İşçi sınıfının durumu üzerine tartışacaksak işin sadece bir yönüne takılıp kalma tehlikesine karşı, bir çerçeve, bir tartışma çerçevesi de geliştirmemiz gerekir. Öyle ya, sadece işsizlik ya da sadece ücretler üzerinden bir tartışma da yürütsek, gerçekte işçi sınıfının durumu üzerine tartışmış oluruz.
1 Mayıs 2019 yaklaşıyor. Ve 1 Mayıs öncesinde, işçi sınıfı içinde hareketlilik gelişiyor. Pek çok işçi için, sadece 1 Mayıs için değil, ama ne yapması gerektiği bir sorudur. Günlük yaşamını idame ettirebilmek, sağ kalabilmek, açlıkla boğuşmak ciddi bir biçimde işçi ve emekçilerin gündemindedir. Ve elbette sadece günü kurtarmak, sadece bugün de aç kalmamak, bugün de ölmemiş olmak, tek tek işçileri de, bir bütün olarak işçi sınıfını da kurtarmıyor, kurtarmayacak. İşçi sınıfının, uzun soluklu bir mücadeleye hazırlıklı olması zorunluluktur. Başka türlü bu kısır döngüden kurtulmak mümkün değildir.
Kısır döngü şudur: Ailesini ve kendisini geçindirmek için yok pahasına ücretlerle, ağırlaşan koşullarda çalışmaya devam etmek ya da işini kaybetme riskini göze alarak mücadele etmek. Bu çelişki, kişisel düşünce ile aşılamaz. Bu çelişki, işçinin, kendisini bir sınıfın, tüm işçi sınıfının bir üyesi olarak görmesi ile mümkündür. Tek başına bir işçiyi işten atabilirler. Sadece hakkını aradı diye bir işçiyi kapı dışarı koymaları kolaydır. Ama birlikte hareket eden, haklarını arayan tüm işçileri kapı dışarı etmek mümkün değildir. Zira, her işyeri, her fabrika, işçilerin canlı emeği olmazsa, patron için para kazanan bir yer olmaz, olamaz.
Öyle ise, biz konuya birçok açıdan bakmaya, işçi sınıfının Nisan 2019’da durumunun ne olduğunu saptamaya çalışalım.
1- İlk bakmamız gereken şey, işçi sınıfının siyasal- ideolojik gelişmişliğidir. Burjuva ideologları, bize özellikle 12 Eylül’den bu yana, işçi sınıfının siyasetten uzak durması gerektiğini, sendikaların siyasetten uzak durması gerektiğini anlatıyorlar. Anlatmakla kalmıyorlar, bir komünist, sendika içinde öne çıkarsa onu tutukluyorlar. Onun görüşleri siyaset oluyor. Ama bir MHP’li, bir dinci, bir AK Partili sendika içinde öne çıkarsa, bunun adı siyaset olmuyor.
Demek ki, “sendikanın siyasetten uzak durması” dileği, komünist ve sosyalistlerin, devrimcilerin sendikalara sokulmaması isteğidir.
Devlet, işçilere “komünistlerden, sosyalistlerden, devrimcilerden uzak durun” mesajını, birkaç yoldan vermiştir. İlkin, tutuklamalar, baskı ve şiddet ile. İkincisi, kendi emrindeki sendikacıları yarı mafya tarzında örgütleyip, kendi paralı köpekleri hâline getirerek. Sendikalar, bu yolla, işçi sendikası olmaktan çıkmaya başlamıştır. Normal şartlarda, bir sendika, hiçbir siyasal müdahale olmamış olsa da, sadece işçi haklarını savunmak için çalışmış olsa, ister istemez, o sendika içinde devrimci düşünceler boy atacaktır. Çalışma koşullarının ağırlaşmasına, fazla mesaiye, işyeri cinayetlerine, çocuk işçiliğe, sigortasız çalışmaya vb. karşı çıkan bir sendika, ister istemez, işçilere bununla mücadele etme gereğini anlatacaktır. İşçiler, kendi haklarını korumak için harekete geçtiğinde, zaten siyasal talepler gelmeye başlayacaktır.
Hiçbir zaman ekonomik talepler, hak arayışları, siyasal mücadeleden ayrılamaz.
Sendika yasası çıkartan TC devleti, neden işçileri, sendikaları cendere altına alıyor? İthalat ve ihracat için yasa çıkardıklarında ihracatçıya soran devlet, sendika yasası çıkaracaksa, neden işçiler bu yasayı etkilemesin? Bu yasayı etkilemeye çalışmak, en azından siyasal bir davranıştır.
12 Eylül rejimi ve onun devamı olan Erdoğan’ın Saray Rejimi, açık işçi düşmanıdır. Ve böyle olduğu için, işçilerin sadece baskı ve şiddetle susturulması için çalışmakla yetinmiyorlar. Aynı zamanda sendikaların, işçileri denetlemesi, kontrol etmesi ve susturması için iş görmesini istiyorlar. Bunun için, birçok sendikanın yöneticisini kendi kadrolarından atıyorlar. Sendika mafyası dediğimiz bir çete sistemi kurmuşlardır. Böylece, sendikalar işçi haklarını savunan örgütler olmaktan çıkıyor.
Bir sendika düşünün, enflasyonun %50 olduğu bugünkü koşullarda, enflasyon rakamlarını bile doğru açıklayacak bir çalışma yapmamaktadır.
Bir sendika düşünün, işçilerin %10 zam alması karşısında grev silâhını kullanmak yerine, işçileri susturmak, direnenleri ihbar etmekle uğraşmaktadır.
Bir sendika düşünün, işyerinde işçi ölümleri ayyuka çıktığı hâlde, tek bir eylem dahi yapmamaktadır. İşçiler için ölüm mekânları hâline gelmiş işyerlerinde güvenlik önlemi almak “allahın işine karışmak” olarak iktidar tarafından yorumlanırken, sesini bile çıkarmayan bir sendika, işçi sendikası olabilir mi?
Bunca özelleştirme, bunca işçi kıyımı karşısında, hiçbir biçimde sesini çıkarmayan bir sendika, işçi sendikası olabilir mi?
Uzatmak mümkün.
Bu durum, sendikaların işçi sendikası olamaktan çıkarılıp, devlet-patron-sendika bürokrasisi arasında bir tarz mafya örgütlenmesine dönmüş çetelerce yönetilmesi, işte bu acı durum, işçi sınıfının devrimcilerden, komünistlerden, sosyalistlerden uzak durmasının sonucudur.
İşçi sınıfı, bugün, ülke gündeminde, sokaklarında, siyasal bir varlık olarak yer almamaktadır.
İşçi sınıfının siyasal örgütlenmesinin olmaması, tek başına büyük bir kayıptır, büyük bir geri durum göstergesidir.
2- Bu, aynı zamanda, işçi sınıfının sınıf bilincinden uzak olması anlamına da gelmektedir. Ve işçi sınıfı kendisini bir sınıf olarak görmediği sürece, haksızlığa uğramış bireyler olarak “mücadele” verir konuma düşmektedir. Bu da, hemen hemen her işçinin düşman için, devlet güçleri- patronlar vb. için kolay lokma olması demektir.
İşçi sınıfı, sınıf bilincine sahip değil ise, bireysel mücadele etme yollarını, hakkını korumak için bireysel adımlar atmayı tercih etmek zorunda kalmaktadır. Bu elbette, bir çıkış yolu oluşturmaz. Bu nedenle haykırıyoruz, “kurtuluş yok tek başına” diye. Bu, gerçeğin kendisidir.
3- Sendikalar konusuna değinmiş olduk. Ama bu aslında başlı başına bir konudur. Sendikal mücadele, siyasal mücadelenin yanısıra mutlaka ele alınması gereken bir maddedir. Özellikle, ülkemizde sendikaların çok büyük çoğunluğunun sendika mafyasının denetiminde olması nedeni ile, hem işçilerin sendikalara bakışı olumsuz olmuştur, hem de bu durumun kırılamayacağı düşüncesi yaygındır.
İşçiler, kendileri için hiçbir şey yapmayan, toplu sözleşme dönemlerinde adım adım geçmişten gelen işçi haklarının tırpanlanması için patronlarla işbirliği yapan, işçileri devlete ve patrona ispiyonlayan bir sendikaya neden güvensinler? Bu nedenle sendikalaşma oranı sürekli düşmektedir.
2019 yılına girerken, sendikalı işçi sayısının artması önemlidir.
Sendikalı işçi sayısı, 2018 yılının Ocak ayında 1 milyon 714 bin iken, 2019 Ocak ayında 1 milyon 859 bine çıkmıştır. Bu 145 bin kişilik yeni sendikalı demektir. Bu 145 bin yeni sendikalının 50 bini Turk-İş’e, 69 bini Hak-İş’e, 22 bini DİSK’e ve 4 bini de diğer sendikalara aittir. Bu yeni sendikalaşmanın önemli bir bölümü, taşeron işçilerin kadroya geçmesinden kaynaklıdır. Özellikle Hak-İş’tekilerin hemen hepsi, Türk-İş’teki artışın çok büyük bölümü bu nedenledir.
Kadroya geçen taşeron işçi sayısı bile net değildir. DİSK, 744 bin kişinin kadroya geçirildiğini açıklamıştır. Oysa Bakanlık bu rakamın 900 bini bulduğunu söylemektedir. Öte yandan, basına yansıyan rakamlara bakılırsa 80 bin işçinin kadro beklediği anlaşılmaktadır.
2018 yılının ikinci yarısında artan işçi eylemleri, işçilerin yeniden sendikal mücadeleye önem vermelerine neden olmaktadır. Ama yukarıdaki rakamlar bunu göstermez. Yukarıdaki rakamlar, her ne pahasına olursa olsun, sendikaların erimesinin ve sendikalara güvensizliğin, hâlâ sürdüğünü, ama işçilerin de artık, sendikalarını kendi ellerine almak için hareketlenecek duruma gelmeye başladığının göstergesidir. Artık, en dibe vurulmuştur. İşçiler, kendi sendikalarını geri almak ya da alternatif örgütlenmeler geliştirmek zorundadır.
Biz, Kaldıraç Hareketi olarak, işçilerin en geri sendikaları dahi işletmesini, bu sendikaları geri almalarını savunuyoruz. Elbette bunun öncesinde birçok örgütlenme metodu geliştirilmek zorundadır. Ama bu sendikaları, sendika mafyası dediğimiz çetelere bırakmamak gerektiği açıktır.
Kurulmakta olan yeni, küçük, az üyeli sendikaların da önemli olduğu kanısındayız.
Ayrıca, hareket olarak bizim inancımız, işçi kurultaylarının da içinde olduğu örgütlenme metotlarının, yarın sendikaları geri almamızda çok önemli işlevler göreceğidir.
Demek ki, işçi sınıfının sendikal örgütlenmesi de geridir. İşçi sayısı 13 milyon 411 bin olarak açıklanmaktadır. Bu rakam 2018 sonu itibarı iledir. Bu rakam doğru değildir. Bu rakamın içine sigortasız, kayıtsız çalışanlar, çocuk işçiler, göçmen işçiler dahil değildir.
Ama rakam eğer 13 milyon 411 bin olarak alınsa bile, sendikalı işçi oranı çok düşüktür.
Dahası, bu sendikalı işçilerin çok daha azı toplu sözleşmelerden yararlanmaktadır.
4- İşçi sınıfının çalışma koşulları kötüleşmektedir.
İşçilerin çalışma koşulları her geçen gün daha da kötüleşmektedir. Özelleştirme dalgası ile işçilerin birçok sosyal hakkı tırpanlanmıştır. Sendikalar, bu konuda devlet ve patron ile birlikte hareket etmiştir.
Bugün, yerel seçimler öncesinde tanzim satışlardan söz eden Saray Rejimi, dün, ‘et ve sütü, şekeri ve ayakkabıyı devlet üretir mi’ şeklinde kampanyalar açmıştı ve bu konuda en büyük destekçileri sendika mafyası idi.
Bu özelleştirme dalgası işçi sınıfına bütünsel bir saldırının parçası idi. Bugün bunu daha net görebiliyoruz.
İşçiler sadece sosyal haklarını kaybetmediler, aynı zamanda taşeron sistemi ile, ekonomik örgütlülüklerini kaybettiler, daha zor koşullarda çalışmaya başladılar. Mesailer uzadı. Ortalama çalışma zamanı Türkiye’de 10,5 saat/gün noktasına gelmiştir. Haftalık çalışma zamanı 65 saati geçmektedir.
Üzerine, işçilerin çalışma ortamları da kötüleşmektedir. Temizlik, işçi sağlığı önlemlerinin alınmaması vb. gibi şartlar sürekli kötüleşmektedir. İş cinayetleri bunun en açık kanıtıdır. AK Parti iktidarları döneminde, iş cinayetlerinde ölen işçi sayısı 22 bini geçmiştir. Bu rakam, 22 bin, sadece kayıtlı olanlardır. Sigortasız çalışırken ölen işçiler, ölen göçmen işçiler vb. hasıraltı edilmektedir. Bunlar da hesaba katılırsa, her yıl ortalama 2 binden fazla işçinin, iş güvenliği önlemleri alınmaması, aşırı çalışma, sağlıksız koşullarda çalıştırma nedeni ile öldürüldüğü söylenebilir.
5- İşçi sınıfının yaşam koşulları kötüleşmekte, işçiler daha da yoksullaşmaktadır.
İşçilerin, artan fiyatlar nedeni ile reel ücretleri düşmektedir. Sadece 2018 yıl sonu itibarı ile işçilerin kaybı, ortalama %30 civarındadır. İşçiler 2018 yılında %30 fakirleşmişlerdir. Çocuklarının eğitim masrafları, kira, artan elektrik ve gaz faturaları vb. giderek yaşam koşullarını kötüleştirmektedir.
İşsizlik, bu kötüleşen koşulların başındadır. Seçimler nedeni ile CHP yöneticileri ağızlarından bazı rakamlar kaçırmaktadır. Resmî rakamlar 3,5-4 milyon işsiz rakamı açıklarken, bu rakamın 7,5 milyon olduğu açıklanmaktadır. Bizim hesaplarımıza göre bu rakam 11 milyonun üzerindedir.
İşçi sınıfı bu kuşatılmışlığı, bu aşağılanmayı, bu yok yerine konulmayı nasıl kıracaktır?
1- İşçi sınıfı, siyasal olarak sisteme karşı mücadeleyi öğrenmek, geliştirmek, siyasal olarak kendisinin bilincine varmak, devrimcileşmek zorundadır. Devrimci ve örgütlü değil ise, milyonlarca işçi hiçbir şeydir. İşçi sınıfı, devrimci harekete uzaklığını kırmalıdır. Bu nedenle biz, hareket olarak, işçi sınıfının siyasal örgütlenmesinin kritik rolde olduğunu düşünüyoruz.
İşçi sınıfının en ileri unsurları, durumu anlayan, gören unsurları, devrimci hareketle birleşmek ve işçi sınıfını toplumsal mücadelenin öncüsü olarak örgütlemek zorundadır.
2- Her işyerinde, sendikal örgütlenmenin durumundan bağımsız olarak, işçi örgütlenmeleri geliştirmek zorunludur.
3- Sendikaları geri almak ve bu doğrultuda güçlü bir ekonomik mücadele geliştirmek, işçi sınıfının kendini tanımasının okuludur.
4- İşçi semtlerinde, fabrikalarda, işçiler arasında dayanışmanın geliştirilmesi, her yolla bunun geliştirilmesi gerekir. Bu bir yandan, işten atılan işçilere ortak bir fondan destek olunması anlamına da gelmeli, diğer yandan, mahallelerde, işçi semtlerinde ortaklaşa yemek pişirmek de dahil, her türlü dayanışmayı geliştirmek anlamına da gelmelidir.
5- İşçiler, sendikal örgütlenme dışında birçok yolla örgütlenmeli, kendi güçlerini bir araya getirmelidirler. Bu açıdan sadece bir metoda, sadece bir örgütlenme biçimine takılıp kalmak da doğru değildir. Her örgütlenme çabası önemlidir.
6- İşçiler, gelişen direnişlere destek vermek üzere hareket etmelidir. Bu destek bir direnişi, bir grevi ziyaret ile başlar ve daha geniş biçimlerde sürebilir. Olanaklı her türlü destek, sadece direniştekilere moral demek değildir, aynı zamanda destek verenlerin de harekete geçmesi, düşünmesi, kavrayışının gelişmesi demektir. Direnişteki işçi nasıl güzelleşiyor ve öğreniyor ise, onu ziyaret edip ona çay götüren, direniştekinin çocuklarına okul malzemesi taşıyan da güzelleşmektedir, öğrenmektedir.