Soru şöyle formüle edilebilir: 7 Haziran’daki seçimlerde mi hile vardı, yoksa bu seçimlerde mi? Erdoğan, seçimleri tekrar edeceğiz derken, bu sonucun çıkacağını mı düşünüyordu, yoksa bir kumar mı oynadı? Seçimi kazanmak için, bir tür savaş ilanını yapmanın, kendisine “zafer” getireceğini mi düşündü, eğer düşündü ise, bunun garantisini nereden aldı?
Mart 2015’te Erdoğan, çözüm sürecini rafa kaldırdı, buzdolabına koydu ve bu buzdolabının fişini de çekmedik, dedi.
Ve ardından, büyük çaplı bir saldırı başlattı.
Bir yandan, Kandil’e karşı saldırılar yeniden devreye sokuldu. Bu işin daha çok psikolojik savaş yanı olsa da, aynı anda Kürt kasabalarında tek tek ablukaya aldılar. Cizre, evlere düşen obüs mermileri, evlerde buzluklarda saklanan çocuk cenazeleri ile hafızalardadır. Sokaklarında beyaz bayrak kaldırıp hastahanelere gitmeye çalışan insanlar manzaranın bir parçasıdır.
Mart ayından bu yana, yani 8 ayda, bine yakın kişi öldü.
Sadece bununla da yetinmediler.
Bir devrimi bastırmak için, dünya gericiliği ile birleşmiş bir karşı-devrim, sokakları, kentleri kana buladı.
Gezi Direnişi ile başlayan uyanışı durdurmak için, Suruç’ta, Ankara’da bombalar patlattılar. Kitlelerin sokağa çıkışını, önlemek için her yola başvurdular. Ciddi saldırılar devreye soktular. İçine girdikleri kirli ilişkileri örtebilmek için her yeri kana bulamaktan çekinmeyeceklerini gösterdiler. Hem Kürt devrimine karşı, hem de gelişmekte olan Anadolu devrimini başından boğmak için, kapsamlı bir saldırıyı, “kararlılıkla” sürdürdüler.
Şimdi, bu saldırının, 1 Kasım seçimlerinde “zafer”i getirdiği söylenmektedir. Analizlere bakılırsa, Kürtlerden HDP’ye giden oylar AK Parti’ye geri gelmiş. Onca şiddete, tehdide rağmen bu sonucun elde edilmesi, eğer bir hile değil ise, Kürt orta sınıflarının yeni bir tarzda AK Parti’ye yöneldiğini göstermektedir. Yok eğer bir hile ise, Suriye’de Rusya’nın başlattığı operasyonun ardından ABD ve AB’nin Erdoğan ve AK Parti’ye daha fazla ihtiyaç duyduğunun işaretidir. İkisinin bir arada olması ihtimali de mümkündür.
Öte yandan anlatılan odur ki, Saadet Partisi gibi partilerden AK Parti’ye, MHP’den AK Parti’ye bir oy kayması vardır ve bunun da ana nedenini, uzmanlar, “istikrar” isteği olarak açıklamaktadır.
Bir yandan saldırılar, planlanmış şiddet, diğer yandan ekonomik tehdit, AK Parti’ye kitlesel bir kayışa yol açmış gibi görünmektedir.
Buna göre, lafı dolandırmadan söylersek, kitleler korkutulmuş, şiddet seçmeli kullanılmış, ekonomik baskı devreye sokulmuş ve sonunda “ikna” edilmiştir.
Seçim sonuçlarını etkileyen şey, Suriye’de süren savaş, Kürt devrimine ve Batı’da ortaya çıkan uyanışa karşı seçmeli şiddet, ekonomik kriz beklentisinden korku olarak açıklanıyor.
Buna, haramilerin esir alma operasyonu demek yerinde olur.
Öyle ise, şimdi, Erdoğan, harekete geçip, hemen, “yeni anayasa” sözünün arkasında başkanlık sistemini devreye sokmaya çalışacaktır. Bir anlamda “mutlak” egemenlik peşindedir. Toplumun her kesiminin sorunu olan anayasa meselesi, bu nedenle kullanılacak demektir.
Parlamentoya bakılınca, bunun iki yolu gözükmektedir. Bunlardan ilki, “barış sürecini” bir cins rehine olarak kullanarak, HDP’nin desteğini alma girişimidir. Bunun için, buzdolabında olan çözüm sürecinin adını, “birlik ve kardeşlik” süreci olarak yeniden cilalamak istemektedirler. Amaca gidebilmek için, yeni bir manevra devreye sokmak istiyorlar. Bir yandan şiddeti kullanacaklar, diğer yandan ise ellerinde havuç olarak “yeni anayasa” var olacaktır.
Başbakan’ın, Muktedir’in, hemen seçimlerin ardından, saldırılara, sıkıyönetim uygulamalarına, olağanüstü hâl uygulamalarına sarılması bunu göstermektedir.
İkinci yol ise, bir yol bulup referanduma gitmektir. Bunun için ise, yine sokakları bastırmaları, eğer sonuç alan baskı ve şiddet ise, onu yeniden artırmaları beklenendir. Seçim sonuçlarının yarattığı şaşkınlık ve moral bozukluğu, Ankara bombalamasının ardından sokak gösterileri ve kitlesel eylemlerde ortaya çıkan gerileme, onlara daha fazla cesaret vermektedir.
Gerçekte, HDP’nin seçimlerde barajı geçmiş olması, eğer 7 Haziran’da bu oy oranı ile, 10,8 ile gerçekleşmiş olsa idi, açık bir başarı olacaktı. Hâlâ öyledir de. Ama 13,1’den geriye düşmek, bunca saldırıya rağmen Kürtlerin oylarında bir geri dönüş görmek, önemsenmesi gereken bir kayıptır. Eğer bir ölçü ise, örneğin İstanbul’da HDP’nin aldığı oylarda çok ciddi bir kayıp yoktur. Ama Kürdistan’da oy kayıpları önemlidir. Kuşku yok ki, burada bir “demokratik” seçimden söz etmiyoruz. Bu aynı şeyi 7 Haziran için de söyleyebiliriz. Orada da bir “demokratik” seçim yoktu.
Bu gerici saldırıya, bu çete saldırısına, bu harami iktidarına karşı, kitlelerin kitlesel eylemleri gerçek bir çıkış yoludur. Ankara’da bombalar patlamamış olsa idi, acaba seçim sonuçları nasıl olurdu? Tüm medyanın susturulduğu, baskının her alanda yoğunlaştığı bir ortamda bu miting, gerçek anlamda barış isteminin, halklar cephesinden başkentte dile getirilmesi, acaba seçim sürecini nasıl etkilerdi? Sorudur ve yanıtı büyük oranda açık olmalıdır. Bugün ortaya çıkan %49,4, bu sorunun yanıtını içermektedir.
Bu nedenle, nereye gidiyoruz, sorusu yerindedir.
Tüm bu baskı ve saldırılar, bu azgın şiddet, bu çeteleşme, dünya gericiliğinin bir parçasıdır ve öyle ele alınırsa, anlaşılabilir.
Halkların kurtuluşu, özgürlük ve barış, kitlesel eylemlerden, kitlelerin örgütlü mücadelesinden geçmektedir. Devrim, tüm bölgemizi saran bu saldırıya karşı koyarak gelişecekse, halkların örgütlü mücadelesinden başka yol yoktur. Kitlesel direnişin, özgürlük ve haklara sahip çıkmanın, düz bir yol izlemeyeceği ise her zaman açıktır.