Biz Saray Rejimi diyoruz.
Saray Rejimi, sadece baskı ve şiddeti ifade etmiyor. Her burjuva devlette baskı ve şiddet vardır ve doğrusu, bunun “dozu”, sistemin oturmuşluğu/oturmamışlığı konusunda bir fikir verir. Yoksa “doz” arttı diye, burjuva devletin niteliği değişmez. Özetle, Saray Rejimi, baskı ve şiddetin artan ölçüsünü ifade etmekle sınırlı değildir.
Saray Rejimi, aynı zamanda, burjuva devlet çarkının “olağanüstü” koşullara göre ayarlanmasıdır da.
Buna, lütfen, sömürge bir ülke olduğumuzu ekleyin. Yani, “bağımsız” bir ülke olmadığımızı. Bu durum, gelişen ve giderek daha da fazla sıcak çatışmalara gebe hâle gelen emperyalist paylaşım savaşımını hatırda tutmamızı sağlamalıdır. Böyle olunca, emperyalist güçlerin her biri, kendine göre ve kendisi için alan açacak hamleler yapmaktadır. Ve bu demektir ki, devletin çözülmesi, “olağanüstü” hâl ile birleşmektedir.
Bu duruma elbette Kürt devrimini ve Gezi Direnişi ile başlayan devrimci arayışı koymanız gerekir.
TC devleti çözülmektedir.
Sistem, çürümüştür ve buna uygun olarak ayakta durmak için her şeyi yapmaktadır.
Emperyalist efendiler, elbette ki “cumhurbaşkanlığı-başkanlık” çorba sistemini istemişlerdir. Onlar onay vermeden, ABD ve AB anlaşmadan, NATO onay vermeden bunlar olmaz. Burada ABD’nin belirleyici olduğu kesin. Öyle ise, sanki tüm bu Saray Rejimi, Erdoğan ve onun etrafındaki oligarşinin kararı imiş gibi sunulamaz. En çok Saray Rejimi’nin savunusunu yapan Burhan Kuzu, tahminen ileride bizi şaşırtacak bir şekilde ölmüş bulunmaktadır. Kuzu’nun tasfiye edildiğini söylemek abartı olmaz.
Hepsi birbirine benziyor, Kuzu gidiyor Uçum geliyor ama konuşmalar aynı, mantıktan, iç tutarlılıktan yoksun, kara propaganda içerikli ve her anlamda tuhaf açıklamalar. Çünkü, Saray Rejimi, başka türlü savunulamaz, tek savunma yolu, kara propaganda, ele avuca sığmayan anlamsız cümleler, biri diğerini boşa çıkartan açıklamalar.
NATO onay verdi, ama bazı detaylar, elbette “Muslim Brothers” çerçevesinde, bazı detaylar ise müteahhit çetesi ile akçeli ilişkiler içinde vb. değişmiştir. O kadar da yetkisi olsun Şahsım ve çevresinin.
Bu rejime “tek adam rejimi” demek, elbette mümkündür, ama işin özünü yansıtmaz. Sadece ve sadece görüntüyü ifade eder ve aslında devletin karakteri hakkında hiçbir şey söylememiş oluruz. Ne NATO bağlarını, ne uluslararası sermayeyi, ne de her koşulda sisteme desteğini esirgemeyen tekelleri görmemizi sağlar. Tersine bunları örter. Oysa bu bir burjuva iktidardır ve çokça yazıldığı gibi, oy aldığı esnaf kitlesine bakarak “küçük esnafın partisi AK Parti” değerlendirmelerindeki gibi sığ bir yaklaşımla, bu burjuva iktidar olma özelliği örtülmemelidir.
Bu devlet, tekelci polis devletidir ve bugün Saray Rejimi, olağanüstü hâl ile ayakta duran bir rejimdir.
Devletin bu durumu bir “güçsüzlük”tür.
Ama bu, devlet gücünün ortadan kalktığı anlamında değildir. Birçok “okumuş yazmış” insan, devletin güçsüzlüğünden söz ettiğimiz zaman, hemen devletin “kendi kendine yıkılacağı” hissine kapılmaktadır. Bu doğru değildir. Hiçbir burjuva devlet, kendi kendine yıkılmaz. Onu, ancak ve ancak işçi sınıfı ve emekçiler yıkar.
Bu minvalde eklemek gerekir ki, hiçbir burjuva devlette “demokratikleşme”, öyle masa başında konuşarak, yeni anayasa vb. hazırlayarak sağlanmaz. “Demokratikleşme”, ancak işçi sınıfının iktidar kavgasının, zafere ulaşmamış, ama yenilmemiş hâli olabilir. Yani, o çok korktukları ve tüm burjuva partilerin kimyasını bozan Gezi Direnişi gibi direnişler, onun çok daha örgütlüleri olmadan, “demokratikleşme” diye bir şey olamaz. Efendileri, Erdoğan’ı oradan indirirse, onun yerine daha kötüsünü koyarlar.
“Gelen gideni aratır” sözü, aslında, halkın seyirci kaldığı, sadece izlediği değişiklikler için geçerlidir. İzleme ile “demokrasi” gelmez, izleme ile hak alınmaz. Sokağa çıkacaksın, örgütleneceksin, çatışacaksın, halkı yanına alacaksın, o zaman bir kazanım elde edilir.
Bugünkü rejimin nasıl bir rejim olduğu konusunda son dönemde arayışlar artmıştır. Yerindedir. Son olarak rejimin “patrimonyal sultanlık” olarak adlandırılmasına tanık olduk. Kesinlikle, “tek adam rejimi” değerlendirmelerinden çok daha iyidir. Ama aynı zaafları taşımaktadır.
Osmanlı sultanlarından Abdülhamid’e öykünmekte olan Erdoğan, tıpkı sultanlar gibi kural tanımamaktadır. Aklına eseni kanun diye ilan etmektedir. Ama galiba, bu bir tekerrür ise, şu sözü hatırlamak yeterli olacaktır: “Tarihte büyük olaylar ve kişiler iki kere oynarlar; ilkinde trajedi, ikincisinde komedi.” Aslında burada olaylar tekerrür ediyor olabilir. Abdülhamid ile Osmanlı’nın dağılması bir trajedi ise, bugünkü bir komedidir.
Emperyalist paylaşım savaşımı, tüm coğrafyamızda, yani Kafkaslardan Balkanlara ve oradan Mısır’a kadar tüm coğrafyamızda, tarihi sanki 1900’lerin başına çekmiş gibidir. Elbette bunun ana nedeni, paylaşım savaşımıdır. İkinci Dünya Savaşı, “pür” paylaşım savaşımı değildir. Faşizme karşı direniştir ve eğer SSCB yenilmiş olsa idi, arkada bekleyen paylaşım savaşımını görmüş olacaktık.
Öyle ise, yeni paylaşım savaşı ile tarihin Birinci Paylaşım Savaşımı’na kadar yay gibi gerilmesi “normal” karşılanmalıdır.
Buradan hareketle, Cumhurbaşkanlığı sistemini, “patrimonyal sultanlık” olarak adlandırmak, iyi bir gönderme yapmak anlamında hoş bir kavramlaştırma olur. Ama yine, Türkiye’nin sömürge bir ülke olması, ABD’nin askerî kontrolüne rağmen AB’nin ekonomik gücünün önde olması gibi noktaları es geçer, bu bir. İki, bu “patrimonyal sultanlığın”, tekellere hizmet konusundaki maharetleri görmezlikten gelinir. Böylece, devletin içi boşaltılarak, salt teknik bir mekanizma olarak ele alınması durumu ortaya çıkar.
Kaldı ki, Abdülhamid’in başındaki taç, Osmanlı ailesinin “mülkiyet hakları”ndan gelmekteydi. Oysa yeni Sultan Erdoğan’ın başına geçirilen, uluslararası sermaye ve yerli tekeller tarafından geçirilen bu taç, öyle bir nesnelliğe sahip değildir, daha çok “oyuncak” sayılmalıdır. Sultan Abdülhamid bir despot idi, her şeyden korkmakla başladı, en son gölgesinden korkmaya başladı. Bu açıdan, Erdoğan, ona benzer. Ama Erdoğan’ın efendileri, Abdülhamid’inkilerden oldukça farklıdır. Erdoğan çok iyi biliyor ki, BOP eşbaşkanı olmak, o sahte tacı başına takmak, aslında köle olmaktır. Efendilerinin kölesinin, Türkiye toplumunda bir “peygamber” olarak sunulması, tekelci hakimiyet ilişkileri altında anlam kazanır. Abdülhamid’in Osmanlısını savaşta yenmeleri ve paylaşmaları gerekirdi, oysa Erdoğan’ın başına geçirildiği TC devletini paylaşmak için bir anlaşma yeterlidir, efendiler kendi aralarında henüz anlaşamadığı için bu paylaşım süre almaktadır.
Bu açıdan Erdoğan, eğer mutlaka birisine benzetilecekse, Saddam’a benzetilebilir. Ve emin olunuz ki, eğer halkın direnişi ile, bir devrimle Saray Rejimi yıkılmayacaksa, Erdoğan’ı en başta kendi destekçilerine yem ederler.
Bu nedenle Saray Rejimi kavramında ısrarcıyız.
Bu rejim, uluslararası tekellerin, ülkemizdeki sermayenin “yağma-rant-savaş ekonomisi”ne uygun olarak organize edilmiştir.
Emperyalist güçlerin arasındaki paylaşım savaşımı arttıkça, her biri, kendi çeteleri ile, parçalı bir iktidar oluşturmuşlardır. Bu nedenle, Erdoğan’ın ancak belli konularda bir rolü vardır. Bir bütün olarak Saray Rejimi, Erdoğan ile özdeş gibi görünse de, arada son derece kuvvetli bağlar olsa da, durum böyle değildir.
Şimdi bu rejim, ömrünü uzatmak istemektedir. Bu kesindir. Erdoğan’ın çıkarına uygundur. Onun etrafındaki, dar çetelerin çıkarına da uygundur, mesela müteahhitlerin vb. Ama tekellerin bugün çıkarına uygun olsa da, bu biçimde uzun bir yol yürünemeyeceği konusunda farklı düşündükleri açıktır.
Bu nedenle, Erdoğan, Biden ile başlayan sürece ayak uydurmaya çalışıyor.
Sanki, gizli bir IMF programı uygulanır gibi hareket ediyor ve böyle yaptıkça, tekellerden, sermayeden alkış alıyor. Zaten, sermayenin çıkarlarına, hiçbir biçimde dokunmamıştır. Tüm bunlar, ömrünü uzatmak içindir.
Ama diğer yandan, halka dönük baskı ve şiddet, karartma ve yalan politikası, artık sonuç vermiyor.
Erdoğan ve dahası Saray Rejimi, işin böyle süremeyeceği konusunda ciddi endişelere sahiptirler. Erdoğan iktidarını uzatmak istiyor, ama öte yandan, Saray Rejimi’nin de devam etmesi isteniyor. Burjuvazinin bir bölümü bunu açıkça istiyor. ABD, bunu açıkça istiyor. Ama bunun devamı olanaklı değildir. Erdoğan’ın cebini doldurma politikaları, artık işin sürekliliğine engeldir. Bölgemizdeki gelişmeler, işi zorlaştırmıştır. Dahası halkın tepkisi, düşürülebilir bir noktayı çoktan geçmiştir.
Burjuva muhalefet, muhalefet etmeye korkarak, “parlamenter sisteme” dönüşten söz ediyor. Ama bu konuda o kadar korkaktırlar ki, bunu yapmak için Erdoğan’ı, Saray’ı ikna etme peşindedirler. Yemin billah ederek, “vatan haini” olmadıklarını ispatlamak, “terörist” olmadıklarına Saray’ı inandırmak istiyorlar.
Saray’ın saldırılarının yeterince korku yaratamadığı dönemlerde CHP ve İYİ Parti devreye giriyor: Sokağa çıkmayın çünkü bunlara saldırı şansı vermiş olursunuz, eylem yapmayın çünkü size saldıracaklar vb.
Bu noktada, burjuva cephede farklı görüş ve arayışlar olduğu açık. Ama henüz bir sonuca, bir anlaşmaya varmış değildirler.
İktidar, Saray, bu koşullarda saldırılarını daha da artırmaya yöneliyor. Zira başka çareleri de yoktur.
Milletvekillerinin milletvekilliğinin düşürülmesini istiyorlar. Böylece, ara seçim yapacaklarmış vb. Aslında, hilekârın bugün ne hile ile meşgul olacağını anlamak üzerine kurulu bir “analiz” seferberliği var.
Saray Rejimi’nde, parlamento yoktur.
İster yenisini yapsınlar ister eskisi olsun, anayasa, yoktur.
Parlamento, apış arasını örten bir kurum bile değildir. Hiçbir işlevi kalmamıştır. Siyasi parti olarak AK Parti ya da MHP yoktur. Bunların da varlığı tartışmalıdır. Saray Rejimi bu yükleri taşımak istemiyor.
Saray Rejimi’nde yargı, polis kuvvetinin, kolluk kuvvetinin bir uzantısıdır. Mahkemeler, burjuva anlamda bile işlevli değildir.
Tekelci polis devletinde, devlet çarkının önemli bir uzantısı olan basın, sadece yönlendirme aracı değildir, sadece manipülasyon aracı değildir, aynı zamanda gözetleme, izleme ve infaz etme aracıdır da. Yargı, Saray basınının emirlerine göre hareket etmektedir.
Doğrusu, tüm bunların çıplak gözle görülebildiği rejimdir Saray Rejimi. Tekelci polis devleti, genel olarak bunları gizleyebilecek mekanizmalar üretebilir. Ama olağanüstü koşulların olağan hâle geldiği bugün, bu olanaklı değildir.
Şimdi, HDP milletvekillerini hapse atmaktan söz ediyorlar. Daha önce de yaptılar. Şimdi yeniden meclise fezlekeler getiriyorlar. Cumhurbaşkanı, “eller kalkar iner” diye fetva veriyor. Aslında, bir rolü de kalmamış meclise açık bir hakarettir bu, ama anlayan kim? İşte size “meclisin iradesi”! Ne irade ama, Erdoğan ne diyorsa onu yapan bir irade.
Tüm bunlar, Saray Rejimi’nin ayakta kalma manevralarıdır. Bilinmesi gerekir, tüm bunların ardında ABD ve AB vardır. Öyle, Erdoğan’ın despotluğunu ABD’den ve hatta AB’den ayrı tartışmak kolaycılığı artık işe yaramaz. ABD, açık olarak, Kürt hareketinin, “korunmak üzere kendisine teslim olmasını” istemektedir. Bunun için TC devletine “sen saldır” diyor, diğer yandan da “sığınma yollarını” açık tutuyor. Garê operasyonu da budur. Operasyon, çok net olarak ABD emri ile, NATO’nun göz yumması ile yapılmıştır.
Konumuza dönersek, mesele açıktır. Anayasayı takmayan bir Saray Rejimi var. Yasaların bu anlamda bir önemi de yoktur. Tekeller ve uluslararası sermaye, iş dünyasının korunması konusundaki hassasiyetin kendilerine yettiğini beyan etmiş durumdadır. Öyle ise, hangi “yasa” ya da hangi karar üzerinden tartışma yapılabilir ki?
Açıkça, biz işçiler, biz devrimciler ilan ediyoruz: Yasalarınızı takmayacağız. Yeridir, mesela evde elektronik kelepçe uygulamasına uymayacağız. Aldığınız hiçbir karar meşru değildir. İşçi ve emekçilerin yaşamlarını, çıkarlarını savunma hakları vardır ve bu sizin yasalarınızla bağlı değildir.
Yani, bundan böyle mesele açıktır: Saray Rejimi oradadır ve karanlık ve baskı ile saldırmaktadır.
İşçiler ve emekçiler, özgürlükten, adaletten yana olanlar, yağmaya, ranta, savaş ekonomisine karşı olanlar buradadır.
Her taraf, kendi yasalarını uygulayacaktır.
Saray Rejimi’ni korku sarmıştır.
CHP ve İYİ Parti, bu korkuyu halka bulaştırmak isteyen Saray Rejimi’nin payandalarıdır.
Bize gerekli olan birleşik emek cephesidir.
Tüm aydınları, tüm duyarlı insanları, tüm doğa dostlarını, özgürlükten yana olan herkesi, işçileri ve emekçileri, öğrencileri, köylüleri, kadınları ve gençleri, birleşik emek cephesi saflarında direnmeye çağırıyoruz.
Onlar, iktidarlarını uzatmaya çalıyorlar. Çünkü, bugünkü rejim, bu sistem onların cennetidir. Erdoğan’ın cennetidir, 5 müteahhidin cennetidir, Saray medyasının cennetidir, tekellerin cennetidir, parababalarının cennetidir, uluslararası sermayenin cennetidir. Bizim ise cehennemimizdir.
Bu cehennemden kurtuluşun tek gerçek yolu, devrimci bilinçle örgütlenmektir.
Örgütsüz zafer yoktur.
Direniş olmadan kazanmak mümkün değildir.