Önce “güvenlik zafiyeti yok” diyerek, yani her şey bizim bilgimiz dahilinde oldu diyerek katliamı üstlendiler. Daha sonra aklımızla dalga geçer gibi “canlı bomba eylem yapmadan yakalayamayız” gibi açıklamalarla, yayın yasaklarıyla sorumluluklarının üzerini örtmeye çalıştılar.
Katliamdan bu yana, bombacıların Suriye’den Ankara’ya kadar nasıl adım adım izlendiği, yakalanıp serbest bırakıldıkları, katliama dair istihbaratın çok önceden devletin elinde olduğu, katliamın nasıl planlandığı belgelerle ortaya çıktı.
İşçi sınıfı ve halkların ortak mücadelesine saldırdılar
Patlatılan bombalarla, doğrudan işçi ve emekçilerin, halkların gelişmekte olan ortak mücadelesini hedeflediler. Gezi’den bu yana ülkenin batısını saran özgürlük ve kardeşleşme ruhunu hedef aldılar. Gelişen mücadeleyi görerek daha beşiğindeyken boğmak istediler.
Tıpkı 1977 1 Mayıs’ında, Taksim’de işçilerin üzerine ateş açıp panzerler sürerek 33 işçi kardeşimizi katletmeleri; devrim ve sosyalizm mücadelesini boğmak istemeleri gibi…
Tüm topluma esaret sistemi dayatılıyor
Daha dün “biz OHAL’i devlete karşı ilan ettik” diyenler, bugün OHAL bahanesi ve “FETÖ’ye karşı mücadele” adı altında cadı avına girişti.
İşçi ve emekçilere, halklara karşı süregelen saldırının boyutunu giderek büyütüyorlar. Tüm demokratik hakları ayaklar altına alan sermaye devleti, giderek bir tür esaret sistemi geliştirerek tüm toplumu teslim almaya çalışıyor. Bu yeni baskı dalgası, siyasal iktidara karşı olan, sarayın politikalarından kuşku duyan herkese, hatta İslamî kesimlere de yönelmektedir.
Kendi korkularını bize bulaştırmak istiyorlar
Gezi Direnişi ezilenler ve egemenler cephesinde derin izler bıraktı. Üzerine Kobané isyanı etkisi eklendi. Bizim umudumuz, egemenlerin ise korkusu büyüdü.
7 Haziran seçim sonuçlarında, HDP ile kazanılan zaferde somutlaşan işçilerin ve emekçi halkların gelecek umudunu tüm katliam ve baskılara rağmen boğmayı başaramadılar.
Korkuyorlar… Korkuları ‘muktedirdir’ görüntülerinin altından sırıtıyor. Boğamadıkları umudun bir fırsatta daha da büyüyerek sokakları, meydanları dolduracağından korkuyorlar.
Birbirlerinden korkuyorlar. Hepsi koynunda yılan besliyor. Hepsi birbirlerine karşı gardını alarak içerde ve dışarda kirli bir savaş yürütüyorlar. Ortak noktaları, bu çürümüş düzenin ve onu koruyan devletin bekasıdır. Ortak noktaları, işçi sınıfına ve halklara düşmanlıktır.
Korkularını bize bulaştırmak istiyorlar. Sürgit baskı ile katliamlar ile ilelebet kendilerine köle kalacağımızı sanıyorlar. Silahlı güçlerinden kör güruhlarına, mahkemelerinden medyasına, eğitim sisteminden diyanetine 24 saat esaretimiz için çalışıyorlar.
Ama artık mızrak çuvala sığmıyor!
Boyun eğmek ya da direniş
Açıktır ki zor günlerden geçiyoruz. Hayat bizler için hiç kolay olmadı, olmuyor; İş, geçim, hastalık, korku, endişe, kaza, ölüm… Bütün bu hengâme içinde çoğu zaman yanı başımızdakini bile görmekte zorlanıyoruz.
Ancak karanlık ne kadar koyu olursa olsun, zorluk ne kadar büyük olursa olsun ve biz kabul edelim ya da etmeyelim bizim için her zaman aynı seçenek söz konusuydu:
Boyun eğip esareti kabul etmek ya da esarete karşı savaşıp başını dik tutmak!
Unutmak yok, Susmak yok, affetmek yok!
İşçileri, emekçileri kendi örgütlü güçleri dışında esaretten kurtaracak bir güç yoktur. İşçiler bir sınıf olarak kapitalist siteme karşı savaşmadan özgürleşemezler.
10 Ekim’de Ankara’da katledilenler bizim sınıf kardeşlerimizdir.
Ankara’ya barış kardeşlik ve özgürlük taleplerimizi haykırmak için gittik.
İşçi ve halkların düşmanları içimizde bombalar patlattı. Canlarımızı parçaladılar, etleri bedenlerimize yapıştı, kanları yüzümüze.
Bir daha barış, kardeşlik, özgürlük için mücadele etmeyelim diye…
Katlettikleri canlarımızı, bizlere yaptıkları zulmü unutmak, yokmuş gibi davranmak, sessiz kalmak insanlığını yitirmektir, çürümektir. Unutmamanın, hesap sormanın, bu sömürü ve katliam çarkından kurtulmanın tek yolu birlik olmak ve örgütlenmekten geçiyor.
Unutmak yok, susmak yok, affetmek yok!
Gücüne Güven, Örgütlen, Hesap Sor!
İŞÇİ GAZETESİ / Ekim 2016