Kaç kuşak boyu uzar acılar?

“İnsan, öyle bir hatırlama yeteneğiyle
donatılmıştır ki kendi sınırlarının
farkına yine kendisi varır.
Anılar bizi saldırılara açık,
acı çekmeye hazır kılar.”[1]

Bir kitap daha düştü posta kutumuza geçenlerde… Bir roman. Nayȇ…[2] İlk sayfasında bir not düşülmüş el yazısıyla: “Değerli Hocam, Edirne F Tipi Cezaevi’nden içten selam ve sevgilerimle…” İmza: Tolga Arı…

İçinde yazara dair bir bilgi notu yok. Ne yalan söylemeli, bizim de yazıştığımız tutsaklar arasında pek aşina olduğumuz bir isim değil. Romanı okudukça daha bir meraklanıyor insan.

Akıcı bir anlatım. Bir solukta okutuyor kendini.

Tolga belli ki Dersimli. O coğrafyaya hâkim. Sizi dağ dağ, tepe tepe, ırmak ırmak dolaştırıyor Dersim kırsalında. Burnunuzda ışkın, çiriş, kenger kokuları, ciğerlerinizde dağ havası.

Yalnız coğrafyaya mı? Her Dersimli gibi o da acıların tarihinde pişmiş.

Biz Nayȇ’yi gözaltında ikide bir sorguya alınan ve her seferinde yüzü gözü dağıtılan bir üniversite öğrencisinin ağzından dinliyoruz. O da bir dahaki sorguyu beklerken, çocukluğunda anneannesinin anlattığı bir öyküden anımsıyor. Her bayram torunlarını etrafına toplayıp anlattıklarından farklı, insanın içini ürperten bir öykü.

Polisler ha babam adını soruyorlar. O da ısrarla “Haydar” diye yanıtlıyor. Polisler inanmıyorlar. Kim bilir, gerçek adını söylese, serbest bırakacaklar. En azından o böyle düşünüyor. Ama Haydar’dan vazgeçmiyor bir türlü.

Peki neden Haydar? Ya da Haydar kim?

Anneannenin öyküsüne dönelim.

Tertele zamanı… Yolu kardan kapanmış, dünyayla ilişkisi kesik bir mezra… Acil durumlarda at sırtında dağ-bayır aşarak ulaşabildikleri kazadan öğreniyorlar olup bitenlere dair öğrenebildiklerini. Tertele’den ve Seyit Rıza ve arkadaşlarının idam edildiğinden bir tek köy dergâhının dedesi Musa Dede ve oğlu haberdar. Kaygılanmasınlar diye köy halkına bildirmemişler olan biteni.

Baharın eşiğinde, karlar erimeye yüz tutmuşken, Nişangâh Tepe’nin üzerinde bir gölge belirir. Onu ilkin kış boyu, Erzincan’a çalışmaya gidip de dönüşte kendisine bir radyo getireceğine söz veren amcasını pencerede bekleyen el kadar kız çocuğu Nayȇ görür. Amcası söz verdiği gibi çıkagelmiştir. Omzundaki heybede de kesin radyo vardır. Sevinçten çılgına döner yetim Nayȇ…

Oysa gelen amca değildir. Gelen, Haydar’dır… Seyit Rıza’nın yoldaşı Haydar. Pirini hükûmetten çağırmışlar, “gel anlaşalım” demişlerdir; o da devletin sözüne güvenip yola koyulmuştur. Kaygılı yoldaşları da ardından… Nahiyeye yaklaştıklarında olan olmuş, jandarma Pir’i kuşatıp teslim almış, ardına düşenlerden kaçabilen kaçmıştır. Haydar, onlardan biri.

Kendi köyünün de jandarma kuşatması altında olduğunu görünce çar naçar kendini karakışa ve dağlara teslim etmiş, nihayetinde yolu Nayȇ’nin köyüne düşmüştür. Açtır, bitkindir. Birkaç çatlak sesin dışında köylüler Musa Dede’nin sözünü dinleyip onu dergâha buyur ederler, önüne katık, altına döşek sererler…

Musa Dede’nin bildiğini, yani Pir’inin asıldığını Haydar bilmemektedir. Musa Dede ve oğulları onu daha da üzmemek, kendine zarar verecek bir şey yapmasını engellemek için ses etmez, oyalarlar.

Haydar’ın heybesinde gerçekten de bir radyo vardır. Nayȇ’nin de aylardır yolunu gözlediği gibi… Kendini biraz toparlar toparlamaz çevredeki tepelere çıkıp Pir’inden haber alabileceğini umduğu radyo. Radyonun civar dağların hiçbirinde çekmeyeceğini ise ne Haydar bilir ne de Nayȇ… Haydar’ın anlattıklarından amcasının köye dönemeyebileceğini kestiren anası Gülizar ise Nayȇ’ye radyosuna belki de hiç kavuşamayacağını söyleyememektedir bir türlü…

Günler geçer. Karlar erimeye yüz tutar, Haydar kendini toparlarken köyün yaşamını altüst eden bir olay daha olur. Nayȇ oyun oynarken tandırın içine düşer. Yüzü, bacakları, gövdesi kavrulmuştur; acilen kazaya yetiştirilmesi gerekmektedir. Haydar ile Musa Dede’nin oğlu Kemal, küçük kızı alıp yola koyulurlar… Yetiştirirler de.

Kazadaki doktorun zorlu müdahalesiyle Nayȇ kurtulur. Ama çürük elmalar her yerde; kaçak “şaki”leri ihbar edenlere verileceği duyurulan ödül, köyün “çürük elma”sı Mamo’nun aklını başına almış, çoktan kazanın yolunu tutmuştur bile…

Nayȇ kurtulur, anasına kavuşur; ama Haydar’ın başı büyük derttedir. Çaresiz, köyün yakınlarındaki Piyer Gözü’ne sığınır. Fırsat buldukça radyosunu alıp kendini tepeler vuracak, Pir’inden, köyünden haber almaya çalışacaktır. Peşinde jandarmalar…

* * *

Nayȇ Kürtçede “yok, gelmiyor” vb. anlamlara gelirmiş. Gerçekten de roman iki “gelmiyor” üzerine kuruludur; Nayȇ’nin amcası dolayısıyla da radyosu, Haydar’ın da Pir’inden haber…

Nayȇ, dünyadan kopuk, her şeyden habersiz bir mezranın gözünden Tertele’nin öyküsü… Bilmezler, duymazlar, ama şiddeti, acısı oradadır. Ve kuşaklar boyu sürecek, Dersim’den İstanbul’a göçmüş bir ailenin üniversiteli oğluna yüzü yanık anneannesinin (kim bilir, belki de Nayȇ’nin kendisi…) ağzından aktarılacaktır. O da işkencecilerini beklerken bu öyküyü bizlere anlatır.

“… ‘Adın ne?’

‘Haydar.’

İnanmıyorlar. Ben henüz adımın neden Haydar olduğuna kendimi ikna edememişken, bunlara ne oluyor, bilemedim. (…) Eksik olmasınlar; tüm dikkatime rağmen ağzıma iki tane çakıp merasim usulü hücreme yolluyorlar.”

* * *

Yayıncısından öğrendik; Tolga Arı İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Bölümünde öğrenciyken ilkin 2009 yılında tutuklanıp 3.5 yıl sonra serbest bırakılmış. Ardından 2017’de yeniden tutuklanmış. Hâlen müebbet hükmüyle Edirne F Tipinde yatıyor. Nayȇ Tolga Arı’nın ilk romanı.[3]

Eline, kalemine, yüreğine sağlık, Tolga…

19 Temmuz 2025, Muğla-İstanbul

[1]           Andrey Tarkovski.

[2]           Tolga Arı, Nayȇ, Evincan Yayınları, 2025, 149 sayfa.

[3]           Bilgileri veren yayıncı Yavuz Kardaşlar’a teşekkürlerle…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz