“Rejim her şeyden çok geniş çaplı, tüm ülkeye yayılabilecek işçi grevlerinden korkuyor”

Röpğortajın Farsça'sı için; https://cpiran.org/رژیم-بیش-از-هر-چیز-از-اعتصابات-کارگری-گس

İranlı işçi aktivistleriyle yaptığımız bu röportajda, ülkedeki işçi hareketinin bugünkü durumunu, sendikaların rolünü ve bölgedeki sınıf mücadelesi ile bağını ve dayanışmasını konuştuk. Aktivistler, işçilerde sınıf bilincinin gelişimini kendi deneyimlerinden süzerek aktardılar, ABD-İsrail saldırılarının işçiler arasında ve toplumda nasıl karşılandığını ve bu saldırıların iç politikaya yansımalarını değerlendirdiler. Ayrıca işçi hareketlerinin malî bağımsızlığının önemine dair düşüncelerini vurgularken, daha önceden bizim de röportaj yaptığımız İran’dan bir parti de dâhil diğer bazı parti ve hareketlere dair farklı görüşlerini de paylaştılar. Bu değerlendirmeler, aktivistlere ait olmakla birlikte İran’da işçi hareketinin iç tartışmalarını anlamak açısından röportaj bize önemli bir çerçeve sundu. İşte röportajımız:

İşçi hareketlerinin mevcut durumu ve işçilerin faaliyet sıklığı nedir? En yaygın ve öne çıkan eylem türleri ve talepler nelerdir?

İran’daki işçiler, yaklaşık on yıldır, her sene iki binleri bulan sayıda işçi grevi düzenliyorlar. Bu grevler büyük ve orta ölçekli fabrikalarda ve sanayi tesislerinde gerçekleşiyor, küçük ölçekli işyerleri hakkında bilinenler ise oldukça sınırlı. Yoğun sansür ve özgür bilgiye erişim eksikliği nedeniyle, her sene sayısı iki binleri bulan bu grevlere katılan işçi sayısı tam olarak bilinemiyor. Talepler ağırlıklı olarak ekonomik nitelikte oluyor; grevlerin büyük çoğunluğu ise daha yüksek ücretler, gecikmiş maaşların ödenmesi, geçici sözleşmelerin iptal edilmesi ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi üzerine yoğunlaşıyor.

Son on yılda hükûmete karşı yapılan büyük çaplı sokak hareketleri göz önüne alındığında, güç dengesinin bir ölçüde işçilerin lehine kaydığını söyleyebiliriz. Ancak işçi eylemlerinden dolayı gözaltılar devam ettiği gibi, eylemcilerin işten çıkarılması da söz konusu oluyor. Baskı, işçi hareketinin ilerlemesinin önündeki en büyük engel olmaya devam ediyor.

İşçiler arasında, kapitalizm ve özellikle hükûmet karşıtı görüşler oldukça yaygın. Bazı grevler sırasında mitingler düzenleyerek işverenlere ya da belirli hükûmet yetkilileri ve kurumlarına karşı sloganlar atılıyor.

İşçileri ve halkı hedef alan maliyetli ve kapsamlı dinî propagandaya rağmen, din işçiler arasında geçmişe kıyasla etkisini kaybetti. Bazı işçiler hiç dindar değil, diğerleri ise güçlü dinî inançlara sahip değil ve sadece az bir kesim hâlâ katı bir şekilde inançlı. İşçilerin önder ve örgütlü kesimleri çoğunlukla radikal sol görüşlüler. İran işçi hareketindeki sağ eğilimler çok zayıf ve marjinal kalıyor, ayrıca hareket içinde reformizme karşı mücadele de devam ediyor.

Son on yılda, işçilerin yaşam koşulları keskin bir şekilde kötüleşti ve gelirleri birkaç kez yoksulluk sınırının çok altına düştü. Enflasyon ve işsizlik hâlâ ciddi boyutlarda ve işini kaybetme ve aşırı yoksulluğa düşme korkusu, işçi hareketinin önündeki en büyük engeli oluşturuyor.

