki Polonya’yı “özgürleştiriyordu”, şimdi de İsrail-ABD ve İngiltere başta olmak üzere Batı, İran’ı “özgürleştirme”ye kalkmaktadır. Oysa biliyoruz ki, bu katillerin eliyle özgürlük değil, daha büyük esaret, daha büyük kölelik gelir. Irak’a gelmiş olan demokrasiyi biliyoruz, Libya ve Suriye’deki durumu da biliyoruz.
Emperyalist egemenlik, dünyanın yeniden paylaşılması savaşı, sanıldığından daha ciddi bir şeydir ve elbette bu açık bir saldırganlıktır. Bu saldırganlığa karşı çıkan her güç, saygıyı hak etmektedir. Biz bu karşı çıkışların, anti-emperyalist nitelik düzeyine çıkmadığı durumu bile olumlu buluruz. Ama anti-emperyalist bir düzeye çıkan karşı koyuş ve direnişleri, elbette selâmlarız. Ve biliyoruz ve tekrar ediyoruz ki, bir anti-emperyalist direniş, eğer anti-kapitalist bir hatta sahip değil ise, tutarlı bir anti-emperyalist tutumu işaret edemez.
Biz, dün Irak’a saldırdığında ABD, Saddam’ın onların adamı olduğunu, işi bitince onu tasfiye etmek üzere Irak’a girdiklerini biliyorduk ve buna rağmen, ABD’nin saldırısına karşı çıkıyorduk. Bugün, İran, ABD, İngiltere ve İsrail saldırısına karşı direnme hakkına sahiptir ve direnişi yerinde buluyoruz. İsrail-ABD ve NATO, tüm Batı saldırgandır. Elbette, İran’daki rejimi desteklemiyoruz, ama İran’ın direnişini saygı ile karşılıyor ve önemli buluyoruz. Emperyalist egemenliğe karşı direnmek esastır. Ve elbette, İran işçi sınıfını ve İran devrimini umursuyoruz. Eğer emperyalist saldırganlar ortada olmamış olsa, eğer savaş baronları ortadan çekilse, eğer ambargolar olmamış olsa, İran işçi sınıfı ve halkı, zafere daha kısa sürede ulaşır. Bu nedenle, bu savaşı, bu saldırganlığı, asla kabul etmiyoruz. Hiçbir emperyalist güç, hiçbir saldırgan, hiçbir katliamcı, bir halka özgürlük getiremez. Özgürlük onların ağzında köleliğin en ağır biçimidir.
Bu noktada, savaşın içinde medya savaşına da dikkat etmemiz gerekiyor. Burjuva cephe, tüm Batı, örnek olsun Irak savaşında, Libya’da akıl almaz yalanlar söylediler. Bunu Ukrayna’da da yaptılar, yapıyorlar. Bu psikolojik savaştır ve burjuva medyanın görevi de budur.
İran savaşında da yaptıkları budur.
İran, bizzat kendisi kayıplarını açıklamaktadır. Üstelik kayıpları, ordunun üst yönetimindedir ve bunu anında açıklamaktan çekinmiyorlar. Ama İsrail’in kayıplarını, sadece halkın çektiği videolardan görebiliyoruz.
X, yani eski adı ile Twitter, İsrail aleyhinde olan hiçbir haberi vermemektedir. Daha önceden ayarlanmış bazı siteler/kanallar, mesela “teyit” gibi, sürekli olarak İran’ın demir kafesi deldiğinin haberlerini uydurma olarak vermekte, şu oyundan alınmış video olarak yalanlamaya çalışmaktadırlar. Oysa mesela “teyit”, Erdoğan ailesi tarafından kurulmuştur. Zamanla bazı yalan videoların “fake” olduğunu göstererek güven topladıktan sonra, şimdi bu “prestij”lerini kullanmaktadırlar. Erdoğan, İsrail’i istemeyerek olsa da kınamaktayken, alttan alta yardımlarını sürdürmektedir. Bu yardımlara, kendi medya kanallarını da eklemişlerdir.
Dün, hedefimiz İran yönetimidir, diyorlardı, ama savaşın dördüncü gününde, “Tahran halkı bedelini ödeyecek” diye ağızlarından salyalar akıtmaya başladılar. Savaşın 8. gününde “ABD savaşa doğrudan dâhil olabilir” demeye başladılar (ABD zaten savaşın içindedir ve daha fazla içine girmekten geri durmayacaktır. Bu nokta aşılmıştır. Rusya ve Çin’in uyarıları, bu konuda yeterli olacak gibi durmamaktadır).
Dün, medyada, demir kubbe delinmedi, diye nutuk atıyorlardı, hattâ CHP yönetimindeki İlhan Uzgel, İsrail bazı füzelere bilerek izin vermektedir, diye konuşmaktaydı. Emperyalist saldırganlığın destekçisi olursanız, işte böyle, Mr. Uzgel gibi “varlık” olursunuz. İsrail, ABD ve NATO varlıkları, ülkemde çok yaygındır. Her birinin piyasa değerleri, borsaları vardır ve artık onlardan da “türev işlemler” üretilmektedir. Bu doğrultuda konuşanlar, 3. günden sonra hızlarını kesmek zorunda kaldılar. “İran kâğıttan kaplan” diye analizler yapanlar, savaşın dördüncü gününde yalanlarını yutmak zorunda kalmaktadırlar. Ve savaşın 5. gününde kayıpları karşılaştırmaya başladılar. TV kanallarından bir film izler gibi savaşı izleyenlere, dehşetin bir başka çeşidi olan yorumlarını sunuyorlar. Savaşın sonunda İran’ın nasıl kaybedeceğini anlatıyorlar.
İsrail saldırgandır ve İran yanıt vermektedir.
İlk saldırıya yanıt vermek için 18 saat beklemişlerdir. Bunun teknik nedenlerini biz bilmiyoruz. Ama savaşın başlangıcı 1. haftasını doldurduğunda da İran, yanıt vermekle meşguldür. Yani, savaşı boyutlandırma isteği İran’a ait değildir. Savaşı başlatan da, boyutlandırmak isteyen de İsrail-ABD ve İngiltere cephesidir. Trump, savaşa ABD’nin katılmasından söz etmektedir. Oysa çoktan katılmıştır ve İsrail, ABD olmadan bir saldırı gerçekleştiremez. Ve daha fazlasını yapmaktan geri durmayacağı açıktır. Netanyahu, ABD’ye, açıkça, “biz aslında sizi savunuyoruz” demektedir. Zelenski de, zavallı, Ukrayna’da aynı şeyi söylüyor, biz burada ABD ve Batı için ölüyoruz, diyor ama, nedense çok komik bulunuyor.
Elbette ABD, daha doğrudan savaş alanına dâhil olma hazırlıkları yapmaktadır. Bu durum, savaşın daha da boyutlanması demektir. Rusya ve Çin’in itidalli tutumu, ABD ve İngiltere cephesinin daha da saldırganlık göstermesine bir önlem olmayacaktır. Görünen budur. Elbette bu konuda, onlar, birçok teknik bilgiye sahiptir. Bizim gördüğümüz, emperyalist Batı’nın savaş dışında bir yolu tercih etmediğidir. ABD, çözülen hegemonyasının sonuçlarını kabul etmeyecektir.
ABD, bir yandan “savaşa biz dâhil değiliz” demektedir. Ama öte yandan “daha büyük saldırı gelmektedir” demekten geri durmamaktadır. Bu sadece Trump’ın kişiliğinin sonucu olarak ortaya çıkan bir davranış değildir. ABD uçak gemisi Ortadoğu’ya gelmekte, bu konuda tehditler ortaya koyan haberler yapılmaktadır. Ve dahası ABD, Rusya ile sürdürdüğü “diplomatik ilişkileri eski hâle getirme” görüşmelerinden çekilmiştir. Kısacası, savaşın ana aktörü olarak ABD ve İngiltere, Fransa ve Almanya daha açık olarak savaşa girmektedir.
Bu, bir yandan, Avrupa’nın Ukrayna üzerinden Rusya’ya karşı daha azgın saldırılar organize etmesi demektir, diğer yandan ise, TC devletinin İsrail lehine savaşa dâhil olması da demektir. TC devleti, nasıl ki Suriye sınırındaki mayınları temizleyerek işe başlamıştı, şimdi de İran sınırındaki mayınları temizlemişlerdir. TC devletinin savaşa dâhil olması isteği, ABD ve NATO isteğidir. Saray Rejiminin bir gizli savaş kabinesi olarak davranmakta olduğu açıktır. Bu nedenle, savaşın nereye evrileceği, en başta ABD ve NATO’nun tutumuna bağlıdır. Erdoğan’ın ya da Saray Rejiminin açıklamaları ile pratikleri arasında hiçbir uyum yoktur, olması da beklenemez. Saray Rejimi, savaş bahanesiyle, hem içerdeki her aykırı sesi bastırmak istiyor, hem de Kürtlere karşı, bu kargaşa içinde bir katliam politikasını devreye sokuyorlar. Bunun karşılığında, İran’a karşı kara harekâtı yapmayı tartıştıkları konusunda şüpheniz olmasın.
Rusya ve Çin, henüz çok aktif olarak devreye girmiş değildir. Ancak, savaş daha da boyutlanmış durumdadır. Dünyayı kendi aralarında paylaşmak için Batı emperyalistlerinin kundakladıkları savaş, İran savaşı ile yeni bir seviyeye ulaşmıştır. Rusya ve Çin, isteseler de istemeseler de, bu savaşta taraf olmak zorunda olacaklardır. Savaşın hedefi onlardır.
Doğrusu bizim İran’ın ne denli dayanabileceği ya da neler yapabileceği konusunda bir teknik bilgimiz yoktur. Ama savaş tüm bölgeyi sarmıştır. İran daha itidalli davranmaktadır. Örneğin Türkiye’deki İncirlik ve Kürecik üslerinden yararlanmakta olan İsrail’in önünü kesmek için, bu üslere henüz saldırmamıştır. Erdoğan ve Saray, hazır İsrail’i kınamaktadır, mesela Kürecik ve İncirlik’i kapatma kararı alabilirler, buyursunlar.
Burada net olmak gerekir.
Savaş, emperyalist Batı tarafından kundaklanan bir savaştır.
Bu savaş, dünya çapındaki savaşın bir parçasıdır.
İsrail’in, ABD’nin, İngiltere’nin pratiği bellidir. Gazze’deki pratik ortadadır. Katiller sürüsü, Ortadoğu’ya dalmıştır.
Suriye’nin sömürgeleştirilmesi sürecinin devamı olarak İran’ın sömürgeleştirilmesi için devreye girmişlerdir. Tüm Ortadoğu’yu denetim altına almak istemektedirler. Ve elbette, bu emperyalist saldırganlığa karşı direnmek esastır. Ancak bilinmelidir ki, kapitalist egemenliği hedef almayan bir anti-emperyalist mücadele zafere ulaşamaz.
Bu savaş, ABD, İngiltere, İsrail ve tüm Avrupa dâhil, savaşın her tarafında bir iç savaşa dönüşecektir. Biz, dünyanın her ülkesinde gelişen işçi hareketine, bu nedenle daha büyük bir dikkat göstermek zorundayız.
Hangi ülkenin, diğerine karşı nasıl bir güce sahip olduğu, bizim üzerine çok kafa yoracağımız bir konu değildir. Bizim bakmamız gereken, tüm bu savaş bulutları içinde, işçi sınıfının devrimci çizgisidir. Tüm bölgede bir devrimin olanaklarının gelişimine dikkat etmemiz gerekir. Ve elbette bu süreçte, tüm devrimci hareketlerin birbirinin gelişimine de dikkat etmesi gereklidir. Elimizde bir uluslararası enternasyonalist örgütlenme yoktur. Bu nedenle, bölgedeki devrimci güçlerin birbirinin gelişimine dikkat etmesi, hiç de kolay bir süreç değildir. Ama gereklidir ve zorunludur.
Hiçbir devrimci hareket, hiçbir emperyalist güçten medet ummaz, umamaz. Emperyalist güçlerin dünya halklarına ve işçi sınıfına karşı tutumu her zaman nettir. Devrimci hareketlerin de emperyalist güçlere karşı tutumu net olmalıdır. Burada anti-emperyalist olmanın, ancak anti-kapitalist olunması koşulu ile tutarlı hâle gelebileceğini bilmek, akılda tutmak gereklidir. İran işçi sınıfı, hem emperyalist saldırganlara karşı durmak, sömürgeleşmeye karşı direnmek, hem de kapitalist sisteme karşı uzun süreli savaşı gözetmek zorundadır.
Tüm bu savaş süreci, ülkemizde de etkilere yol açmaktadır. İşçi sınıfı ve emekçiler, gençler, “iç cepheyi güçlendirmek” yalanları ile devletin desteklenmesi rotasını reddetmelidir. İşçi sınıfı, devrimciler, ülkede bir sosyalist devrim ile, tüm bölgede savaş politikalarını da çökertmek için bir yol açabilir. Bu nedenle, Birleşik Emek Cephesi, işçi sınıfının örgütlenmesi ve mücadelesi için büyük bir öneme sahiptir. Sosyalist devrim, hem Türkiye’yi savaşın dışına çıkartacaktır, hem de tüm bölgede işçi ve emekçilerin direnişini geliştirecektir. Dikkat noktası burası olmalıdır. Bu nedenle, gelişmekte olan direnişin daha da gelişmesi, örgütlenmesi savaş bulutları içinde geçiştirilecek, savsaklanacak bir iş değildir.