İfşa pratiğine karşı cadı avı örgütlemek ve sinsi anti-wokeculuk

Geçtiğimiz ağustos ayında, sosyal medyada, büyük çoğunluğu sanat camiasını hedefine alan bir ifşa süreci başlamış; kadınların dayanışmasıyla hızlıca bir dalgaya dönüşmüştü. Her ne kadar bu dalga, beklenenden kısa sürede sönümlenmiş gibi görünse de ileriye dönük bir potansiyeli de içerisinde barındırdığını görmek mümkün.

Öte yandan bu süreçte açığa çıkan tartışmalar da yine bize son dönemde kadınlara ve kadın hareketine dönük saldırıların ve gerçeği çarpıtma çabalarının hala karşılık bulabiliyor olduğunu da bir kez daha gösterdi ne yazık ki. Tüm bunlara rağmen kadınların defaatle tacize ve şiddete karşı ses çıkarmaya devam etmesi ve bu konudaki farkındalığı yükseltmesi son derece önemliydi.

Bugün kimi zaman bir saldırının parçası olarak, kimi zaman da fikri bulanıklıklarla ortaya atılan ifşa karşıtı argümanları deşifre etmenin son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Bunu gerekli görmemin asıl sebebiyse bu söylemlerin kadınlar arasında ve sol içinde de yayılma eğiliminde olması. Ancak bu kısma geçmeden önce, ifşa nedir ve ne amaçla yapılır bunu bir hatırlayalım önce.

İfşa pratiğinin kökeni

İfşa, tarihsel olarak yalnızca bir “açığa çıkarma” eylemi değil, politik işlevi olan, iktidar ilişkilerini deşifre eden bir müdahale biçimi. Günümüzde özellikle feminist hareketler, cinsiyete dayalı şiddet, taciz ve sömürü biçimlerini görünür kılmak amacıyla ifşa yöntemine başvuruyor. Bu pratik, “kişisel olan politiktir” önermesinin dijital çağdaki yeni biçimi olarak yorumlanabilir. Ancak ifşanın politik kökenleri, yalnızca ikinci dalga feminizme değil, daha öncesinde sosyalist hareketlerin ajitasyon ve teşhir stratejilerine kadar uzanıyor.

1970’lerde ikinci dalga feminizmin “kişisel olan politiktir” sloganı, bireysel deneyimin politik değerini öne çıkarmıştı. Bu doğrultuda kadınlar özel alan deneyimlerini kamusal alana taşıdı. 1970’lerde bilinç yükseltme gruplarında kadınlar, şiddet deneyimlerini birbirleriyle paylaşarak politikleştirdiler. Bu süreç, bugünkü anlamda ifşa kültürünün temeli sayılır: sessizlik yerine konuşma, utanç yerine dayanışma. 1990’larda taciz ve istismar vakalarının medya yoluyla duyurulması “modern ifşa” kültürünün başlangıcı olarak görülür. Bu dönemle birlikte, ifşa hem yargı sistemine hem de kamuoyuna baskı kurmanın bir aracı hâline geldi. 2010’lardan itibaren sosyal medya platformları bireylerin kendi hikâyelerini doğrudan paylaşabildiği ve yaygınlaştırabildiği bir zemin sundu. #MeToo hareketi (2017) ifşa kültürünü dünya çapında yaygınlaştırdı. Bu dönemde ifşa, hem kadın dayanışmasının bir aracı hem de adalet sistemine güvensizliği ifade ediyordu.

Bu etkiyle Türkiye’de de benzer şekilde; önce 2017’de #SusmaBitsin etiketiyle bir ifşa dalgası yaşanmış, ardından gelen seneler içinde biri üniversitelerde ifşaların öne çıktığı, diğerleri medya ve sanat camiasından ifşaların öne çıktığı ifşa dalgaları yaşanmıştı.

Sosyal medyada cinsiyete dayalı şiddet, taciz ve istismar vakalarının görünür kılınmasıyla ifşa, geniş kitlelerce tartışılır hâle geldi ve içerisinde çeşitli etik tartışmaları da barındırdı. Bu tartışmaların bir kısmı, bilhassa köpürtülerek, hattâ yine dijital mecraların gücü kullanılarak, ifşa pratiğine karşı saldırıyı örgütlemiş ve bunu aynı tarihlerde yükselişte ve güçlü olan kadın hareketine karşı bir kampanya olarak kullanmıştır.

Me Too karşıtı bir mit yaratımı

Bu saldırının en büyük projelerinden biri ve dönüm noktası ise Johnny Depp davasıydı. Apaçık Me Too karşıtı bir proje olarak yürütülen bu dava, bilhassa kamuya açık şekilde yürütülmüş ve her aşamasıyla ifşaya karşı argüman üretme dersine dönüştürülmüştü. Dava, Johnny Depp tarafından, eski eşi Amber Heard’e karşı kendisinin şiddet faili olduğuna dair bir gazeteye verdiği röportaj üzerinden iftira iddiasıyla açılmıştı. Birçok kişi muhtemelen hâlâ bilmiyordur; fakat aynı dava daha önce İngiltere’de görülmüş ve mahkeme bahsi geçen 14 aile içi şiddet olayından 12’sinin gerçekleştiğini kanıtlayarak Johnny Depp aleyhine karar vermişti. Buna rağmen aynı davanın tekrar ABD’de açılması, davaya ilişkin bazı detaylar ve canlı yayınlanması talebi dahi bu davanın bir saldırı olarak kullanılmak istendiğinin emareleriydi.

Apaçık Me Too karşıtı demem boşuna değil; zira Johnny Depp’in avukatları savunmalarında Me Too hareketini suçluyorlardı. Medyada davanın her aşaması Johnny Depp’i aklamak, Amber Heard’ü intikamcı bir deli olarak göstermek için çarpıtılırken, dava tamamen bir Me Too karşıtı şova dönüştürülüp, tıpkı Me Too gibi sosyal medyayı bir güç olarak kullanmaya çalışan ve ifşa kültürüne karşı bir linç kampanyasını örgütleyen bir işe dönüştürüldü. Planlı bir şekilde kadın düşmanı bir kampanya olarak örgütlendi. İşin üzücü kısmı bu kampanyanın karşılık bulması ve Me Too gibi güçlü bir hareketin ardından, kadınlara “ses çıkarırsanız siz de linç edilirsiniz” mesajını veriyor, erkeklerin bu güç karşısında mağduriyet yaşadığı fikrini besliyor oluşuydu. Bu dava içerisinde kullanılan tüm çarpıtmalar ve türetilen söylemler, ilk kez burada açığa çıkmamakla beraber, bugün hâlâ ifşa hareketlerine karşı en öne çıkan argümanlar olarak kullanılmakta.

Yaygın olana ender muamelesi yapan şu şüphecilik
İfşalara ilk karşı tepkilerden biri, öncelikli olarak ifşacının güvenilirliğinin sorgulanması. Burada açığa çıkan şüphecilikse, kadının beyanının esas alınıp, konunun bir soruşturmaya tâbi tutulması gerekliliği gibi bir fikri içermiyor ne yazık ki. Daha ziyade “böyle bir şey olabilir mi sahiden?” gibi garip bir şaşkınlık, hattâ kimi zaman öfke hâliyle açığa çıkıyor.

Bu noktada öncelikle şaşkınlık ve şüpheye dair şuna değinmekte fayda var. Bizi şaşırtan, şüpheye düşürenin genellikle normdışı olması gerekmez mi? Oysa gerçekte kadına yönelik şiddet, taciz, istismar bu kadar ender suçlar olarak mı açığa çıkıyor? Öne sürülen iddia, toplumsal gerçeklikle bu kadar örtüşmez vaziyette mi? Bu şüpheci tepkilerin kimi zaman vardığı nokta, gerçekten de içinde yaşadığımız koşulların aynı olup olmadığını veya farkındalığı sorgulatabiliyor. Keza içinde yaşadığımız sistem, erkek ve devlet şiddetini tekrar tekrar üretir ve meşrulaştırırken, bir ifşayı duyduğumuzda veya okuduğumuzda ilk tepkimizin bunun yaşanmamış olmasına dair şüphe olması oldukça çelişkili.

Bu duruma en net cevabı bir sosyal medya kullanıcısı veriyor bana kalırsa: “Bir kadın yaşadığı tacizi paylaştığı zaman aklınıza ilk gelen bunun iftira olma ihtimali ise mağdurla değil, faille empati kuruyorsunuz.” Bunu akıldan çıkarmamakta fayda var.
Kanıtlar gerçekten sizi tatmin edebilir mi?

Şüpheyle birlikte gelen kanıt görme isteği. Öncelikle şunu belirtmek gerekir, kimse ifşalar üzerinden soruşturma yürütülmeden veya değerlendirme yapılmadan ifşalanan erkeği linç etmek gibi bir modeli öneriyor değil; feminist ifşa da böyle bir şey değil zaten. Keza bu kaygı üzerinden ifşa yöntemine saldıranlara şunu da belirtmek gerekir ki, zaten ortada kitlelerin bir kanıt dahi görmeden fail erkekleri linç etmeye hazır olduğu bir tablo da yok ortada. Aksine, ifşalar, kanıtlara rağmen, “acaba”, “ya yalansa”, “sahteyse” gibi ithamların arasında mağdur suçlayıcı saldırılarla gerçekleşmeye devam ediyor.
Bu kanıt beklentisi çoğunlukla suç ânına ilişkin kanıt arayışı olurken -ki ifşaya konu olan durumların büyük çoğunluğu için bunun somut delillerle ortaya koyulmasının oldukça güç olduğu herkes için aşikârdır-, kanıtları çürütmek gibi bir eğilimin açığa çıktığını da görüyoruz. Yine Johnny Depp davası, ifşaya karşı bir saldırı olarak kanıta nasıl yaklaşılması gerektiğini bize güzel örnekliyordu. Amber Heard’ün elinde kanıt bulunmayan şiddet anlatılarına dair “kanıt nerede?” diye sorulmuş, kanıtlı olanlar içinse “neden ses kaydını açmış, neden kamerayı açmış, öncesinde tuzak mı kurmuş, kışkırtmış mı” vs. denilmişti. Mahkemede “Onu yakmadan önce boğalım, öldüğünden emin olmak için yanmış cesedini s…” mesajları okunan, psikolojik ve fiziksel şiddeti ortaya koyan ses kayıtları dinletilen, şiddet anlarında uyuşturucu ve alkol etkisinde olduğu onlarca kez görüntülerle kanıtlanan Johnny Depp, bu davada kamuoyunun gözünde de aklanmıştı. Bu oldukça büyük bir manipülasyon başarısıydı.

Kanıt beklentisine dair, bir de bu konulardaki bilinç eksikliğinin bir sonucu olarak kanıtın kanıt niteliğini görememek gibi bir sorun var. Mesela bu son ifşa dalgasında da “ifşalandım” diyerek esasen kendisini ifşalayan içerik üreticisi bir erkek, kendini aklamak için “hayatımda sadece 30 dk. gördüm” dediği kadınla ilgili paylaştığı kendi mesajlarıyla, aslında kendisiyle konuşmak istemediği açık olan, 30 dk. gördüğü bir insana arka arkaya hakaret mesajları yazdığını görmemizi sağlayarak, aslında tacizi kanıtlıyor; fakat tacizin ne olduğunu dahi bilmediğinden midir genel şuursuzluğu mudur bilinmez, bunu taciz etmediğinin bir kanıtı olarak sunuyordu.

Yani dikkat edin, siz de tacizci aklamaya çalışırken bir anda kendinizi tacizi kanıtlarken bulabilirsiniz. Keza Johhny Depp davasında yaşanan da tam olarak buydu. Dava sonuçlandıktan sonra, kamuya açık delillerin satın alınması için Johnny Depp taraftarları bir bağış kampanyası yürütmüş; ancak bunun sonucunda mahkemede delil olarak sunulmasına itiraz edilen ve geri çekilen bazı delillerin aslında Johnny Depp’in uyguladığı şiddeti kanıtladığı da bu şekilde açığa çıkmıştı.

Bir Mandela etkisi: “Çok iftiracı var”

İfşa hareketi açığa çıktığından beri kadınların bunu erkeklere karşı koz olarak kullandığı ve çıkar elde etmek için erkeklere iftira atarak bu gücü kullanmaya başladığı gibi yaygın bir görüş de var.

Öncelikle, iftira attığından şüphelenerek kadınlardan kanıt göstermelerini bekleyen ve çok iftiracı kadın olduğunu iddia eden bu kişilerin, bu savlarını acilen kanıtlamalarını bekliyorum. Keza sık sık zikredilerek kabul ettirilmeye çalışılan bu iddianın bir karşılığı yok. İfşalar ve şikâyetler içerisindeki yanlış suçlama oranlarını inceleyen çalışmaların ortalamasında dahi bu oran %5 olarak görülüyor. Üstelik bu rakam, erkek egemen sistemin yargısının ve buna bağlı kurumların yürüttüğü süreçler üzerinden ilerlemiş vakalarken, aynı zamanda bu oran, “kanıt yetersizliği”, “geri çekilen ihbar” gibi durumları da kapsıyor. Dolayısıyla bu oranın, yüzde beşten de düşük olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Keza bugüne kadar ifşa hareketlerinin ortaya çıkardığı örnekler içerisinde de elle tutulur haksız suçlama, iftira örnekleri olmamakla beraber bu “çok rahat iftira atılıyor” algısı köpürtülmeye devam ediyor. Adeta bir Mandela etkisi gibi yayılıyor.

İfşacı kadınların büyük çıkarı: İşten atılma, sosyal izolasyon ve linç

“Çok iftiracı var” savının sırtını yasladığı iddia ise, kadınların bu iftiralar sayesinde ekonomik fayda elde ettiği veya popülerlik kazandığı veya intikam duygularını körelttiği üzerine. Öncelikle şu intikamcılar iddiasında olanlar da sanıyorum ki bu kadınların intikam duygularını kabartacak deneyimler yaşamış olduklarını kabul ediyor olmalılar. Öyleyse intikam isteyecek ne yaşandığına dair bir soru sormak yerine ilk olarak bunun iftira olabileceğini düşünmeleri de yine bir niyetin göstergesi gibi. Gelgelelim, intikam için iftira atmak bile o kadar kolay mı?

Beyanı bile esas alınmayan kadınların, ifşadan nasibine düşenin çıkardan çok göze aldıkları olduğu apaçık. Kadınların ifşaladıkça ödüllendirilmediği bir ortamda yaşadığımız, şu argümanların üretilmesinden bile belli. Kadınlar, işyerlerinde şiddeti ve tacizi ifşaladıklarında, yalancı ve iftiracı ilan edilip ilk işten atılanlar, medya ve eğlence sektöründe ifşalarda bulunan kadınlar sektörden dışlananlar ve uzun yıllar boyunca işsizlik ve zorbalama ile mücadele edenler. Üstelik kadınlar ifşalama aşamasına gelmeden dahi yine bu konuda tehditlerle, mobbinglerle baskı altına alınıyor.

Kusursuz mağdur arayışı altında, tüm hayatı deşifre edilerek bir linçle karşılaşıyor. Hattâ en iyi ihtimalle mağdur olarak damgalanıyor. Kadınların elini kolunu sallayarak iftira attığı iddia edilirken göze aldıkları bunlar. Kanıt olarak kusursuz mağdur aramanın bir başka biçimi de kanıt olarak başka mağdurlar aramak. Aleyhinde başka kimsenin kötü konuşmuyor olmasının veya başka bir mağdurun ortaya çıkmamasının faili aklayabileceğine inanmak. Açık söyleyeyim, bunu düşünebilmekle “bir kereden bir şey olmaz” demek arasında pek de bir fark yok. Bunu düşünenler, “suçun bireyselliğini” ortaya koymaya çalışmayı bırakıp, ifşanın mantığını biraz olsun anlarlarsa, başka mağdurların orada gözlerinin önünde olduğunu da görebilirler. Çünkü farklı faillerin ifşacısı olarak görünen kadınlar, erkek egemen sistemin ürettiği şiddeti ve bu ortaklıkları görünür kılmakta.

Mağdur erkek anlatısı ve mağdur erkekler yaratma paniği
Tüm bu güç kazanmış kötü niyetli, şirret kadınlar anlatısı, erkeklerin de bu “woke” hareketlerin etkisiyle birlikte mağdur edildiğini iddia eden bir anti-woke söylemi üretiyor. Incel kültürü de bu mağdur erkek fikrinden besleniyor.

Johnny Depp’in davada “aile içi şiddet mağduru” olarak kendisini tanımlaması ve buna dair ifade vermesi de boşa değil yani. Bu şeytanlaştırılan ifşacı kadın ve mağdur erkek anlatısında, hadsizlik, kimi erkeklerin, kadınları iftiracı gibi göstermeye çalışırlarken, aynı zamanda onları kadın hareketine zarar veren kadınlar olarak lanse etmesine kadar varıyor. Keza aynı şey, sosyal medya lincinde Amber Heard hakkında da yapılmış, kendisi, Me Too hareketine zarar vermekle suçlanmıştı. Bu da tıpkı anti-wokecuların kendilerine sistem karşıtı bir kimlik kazandırmaya çalışmasına benzer bir durum.

Her ifşa dalgasıyla birlikte bu mağdur erkek olmak fikri, başta failler olmak üzere ortaya atılıyor. Her erkeğin durduk yere ifşalanabileceği gibi gerçekdışı bir fikir üzerinden bir mağduriyet yaratılıyor. Hattâ bu mağdur erkeklere kırılganlık atfedilerek onların “yok yere” sarsılan itibarına veya ruh sağlığının zedelenmesine vurgu yapılıyor. Öyle ki, konunun geldiği noktada ifşalanmış bir kişi, kamuoyu önünde aklanmak için canlı yayında intihar edeceği tehdidini ortaya atabiliyor.

Bu noktada, ifşanın içerisinde barındırdığı etik çelişkileri tartışanlar, aynı zamanda bunun ifşayı yapan kadın veya sesini çıkarmaya hazır diğer kadınlar üzerindeki yıkıcı etkilerini de hesaba katıyorlar mı? Düşünün ki, bunlar sadece ifşalanan örneklerken, kaç kadının sesini çıkaramadığı için veya çıkardığında linç edileceği korkusuyla intihara sürüklendiğini veya kendine karşı yıkıcı davranışlar içerisine girdiği bir hayata itildiğini de düşünüyorlar mı bir yandan? Şiddetin ürettiği bu şiddetin bir noktada faile de döneceğini de hesap edemiyorlar mıydı? Dolayısıyla amaç bu şiddeti bitirmek mi yoksa kim haklı kim haksız ayrımı yapmak mı? Her gün onlarca kadının şiddet gördüğü, katledildiği, taciz edildiği bir ortamda, birkaç erkeğin yanlış yere suçlanabileceği riskini odağa alarak tartışmak çok mu etik mesela?

Velev ki yanlış yere suçlamalar yaşandı. Siz, bu durumun pire için yorgan yakmaya eş olabileceğini mi düşünüyorsunuz sahiden de? Üstelik erkeklerin yanlış yere suçlanma kaygısına düşmesinin bile suça iştiraki azaltma ihtimali varken… Kısacası, erkeklerin yok yere ifşalanabileceği kaygısıyla yaşanan bir toplum, kadınların her an tacize, tecavüze uğrayabileceği, öldürülebileceği kaygısıyla yaşadığı bir toplumdan daha mı çok korkutuyor sizi?

Linç kültüründe ifşayı mahkûm etmek

Bununla bağlantılı olarak, ifşanın linç kültürüne yol açtığı veya bunu beslediği gibi eleştiriler de mevcut. İfşanın linç kültürüne dönmemesi, her şeyden önce ifşanın politik anlamı ve amacı açısından önemli elbette. Özel alandaki şiddetin politikliği fikrine de zarar verecek bir sonuç bu. Ancak burada ifşa mı buna sebep oluyor, yoksa ifşanın bir karşı-kamusal alan olarak kullandığı sosyal medyanın dili ve örgütlenişi mi buna sebep oluyor, öncelikle bunu tartışmak lazım. Açıkça belirtmek lazım ki linç kültürünü oluşturan ifşa hareketleri değil. Kadınlara, LGBTİ+’lara, göçmenlere, azınlıklara karşı saldırılar ve şiddet açıkça artarken ve buna bağlı olarak nefret söylemleri üretilmeye devam ederken, linç kültürünü ifşa üzerinden mi tartışacağız sahiden? Misal, Elon Musk sahibi olduğu X platformunda, her geçen gün daha da aşırı sağcı tweetleri alıp retweetleyerek, adıyla sanıyla en işlek sosyal medya platformlarından birinde anti-woke propaganda yaparken ve platformun algoritmasını da buna yönelik düzenlerken, linç kültürünü kadınların sesini mahkûm ederek mi tartışacağız gerçekten?

Erkek egemen adalete karşı ifşa pratiğini kullanan kadınların yöntemlerini eleştirirken, cezasızlıklarla, indirimlerle, kayıtsızlıklarla kadınları ölüme, şiddete, sömürüye mahkûm eden sistemin hukukunu aynı hevesle tartışmayacak mıyız mesela?

“Her şey de taciz mi?” ve kavram karmaşaları

İfşalara karşı bir başka sıklıkla zikredilen ise “Her şeye de taciz diyorlar” ifadesi. Bu da yine hatalı suçlama veya iftira kaygısı içerisinde tartışılıyor. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, her şeye de taciz demeyin derken kastedilen örneklerin hemen hepsi taciz. Ancak bu kavramlara dair bilgimiz o kadar kısıtlı ki, tartışmalar kendi içerisinde çürüyor. Öte yandan erkek egemen sistemin uzun yıllara dayanan meşrulaştırıcı söylemleri öyle çok içimize işlemiş ki, bir şeyi taciz olarak adlandırmak için daha “ağır” bir suç barındırması bekleniyor. Buna bağlı olarak kavramlar da yanlış kullanılıyor. Bu artık dilimize öyle bir yerleşmiş ki, ifşalarda dahi mesela cinsel saldırı örnekleri taciz adı altında anlatılıyor. Bu açıdan, en azından birkaç kavramı yeniden hatırlatmakta fayda var.

Taciz, en geniş tanımıyla, bir kişiye yönelik olarak istenmeyen, rahatsız edici, küçük düşürücü, tehdit edici ya da cinsel anlam taşıyan davranış, söz veya eylemlerin tümüdür. Cinsel saldırı, bir kişiye rızası dışında fiziksel olarak gerçekleştirilen her türlü cinsel davranıştır. Karşı tarafın onay ve rızası olmadan fiziksel temas içeren saldırılar, vücut bütünlüğünün ihlali ve ötekinin bedenine doğrudan müdahale anlamına gelir ve cinsel saldırı olarak adlandırılır. Cinsel taciz, kişinin rızası dışında kendisine yönelik gerçekleştirilen, fiziksel temas içermeyen, istenmeyen cinsel içerikli davranış, söz, ima, yazı ya da işaretleri içerir. Cinsel taciz, bireyin beden bütünlüğüne yönelik bir aksiyon içermez. Cinsel istismar ise, rızanın aranamayacağı bireylere yönelik cinsel davranışları ifade eder. Genellikle çocuklarda rıza aranmayacağı bilinir, çocuklar dışında; akıl sağlığı ya da zihinsel gelişimi bakımından kendini koruyamayacak durumdaki bireylerde, bilinçli karar veremeyecek şekilde madde etkisi altında olanlarda, bilinci kapalı durumda olanlarda ve tehdit, şantaj, fiziksel baskı altında olanlarda rıza aranmaz.

“Her şey de taciz mi?” sorusuna ne yazık ki sınırların oldukça zedelendiği, sınır ihlalinin adeta bir yaşam biçimi hâlini aldığı bir toplumda yaşadığımızı hatırlatmak isterim üzülerek. Taciz, kadınların gündelik yaşamında sürekli yeniden üretilen bir denetim mekanizması olarak işliyor. Ve ne yazık ki bu kapsamda normalleştirilmiş çoğu sınır ihlali, aslında taciz. Ve ne yazık ki bu kanıksanmışlık, tüm bunları taciz olmaktan çıkarmıyor.

Sınırların yeniden tanımlanması

Bu son ifşa dalgasının belki de en büyük kazanımlarından biri, bu sözde meşruluk alanlarının kadınlar tarafından yıkılması ve sınırların tekrar hatırlatılmasıydı. Nelerin taciz kapsamına girdiği, nelerin cinsel istismar olduğu, rızanın ne demek olduğunun tekrar konuşulması ve anlatılması ve bunu teşhir eden örneklerle içerikler üretilmesi önemliydi. Misal ısrarlı takibin bir taciz biçimi olduğunun sıklıkla vurgulanması bunlardan biriydi.

Sınırların yeniden hatırlatılması, artık belirli biçimlere yaslanarak, tacizin, şiddetin vs. kıyısında köşesinde dolaşıp da ifşalanmayı teğet geçeceğini düşünen erkeklere dönük bir uyarıydı aynı zamanda. “Kimseye umut vermedim” bahanesine sığınan, bir akit vermedikçe psikolojik şiddet uygulayabileceğini düşünen, cinsel organının fotoğrafını atmadıkça veya sözlü veya yazılı cinsel tacizde bulunmadıkça her türlü ısrarı gösterebileceğini sanan veya meşrulaştırılmış taciz biçimlerinin veya bu cehaletin arkasına sığınarak, boşluklardan sızmaya çalışarak DM’lerde dolanan ısrarcı erkeklere karşı…

Her şey de ifşalanabilir mi?

Dolayısıyla ifşanın yalnızca bireyleri teşhir etmek amacıyla yapılan bir linç pratiği olmadığı kabul edilmeli. İfşanın asıl hedefi, erkek egemen yapının görünmez kıldığı güç ilişkilerini deşifre etmek. Bugüne kadarki ifşa dalgaları, yalnızca belirli erkeklerin şiddet, taciz ya da istismar eylemlerini değil; aynı zamanda bu erkeklerin bulundukları sektörlerde, akademide, sanatta ya da siyasette sahip oldukları iktidarı nasıl suiistimal ettiklerini de açığa çıkarmayı hedefliyor. İfşa, kişileri kınamak veya linçlemek için değil, erkek egemen kurumların bu eylemleri nasıl koruduğunu, nasıl sistematik olarak akladığını ve böylece şiddeti yeniden ürettiğini görünür kılmak için yapılıyor.

Yine yıllardır öğrendiğimiz pratiğe dönerek, bunu da ifşalamaya gerek var mı, engelle geç demek, fiziksel şiddet tehdidi barındırmadığı sürece her türlü şiddeti içten içe kabul etmek, “tehlikeli” görmemek; yine faillerin suç işlememesi gerekliliğini değil, kadınların kendilerini nasıl savunması gerektiğini konuşmaktan başka bir şey değil aslında.

Örgütsüzlüğe dem vurarak ifşayı küçümseme

Bir popüler eleştiri de ifşanın örgütsüzlüğünden dem vurmak ve ifşalamanın yetmeyeceğini söylemekle yetinmek. Dahası ifşalamak yetmez diyerek ifşayı küçümsemek. Örgütsüzlük eleştirisinde haklılıklar olmakla birlikte, bu eleştiri de genellikle çok üstünkörü ve analizden yoksun yapılan bir eleştiri olarak kalıyor genelde. Dillere pelesenk olmuş bir ifadeden öteye geçmiyor, detaylandırılamıyor. Ve daha önemlisi, bu eleştiriler, ifşa pratiğini örgütlü bir hâle getirecek mekanizmaları veya koşulları tartışmak ve buna dair öneriler geliştirmekten ziyade, ifşayı bir yanlış yöntem veya kadın hareketine zarar verici bir unsur olarak görme noktasına varabiliyor. Üstelik bu eleştiriler, ifşaların politikleşemediğini iddia ederken, esasen suçu sistematik değil, bireysel olarak ele alma batağına kendileri saplanıyor çoğu zaman. Zira başta ve yazı boyunca da kimi zaman değindiğim gibi başta Me Too olmak üzere, ifşa hareketleri aslında çoğunlukla politik ifşa süreçleri olarak ilerledi ve kendi örgütlü mekanizmalarını da yaratabildi. Ancak ifşa hareketinin örgütsüzlüğü eleştirilirken, amaç üzüm yemekten çok bağcıyı dövmek hâline geliyor ve günün sonunda hareketi büyütmenin değil, yönsüzlüğünden dem vurularak önüne geçmenin gerekliliğinin öne çıktığı bir tartışmaya dönüşüyor nedense.

Niyet gerçekten eleştiri yapmaksa…

Evet, niyet gerçekten buysa, ifşa pratiği bir tehlike olduğundan değil, ifşanın amacına ulaşabilmesi ve etkin olması için yapmak gerek bu tartışmayı da.

Yazının başında değinmiştim; ifşa pratiğinin kökenleri sosyalist hareketin teşhir stratejilerine kadar uzanır. “Ne Yapmalı?”da Lenin, politik ifşayı işçilerin yalnızca ekonomik taleplerle değil, bütün siyasal baskı biçimleriyle yüzleşmesini sağlayan bir araç olarak tanımlar. Bu bağlamda “ifşa”, bireysel bir ifade biçimi değil, kolektif bir ajitasyon ve bilinç üretim aracıdır.

Feminist kuramda söz, bir eylem biçimi olarak ele alınır ve buna göre, “ifşa eden özne, yalnızca bilgi aktaran biri değil, aynı zamanda yeni bir politik özne pozisyonu kurandır. Tanıklık, travmanın sessizliğini kırmakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal tanınma ilişkilerini dönüştürür.”

Leninist politik ifşa ile feminist ifşa kültürü, tarihsel olarak farklı bağlamlarda ortaya çıksa da, her ikisi de sessizliğin politik olduğunu, konuşmanın dönüştürücü bir eylem olabileceğini gösterirler. Leninist teşhir, devletin baskı aygıtlarını görünür kılarak sınıf bilincini üretir; feminist ifşa, patriyarkanın mikro iktidar alanlarını görünür kılarak toplumsal farkındalık yaratmak amacını taşır.

Lenin için ifşa, devrimci bilincin inşası ve örgütlülüğün korunması için zorunludur; feministler için ise ifşa, patriyarkanın görünmez kıldığı şiddeti görünür kılarak toplumsal adaleti talep etmenin bir yoludur. Ancak ikisi arasında temel fark, politik özne ve adalet tahayyülündedir. Leninist gelenekte özne kolektif ve örgütlü bir sınıftır; hedef sistemin devrimci dönüşümüdür. Feminist ifşada ise özne bireysel tanıklıktan yola çıkar, hedef ise tanınma, görünürlük ve kültürel dönüşümdür. Leninist ifşa çeşitli etik belirsizlikleri daha az içerir; çünkü orada söylem, örgüt denetimi altındadır. Leninist modelde ajitasyon merkezi de denetim altındadır, teşhir devrimci basın aracılığıyla yapılmaktadır; feminist model ise ağ modelini bir örgütlenme biçimi olarak kullandığından, ifşanın denetimi aynı ölçüde gerçekleşmemektedir.

Dolayısıyla yöneltilen eleştiriler ifşa pratiğinin biçiminden ziyade, buna bağlı mekanizmaların varlığı veya inşa edilme süreçlerine ilişkindir. Ve bunun da temel belirleyicisi ideolojik yaklaşımdır. İdeolojik tartışma yürütmeden yapılan tüm biçimsel eleştiriler, kadın hareketine dönük saldırıları beslemekten başka bir işe yaramaz. Bununla birlikte ifşa pratiğinin kadın dayanışmasını güçlendirmesini göz önüne alarak, ses çıkarmanın ve benzer deneyimlerde ortaklaşmanın kadınları bir araya getiriciliği üzerine tartışmak ve teşhirin etkisi ve örgütleyiciliği üzerine kafa yormak gerekir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz