Kaldıraç dergisinin 287. sayısında yazı başlığı ile ilgili paylaştığım ilk çalışmada Aysun Sadıkoğlu’nun tarafıma göndermiş olduğu selâma yanıt vermeye çalışmış ve operasyonlar sonrasında TL’nin yabancı paralar karşısında değerini koruyabilmek için piyasaya sürülmüş olan USD miktarı hakkındaki bilgilerimi paylaşmıştım. Hemen belirteyim ki bahse konu yazının paylaşılması sonrasında yaşanan süreçte piyasaya sürülen USD miktarı daha da arttı. Gerçi iktidarın borazanlığını yapmakta olan medya kuruluşları “Merkez Bankası Döviz Rezervi Son Sekiz Haftanın Zirvesinde” tadındaki başlıklarla zafer çığlıkları atmaya başladılar ama bu başlık bir makyaj operasyonunun ürünü sadece. Makyajı kazıyınca geride bıraktığımız sekiz haftada döviz rezervlerinde meydana gelen 936 milyon $ tutarındaki artışın 855 milyon $ tutarındaki kısmının altın satışından kaynaklandığını görüyoruz. Bir başka anlatımla altın satıp döviz alınan bir süreç yaşamışız. TCMB tarafından haziran ayı başında yayınlanan istatistikler bu durumu gösteriyor. Arada bir fark var. Bu da pozitif bir eğilimin göstergesi değil mi, diye soracak olursanız eğer, hayır derim. Çünkü aradaki 81 milyon $ seviyesindeki farkın bir kısmı IMF bünyesindeki SDR rezervlerinin kullanılması ile karşılanmış 77 milyon $.
Geriye kalan sadece 4 milyon $ var. Bu arada Merkez Bankası mayıs ayı zarfında 125 milyon $ tutarında yeni borç yapmış. Yani günün sonunda 121 milyon $ daha geriye gitmiş rezervler. Şimdi buna bir de yine Merkez Bankası tarafından aynı dönemde gerçekleştirilen 7 milyar TL tutarındaki iç borçlanmayı da ekleyelim. Bu para ile de döviz alındı. Yaklaşık 175 milyon $. Bu rakamı da ekleyince 287. sayıdaki yazının yazıldığı tarihten itibaren 2025 yılı mayıs ayı sonuna kadar yaşanan dönemde TCMB döviz rezervlerinde 300 milyon $ tutarında bir azalma görürüz. Konu ile ilgili derinlemesine bir inceleme yapmadığım için yukarıda belirtilenlerin dışında bir veri yok elimde. Ancak bu kadarı bile iktidar medyasının davul zurna ile ilan ettiği “döviz rezervinin arttığı” haberinin hiçbir şekilde gerçeği yansıtmamakta olduğunu kanıtlamakta. Öte yandan muhalefet çevrelerinin dillerinden düşürmedikleri “60 milyar $ harcandı” söyleminin de abartılı olduğunu düşünmekteyim. Süreç dinamik bir şekilde devam ediyor birkaç ay zarfında daha gerçekçi bir yorum yapabileceğimizi düşünmekteyim.
Bu yazının odaklanacağı konu ise 19 Mart 2025 sonrasında yaşanan sürecin oluşturduğu diğer ekonomik zararlar. Bahse konu zararların her biri ayrı niteliklere sahiptirler, dolayısı ile birbirinin üzerine eklenip bir toplama işlemine tâbi tutulmaları matematik bir anlam ifade etmez. Elma ile armudun toplanamayacağı gibi bir durum söz konusu, bu nedenle bahse konu zararların her birini ayrı bir inceleme kalemi olarak ele alıp değerlendirmek gerekir. Yazıda bu yöntem izlendi, dolayısı ile ortaya çıkan maliyeti tek bir rakam olarak ifade edilmedi. Zaten bu tür bir çabanın içine girmek abesle iştigal anlamını taşır.
Ele alacağımız ilk zarar kalemi İstanbul Borsasında gerçekleşti. Burada oluşan zarar pek emekçileri ilgilendirmez diye düşünülebilir. Ancak ben aynı görüşte değilim. Nedenini de aşağıda açıklamaya çalışacağım.
Mart ayı başı borsa endeksi ile mayıs sonu endeksi incelendiğinde iki endeks arasında 6,62 puanlık bir düşüş gözlemlenmekte. Hiç de küçümsenecek bir oran değil bu. “Borsa işte iner de çıkar da” diye geçiştirilebilecek bir konu da değil. Sonuçta iki aylık dönem zarfında ülkedeki varlıkların %6,62 oranında değer yitirdiğinin göstergesi bu durum. Şimdi şöyle düşünelim: Borsada işlem gören hisseler değer yitirdiklerine göre birileri para kaybediyor demektir. Kim bu kaybedenler? Hemen söyleyelim, küçük yatırımcılar. Bir biçimde eline geçmiş olan parayı (söz gelimi emeklilik ikramiyesi vb.) heba olup gitmesin diye borsada değerlendirmek istemiş, buradan elde etmesi olası gelir sayesinde bütçesini ferahlatmaya çalışan, yeterli finansal olanaklara da güçlü bir iletişim ağına da sahip olmadıkları için birebir piyasa takibi yapamayan bir kitledir “küçük yatırımcı” ifadesi ile tanımlanan. Hisseleri borsada işlem gören şirketler batmazlar bu değer yitimi ile ancak servetler el değiştirir. Küçük yatırımcının bin güçlükle elde ettiği birikim büyüklerin eline geçer böyle dönemlerde. “Her kriz yeni fırsatlar yaratır” cümlesi böyle durumlar için geçerlidir. Sistem şöyle çalışır:
Hisse senetlerinin âni değer kaybı yaşaması ve bu trendin bir süre yaşanacağının ortaya çıkması ile küçük yatırımcı panikler. Yılların mücadelesi sonucu elde ettiği birikimi yitirme korkusuna kapılır. Son derece insanî bir duygudur bu. Küçük yatırımcı bu süreçte daha fazla zarar etmemek, tüm birikimini yitirmemek için elindeki hisseleri satar ve piyasadan çekilir. Elden çıkarılan hisselerin yeni sahibi ise piyasadaki büyük oyuncular ya da bahse konu hisseleri ihraç etmiş şirketler olur çoğu kez. Böylece küçük yatırımcıların birikimleri büyük sermayenin eline geçer. Bu kez de öyle oldu. İstanbul borsasının mayıs sonu itibarı ile yayınladığı bültene göre nisan ve mayıs ayları zarfında toplam 68.191 yatırımcı çekilmiş borsadan. Buna karşın kurumsal yatırımcı sayısında azalma yok. Dolayısı ile çekilenler ağırlıklı olarak küçük yatırımcılardan oluşuyor. Bir husus daha var dikkat çeken, kurumsal yatırımcıların sahip oldukları portföy değeri %3,2 oranında artış göstermiş (Geniş bilgi için bkz: htpps://mkk.com.tr). Bütün bu verileri bir arada değerlendirince borsadaki değer düşüşünün küçük yatırımcının birikimlerini kaybetmelerine ve yitirdikleri bu birikimlerin ifade ettikleri değerden daha düşük bir bedelle büyük sermayenin portföyüne girdiğine tanık oluruz. Kimdir bu küçük yatırımcılar? Emekli öğretmen, akademisyen, bürokrat, mühendis ya da esnaf. Sonuçta yaşamlarını sürdürebilmek için bedensel ya da zihinsel çaba sarf etmiş insanlar bunlar. Uzun yıllar boyunca sürdürdükleri çalışma yaşamları boyunca elde ettikleri birikimi borsada değerlendirmek ve bu yolla edinecekleri geliri emekli maaşlarına katarak görece daha rahat bir emeklilik yaşama çabasına girmişler. Eriyen, yok olan ya da daha doğru bir ifade ile büyük sermayenin varlıkları arasına katılan bu insanların birikimleridir işte.
Kuşkusuz ekonomide gerçekleşen kayıp bununla da bitmedi. İşçi ve emekçilerin gelirlerinde de, emeklilerin gelirlerinde de büyük kayıplar yaşandı bu süreçte. İşçi ve emekçilerin kayıpları ile başlayalım isterseniz. Operasyon öncesi USD 36,50 TL idi. Bu rakam 31 Mayıs 2025 itibarı ile 39,24 oldu. Bir buçuk aylık dönemde meydana gelen fark %7. TÜİK verilerine göre 2024 yılı sonu itibarı ile ülkede maaşlı çalışan sayısı 27,5 milyon (devlet memurları da bu sayıya dâhil). Operasyon öncesinde çalışanların maaş ortalamasının 1000 USD olduğunu varsayalım (Gerek TİSK tarafından gerekse bazı özel araştırma kuruluşları tarafından yapılmış olan ücret araştırmaları maaş karşılığı çalışanların aylık ortalama gelirlerinin 1000 USD çevresinde yoğunlaştığını göstermekte. Konu ile ilgili detaylı bilgi almak için Mercer, HR Partners, Hay Group ve TİSK ücret araştırmaları raporları incelenebilir). Bu varsayım tahtında ülkede ücret geliri elde eden her bireyin 19 Mart operasyonu sonrası gelirinin 930 $ seviyesine düştüğünü, bir başka anlatımla her bireyin bir buçuk ay zarfında 70 $ gelir kaybına uğradığını görüyoruz. Toplamda ne mi yapıyor? 1.925.000.000 $ yazı ile ifade edecek olursak eğer bir milyar dokuz yüz yirmi beş milyon Amerikan Doları. İşte ücret geliri elde edenlerin bir buçuk aylık gelir kaybı.
Elbette bu birey başına 70 $ tutarındaki ücret kaybı her ücretli için aynı şeyi ifade etmiyor. Bu gelir kaybının en çok etkilediği kesim asgarî ücret karşılığı çalışanlar. 25 Aralık 2024 tarihinde Bianet adlı sitede yayınlanan habere göre Türkiye’de ücret geliri elde edenlerin %40’ı asgarî ücret mukabili çalışmakta (DİSK-AR raporuna göre bu oran %50 ancak şahsen Bianet sitesindeki haberde yer alan oranı daha gerçekçi buldum). Haberin detayı incelendiğinde bu oran hesaplanırken “devlet memuru” sıfatını taşıyanların hesaba katılmadığı fark ediliyor. Bu da son derece doğal çünkü en düşük devlet memuru maaşı bile asgarî ücretin hayli üzerinde. Yukarıdaki 27,5 milyon çalışandan 3,5 milyon devlet memuru çıkarıldıktan sonra kalanın %40’ını hesaplarsak eğer 9.600.000 sayısına ulaşıyoruz. Bu da kabaca ülkedeki asgarî ücretli sayısı. Şimdi bu kadar insan için nasıl bir gelir kaybı oluştuğunu hesaplayalım:
Bilindiği gibi asgarî ücret 22.104 lira. Bu rakam operasyon öncesi kurdan hesaplandığında 605,6 USD iken Mayıs 2025 sonu itibarı ile 563 USD seviyesine gerilemiş bulunmakta. Bireysel gelir kaybı 42,6 $, asgarî ücret karşılığı çalışanların total gelir kaybı ise 408.960.000 $, yazı ile ifade edecek olursak dört yüz sekiz milyon dokuz yüz atmış bir ABD Doları olarak gerçekleşmiş bu bir buçuk ay zarfında. Yukarıda ortalama gelir için yapılmış hesabı burada asgarî ücret karşılığı çalışanlar için tekrarlamanın bir anlamı yok. Sonuçta aynı oranlar çıkar yaklaşık olarak. Ancak asgarî ücretliler için bu gelir kaybı rakamlardan çok daha fazla anlam ifade etmekte. Yaşam maliyetlerini karşılamakta zaten yetersiz olan ücret gelirinin daha da yetersiz hâle gelmesi asgarî ücret mukabili çalışmakta olanların içinde bulundukları sefalet girdabında daha fazla kaybolmaları demek. Yaşamlarını sürdürebilmek için tek çareleri olan kredi kartlarına daha fazla sarılıp daha çok borçlanmaları demek. Ne var ki bileşik faiz hesabı ile yıllık %80’e ulaşmış olan kredi kartı faizleri ile bu durumun uzun süre sürdürülemeyeceği de çok açık. Ekonomik sıkıntıların yaratacağı depresyonlar, insanları intihara vardıracak ruhsal çöküntüler çok uzakta değil. Böylesi bir toplumsal çöküntüyü maddî değerler üzerinden ifade edecek bir hesaplama yöntemi de yok.
Sırada elbette en alttakiler var. Yani asgarî emekli maaşı alanlar. Gerçi oldukça küçük bir azınlık dışında (tüm emeklilerin yaklaşık %4’ü) emeklilerin tümünün durumu pek de hoş değil. Ülkede emekli maaşları ortalamasının 26.000 lira seviyelerinde olduğu tahmin ediliyor. Tahmin ediliyor diyorum çünkü gerçek bilgiye ulaşılamıyor. SGK emekli maaşları ile ilgili ayrıntılı bir belge yayınlamadığı için kaç kişinin hangi seviyede emekli maaşı aldığını bilemiyoruz. SGK adeta bir ticari sır gibi saklamakta bu bilgileri. Dolayısı ile en düşük emekli maaşı alan kişi sayısını da bilmekten uzaktayız. Bildiğimiz sadece en düşük emekli maaşının 14.469 lira olduğu bu rakam üzerinden hareketle operasyon öncesi en düşük emekli maaşının 396,4 $ seviyesinden 368,7 $ seviyesine düştüğü bu bir buçuk aylık dönem zarfında. Böyle bir gelir ile ayakta durabilmenin ne derece mümkün olduğunun takdiri ise bu yazıyı okuyacak olanlara ait kuşkusuz. Bu düzeyde bir gelir ile yaşamak zorunda olan kaç kişi var? Onu da sadece SGK biliyor.
Dikkat edilecek olursa değişik toplum kesimlerinde oluşan satın alma gücü kaybını enflasyondan bağımsız olarak hesaplamaya çalıştım. Bunun nedeni incelemeye çalıştığım bir buçuk aylık dönemde gerçekleşen enflasyona 19 Mart operasyonunun ne ölçüde etki yaptığını hesaplayabilecek yeterli materyalin bulunmayışı idi.
19 Mart operasyonu ile enflasyon arasında enflasyonu tetikleyici yönde bir ilişkinin mevcudiyetini söylemek mümkün ancak bu ilişkinin derecesinin hesaplanması çok kapsamlı araştırmaları ve bu araştırmaların bulgularından yararlanılarak kurulacak karmaşık bir ekonometrik model kurulmasını gerektirir. Yazık ki bu satırların yazarı böylesi bir araştırmayı gerçekleştirecek olanaklara sahip değil. Ancak şu kadarını ifade edebilirim ki yukarıda hesaplanmış olan rakamlar enflasyon etkisi sonucu hesaplanmış olandan daha büyük bir satın alma gücü kaybı yaratmış ve ücret geliri elde edenleri de, emeklileri de, bir kısım esnafı da telafisi son derece güç ekonomik sıkıntılara sokmuştur.
İki bölüm hâlinde dikkatlerinize sunmaya çalıştığım bu yazıda 19 Mart operasyonunun yaratmış olduğu ekonomik tahribatı betimlemeye çalıştım. Umarım başarılı olmuşumdur. o
Dipçe: İran’a yönelik emperyalist saldırı sonrasında da ekonomideki olumsuz gelişmeler de, ülke ekonomisindeki tahribat da devam etti doğal olarak. Haziran ayı zarfında meydana gelen ekonomik tahribatta 19 Mart operasyonunun payı ile İran’a yönelik emperyalist saldırının payını tartılandırabilecek verilere henüz ulaşmanın mümkün olmadığından haziran ayı verilerini inceleme dışı bırakarak bu çalışmayı 18 Mart-31 Mayıs dönemi ile sınırlandırmayı tercih ettim.