İşçi örgütlerinin ve sendikaların mevcut durumunu anlatabilir misiniz? Resmî sendikalar rejimle nasıl bir ilişki içindeler ve bağımsız sendikalar ne kadar geniş bir örgütlenme kapasitesine sahip?

İran’da neredeyse hiç bağımsız, resmî ya da yasal işçi sendikası ya da derneği bulunmuyor ve rejim de bunları tanımıyor. Birçok emek aktivisti ve komünistin öldürüldüğü, hapsedildiği ya da sürgüne zorlandığı 1980’lerdeki ağır baskı ve yaygın katliamlardan sonra, işçi mücadeleleri derin bir durgunluğa girdi ve neredeyse tüm emek örgütleri dağıldı. Ancak 1990’larda, başlangıçta özelleştirme ve işten çıkarmalara karşı olan ve daha sonra diğer konulara da yayılan grevler ve protestolar yeniden başladı. Bu mücadelelerin yanı sıra emek örgütleri kurma çabaları da ortaya çıktı.

Biri sol, diğeri muhafazakâr ya da sağ eğilimli olmak üzere iki ana perspektif gelişti. Sol görüş, rejim tarafından yasal olarak tanınmasa bile, işçi örgütlerinin kurulabileceğine ve işçilerin desteğiyle hayatta kalabileceğine inanıyordu. Muhafazakâr görüş ise bu tür çabaların başarısız olacağını ve aktivistlerin bunun yerine yasal tanınma aramaları ya da resmî devlet kurumları içinde faaliyet göstermeleri gerektiğini savunuyordu. Sonunda sol görüş ağır bastı ve işgücünün bir kısmı örgütlenmeye başladı. Tahran Otobüs Şoförleri Sendikası ve Haft Tappeh Şeker Kamışı İşçileri Sendikası kuruldu. Çeşitli işyerlerinden işçi aktivistleri de İşçi Örgütlerinin Kurulmasına Yardım İçin Koordinasyon Komitesi, İşçi Örgütü Kurmak İçin Takip Komitesi ve İranlı İşçilerin Özgür Birliği gibi gruplar oluşturdu.

İşçi sınıfının bir parçası olarak kabul edilebilecek iki büyük örgüt daha kuruldu. Öğretmenler meslekî birlikler kurmayı başardılar ve kendilerine liderlik etmesi için bir konsey seçtiler. Pratikte bu konsey, birçok grev, toplantı ve protesto düzenleyen binlerce üyeyi temsil eden ulusal bir öğretmen sendikası olarak işlev görüyor.

Dikkate değer bir diğer grup ise, çoğunlukla emekli işçilerden oluşan Emekliler Derneği. Her yıl çok sayıda miting düzenleyen bu grup, sendika ya da birlik olarak işlev gören meslekî dernekler kurdu. Her yıl, daha yüksek emekli maaşı talep eden ve diğer işçilerle dayanışmayı vurgulayan düzinelerce sokak protestosu düzenliyorlar. Aslında İran’daki emekliler dünyanın en aktif, örgütlü ve militan emeklileri arasında yer alıyor.

İran’daki bir diğer işçi örgütlenmesi biçimi de işyerlerinde bulunan gizli işçi komiteleri. İşçi hareketine yönelik baskılar arttıkça, pek çok işçi grev ve protestoları koordine etmek için yeraltı grupları oluşturmaya yöneldi. İşyerlerinde faaliyet gösteren birçok isimsiz komitenin yanı sıra gizlice faaliyet gösteren Taşeron Petrol İşçileri Protestolarını Örgütleme Konseyi gibi bazıları güçlendi ve büyük grevlere öncülük etti.

Fiiliyatta İran işçi hareketi hem yeraltı hem de açık faaliyeti bir arada yürütüyor. İşçiler, işyeri koşullarına ve güç dengesine bağlı olarak gizlilik ya da açıklık konusunda farklı yaklaşımlar benimsiyorlar. Bu iki biçimin nasıl dengeleneceği konusundaki tartışma her zaman var oldu ve zaman zaman işçi aktivistleri arasında anlaşmazlıklara da neden oldu.

İşçi sınıfının örgütlü kesimi, genel işçi sınıfına kıyasla niceliksel olarak küçük kalıyor; bunun başlıca nedeni ise, baskılar ve işçi örgütlerinin yasaklanması. Yine de bu sınırlı örgütlenme bile işçi hareketinin ilerlemesini önemli ölçüde şekillendirdi. İşçilerin kendi inisiyatifleriyle işçi örgütleri kurma stratejisi eylemcilerin temel hedefi olmaya devam ediyor ve tüm engellere rağmen de sürüyor.

Rejim, işçilerin eylemlerini engellemek ve iktidarını sürdürmek için resmî sendikaları nasıl kullanıyor? Sendikaların işçilere yönelik casusluk faaliyetleri var mı, işçilerin hoşnutsuzluğunu nasıl yönetiyorlar?

İran’da, İşçilerin Evi ve İslamî İş Gücü Konseyleri gibi devlet kontrolünde birkaç işçi örgütü bulunuyor. Ancak bu kuruluşlar uzun zaman önce işçiler arasında güvenilirliğini yitirdi ve hem emekçiler hem de sosyalistler bu kuruluşların gerçek yüzünü net bir şekilde açığa çıkardı. Üyeleri hükûmet görevlileri olmakla birlikte, bu örgütler rejim için hâlâ çeşitli amaçlara hizmet ediyor.

İlk olarak, iş kanununun yıllık ücret belirleme sistemi kapsamında, işveren, işçi ve hükûmet temsilcilerinin yer aldığı üçlü bir mekanizma işliyor. Her güneş yılının (İran takvimi) sonunda, enflasyona dayalı olarak gelecek yıl için asgarî ücreti belirlemek üzere bir araya geliyorlar. Bu işleyişte hükûmetin kendisi başlıca işveren konumunda olup sözde işçi temsilcileri de devlet kontrolündeki çeşitli kuruluşları temsilen katılım sağlıyor. Gerçekte, sistem tamamen kapitalist yanlısı olup ve emekçiler için hiçbir meşruiyet taşımıyor.

İkinci olarak, hükûmet destekli bu “işçi temsilcileri” Uluslararası Çalışma Örgütünün yıllık toplantılarına İranlı işçilerin delegeleri olarak katılıyor ve rejimin programını tanıtıyorlar.

Üçüncüsü, her yıl devlet finansmanı ve desteğiyle resmî 1 Mayıs törenleri düzenleyerek işçileri kendi etkileri altında tutmaya çalışıyorlar.

Dördüncüsü, işçi eylemcilerini tespit etmek ve hedef almak için hükûmet emniyet birimleriyle gizlice işbirliği yapıyorlar.

Rejimin bağımsız işçi örgütlerine karşı kullandığı bir diğer taktik de sızma ya da paralel gruplar oluşturmak. Bunun birkaç örneği var. Haft Tappeh Şeker Kamışı İşçileri Sendikasına sızan ve içine bölünme tohumları eken güçler, sendikayı önemli ölçüde zayıflatmayı başardı. Aynı şeyi Tahran Otobüs Şoförleri Sendikası için de denediler ancak grubun güçlü birliği ve liderlerin farkındalığı sayesinde rejimin planı başarıya ulaşamadı.

Yukarıda da ifade edildiği gibi, rejimin kukla örgütlerinin işçiler arasında hiçbir sosyal tabanı olmasa da yine de işçi hareketine çeşitli şekillerde zarar veriyorlar.

İşçiler arasındaki sınıf bilinci düzeyini nasıl değerlendiriyorsunuz? Rejim değişikliği talepleri sosyalist, devrimci, anti-kapitalist taleplerle ne kadar kesişiyor ya da bir arada var oluyor?

Öğretmenler sendikası hariç İran’daki mevcut emek örgütlerinin neredeyse tamamı sol bir yönelim izliyor. Öğretmenler sendikası ise solcu, merkezci ve sağ eğilimli kesimleri bünyesinde barındırıyor.

Çoğu işçi aktivisti devrimci bir durum ortaya çıktığında ve otoriter yönetim geri çekildiğinde ülke çapında işçi konseyleri kurmayı öngörüyor. Uygun koşullar altında bu tür konseylerin kurulması fikri İran’daki emek savunucuları arasında güçlü bir desteğe sahip. Başka bir deyişle, konsey temelli yaklaşımın işçi aktivistleri ve sol görüşlü eylemciler arasında çok sayıda destekçisi var ve bunların çoğu konsey hükûmetini tercih edilen bir alternatif olarak görüyor.

İran’ın işçi sınıfını oluşturan on milyonlarca kişi büyük ölçüde örgütsüz olmayı sürdürüyor. Bu gerçeklik işçilerin bilinçsizliğinden değil, sert baskı ve diktatörlükten kaynaklanıyor. Yaklaşık kırk altı yıl önce, monarşiyi deviren devrimden sonra, işçi hareketi bugün olduğundan çok daha az gelişmişti. Yine de o dönemdeki kısa süreli göreceli özgürlük binlerce konsey, sendika ve sendikanın kurulmasına olanak sağlamıştı. Bugün ise işçilerin örgütlenme ihtiyacı konusundaki farkındalığı ve anlayışı eskiye kıyasla çok daha derinleşti.

İran’da burjuvazinin pek çok kesimi muhalefete mensup: liberal gruplar, monarşistler ve hattâ bir zamanlar rejime hizmet eden ancak şimdi kendilerini muhalif figürler olarak sunmaya çalışan reformistler. İşçi hareketi daha fazla grev yapılması ve çeşitli işçi örgütlerinin kurulmasıyla büyüdükçe, bu tür kesimler de işçiler ve eylemciler arasında nüfuz kazanmak için çeşitli yollar aramaya başladı.

2005 yılından bu yana, ABD tarafından finanse edilen bir kuruluş olan Dayanışma Merkezi, bağımsız işçi gruplarına malî yardım teklif ederek yaklaşmaya çalıştı. Bu hamle İran işçi hareketi içinde malî yardım konusunda kapsamlı tartışmalara yol açtı. Sonunda, Marksist eleştirmenler ve işçi eylemcileri sayesinde, malî bağımsızlık çoğu örgüt ve eylemci arasında kabul gören bir ilke hâline geldi ve bu da İran işçi hareketi için büyük bir zafer oldu. Ancak bazı gruplar ve bireyler hâlâ bu ilkeyi reddediyor. Örneğin, işçi hareketi içinde sınırlı bir etkiye sahip olan İran İşçi-Komünist Partisi işçi sınıfının malî bağımsızlığına inanmıyor. Yurtdışındaki monarşistlerle sık sık ortak eylem düzenleyen Parti, diğer sol ya da komünist güçlerle işbirliği yapmayı reddediyor.

Liberal, monarşist ve reformist gruplar da işçi hareketine sızmak için ısrarlı çabalar sarf etti. Ancak komünist partiler, örgütler ve çok sayıda bilinçli işçi aktivistinin teşhiri ve direnişi sayesinde bu gruplar mevzi kazanamadı ve hareket içinde çok zayıf kaldı. Yine de reformist ve sağcı unsurlar hâlâ mevcut ve emek mücadelesi için risk oluşturmaya devam ediyor.

Farkındalık ve bilinçsizlik göreceli kavramlar olmakla birlikte; İran işçi hareketinin yukarıda açıklanan şekillerde bir bilinç düzeyine sahip olduğu ifade edilebilir. Diktatörlük altında bile örgütlenen ya da kolektif mücadele ihtiyacını anlayan işçiler belli bir farkındalık düzeyine sahipler. Eylemciler ve örgütler arasındaki malî bağımsızlık taahhüdü, sağcı hareketlerden göreceli olarak ayrılmaları ve konsey temelli yapılara yönelmeleri, kayda değer bir sınıf bilincini yansıtıyor.

İranlı işçilerin çoğu ya dinden uzaklaşmış ya da eskisine kıyasla çok daha az dinî bağlılık gösteriyor.

Aynı zamanda, yoğun baskılar nedeniyle on milyonlarca işçi hâlâ örgütlenmemiş durumda. İran’daki çoğu insan gibi işçiler de İslam Cumhuriyeti’nden nefret ediyor ve devrilmesini istiyor ancak onun yerini alacak net bir alternatiften de yoksunlar. Daha önce de belirttiğimiz gibi, işçi hareketindeki örgütlü eylemciler sola yönelme eğilimindeler ancak daha geniş işçi kitlelerinin kendilerine ait belirgin bir siyasi alternatifi yok ve genellikle sağcı muhalif medyanın etkisi altındalar.

Gerçekte, hiçbir siyasi güç -sol ya da sağ- işçi sınıfı içinde hegemonya kuramadı, tıpkı bir bütün olarak hiçbirisinin İran toplumunun geneline hâkim olmaması gibi. Birbiriyle çatışan alternatifler arasındaki mücadele işçi sınıfı içinde devam ediyor. Yine de büyümesi muhtemel olan örgütlü kesimler halihazırda önemli düzeyde siyasi ve sınıfsal farkındalık sergiliyorlar.

(Not: Röportaj veren işçiler, 5. ve 6. soruları birleştirerek iki soruya birlikte cevap verdiğinden, aşağıda iki soruya peş peşe yer verip devamında yanıtı aktarmaktayız.)

İran’daki işçi sınıfı mücadelesi, stratejisini ve kaderini bir bütün olarak bölgedeki işçi sınıflarının mücadeleleriyle ne ölçüde örtüştürüyor? Başta bölgedeki kapitalist-emperyalist egemenlik olmak üzere, aynı sebeplerden doğan aynı meselelerle karşı karşıya olduklarını ne ölçüde düşünüyorlar?

ABD-İsrail’in son saldırı ve tehditleri, işçi sınıfının rejime yönelik tutum ve görüşlerinde bir değişikliğe yol açtı mı? Evetse, ne gibi değişikliklere yol açtı?

Kapitalizmin Ortadoğu’daki eşitsiz gelişimi ve bölgedeki işçi sınıfının çok farklı koşullarının yanı sıra sosyalist veya emek odaklı bir alternatifin yokluğu nedeniyle, İran’daki işçi aktivistleri ile komşu ülkelerdeki işçiler arasındaki bağlantılar ve paylaşımlar sınırlı kalıyor. Ancak İranlı işçi aktivistleri, özellikle 1 Mayıs gibi günlerde, İran’daki Afgan göçmen işçilerle sürekli dayanışma gösterip onlar için eşit haklar talep ediyorlar.

Filistin ve İsrail konusunda, işçi hareketi içerisinde yer alanlar ve sosyalistler genel olarak Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme hakkını vurgulamışlardır. Ancak daha geniş işçi sınıfı içinde Filistin hareketiyle dayanışma düzeyi zayıf kaldı, bunun nedeni kısmen İslam Cumhuriyeti’nin Hamas ve Hizbullah gibi gerici grupları uzun süredir desteklemesi ve finanse etmesi. Bu nedenle bazen “Filistin’i bırak, bizi düşün” ya da “Gazze’ye hayır, Lübnan’a hayır, hayatım İran için” gibi sloganlar duyuyoruz. Ancak Gazze savaşından ve İsrail’in büyük çaplı zulmünden sonra Filistinlilere yönelik bu olumsuz tutumlar büyük ölçüde azaldı. Çoğu işçi artık Filistin halkı ile Hamas ya da İran rejimi gibi gruplar arasında ayrım yapıyor.

On iki günlük savaş ve ABD-İsrail saldırıları sırasında monarşist gruplar işçilerin ve halkın rejime karşı ayaklanmasını ve saldırganların yanında yer almasını bekliyordu. Ancak emekçi kitleler ve sıradan insanlar askerî müdahale yoluyla rejim değişikliği isteyenlerle aynı safta yer almayı reddettiler. Aynı zamanda İslam Cumhuriyeti’ne bakışları da saldırılar süresince değişmedi. İşçiler hâlâ rejimi baş düşmanları olarak görüyorlar.

Neredeyse tüm bağımsız emek ve halk örgütleri, bir yandan ABD ve İsrail, diğer yandan İslam Cumhuriyeti olmak üzere çatışmanın her iki tarafını da kınayan ve savaş karşıtı net bir duruş sergileyen açıklamalar yayınladı. İşçilerin ve vatandaşların çoğunluğu İslam Cumhuriyeti adına herhangi bir savaşa katılmayı reddediyorlar. Çatışmayı halklar arasında değil, kapitalist rejimler arasında bir çatışma olarak görüyorlar. Çoğu işçi hareketi ve Marksist eylemci emperyalizme karşı mücadeleyi kapitalizme karşı daha geniş bir mücadelenin parçası olarak tanımlıyor ve bu ikisini birbirinden ayrılmaz görüyor.

ABD-İsrail’in son saldırı ve tehditleri egemen sınıfların, mollaların ve hükûmetin halka karşı tutum ve düşüncelerinde ne gibi değişikliklere neden oldu? Zorunlu başörtüsü yasalarıyla ilgili yeni gelişmeler var gibi görünüyor. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz ve rejimin benzer hamleleri var mı?

On iki günlük savaşın hemen ardından rejim ve onun emniyet aygıtı, aralarında çok sayıda işçi aktivistinin de olduğu yaklaşık iki bin kişiyi tutukladı. Hükûmet, işçilerin ve halkın protesto etme ve memnuniyetsizliği dile getirme potansiyelinin tamamen farkında ve baskıyı yoğunlaştırmak için savaş atmosferinden faydalanmaya çalışıyor. İşçi faaliyetleri daha kısıtlı ve zor hâle geldi. Rejim her şeyden çok geniş çaplı, tüm ülkeye yayılabilecek işçi grevlerinden korkuyor.

Zorunlu başörtüsü konusunda, 2022 yılında “Kadın, Yaşam, Özgürlük” sloganı ve “Jina hareketi” adıyla gerçekleşen kitlesel ayaklanmanın ardından rejim kısmen geri adım atmıştı ve bazı kadınlar artık zorunlu başörtüsü olmadan kamusal alanda boy göstermeye başlamıştı.

Ekonomik durum her geçen gün daha da kötüleşiyor ve yaygın protesto ve grevler için güçlü bir potansiyel yaratıyor. Rejim, ABD veya İsrail’in gelecekteki olası saldırılarından ziyade öncelikle bu hareketleri bastırmaya odaklanıyor. İslam Cumhuriyeti, on yıllardır uyguladığı baskıyla, işçi ve halk hareketleriyle yüzleşmeye her zaman hazır yüz binlerce eğitimli ve iyi donanımlı kolluk kuvvetinden oluşan bir güç inşa etti. Güç dengesi henüz kayda değer ölçüde işçiler lehine değişmiş değil.

Bölgedeki işçi sınıfı arasında ne tür bir bölgesel dayanışmayı mümkün görüyorsunuz?

Bölgedeki çeşitli ülkelerden işçi temsilcilerini bir araya getiren, fikir alışverişinde bulunabilecekleri, ortak bildiri ve deklarasyonlar yayınlayabilecekleri ve ortak bir anti-kapitalist duruş benimseyebilecekleri bir örgütlenme, bölgedeki işçi hareketini güçlendirebilir ve işçiler arasında birlik ve dayanışmayı teşvik edebilir. Mevcut durumda iletişim çok sınırlı kalıyor ve işçiler komşu ülkelerdeki mücadelelerden ve faaliyetlerden büyük ölçüde habersiz oluyor. Açıkça anti-kapitalist bir zeminde çalışan, açık ve net bir kimliğe sahip bölgesel bir örgüte ihtiyaç var.

Böyle bir örgüt, grevdeki işçileri ya da emek mücadelesi verdikleri için işten çıkarılanları desteklemek üzere bir işçi dayanışma fonu da kurabilir.

Bölgedeki emek örgütleri sadece koordine olup savaşlara ve işçilere yönelik baskılara karşı ortak pozisyon alsalar bile bu, karşılıklı desteği ve bölgesel emek dayanışmasını teşvik etmek açısından yine de değerli olacaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz