Deprem Bölgesinden İzlenimler / 15 Şubat – Antakya

15 Şubat Çarşamba.

Burjuvazinin televizyon kanallarında kan sadakası dağıtarak kendini aklamaya çalıştığı bir günde, bizim cephemizde var olan dayanışmaydı. Her günkü gibi erken kalktık, iş bölümünü gerçekleştirdik, erzaklar dağıtıldı, röportajlar yapıldı, çadırlar numaralandırıldı, pansumanlar yapıldı, tuvaletler temizlendi hatta ikincisi açıldı. Ama bugünün tümüne dışarıdan bakıldığında gördüğümüz, gündelik işlerin nasıl yapıldığı değil, bu pratiğin dayandığı perspektifin nasıl somutlaştığı oldu. TEDAŞ’ın elektriği ancak biz vinç getirebilirsek açmak için geleceğini söylediği; bizim vinci getirebildiğimiz; bu sefer bahane üretemeden direkt gelmeyeceklerini söylediği, bizim açabileceğimizi belirttiğimiz; “evrakı siz tutamazsınız, tutanaksız da açamazsınız” diye önümüze set çektikleri, akşam “vinçle geliyoruz” dedikten sonra gelmedikleri ve telefona çıkmadıkları bir gündü; devletin organize olamamak ve olabilenlerin önüne de taş koymak üzere programlandığı, bizimse onların yapamadıklarını yapmaya devam ettiğimiz bir gün. Sağlık Bakanlığının ilaç temini için bizden yardım istediği bir gün. Yatakhanede kalan bir ablanın kâbuslardan uyuyamayan oğlunu “ancak siz çözebilirsiniz bu durumu” diyerek önce bizimle sonra özel eğitim öğretmeniyle tanıştırdığı bir gün. “Solcu olduk burada” diyen, “biz ne yapalım, iş yok mu” diyen depremzedeler; “bana bu kadarı yeter daha fazla almayayım başkalarına verirsiniz” diyenler; sözde “yağmacı”lara karşı buraya gelip bizi görünce “sosyalistleri yanlış tanımışız” diyerek gönüllü olanlar, “kendimi burada buldum devletin yapamadığını biz yaptık” diyen gönüllüler ve yoldaşlar; 25 kişilik ailesiyle köyde yaşamaya çalışıp bizle temas edince merkezde çalışarak dayanışma göstermek isteyen gençler; “ben buradan gitmem, başkaları gidebilir ama ben gidersem onları kim çağıracak” diyen amcalar… Ve tabii bunlar bir aya gidecek, siz kendinizi düşünün” diye söylenti çıkarıp erzak dağıtımında izdihama sebep olan devletlilerin karşısında “bize böyle söylediler ne olur bizi yalnız bırakmayın” diyerek bizi bulan mahalleliler ve “hiçbir yere gitmiyoruz” diyen biz devrimci ve gönüllüler.

Cepheler iyice belirginleşiyor.

Milyonluk “yardım”larıyla kara para aklayan, rant için malzeme kaçırdıkları binalarla binlerin ölümüne sebep olmuş inşaat şirketleri; bizden çalınan paralarla “bağış” yapıp katlimizi vacip gören Diyanet İşleri, depremin üçüncü gününde yalılarından fotoğraf atan holding sahipleri ve onların devleti. Onların devleti ki bu yağma, rant, talan düzeninin sürdürücüleri, buna engel olmak isteyen mimarları işten atanlar, milyonluk ihaleler döndürenler, yıkımdan sonra arama-kurtarma çalışması yapmayanlar, yardım götürmeyenler, gelen tırları engelleyenler, devrimcileri gözaltına alıp koordinasyon merkezlerine kayyum atayanlar, çıkardıkları söylentilerle insanları huzursuz eden ve onları henüz öldüremediyse bile şehirden kaçmaya zorlayanlar.

Ve biz: Yardım, bağış, sadaka dağıtmak değil yeniyi hep birlikte kurmak isteyenler, bunun için birlikte emek verip birlikte yürümek isteyenler, bir anlık toparlanmalarda değil sürekli bir oluşta gözü olanlar, kötünün iyisini değil insanca bir yaşamı yaratanlar; bunu her biçimde, her olanağı değerlendirerek yapma uğraşı verip, zorluklara takılmadan “nasıl”ı arayanlar, başına buyruk değil bir ceviz ağacının birbirine bağlanan dallarıymışçasına düzenli bir organizasyonla hareket edenler.  Sermayenin devleti ve onu yamayacak değil yıkacak olan biz devrimciler. Bunca yıkımı yaratan en büyük afet devletin giremediği yerde insanlarla insanca bir yaşam mücadelesi veren ve bu devletin kökünü kazıyacak olan biz.

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz