Biz öyle diyoruz: Saray Rejimi’dir ve Tekelci Polis Devleti dediğimiz tekeller devletinin, sömürge bir ülkede, paylaşım savaşı koşullarında, tetikçi bir organizasyonun, içeride ve dışarıda savaş düsturunun, yağma-savaş ve rant ekonomisinin özel hâlidir.
Biz öyle diyoruz, kriz içindedir ve bu, devrime ne kadar çok ihtiyaç duyduğumuzun da kanıtıdır.
Korku egemen sınıfı sarmıştır. Korku, Saray Rejimi’nin boyunu geçmiştir. Korku Saray Rejimi’nin her ilişkisinde vardır ve korktukça, daha çok güvenlikçi, daha çok saraycı olmaktadırlar. Oysa, Kürt Devrimi’ni bir yana bırakırsak, biz sadece Gezi Direnişi dediğimiz kendiliğinden sosyal patlama ile kendimize gelmeye başladık. Yani, uygun bir terim olursa, daha “başlamadık.” Bu korku, esas işçi sınıfı sahneye çıkınca, bu korku esas halkların mücadelesi ortaklaştığında görülmeye değer olacaktır.
Boğaziçi Direnişi, ne kadar fiyakaları varsa, onu da bozdu. Ve fiyakaları bozuldukça, her gün ortaya çıkan gerçek yüzleri, gerçek hâlleri, adeta sahneyi doldurmaya başladı. Utanılası, rezil ve acınası hâlleri, her gün daha da komik olmaya başladı. Soytarılığın kendini nezaket, pespayeliğin kendini “değer”, karanlığın kendini aydınlık, korkaklığın kendini cesaret, utanmazlığın kendini “namus”, zalimliğin kendini Müslümanlık, ihanetin kendini vatanseverlik, puştluğun kendini erdem, aptallığın kendini kurnazlık olarak pazarladığı büyük çürüme hâlidir bu.
Gezi ile ortaya çıkan devlet çarkının karanlık dişleri, her geçen gün biraz daha kendini gösteriyor. Boğaziçi Direnişi, Saray Rejimi’nin ne kadar çirkinliği varsa hepsini ortaya koymuştur.
Bir şeyin çirkin olması, onun aynı zamanda bir şey olması da demektir. Oysa Saray Rejimi, baştan aşağıya çirkinliktir, tarih boyunca devlet denilen çarkın tüm pisliğini, tarih toplamış Saray Rejimi’nde bir araya getirmiş ve ortaya salt çirkinlikten bir Saray çıkmıştır.
—
Şöyle diyor Erdoğan:
“Yani aynı zihniyet, şu Osman Kavala denilen, bu ülkede Soros, adeta ofisi olan, temsilcisi olan kişinin karısı da yine aynı şekilde Boğaziçi Üniversitesi’nde bu provokatörlerin içinde yer alan bir kadındır.”
İşte size utanmazlık, işte size pespayelik, işte size zalimlik, cümlesiz bir Türkçe!
Demek ki, Prof. Dr. Ayşe Buğra, Osman Kavala ile evli ise ve de emekli olsa da Boğaziçili ise, kendiliğinden provokatör oluyor. İşte size Saray Rejimi’nin “hukuk aklı.”
Bu kadardır ve gerisini beklemek, bekleyenler için yorucu, sıkıcı ve de maliyetlidir.
Demek ki, “karısı” lafı, bir çap, bir anlayış, bir vizyon göstermektedir.
Son derece yakışmaktadır. Burjuva muhalefet, “yakışıksız” diyor. Yanlıştır, son derece yakışır hâldedir. Bu baştan bu sözler çıkabilir. Hatalı olan, bunu “yakıştırmayanlar”dır. Onlar, daha çok beklerler ve muhtemelen kendilerine açık olarak Erdoğan küfür edene kadar, hakaret edene kadar beklemeye de devam ederler.
Kavala ise Soros’un ofisi imiş. Peki, ya siz MRT (Mister Tayyip Erdoğan), siz kimin ofisinin bekçisisiniz, Rockefeller’in mi? Soros ile masada oturan siz değil misiniz? Soros gelip “sizin en değerli ihraç malınız askerinizdir” dediğinde siz ne iş yapardınız?
MRT nereden çıktı değil mi şimdi? Anlatalım.
Anonymous, 8 Şubat günü “Bold Medya”da yayınlanan belgelere konu oldu. Buna göre Anonymous, Deutsche Bank Frankfurt’tan Ziraat Bankası Gaziosmanpaşa şubesi üzerinden istenen bir teminat mektubunu yayınladı. Teminat mektubu 13 ay vadeli ve son tarihi 2021 Ekim ayı. Bu teminat mektubu, Ziraat Bankası’nın bir müşterisi için istenmiş. Müşteri “MRT Investment Holding BV” adınadır. “BV” genellikle Hollanda’da şirketler için kullanılan bir kısaltmadır. MTV’nin merkez ofislerinden biri ise Türkiye’dedir ve başında Pınar Yalçınkaya Hacaoğlu var. Şirketin kurucusu ise Muhammet El Tavas’tır.
Anonymous, son aylarda Erdoğan için epeyce paylaşımda bulunmuş. Bold Medya’nın aktardığına göre, Anonymous şu iki tweet’i de paylaşmış. İlki:
“Reis, elimizdeki 350 milyardan Dolar’dan fazla kara parayı aklamak için hangi bankaları kullanmamızı önerirsin? Seçenekler:
1. Ziraatbank
2. Deutschebank
3. Vakifbank
4. Credit Suisse
5. HSBC
6. Albania’s BKT Bank
7. Sudan’s Central Bank
8. DBS Bank
9. Hepsi”
İkinci paylaşımları ise şöyle:
“Reis, bize HSBC, Vakıfbank, Deutschebank ve Credit Suisse’yi anlat. Berat, Bilal ve Yiğit’le iç ettiğiniz yüz milyarlarca Dolar’ı anlat. Anlat ki senin gibi bir ustadan feyz alalım!”
İşte bunları yapan Erdoğan, Kavala’yı Gezi’nin finansörü, onu da Soros’un adamı ilan ederek, kendi korkusunu ifade ediyor. Boğaziçi de dahil, her direnişte aklına Gezi geliyor. Gezi geldiği için, Ayşe Buğra, bu biçimde konu hâline geliyor.
—
Erdoğan diyor ki Boğaziçi öğrencilerinin ‘Bulu istifa’ demelerini kastederek, “yürekleri yetse Cumhurbaşkanı da istifa etsin diyecekler.” Boğaziçi öğrencileri, aslında buna çok güzel bir yanıt vermişlerdir. Bu nedenle, o yanıtı alıp buraya koymak dışında bir şey söylemek mümkün değil. Yanıtı Kaldıraç sayfalarında bulabilirsiniz.
Erdoğan kendini bir “tuhaf” hâller içinde algılıyor olmalıdır. Ama onun tuhaf hâlleri, Saray Rejimi’nin her yerine yansıyor.
Biz diyoruz ki, CHP, İYİ Parti vb. tüm burjuva muhalefet, tıpkı Bahçeli gibi, Saray Rejimi’nin koruyucularıdır. Hepsinin koruma şekli farklı.
Kaftancıoğlu, korkmuş olmalı ya da bu havadan nasibini almış olmalı ki, “istifa etsin diyecekler” açıklamasına, şöyle yanıt veriyor: “Demeyeceğiz, çünkü Cumhurbaşkanı seçilmiş, kayyum rektör ise atanmış bir kişi.”
Boğaziçili öğrenciler ve öğretim üyeleri, onlarla birlikte direnenler, o mektupta buna da açıklık getirmişlerdir. Seçilmiş birisinin istifasını istemek, ne suçtur ne cesaretle ilgili bir şeydir. Olsa olsa bu istifayı istemek için “yürekleri yetse” lafını sarf edenler korkmaktadır ve bu korku CHP saflarını da sarmıştır. Seçilmiş bir kişinin de istifası istenebilir. Seçilmiş birisinin istifasının istenmeyeceği düşüncesi, “yeni normal” midir? Öyle ise, bu yeni “normal”i, Saray’ın içine layık görüyoruz. Kim bu “yeni normal” ile konuşacaksa, sesi Saray’dan gelsin lütfen.
İşte Saray Rejimi budur. Sokağa çıkma, çünkü onlar zaten bunu istiyor, belki de Boğaziçi eylemlerini de onlar arzuladı, sakın ha polise direnme, sakın ha hiçbir şeye direnme, sakın ha “yukarıya bakma.” İşte size CHP muhalefeti. Tam da Saray’ın formatladığı bir “muhalefet.” İnce’ye parayı basarak “muhalif” yapıyor Saray ve CHP’nin kendisine ise özel görevler veriyor.
İşte eylemin kendisi, bu yanıtı üretiyor: Aşağıya bakmayacağız! İsteyen aşağıya bakabilir, ama biz bakmayacağız.
—
Diyor ki Erdoğan, “Önüme 9 aday geldi. 9 adaydan bir tanesi olan Melih Bey’in atamasını yaptım.”
Diyelim ki doğrudur, demek 9 adayı getiren zar atıyor ve belki de Erdoğan’ın kimi seçeceğini biliyor. Kandırılmakla ünlenmiş Cumhurbaşkanımız, acaba burada da kandırıldı mı? Öyle ise, hemen Bulu’yu görevinden alsın.
Diyelim ki öyle değil. Öyle ya, kim onun sözünün üzerine söz söyleyebilir ki? O zaman da yalan söylüyor. Bulu’nun seçilmesinden vazgeçmemek için “olup biteni mi anlatıyor”? Savunmaya bak! Ama bu savunmayı kim alıyor? Biz daha mahkemeyi kurmadık ki.
—
Diyanet İşleri, protestolara karşı cuma hutbesi okutmuş. 301 işçi Soma’da katledildiğinde Diyanet İşleri yine hutbe okutuyordu.
Galiba duyduklarımız doğru, bunlar cumalarda afyon alıyorlar. Her cuma namazı çıkışında tuhaf açıklamalar ortaya çıkıyor, hem karanlık hem de komik açıklamalar.
Protestolarda hutbe okutmaktansa, Sultan Erdoğan Hamid Han için, afiyette olsunlar hutbesi daha yerinde olur. Öyle ya, her protestoda hutbe okut, işçi eyleminde okut, işyeri cinayetinde okut, her direnişte okut bunun sonu yok. Tek formatta, tek hutbe her şeye kadir olmalıdır: Allah Erdoğan’ı korusun, uygun bir hutbe adı olur.
—
Boğaziçi’ne iki yeni fakülte kurulacakmış, Cumhurbaşkanı karar almış. Eskiden bu kararları, üniversite senatosu alırdı. Ama Bulu, senato nedir bilir mi, emin değiliz. Evde üç çocuğu olduğunu biliyor olması bile başarı. Allahtan bu kadarını biliyor, ev, çocuklar gibi şeylerden haberdar. Bir tek istifa etmeyi bilmiyor. En iyi hırsızlığı biliyor ve Boğaziçi, yakında dünyanın ilk yüz üniversitesi arasına girecekmiş, herhâlde sahte tezlerle olmalı.
Yeni açılan iki fakülteden biri iletişim fakültesi imiş. Buraya Fahrettin Altun’un atanmasını öneriyoruz. Yerinde olur, Boğaziçi arazisinde kaçak kulübeler yaptırmaya başlar ve her kulübeyi bir Arap şeyhine kiralarlar. Katarlı olması tercih nedenidir. İletişim fakültesinin dekan yardımcısı mutlaka Perinçek olmalıdır. Oradan uluslararası ilişkiler kurar, faydalı olur.
Hukuk fakültesi de kurulmuş. Nasılsa burada hukuk eğitimi yapılmayacak. Öyle ise oraya da dekan olarak Bahçeli’yi, yardımcısı olarak da Çakıcı’yı atamalıdırlar.
Bir de uzay üssü kurulacakmış. Burası da “trol” yetiştirme merkezi olsun, buraya doğrudan Erdoğan’a bağlı timler baksın. Başına Bilal geçsin.
—
İki olay art arda gerçekleşti. Boğaziçi ve elbette her direniş aydınlık demektir, karanlığı parçalar, güzelleştiricidir, insanı güzelleştirir.
Çakıcı, bugünlerde Bahçeli’nin açıklamaları yeterli olmuyor olmalı ki, sahne alıyor. Saray Rejimi’nin tuhaf hâlleridir bunlar.
Çakıcı, terörist öğrencileri sevindirmemek için, Bulu’nun istifa etmemesi gerektiğini açıklamış. Bunun için el yazısı ile mektup yazmış. Duygulu bir an olmalı. İsteyene Bahçeli tweet atıyor, nostalji seven Çakıcı mektup yazıyor.
Sizce Çakıcı, Bulu’nun istifa edeceği yönünde bir izlenim edinmiş de, Bulu’yu mu tehdit ediyor? Yoksa Bulu istifa diyen öğrencileri mi tehdit ediyor? Ya da mesela Erdoğan’a, Reis ben buradayım mı demek istiyor, hani kendini yalnız hissetme der gibi. Elbette biz yanıtını bilmiyoruz. Ama “acınası komik,” trajikomik olarak da yazılabilir mi?
Bir de Cevdet Bey var. Yerinde duramamış. Profesördür ve bir fakültede dekandır. Şöyle buyurmuş: “Biz geceleri işi bitirir, sabah işe gideriz.” Bu arada abdestliyiz demeyi de özellikle unutmamış. Gören de der ki, katliam narası nasıl atılır diye antrenman yapıyor. Bir fakültede böyle dekan var ise, bir üniversitede böyle dekan var ise, o üniversitenin üniversite, o fakültenin fakülte olduğuna dair kanıt gereklidir.
—
Tüm bunlardan öğreniyoruz ki, hakaret, küfür, tehdit şaha kalkmış, hep birlikte Saray Rejimi’ni korumaya çalışıyorlar. Karanlık üretiyor, çok. Korkaktırlar, çok. Rantiye kurnazlığı ile zalimin kurnazlığını birleştirmişler. Sultanlık ise eğer bu, karikatür sultanlıktır. Ve de “yerli ve milli”dirler. Bundan böyle, hakaret ikiye ayrılır, yerli ve milli olanı ve diğeri. Hakarete uğrayan, mutlaka suçludur. Kafasına sopalarla vurulan genç direnişçi mutlaka suçludur ve yerli ve milli değildir. Trol mesela, iki türlüdür, yerli ve milli olanı makbuldür. Rektör, önce yerli ve millidir, sonra hem rektör hem de Erdoğan’a biat etmiş bir kuldur. Mafya, eğer Saray’dan yana ise, makbuldür ve yerli ve millidir. Provokatör, yerli ve milli ise devlet görevlisi sayılır. Terör devlet işidir ve terörist eğer yerli ve milli ise onun saldırdığı teröristtir. En makbul yerli ve milli meslek hırsızlıktır. Rantçı, her durumda yerli ve millidir. Para ile satın alınabilen her vicdan, mutlaka yerli ve millidir. Sapkın, yerli ve milli ise mutlaka mekânı cennettir.
—
Bu arada Erdoğan, haberi patlatmıştır: “Ay’a sert bir iniş yapacağız.”
Bu daha önceki “uçuyoruz ama kimse görmüyor” ve ardından gelen “buzdolabı” açıklamasına benziyor.
2019’da yerli ve milli uçağımız olacaktı. Ama havaya uçtu. Şimdi Ay’a sert iniş yapacağız.
Normalde, sevinecektik ama biliyorsunuz, “sert iniş”, düşmeye yakındır. Ve eğer düşerseniz, vay hâlinize. İniş denilen şeyin en uygunu, “yumuşak” olanı olmalıdır. Ama Erdoğan, sert adam olduğundan, inişimiz de sert olmalıdır.
Bu da Saray Rejimi’nin tuhaf hâllerinden biridir.
Çok yapılan bir espridir, “ne içiyorsun bana da söyle de ben de içeyim.” Aslında bu, herkesin kendini iyi hissetme isteğini de gösterir. Kendini iyi hissetme duygusu uzak bir ihtimal hâlini alınca, falcıların söylediklerine inanç artmaya başlar. Falcılar, çok yeteneklidir, sizin ihtiyacınızı hemen anlar ve ona göre “yazmaya” başlarlar. Ama bazan, onlar da insan ya, falcılıktan gelen zekâlarını bir yana bırakırlar ve bu durumda kendi hâllerini yansıtmaya başlarlar. Sizin falınıza bakmazlar, adeta kendi fallarına bakarlar da size sizin falınıza bakıyormuş gibi konuşurlar. Ruh hâli işte neylersin, ekmek parası için bir şeyler yapmaları gerekir.
Ay’a ineceğiz müjdesi, Saray’da falcılığın son derece gözde bir meslek olduğunu göstermektedir. Erdoğan’ın duymak istediklerini söyleyenler, geleceği parlak olacak olan falcılar olacaktır.