Muhtemeldir ki belediyelere atanan kayyum sonrası Soylu’nun “bu halkı 5 yıl daha kayyumla yönetirsek, artık bize oy verirler” referansından olsa gerek Melih Bulu “bu krizin 6 ay içinde biteceğini” düşünedursun, kayyum rektöre karşı direniş bugün birinci ayını dolduruyor.
Erdoğan kararı 1 Ocak’ta almış ancak karar ertesi gün hafta sonu yasaklarının başlamasına iki saat kala duyurulmuştur.
Burada bir es verelim.
12 Eylül 1980 darbesinden 1 yıl sonra 6 Kasım 1981’de YÖK kurulmuş, kurulduğu ilk gün rektör seçimlerini kaldırarak “tercihen devlet hizmetinde bulunmuş” kriteriyle beraber rektörlerin artık “Devlet Başkanınca” atanacağını duyurmuştu.
1992 yılında tekrar kazanılan “rektör seçme hakkı”, 15 Temmuz’dan sonra ilân edilen OHAL döneminde çıkarılan KHK ile YÖK Kanunu’nun 13. maddesi değiştirilmiş, artık rektörlerin YÖK tarafından önerilip “Cumhurbaşkanınca atanacağı” maddesi eklenerek yeniden rafa kaldırılmıştır.
Yani; evet bugün sokağa çıkan “Kayyum rektör istemiyoruz” diyen öğrencilerin hepsi Boğaziçi’li değildir ancak sizin her rektörünüz kayyumdur. Her üniversitede bir Verşan Kök, her üniversitede bir Mahmut Ak, her üniversitede bir Melih Bulu vardır.
4 Ocak günü öğrenciler Boğaziçi Üniversitesi önünde işte bu gerçekle birlikte buluştu. Saat 14.00’da başlayan eylem “Ne kadar baskı, o kadar direniş” sloganını adım adım işledi, turnikelerin anlamsızlaştığı, zincirlerin, kelepçelerin ufaldığı direnişin büyüdüğü bir alana dönüştü.
Ve 5 Ocak sabahı gözaltına alınan öğrenciler şahsında tüm memlekete uzun namlulu silahlar, kar maskeleri, kapı kırmalarla bir “operasyon çekildi”.
Ah, ne nafile bir çabadır bu!
Aynı gün Boğaziçi’nde başlayan direniş İzmir’e, Ankara’ya, Adana’ya, Karadeniz’e taşıyor, “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” sloganı hem gözaltına alınan öğrencilere moral veriyor hem de oldukça geniş bir kesimde hafıza tazeliyordu.
6 Ocak’ta pandeminin sadece “aşağı bakmayanlar”a işleyen sebepleri yüzünden Beşiktaş ve Sarıyer’e eylem yasağı geliyor, Kadıköy’deki eylem için yola çıkılan her yer eylem alanına dönüştürülüyor, eylem yasakları, yürüyüş yasakları deline deline binler Kadıköy’de buluşuyordu.
Direniş daha başlarken hem öğrencileri hem de öğretim üyelerini içine almış, bu açıdan, öğrenci-öğretmen dayanışmasına güzel bir örnek oluşturmuştu. Diğer kayyumların aksine Melih Bulu‘nun atandığı Rektör Kurulu’nun tamamı da istifa ederek dayanışmayı büyüttü. Kadıköy’de buna önde “Direnişimiz biter mi sandın” pankartıyla “Boğaziçi’ni Bimeks işçileri yönetsin” pankartı eklendi.
Burada Saray Rejimi’nin zavallı çaresizliğine ve korkusuna bakalım. Zavallıdır, çünkü direniş nerede ve hangi konuda olursa olsun baş eğmiyor, aşağıya bakmıyor. Çaresizdir, çünkü yönetememe krizi içindedir ve şiddet, daha fazla şiddet, hep şiddet, kâr etmiyor. Korkuyor, çünkü Taksim-Gezi Direnişi’ni ne biz ne onlar unuttu.
Tam da bu yüzden Saray Rejimi bir bütün olarak saldırıyor. Saray’ın korkaklıktan yandaşlığa terfi etmiş muhalefeti sürekli Saray Rejimi’ne karşı provokasyona gelmemek için bir şey yapmamayı öneriyor. Tavsiyemiz bu öneriye kendilerinin uymalarıdır.
Belki sadece kendi önerilerine uysalar bile “muhalif” gözükebilecekken onlar daha ziyade, LGBTİ+’lar üzerinden marjinalleştirmeye, devrimciler üzerinden kriminalize edilmeye çalışılan Boğaziçi Direnişi eylemcilerini “Görünen ve görünmeyen sorumlularının bir an önce ortaya çıkarılmasını bekliyoruz.” diyerek hedef gösteren demeçleriyle biz de bu Saray’ın parçasıyız demeye heveslidirler.
Eylemcilerin anne babalarına seslenen Kılıçdaroğlu ise –ki kendisinden aksi bir beklentimiz de yok ancak- zorla konuşturulan bir esirse sonraki videosunun bir yerinde “çokomelli” desin, biz anlarız.
Saldırı direnişin tüm odaklarınadır
Bir yandan eylemcilere uygulanan şiddet gün be gün arttırılarak, evler basılarak, en üst perdeden hedefe konularak geniş kitlelere –faydasız ve çaresizce- korku pompalanmaya çalışılıyor. Bir yandan sanki bunlar hiç yaşanmıyor gibi yeni anayasa tartışmaları açılıyor.
Yeni anayasayla sanki işçileri açlık sınırının altında asgari ücrete mahkûm etmeyeceklermiş gibi, tecavüzcüleri mağdur kılığına sokmayacaklarmış gibi, Kürtlere saldırmayacaklarmış gibi, Alevilerin evlerini işaretlemeyeceklermiş gibi, sanki yeni anayasa üniversitelere özgür bilimsel eğitimi getirecekmiş gibi.
İşte direniş böylesine bir ortamda aşağıya değil birbirine bakar hale gelmeye başlıyor.
Yüzlerce gündür direnen Cargill işçileri, eylemlerini Ankara’ya taşıyan PTT işçileri, BİMEKS işçileri, fabrikalarında MESS dayatmalarına karşı eylemde olan metal işçileri, Soma’lı Ermenek’li madenciler, Karadenizli köylüler, alanları özgürleştiren kadınlar, eşbaşkanları siyasi rehine olan Kürtler bir bütün olarak Boğaziçi Direnişi’ni selamlayarak “Aşağıya Bakmayacağız” dediler. Boğaziçi Direnişi de hepsinin selamını alıp “Boğaziçi’ni BİMEKS işçileri yönetsin”le karşılık verdi.
Sekiz yıl önce Taksim-Gezi Direnişi’ne belki de yaşları nedeniyle henüz katılamamış olan öğrencilerin başlattığı bu direnişte, Gezi’nin anlatılarından, öğretilerinden, hafızasından, ruhundan beslenme isteği var. Bu istek dünkünden çok daha somut, çok daha eylemli bir şekilde günden güne eylemlere ağırlığını koyuyor.
Bu noktada bir gerçeğin altını çizmek gerekir.
Kendi dinamikleri üzerinden başlayan, devam eden, korku duvarını aşan, bizlere güzel bir gelecek için Taksim’den göz kırpan direniş kendini tekrar etmeyecektir. Erdoğan’ın “Artık bu ülke Taksim’deki bir Gezi olayını yaşamayacak, yaşatmayacaktır.” sözlerindeki korkunun aksine bizler yeni gelişen direnişin o şanlı, görkemli Taksim-Gezi Direnişi’nin deneyimleri, dersleri üzerinden onu da aşacak şekilde gelişeceğini söylüyoruz.
Boğaziçi Direnişi, direnişin güzelleştirici olduğunu hatırlatıyor.
Boğaziçi Direnişi, direnişin akılları nasıl açtığını, direnişin tüm sorunları nasıl da sadeleştirdiğini tekrar gösteriyor.
Direniş katılana nefes aldırıyor, başları yukarı çevirtiyor.
Direniş, öğretiyor.
Ve bizler bir kere daha görüyoruz ki; direnişin her aşamasında daha örgütlü olmak çok önemlidir.
Örgüt, onların bizlerin üzerinden var ettikleri cennetlerini başlarına yıkma, korkularını gerçeğe çevirmenin biricik aracıdır.
Örgüt, özgürlüktür. Örgütlü kitlelerin gücü kazandırıcıdır. Örgüt, disiplinli bir mücadelenin hayata geçmesi demektir. Örgüt, yaratıcı aklın maddeleşmesi demektir.
Direnerek öğreniyoruz, örgütlü güç ile kazanacağız!