“Eğer intihar olsaydı, onu hademe değil takip eden bulmalıydı” – Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu’yla Röportaj

 

            Kaldıraç: Ali Serkan Eroğlu denilince aklına ilk olarak ne geliyor?

            DKTT : İlk öğrenci geliyor, gerçek anlamda bir öğrenci, yaşamayı öğrenmeye çalışan, örgütlü yaşamı öğrenmeye çalışan, sosyalizm kültürünü kendi yaşantısında nasıl yaparım diye yoğunlaşan, araştıran, okuyan, yazan ve praksis dediğimiz yani teori ile pratiği yaşamında birleştirmeye çalışan bir insan geliyor benim aklıma Serkan deyince.

 

            Kaldıraç: Ali Serkan’la kaç yılında ve nasıl tanıştınız?

            DKTT: Serkan’la 1995 yılında tanıştık. Bunun hikâyesi de şöyle: Biz 1993 yılında bir araya geldik. O zamanlar Ege Üniversitesi’nde tiyatro yapan insanlardık, daha doğrusu şiir-dramatize yapan insanlardık. O dönem 93 ile 94 yıllarında şiir grupları kurup, okulun içerisinde oyunlar oynuyorduk. 1995 yılında artık biz şiir değil de bir tiyatro oyunu çıkaralım dedik ve şiir grubu tiyatro grubuna evirildi. İsmi de Ege Ensemble’ydi. İşte Brecht ekolünü belirleyen, sosyalist gerçekçiliğin içerisindeki diyalektik gerçekçilik tanımıyla uğraşan, seyircinin düşünmesine yol açan ve bir yola iten bir tiyatro akımı en genelinden bakıldığında. O dönem içerisinde oyunlar oynuyorduk, ilk oyunlarımızdan biri de “Dışarıda Kapının Önünde” diye bir oyundu. O dönem ülkemizde olan bir iç savaşı konu alan ve askere gitmenin kötülüğü üzerinden bizim de tarafımızı belirlediğimiz bir oyundu. Oyunları tiyatro mekânlarında, üniversite içerisinde ve alternatif mekânlarda, Cafelerde çalışarak hazırlıyorduk. Bu kafelerden biri de bir şairin işlettiği Şiir Cafeydi. Genelde oyun oynadığımız, sürekli gittiğimiz bir mekândı. Oraya gittiğimizde orada köşede oturan bir tane çocuk vardı. Gözlüklü, saçlar biraz uzun, kıvırcık saçlı sürekli otururdu, oyunlarımızı seyrederdi,  hiç konuşmazdı, sürekli masasında notlar alırdı, ama notları nerdeyse bir kitap kalınlığına geliyordu, sürekli yazıyordu. Kişisel olarak merakımı çekti; “bu adam ne yapıyor diye?” Gittim, sohbet ettim, tanıştık tiyatro ekibimizden söz ettim, yeni bir oluşum diye anlattım. Kendimizi tanıştırdım. Tiyatro yapmak ister misin? diye sordum sonra bizle çalışmaya başladı Ali Serkan.

İlk başta tam böyle solcu demeyeyim de yani böyle bir anarşizme daha yakın duran bir öğrenciydi, sürekli okuyan ve kafasındaki güçsüz bilgileri doğru bir çizgiye çok tarif edemeyen bir şeydi. Zaten o zamanlar herhalde 17-18 yaşlarındaydı.

Sonra çalışmaya başladık beraber, ilk başlarda hep sessiz dururdu. Biz o sessizliğini, neden sessiz durduğu üzerinden onu konuşturmaya çalışırdık. Ama o içine gömülüyordu, konuşmuyordu. Belli bir birikimi vardı ama bu entelektüel birikimi hiç açmıyordu. Sonraları bizim çalışmalarımıza sürekli geldi,  o dönem üniversitelerde sorun yaşamaya başladık, üniversiteler bizi okullarında istemiyorlardı. Bu yüzden dışarıya çıkacağız, dışarıda bir yer tutacağız gibi tartışmalarımız vardı. Üniversiteden ayrıldığımız dönemde grup 40 kişi varsa bir ayrılma döneminde, biz 1. derecede önemli olan tiyatrodur ve tiyatro yapacağız dediğimizde sayımız 10 kişiye kadar düştü. Ve bu 10 kişi içerisinde Serkan da vardı. Bu tartışmaların yaşandığı bir toplantı da şimdiye kadar çok az konuşan Serkan ilk defa çok net bir tutum alarak bir konuşma yaptı ve dedi ki: “Burada sadece kararımızı sadece kendi adımıza veremeyiz. Bu karar halklarımız için, komşumuz için anne- babamız için, akrabalarımız için, tüm toplum için vereceğimiz bir karar olmalıdır. Bu yüzden kişisel açmazlıklar grubun önünde engel olmamalıdır.” dedi. Biz hepimiz şok olmuştuk, Serkan’dan ilk kez çok net konuşmalar dinliyorduk. O dönem hep sessizdi. Sonra yoğun bir döneme girdik. Haftanın 5-6 günü 3’er 4’er saatlik çalışmalar yapıyorduk. Yavaş yavaş kendi konumumuzu netleştirmeye çalışıyorduk ve grupta yavaş yavaş sosyalist görüş hakim olmaya başladı. Bu süreçte insanlar örgütlenmeye başladı. Kimisi ÖDP’ye, kimileri Kaldıraç’a, kimileri Yurtsever Hareket’e örgütlendi. Tüm yapılardan gelen ve sosyalist sanatı nasıl geliştirebilirime emek harcayan bir yere evrilmeye başladı Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu. Tüm etkinliklere çıkıyorduk, bulduğumuz her yerde tiyatro oynamaya çalışan bir ekiptik. Ve bu dönemde Serkan azimliydi, çalışkandı, bütün çalışmalara saatinde gelen, okuyan, hazırlanan biriydi. Serkan’ın gelişimi sosyalizmle tanışmasıyla, Kaldıraç’la tanışmasıyla, DKTT ile tanışmasıyla beraber hızlandı. Artık Serkan kendini ifade edebilen, tartışan bir yere evrilmişti ve bu gelişme bizim dikkatimizi çekiyordu. Yeni tanıştığımız bir arkadaşımızın olumlu yönde bu kadar değişmesi hepimizi motive ediyor ve bu değişim ve dönüşüm bizim doğru yolda olduğumuzu kanıtlıyordu.

O dönem içerisinde şöyle bir fikir gelişti, işte biz kendi içimizde bir 6-7 ay kapanalım ve yoğunlaşalım diye bir şey tanımlamıştık ve bir oyun çıkartalım diye konuşmuştuk. Ve bu oyun “Bir Tek Dağ” isminde Harold Pinter’in bir oyunuydu. Seksenlerde Türkiye gelmiş, Türkiye’deki işkenceyi konu alan bir tiyatro oyunuydu. Burada işte bunu oyunlaştırma kararı almıştık ve birazcık da gizli bir grup içinde kapanık bir şey yapmaya başladık. 5 tane oyuncusu vardı grubun,  günde 5 saat çalışıyorsak, oynayanlar 3 saat daha ekstra yapıyorlardı. Günde 8 saatlik bir çalışmasının içerisinde yer alıyorlardı. Ve yaklaşık 6-7 ay içerisinde bu oyunla geldiler. Oyunu Metin Tülü diye bir arkadaşımız yönetmişti. DKTT’nin kurucularından, Gürkan diye, şu anda bilgisayar mühendisi olan ve İstanbul’da olan bir arkadaş, Ece şuanda işte örgütlü feminist mücadelenin öncülerinden olan bir arkadaş, yine Sevgi bilgisayar mühendisi olan görüştüğümüz, sevdiğimiz, İstanbul’da yaşayan bir arkadaş ve Serkan oynadı. Ve oyun çıktı ve oyunda da şöyle bir şey vardı. Rastlantısal biçimde şöyle bir şey vardı, gözaltına alınan bir aydının yaşadıklarını anlatıyorlardı o dönem içerisinde. Aydın gözaltına alınıyor, aydını sürekli işkencede konuşturtmaya çalışıyorlar, aydın çözülmüyor işkencede de bir tanrıymış gibi davranıyor, buranın tanrısı benim istediğim her şeyi yapabilirim. Sonra karısına tecavüz ediyorlar, çocuğunu öldürüyorlar, aydını bir şekilde de çözmeye çalışıyorlar. Bunun üzerinden bir oyundu, Serkan orada aydını oynuyordu. Ve oyun o dönemim tiyatro anlayışı içinde iyi bir etki yarattı, ses getirdi. Çünkü koca sahnenin tamamını işkencehaneye döndürüyorduk, zifiri karanlıkta giriyorlardı sahneye ve seyirciler teker teker aranarak. İçeride gerçekten işkence yapılıyordu seyircilere ve oyucular yani sahne diye bir tanım yoktu. Düz mekânlarda oynuyorduk ve karanlığın içerisinde yanındaki birden oynamaya başlıyordu ve tüm salonun tamamını bir işkencehaneye çevirmiştik. Orda işte aydın rolünü oynuyordu Serkan.

            Kaldıraç: Serkan tiyatroya, sanata nasıl bakıyordu? Nasıl bir sanatsal anlayışa sahipti mutlaka DKTT ile gelişen bir süreç ama biraz anlatabilir misin?

            DKTT: Çok okumayı seven bir insandı, bu yüzden tüm akımları okuyordu. Sonra yani bizdeki kaynaktan da okuyordu. Bizde de Brechtiyen bir duruş vardı. Hep böyle Brecht üzerinden okumalarımız vardı o dönem içerisinde bir de akrobasi üzerinden çalışmalarımız vardı. Yani Grotocski’nin biçimini alıyorduk, Brecht’inde ideolojisini alıyorduk, harmanlaştırarak bir tiyatro kuramı bulmaya çalışıyorduk o dönemde içerisinde. Serkan da burdan şey yapıyordu. Bir de en sevdiği kitap mesela Brecht’in Me-ti diye bir kitabı vardı, onu çok seviyordu. Sürekli mesela ordan örnekler vardı, orda da işte normal küçük küçük öyküler vardı gene Brecht’in yazdığı. Onlar üzerinde kafa patlatırdı, yorardı ya da bilmem ne yapardı. Sonra işte gene Kaldıraç’tan o dönem Serkan’la aynı dönem ölen arkadaşın da kitabı çıkmıştı o dönem. Yani o zaman şeyi anlayabiliyorduk yani o da aynı yerdeydi Serkan’da aynı yerdeydi. Aynı metin içerisinde küçük küçük hikâyeler. İşçi bilmem kime soruyor vb. Gibi bir tarz üzerinden küçük küçük öyküler yazmayı çok severdi. Sosyalist sanatı nasıl geliştirebilirim üzerinden kafa yoruyordu ve o dönem içerisinde şöyle bir şey olmuştu grubumuzda 3-4 tane Kaldıraç’çı olmuştu o dönem içerisinde. Ve biz burada tiyatro yapacağız, örgütümüzle de tiyatro yapacağız. Bizim için öncelikli olan burdaki işte öğrenmemiz, gelişimimiz bilmem ne, örgütümüze aktaracağız gibi bir şey sundular. Bizim de hayatımız boyunca sahiplendiğimiz, kabul ettiğimiz bir şeydi. Gruptaki hemen hemen herkes bunun içinde çalışıyordu, Atılımcılar vardı işte BEKSAV işte şey yapıyordu. Bizde çalışıyordu bir müddet sonra BEKSAV’a alınıyordu. Yurtsever Kürt öğrenciler MKM üzerinden çalışmaya başlıyordu. Serkan’larda öyle bir şey yaptılar. Sokak oyunu oynayacağız diye bir hedef koydular. Bir çalışmaya çağırmışlardı o dönem sokak oyunu oynayacağız diye. Taylan vardı yine bizim grubumuzdan olan birazcık daha tiyatro deneyimi iyi olan bir arkadaştı. Yaşam duruşu anlamında da iyi bir arkadaştı. Daha çok Taylan’ın öncülüğünde Kaldıraç’ta bir tiyatro grubu kuruldu. Parya diye… YÖK üzerinden bir oyun yaptılar. Sonra üniversiteye gelmek üzerinden bir oyun yaptılar. Ve oralarda şeyi denediğini görüyorduk, yani yeni açılımlar oluyordu. Gene sokakta oynarken bilmem nerden geliyorum, Kars’tan geliyorum, Van’dan geliyorum, bilmem nerden geliyorum diyen öğrencilerin bulunduğu, umutla geldiği her şeyin çok güzel olacağını zannettiği bir ortamdan gelip, faşist hükümetle eğitim kurumlarına dınk diye çarpan oyunlar oynuyorlardı. Serkan’ın tiyatro bakışı böyleydi sadece salonların değil sokaklarında doldurulması gerektiği idi.

            Kaldıraç: Kaçırılma sürecini anlatabilir misin?

            DKTT: Tamamıyla öğrenciydi. Yaşamı öğrenmek istiyordu. Yavaş yavaş Kaldıraç’taki tiyatro grubuyla hareket ediyor ve DKTT’ye daha az gelmeye başladılar. O dönem öldürülmeden 1 ay önce grubunda da aktif çalışan, kafa yoran bir insandı. Şöyle duyuyorduk  “Ege Üniversitesi’nde bir arkadaşla birlikte işte yemekhaneye gitmişler ajitasyon çekmişler, tiyatro oynamışlar. Yani sürekli faaliyet içindeydi. Zaten dönemde çok hızlı bir dönemdi. Ve o dönem içinde Serkan’da çalışırdı. Tarihini çok iyi hatırlamasam da Kaldıraç 94-95’te ismini duyurmaya başlamıştı. 94’te Bekir’le tanıştım. İzmir’de bizim evde kalmışlardı. Sabaha kadar konuşmuştuk. Orada ilk defa duymuştum, 94’tü, Kaldıraç neden kuruldu vs. Yakın bir tarihti. Kaldıraç’ın, bir gelenekten gelmiyor olması, yeni bir oluşum olması… Birden sıçrama yarattı Kaldıraç. İzmir’de ilk başlarda üniversitede sadece 1 kişi vardı 95’te. Ama 96-97’de 40 kişi vardı. 45 tane öğrenci hareket edebilir bir hale gelmişti. Sıçramıştı. Ve ilk gözaltı süreci o dönemdeydi. Tam ayrıntısını hatırlamıyorum. Tek başına giderken alınıyor. Karşıyaka’dan sivil otomobille kaçırılıyor. İşkence görüyor. İşkencede öncünüz kim, nesiniz siz, ne yapıyorsunuz gibi sorular soruluyor. Buralarda bir çözülme yaşamıyor Serkan… Ve “beni öldüreceklerini düşündüm” demişti.

            Kaldıraç:  Ali Serkan’la gözaltından sonra neler konuştunuz?

            DKTT: Gözaltından çıktından sonra. DKTT’de bir ekibimiz vardı. Gözaltından çıkanları dinlendirirdik. Gönderirdik. Ama konuşmaya çalışırdık. Süreci nasıl atlatabiliriz diye. O dönem de Serkan’la konuşmuştuk. İşte öldürüleceği üzerinden tehditler almış. Arkada kürek var bak demişler üstüne gitmişler. Salındıktan 2-3 gün sonra okula gitmeye başladı, tekrar görüştük. “Sürekli beni takip ediyorlar” demişti. Bir oyundu bu. Gözaltından sonra sürekli takip ederler. “Biz peşindeyiz”in altını çizerler. Ve tarihini net hatırlamıyorum yine, yaklaşık 10-15 gün sonra evdeydik Bornova’da saat 3-4 gibi kapı çalındı. Kapıyı açtıktan sonra bizim arkadaşlardan Metin “Serkan öldü” dedi. Birden algılayamadım. Kapıyı kapattım evde durdum öyle. Anlamadım yani. O dönemde de bir sürü insan ölüyordu, o dönem Tansu Çiller vardı kaçırılma, işkence çoktu. Ev arkadaşım vardı mesela, 32 gün işkencede kaldı. Bir sürü hasar vardı. O dönem gözaltı demek kalıcı bir zayiatla çıkmak demekti. Sonra birden sokağa çıktım aramaya başladım insanları. Evleri tek tek dolaşıyordum. Herkese anlatıyordum, dinliyordum. Tuvalette asılı olarak bulunmuş dediler. Hademe miydi neydi bulan, onunla konuştuk. Nasıl oldu diye. Hayat dolu bir insandı, pratiği vardı. Kendini asma ihtimali hiç yoktu. Sürekli takip edildiğini söylüyordu. Eğer intihar olsaydı, onu hademe değil takip eden bulmalıydı. Bir de o dönem sürekli böyle şeyler yaşandığı için katiller belliydi ama ispatı yoktu. Sonra otopsi yapıldı. Belli oldu, asılmadan önce bayıldığı anlaşıldı. Bu cinayetti, intihar olmadığı belliydi yani. Asılması zordu. Saçmalıklarla doluydu. Avukatlarla görüştük, dava açalım diye. Avukatlar dedi ki “dava açarsak başka bir görüntü yok, sadece bayıldığı belli buradan bir sonuç çıkmaz. Eğer dava açmazsak dava düşer. Delil toplamamız lazım”. Bugüne kadar öyle bir delil yok, dava da düştü.

            Kaldıraç: Serkan öldürüldükten sonra sıkça eylemler oldu okullarda. O dönem ve bugün hala Serkan için “Serkan insan olmanın çığlığıdır” sloganı öne çıktı. Bu konuda neler düşünüyorsun?

            DKTT: Genellikle bir yoldaşımız öldüğünde direk kahramanlaştırılırdı. Serkan’da bilinen şey Serkan’ın herkesçe tanınması, kültür-sanat faaliyetiyle uğraşması, kimseyle hiçbir problemi olmaması, her şeye kafa yorması ve örgütlü yaşamdan gerçekten mutu olan bir yapısı vardı. Bu yüzden herkesçe benimsendi slogan. İnsan olmanın çığlığıdır, insandır yani, bizden bir insandır. Bu adamın yaptığı şey kültür ve sanatta yol açmaya çalışmaktı. Hem örgütünde hem burda. Önünü kestiler işte, hem DKTT’de hem Kaldıraç’ta. Evet, DKTT’de de bir oyuncuydu ama Serkan Kaldıraç okuru olduğu için öldürüldü. Ve Kaldıraç’ın önünü kesmek için öldürüldü. Bekir’de de aynı şey var. Onun için de intihar dediler. Devlet güç gösterisi yapıyordu.

Bir de bir sene sonra operasyon yedik, hem DKTT, hem Kaldıraç. Hemen hemen o zaman için herkesi topladılar bizden. Ve asılma olayının arkadaşları tarafından yapıldığını kanıtlamaya çalıştılar kendilerince. Herkese bu yönlü işkence yaptılar. Tabii ki yalandı, kimse de ağzını açıp bir şey demedi. Evlerimiz basıldı, çalıştığımız yerler basıldı. Hepimiz bir şekilde toparlandık, ya da tehditler edildik. Devletten doğru “Biz istediğimiz her şeyi yaparız” gibi bir hal vardı.

            Kaldıraç: Bizim sorularımız bitti. Senin eklemek istediğin var mı?

            DKTT: Yani dönem öyle bir dönem ki her şey unutmak üzerine kuruluyor. Modanın bu kadar yaşamımızda yer alması mesela gündemlerin sıkça değişmesi vs. Eskiye dair hiçbir şey hatırlamamaya başlıyoruz. Eskinin değerleri kayboluyor. Mesela AKP’den de önce her şey güzeldi gibi bir anlayış var. Kitaplar, gazeteler, televizyonlar, şarkılar unutturuluyor. Değerlerimiz önemli.  Tiyatromuzla, tarif ettiğimiz düşmanla, kendimizle, kendimizde devrimci olmayan unsurlarla ve en önemlisi hafızalarımızla savaşıyoruz. Biz Serkan’ı unutmadık, unutmayacağız. Ve Serkan’ın bıraktığı bayrağı taşımaya devam edeceğiz.

            Kaldıraç: Teşekkür ederiz.

            DKTT: Ben Teşekkür Ederim

15 Kasım 2014 günü Duvara Karşı Tiyatro Topluluğundan Vedat Kuşku  ile Ali Serkan Eroğlu üzerine yaptığımız röportaj, yayınevimizden çıkan İnsan Kirlenmesine Yanıt: Serkan kitabında bulunmaktadır.