Kayyum Bakan zor durumda

2023 yılında gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası kurulan kabinede seçimin galibi olan şahsın pek de içine sinmeden göreve getirdiği biri idi “Hazine ve Maliye Bakanı” pek de içine sinmeden göreve getirmiş daha doğru bir ifade ile göreve getirmek zorunda kalmıştı. Bahse konu şahıs cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan şahsın tercihi değil, küresel finans sisteminin dayatması sonucu atanmıştı o göreve. Bu nedenle kendisine “Kayyum Bakan” yakıştırmasını yapmıştım daha göreve geldiği gün itibarı ile.

Neden böyle olmuştu? Hatırlayalım.

Dinsel referanslar gerekçe gösterilerek politika faizleri düşürülmüş, kolay elde edilebilen TL sayesinde harcamalar artmış ancak TL cinsinden tasarruf yapılma olanağı nerede ise ortadan kalkmıştı bu politikanın bir sonucu olarak. Bunun karşılığında da yabancı paraya rağbet artmış ve TL yabancı paralar karşısında sürekli değer kaybetmeye başlamıştı. Enflasyon %65’ler seviyesinde seyretmekte, tasarruf edecek parası olan da ucuz kredi elde edip bir miktar para bulan da yabancı paranın peşinde koşmaya başlamıştı.

Bu durumda yabancı para bulmak zorlaştı. Ülkedeki enflasyonist ortam ve güven vermeyen ekonomik iklim de yabancı yatırımcıyı tedirgin etmişti. Bu ortamda ülkeye para girmesi de zorlaştı. Ekonominin çarklarının yavaş da olsa dönmesi için gereken para bulunamayınca, işler iyice sarpa sarmış memleket eski başbakanlardan Bülent Ecevit’in ifadesi ile “yetmiş sente muhtaç” duruma gelmişti. Böyle bir durumda siyasi iktidar değişir normal koşullarda. Muhtemelen burada da öyle olacaktı. Ancak siyasi iktidarın başında olan kişi küresel sistem için son derece kullanışlı biri idi ve iktidarda kalabilmek uğruna her türlü tavizi vermeye hazırdı. Onun bu özellikleri nedeni ile kendisine şartlı destek sunuldu küresel finans sisteminin aktörleri tarafından. İktidara gelse bile ekonomi yönetimine karışmayacak, ekonomi küresel sistemin atayacağı şahıs tarafından yönetilecekti. Pazarlıklar yapıldı ve uzlaşma sağlandı. Böylece iktidarın başında olan şahsın 2018 yılında ağza gelmeyecek hakaretlerle partisinden ve hükûmetten kovduğu Mehmet Şimşek ekonominin patronu oldu. Burada hemen şu hususa değinelim, seçim sonuçlarını etkileyen tek faktör bu değildi kuşkusuz. Pek çok dinamik devreye girmiş ve bu sonuç ortaya çıkmıştı. Ancak gerçekleşmesinin üzerinden iki yılı aşkın bir süre geçtikten sonra 2023 seçim sonuçlarını analiz etmek değil bu yazının amacı. Küresel sistemin aktörleri tarafından ekonomi yönetiminin patronu olarak atanan şahsın izlediği politikaların sonucunu irdelemek amacım. Dolayısı ile seçim tartışmasını burada kesiyorum.

Kayyum Bakan’ın politikasını aşağıdaki gibi formüle edebiliriz:

  • Yüksek faiz
  • Değerli TL
  • Ülke içinde dünya piyasalarındaki değerinin altında kalacak yabancı para.

Bu politikanın başarıya ulaşabilmesi için faizler hızla yükseltildi, TL mevduata verilen faiz enflasyon oranının hayli üzerinde belirlenerek TL mevduatın reel getiri elde etmesi sağlandı. Yabancı para baskılandı. Ülkeye giren yabancı paranın TL’ye çevrilmesi teşvik edildi. Bu suretle ülkeye gelen yabancı para TL’ye çevriliyor, mevduata verilen yüksek faiz nedeni ile hatırı sayılır bir para kazanıyordu. Yatırımcı parasını alıp ülkeden çıkmak istediğinde ise yabancı paranın ülkedeki değeri düşük olduğu için ülkeye soktuğu paradan daha büyük bir tutarı elde edip çıkıyordu. Konu ile ilgili olarak daha önce değişik vesilelerle hesaplamalar yapmış olduğum için burada tekrar aynı hesaba girmeyeceğim. Ancak şu kadarını belirtmekle yetineyim: TL mevduata verilen faizin getirisi ve dünya piyasalarında yabancı paranın elde ettiği kazanç arasında öyle bir denge kurulmuştu ki yabancı yatırımcı parasını bizim memlekette değerlendirdiği takdirde dünyanın herhangi bir yerinde elde ettiği gelirin iki katını elde edecekti. TCMB politika faizi gerek FED’in gerekse dünyanın diğer önemli merkez bankalarının belirledikleri faiz oranlarına göre ayarlanıyor ve bu iki kat kazancın korunmasına özen gösteriliyordu. Hâlen aynı durum devam etmekte.

Bu politikanın uluslararası finans çevrelerinde güven uyandırabilmesi için bir dizi yurtdışı seyahat ve görüşme gerçekleştirdi Kayyum Bakan. Bahse konu çevreleri ikna edebildiği ölçüde yabancı para geldi ülkeye ve döviz darboğazı kısmen aşıldı. Hattâ Merkez Bankasında bir miktar döviz birikimi bile gerçekleşti. Ne var ki 19 Mart operasyonları sürecinde yükselme eğilimi gösteren yabancı para değerlerini sabit tutabilmek için yapılan harcamalar nedeni ile bu rezervler eriyip gitti bir çırpıda. İçinde bulunduğumuz koşullarda bu politikanın devam etmesi ve ülkeye giren yabancı paranın burada dünya piyasalarında elde ettiğinden daha fazla kazanması gerekmekte. Lakin bu durum sürdürülebilir olma özelliğini yitirmekte gün be gün. Nedeni açık, ülkeye giren her yabancı para çıkarken çok daha fazlasını götürmekte, aradaki farkı kapatabilecek bir üretim ve gelir artışı da yok ortada.[1] Bu durumda farkın ödenebilmesi için gelir kaynağı yaratmak gerek. Bu gelir kaynağı üretim artışı ile sağlanamazsa vergi gelirlerinin arttırılmasına başvurulur. Kayyum Bakan da böyle yaptı. Tabii bunu yaparken ülkede faaliyet gösteren sermaye gruplarının kazançlarına dokunmamak için gelir vergisi ve kurumlar vergisi oranlarına dokunmadan dolaylı vergilere yüklendi ve son derece adaletsiz bir vergi tahsilat yöntemi olan dolaylı vergi tahsilatı ülkede tavsan yaptı. Bu durum hâlen devam etmekte ve meclise sunulan yeni vergi paketi ile birlikte amiyane tabirle “Deli Dumrul” vergileri yasası meclisten geçmek üzere. Halk yığınlarının üzerindeki vergi yükünün her gün biraz daha artması izlenmekte olan sıkı para politikası ve ücretlerin baskılanması ile birleşince ücret geliri elde edenlerin yaşamlarını sürdürmeleri giderek zorlaştı. Ödenemeyen faturalar, kredi kartı kullanımı, ihtiyaç kredisi talepleri önemli boyutlarda arttı, daha da vahimi kredi katları ve ihtiyaç kredilerinin geri dönüşleri gerçekleşmemeye başladı, bankaların riski arttı, icra dosyaları patladı. Yakın gelecekte bu durum daha da vahim bir hâl alacak.

İşin sermaye çevrelerinde de rahatsızlık yarattığı kesimler var. Özellikle faaliyetlerini sürdürebilmek için yabancı paraya pek gereksinimi olmayan ancak üretimini arttırarak devam edebilmek için ucuz kredi arayan Anadolu sermayesi (mobilya üreticileri, dâhili ticaret erbabı vb.) bu gelişmelerden olumsuz etkilendi. Kredi bulamıyorlar ya da buldukları kredi ile gerçekleştirdikleri üretim pahalıya mal oluyor, bu kez de pazar bulamıyorlar. Bahse konu çevrelerin nerede ise tamamı siyasi iktidar yanlısı. İktidar partisinde önemli bir ağırlıkları var. Dolayısı ile önce yavaş yavaş ancak zamanla giderek yükselen bir sesle itirazlarını dile getirmeye başladılar. İktidar yanlısı “Yeni Şafak” adlı gazetede hâlihazır ekonomi yönetimini hedef alan yazı ve haberler aracılığı ile itirazlarını tüm kamuoyuna açıkladılar adeta. Bu durum iktidar partisinin de ekonomi yönetiminin de başını ağrıtacak gibi görülüyor.

İşin daha da zorlayıcı boyutu artık ihracatçı sermaye şirketlerinin de ihracat yapan sanayicilerin de bu durumdan rahatsız olmaları. Şöyle ki: Ülkede mevcut enflasyonist ortam nedeni ile gerçekleştirdikleri ürün ve hizmetleri eskiye göre daha pahalıya elde ediyorlar (Ücretlerin baskı altına alınmasına rağmen enflasyonun düşmemesi ücret artışlarının enflasyonu tetiklediği iddiasını da boşa çıkarmış oluyor böylece).

Öte yandan dünyadaki rekabet ortamı ve bahse konu işletmelerin gerçekleştirdikleri ürünlerin yüksek teknoloji ürünü olmaması gibi nedenlerle bu şirketlerin dışsatım gelirleri yabancı para cinsinden düşüş göstermekte. Buna bir de elde ettikleri yabancı parayı Türk Lirası’na çevirirken yabancı parayı düşük değerden bozdurmaları eklenince kazançları giderek düşüyor, üretim ve ihracat yapmak cazibesini yitiriyor.[2] Parayı bankada tutup faiz geliri elde etmek daha cazip oluyor bu kesim için.

Düşen üretim bir sonraki aşamada işçi çıkarmaları getirecek doğal olarak.

Görüldüğü gibi halk yığınları mutsuz, Anadolu sermayesi mutsuz, ihracat yapan şirketler mutsuz. Sadece devletten ihale alma ayrıcalığına sahip inşaat şirketleri ile küresel finans sisteminin spekülatörleri mutlu bu gidişten. Tabii bir de günden güne artan dış borç yükü de bu tablonun mütemmimi.

Bu durum ne kadar sürdürülebilir? Bilinmez.

Ancak şurası belli:

Kayyum Bakan zor durumda.

İçine düştüğü açmazdan kurtulabilmesi de hayli zor bana kalırsa.

[1] Ülkeye giren yabancı para hiçbir şekilde üretim amaçlı kalıcı yatırıma yönelik değil. Bir başka anlatımla, ülkeye giren yabancı para, üretime yönelik bir yatırım amacı taşımıyor sadece spekülatif kazanç peşinde koşan bir para girişi söz konusu.

[2] Üretim ve ihracat yapan kuruluşlar faaliyetlerinin devamı için elde ettikleri kazancı dolaşıma sokmak zorundalar. Böyle olunca banka faizinin yarattığı gelire ulaşamıyorlar. Üretim sonucu elde ettikleri kazanç banka faiz gelirine göre daha düşük olunca üretim yapmak ve üretimin gerektirdiği risklere katlanmak cazibesini yitiriyor. Bu durum da kuruluşların üretimden uzaklaşmaları sonucunu yaratıyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz