Kaldıraç dergisinin Ekim 2015 tarihli 171. sayısında yayımlanmıştır.
Biz, devrimciler için, devlet, sınıflı toplumun, bir insanın bir başka insan tarafından sömürülmesine dayanan sınıflı toplumun varlığının itirafı demektir. Devlet, insan tarihi ile birlikte başlamadı. İnsanlık, ilkel komünal toplumdan, köleciliğe geçtiğinde, devlet de doğdu. Köleci toplum, sınıflı toplumların ilkidir. Bu ilk sınıflı toplumun, insanın insanı sömürdüğü ilk toplumsal biçimin içinde, sınıfların varlığının itirafı olarak devlet şekillendi. Devlet, sömüren sınıfın elinde diğer sınıfları bastırmak için bir araç olarak şekillendi. Sınıflı toplumlar “geliştikçe”, feodal toplum, kapitalist toplum vb. devlette “gelişti”. En gelişmiş devlet, en kötü olanıdır, en “insanlık dışı” olanıdır.
Biz devrimciler, bu sınıflı toplumu yıkmak için, insanın insan tarafından sömürülmesine son vermek için mücadele ederiz. Devrim, ezilen sınıfların, muktedirin sözü ile “ayak takımının”, üzerine yapışmış sömürücüleri alaşağı etmesi ve yeni bir dünya kurmasıdır. İktidarı devirdiğimiz, ama henüz komünizmi kuramadığımız bir süre için, işçi sınıfı ve halk iktidarı devlete ihtiyaç duyar. Proletaryanın bu devleti, aslında yarım bir devlet sayılır, çünkü zaman içinde sönmesi hedeflenmektedir.
Ekim Devrimi ile SSCB’de ne hatalar yapıldı tartışması bizce önemlidir. Bunları kendi tarihimizin bir parçası olarak görürüz ve buradan öğrenmeyi, bir zorunluluk olarak ele alırız. Ekim Devrimi’nin sonrasında SSCB döneminde, devrimin dünyaya yayılamaması, emperyalist kuşatma altında zorunlu olarak devlet aygıtının güçlendirilmesi, komünizme geçiş sürecini uzatmıştır. Bugün, artık o dünyada değiliz. Bugün, 1917 ile kıyaslanmayacak ölçüde, dünya komünizme geçişin teknik altyapısına sahiptir. Sadece iletişimi, sadece plastik kartlara yüklenmiş parayı vb. ele alın, anlamanıza yetecektir. Özetle, biz, devlete, nesnel olarak giderek kısalmakta olan sosyalizmden komünizme geçiş süreci boyunca ihtiyaç duyacağız, hepsi budur. Sonra devlet, sönümlenecektir, tarih sahnesine çıktığı gibi, tarih sahnesini terk edecektir. Olumsuzlanmanın olumsuzlanması denilen yasa böyle kendini gösterecektir.
Kısacası, biz devleti hiçbir zaman “sevmeyiz”, “kutsamayız”. Elbette devlet, proletaryanın, halkın elinde olduğu zaman, bizim için, dünyayı değiştirme sürecinde bir yeni aşamaya erişmiş oluruz. Bu nedenle, burjuva devleti yıkmak, yerle bir etmek isteriz. Bu da devlete bir “önem” verdiğimizin kanıtı olabilir. Ama onu sevmeyiz ve kutsamayız.
Günümüz devleti, burjuva sınıfın devletidir. Bu artık dünyanın her yerinde böyledir. Ve bu devlet, burjuva sınıfın, tarih boyunca yaşadığı sınıf savaşımını deneylerini içererek, ona göre şekillenmiştir. Bu nedenle, günümüz devletinin, her zaman Hitler ve Mussolini döneminde ortaya çıkan, özü gereği, Ekim Devrimi ile başlayan dünya devrimine karşı gelişen faşizmi de içermektedir. Avrupa’nın en “mükemmel” demokrasilerinde, faşizmin dişlileri “kadife bir şal” ile örtülü durmakta ve çalışmaktadır. ABD ve İngiltere başta olmak üzere, dünya “demokrasinin beşiği” denilen ülkelerde, 21. yüzyılın sadece 15 yılı boyunca, “demokrasi” denilen şeyin, kendi anayasalarının nasıl ayaklar altına alındığını hep beraber gördük, yaşadık, yaşıyoruz.
Ama son yıllarda, burjuva devlette de daha farklı değişimler gündeme geliyor. İncelemememiz gereklidir. Öyle ya, alaşağı edeceğimiz düşmanın elindeki en gelişmiş silâh, devlet denilen makinadır. Bunu analiz etmeden olmaz.
İki örnek vardır yakından bildiğimiz ve hakkında tartıştığımız, birincisi IŞİD’dir, ikincisi Ukrayna’daki devlettir. Bugünlerde buna, ülkemizdeki devlet de eklenmiştir. Irak, Afganistan deneyimlerinin ardından, dünyada meydana gelen değişimleri görmemiz için, bu üç örneğe bakmamız gerekiyor.
SSCB çözülünce, emperyalist güçlerin, Washington ve Londra’da ikamet eden “efendiler”in, birikmiş arzuları su üstüne çıktı. Öyle anlaşılıyor ki, birbirleri ile yarışmaya başladılar. Artık, “bir ülkenin silâhlarla işgali” eski moda olmaktan çıktı. Artık, rafa kaldırılmış planlar yeniden masaya yatırıldı. Ve dünyanın emperyalist güçler arasında yeniden paylaşımı savaşımı devreye girmeye başladı. Almanya, Fransa bu pastadan az pay almaya hiç de niyetli değillerdi. Almanya, Doğu Avrupa’da hatırı sayılır bir “ekonomik” ilerleme kaydetti.
ABD, Afganistan ve Irak’ı işgal etti. Bu ülkelerde devlet yapılanması ciddi ölçüde değiştirildi. Nasıl ki, SSCB döneminde lanetlenen “sömürgecilik yöntemleri” yeniden gözde hâle getirildi, yeniden sahaya sokuldu ise, aynı biçimde devlet denilen burjuva aygıt da, tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmaya başladı. Nasıl olsa korkulacak bir dünya sosyalist sistemi kalmamıştı. SSCB döneminde aldıkları “sosyal haklar” önlemlerine de gerek yoktu, dünyayı fethetmek için bazı kontrol ve frenlere de ihtiyaç duymuyorlardı. Dünya bir köy idi, globalizasyon bunu söylüyordu ve bu köyün eski sosyalist ülkelerden oluşan bölümü sahipsiz idi. Eskiden onlara güç vermemek için, köyün bazı mahallelerinde “centilmen” olarak davranmaya çalışırlardı, artık ona da gerek yok. Biraz sonra haşlanmış bir tavuk hâline getirilecek bir sömürge yetkilisine, “buyurun” derlerdi, şimdi buna gerek yok, açıkça haşlama işine kapıdan, kameraların önünden başlanabilirdi. Öyle yapıyorlar.
Dünyanın emperyalist güçler arasında paylaşılması için yapılan kurgu, sadece emperyalist güçlerin pastadan alacağı pay nedeni ile değil, halklardan yükselmeye başlayan tepki nedeni ile de farklı eğilimler almaya başladı. Dünyanın pek çok yerinde halkların sokaklara çıkışı gerçekleşti. Bu süreç, paylaşım savaşımı ile birleşince, yeni görüntüler ortaya çıkmaya başladı.
Afganistan’daki devletin, pek de devlet olmadığını, tıpkı Suudi Arabistan devletinin bir petrol kuyusunun kontrolü üzerine kurulu yobaz ve yoz bir yapılanma olduğunu bildiğimiz gibi, Afganistan’daki devletin de eroin pazarlaması üzerine kurulu yoz bir devlet olduğunu biliyoruz. Afganistan ve Irak deneyimi, ABD’ye epeyce yüksek maliyetlidir. Ama anlaşılan ABD, buralardan epey şey de öğrenmiştir.
Ukrayna devleti, bir çete devletidir. İkinci Dünya Savaşı yenilgisi ile, ülkeden kaçan, ABD ve daha çok Kanada’ya yerleştirilmiş olan Nazi artıkları, ABD operasyonunun bir parçası olarak, Ukrayna devletini kontrol etmektedirler. Ve Ukrayna halkları arasında, yüzyıllarca unutulmayacak ölçüde kan dökülmüştür. ABD, bu “modern” devlet uygulamaları ile, çete-devlet uygulamaları ile, hem paylaşım savaşı için yapması gereken hamleleri hızlı yapma şansını elde ediyor, hem de sonu gelmez düşmanlıklar için tohumlar ekmiş oluyor. Evet, ABD Ukrayna’da Kırım konusunda amacına ulaşamadı. Ama, birincisi, Almanya ve Rusya yakınlaşmasını kesti, İkincisi Ukrayna’da, her zaman sorun olan bir çete-devlet kurmayı başardı, bu Ukrayna halkını kendi tarihinden uzaklaştırmak için mükemmel bir avantaj olarak okunmalıdır, üçüncüsü Rusya’nın batısındaki ülkelerde, gerçekte Almanya’nın önünü de kesmeye yarayacak şekilde asker yerleştirmeyi başardı. Bu işten Rusya ve Almanya’nın zararla çıktığı kesindir. Ukrayna halkı ise kaybeden, bedeller ödeyendir, daha da ödeyeceği kesindir.
IŞİD, bir başka ilgiye değer çete-devlet örgütlenmesidir. ABD, Libya’nın ardından Suriye’yi, bir lokmada yutacağını sanmış olmalıdır. Ama öyle olmadı. Şimdi, ABD, Filistin sorununun gelişimini de bilerek, Suriye, Irak, Filistin gibi alanları yerle bir etmek, tarihten ve insandan arındırmak istiyor. Dubai tarzı yekpare camdan yapılanmalarla, sokaklarında tarihin silindiği bir alan yaratmak istiyorlar. İsrail’in yıllardır Filistin halkına uyguladığı baskı ve şiddet, İsrail’i şu noktaya getirmiştir: Tamamen, binaları ve insanları ile Filistin’i dümdüz etmek gerekli. Yoksa burada doğan her çocuk, bir direnişçi hâline gelmektedir. İşte Suriye’de bunu yapmak istiyorlar ve adı IŞİD’dir.
Bir örgüt, ilk kez, El Nusra, El Kaide vb. adlarla değil, doğrudan, adına “devlet” kelimesini alarak kurulmuştur. Bizce uygundur, zaten sizin devletleriniz, modern burjuva devletler, ABD, İngiltere, İsrail, Türkiye vb. hepsi birer IŞİD’dir. Kadınları boğazlayan, çocukları katleden, tarihi yok eden vb. Devletleriniz ile IŞİD arasında fark nerededir?
IŞİD, bir devlet olarak ortaya çıktı, sınırları her gün değişen bir devlet, yasaları olmayan bir devlet. Tıpkı, bugünlerde Türkiye Cumhuriyeti devleti gibi. Kendi anayasasını ayaklar altına alan bir devlet.
Erdoğan yönetiminde şu son yıllarda TC devletinin evrimi de izlemeye değerdir.
Erdoğan-devlet-AK Parti, bu üçü bir arada ele alınmalıdır. Yoksa sadece Erdoğan olarak ele almak, aslında resmin sadece bir parçasını görmek olur.
Erdoğan, bir proje idi. Bunu, hani onlar Demirtaş’a böyle saldırıyorlar diye, bizde yanıt olsun diye söylemiyoruz, daha biz söylemiyoruz. En yakınında bulunanlardan biri, Zapsu, Amerika’daki yetkililere, mesela ‘karanlık prensi’ diye anılan Fehmi Koru’nun çok yakından tanıdığı kişiye, “efendim bunu süpürüp atmayın, kullanın” demişti. Biz buradan biliyoruz. Kendisine ABD adına, eşbaşkanlık görevleri verilmiştir, buradan biliyoruz.
Ve Erdoğan projesi, Suriye kayasına çarptı. Bir sabah yola çıkıp, Maho Ağa, yanına Davutoğlu’nu Kibar Feyzo rolünde alarak (Kibar Feyzo’ya haksızlık olacak, Davutoğlu’nun elleri kanlıdır), öğlen namazını Şam’da kılcaklardı. Ama olmadı. Erdoğan için şansın döndüğü an budur. Biliniyor, her “projenin” bir başlangıcı bir de sonu vardır. Projeyi yapanlar Erdoğan’a nasıl bir son uygun görmüşler ve ne zamanı uygun görmüşler bilmiyoruz. Ama öyle anlaşılıyor, Erdoğan bu sona, planlanandan erken gelmektedir. Suriye’de işler ters gittiğinde, elbette ABD, önce Davutoğlu’nu, sonra Erdoğan’ı haşlamıştır. Ama Gezi Direnişi, işi tamamen farklı bir noktaya taşımıştır. Muktedirin kimyası bozulmuştur. Muktedir, söylentiler böyledir, artık kimseyi dinlemez hâle gelmiştir. Bunu, zaten, Zarrab’ın önüne halı olarak serilen İçişleri Bakanı’nın internete düşmüş ses kayıtlarından da anlıyoruz. Ve elbette muktedir bunu yaparsa, işe yaramaz hâle geldiğini görmek, efendiler için zor olmaz.
Konu Ortadoğu olunca, ABD’nin de hiçbir politikası tutmamaktadır. Bu nedenle, IŞİD devreye sokulmuştur. Erdoğan, uzun süre kendisini IŞİD’in sahibi sanmış olmalıdır. Ama hayat gösterdi ki, ABD, kendisi organize ettiği IŞİD’e karşı operasyona hızla başlayabiliyorken, kendisini IŞİD’in sahibi sanan TC devleti, aynı manevrayı, göstermelik olarak olsa bile yapamıyor. Büyük ölçüde silâh sevkiyatı sürerken, şimdi buna kimyasal silâhlar eklenmiş iken, üstüne üstlük, Kürtlerin IŞİD’e karşı zaferinden korkuya kapıldıkları için, bir bölge oluşturmak, sonra da Afrin’i boğmak istiyorlar. Bunun için, bölgeye 500 kişiden oluştuğu söylenen, Afganistan’da da savaşmış, özel kuvvet gönderiyorlar. Bu özel kuvvet, “Fetih Ordusu” denilen yeni ordunun çekirdeğini oluşturuyor. TC devleti, artık ÖSO ile iş yapmıyor. TC devleti, bir Fetih Ordusu oluşturmuş, bu orduya yol vermesi için El Nusra belli bölgelerden geri çekiliyor, bunlar IŞİD ile konuşuluyor ve böylece, Fetih Ordusu kontrolünde bir bölge ile, Kürtler iki yönden kuşatılmak isteniyor. Geriye iki yön daha kalıyor ki, burada da IŞİD devreye girecektir.
Demek oluyor ki, bir anda, birden bire, bir devlet kuruluyor: IŞİD. Bu devleti, mesela TC devleti tanıyor. Onlarla ticaret yapıyor, diplomatik ve askerî ilişki kuruyor. Ve bir de görüyoruz ki, bir günde ÖSO kurulmuştu ve şimdi yarım günde Fetih Ordusu kuruldu.
Fetih Ordusu önemlidir, çünkü bizi bir yere götürüyor. Fetih Ordusu ismi, Suriyeliler tarafından konmuyor. Neyi fethedecekler. Daha önceki ÖSO ismi de kendilerine ait değildir ama olabilirdi, çünkü Esad yönetiminden “özgürlük” talebi, çekici bir etkiye sahip olabilirdi. Ama Fetih Ordusu, Erdoğan ve şürekasının koyduğu bir isimdir. Suriyelilerden umudunu kestiler, şimdi Suriye’yi topyekûn fethetme rüyasındalar. Bunun için Fetih Ordusu ismini koydular ve IŞİD’den de destek istemektedirler.
Görüldüğü gibi, bölgede Pandora’nın kutusu açılmıştır.
Birden bire ABD-İngiltere-İsrail-Suudi Arabistan-Türkiye ve Katar tarafından organize edilen IŞİD diye bir çete-örgüt ortaya çıkmıştır ve bölgeyi yerle bir etmekte, soykırım ve tarih katliamları organize etmekte, kadınları pazarda satmakta, çoluk çocuk ırzına geçmekte ve bunları İslam adına yapmaktadır. TC devleti, bu örgüt ile her düzeyde temastadır ve Fetih rdusu ile kendisi bizzat sahaya girmiştir. IŞİD’e ülke içinden sağlanan destek yeterli gelmemiş ve doğrudan TC devleti 500 kişilik bir özel kuvvet ile devreye girmiştir.
Bize göre Ukrayna’daki çete nasıl mevcut devlet çarkını ele geçirmiş ve devlet olmuş ise, IŞİD, bir çete-devlet olarak organize edilmiştir. Bu sayede belki, “devlet baba” düşünceleri, duyguları vb. yerle bir olur, belki insanlar, devlet denilen mekanizmanın ne olduğunu biraz daha iyi anlarlar.
Bu arada ise TC devleti de evrim geçirmektedir. Erdoğan-Devlet-AK Parti üçlüsü, isterseniz siz buna teklisi de diyebilirsiniz, son yıllarda, ülkeyi savaş alanına çevirmiştir. AK Parti, tek başına iktidar olamadığı seçim sonuçlarını açıktan tanımamıştır, Erdoğan anayasayı rafa kaldırmış ve fiili durum ilan etmiştir. Ülkenin her alanında devlet eli ile şiddet tırmandırılmaktadır. Basın üzerinde baskılar dur durak bilmeden artmaktadır ve Kürt illerinin hemen hepsinde sıkıyönetim, sokağa çıkma yasağı vb. devreye sokulmuştur.
Erdoğan’ın, şiddeti tırmandırarak kendini kurtarma isteği biliniyor. Ama bu, daha ileri taşınmıştır. Erdoğan, bugün, başkanlık sistemini ilan etmiştir. Devlet içinde daha önceden var olan ve adının Ergenekon olduğunu öğrendiğimiz kontr-gerilla yapılanmasının yerine, doğrudan Erdoğan’a bağlı bir yapı oluşmuştur. Fetih Ordusu’nun içerde de bir izi olduğu fikrindeyiz. Erdoğan, devlet ihalelerini dağıtmak için, açıktan bir çete kurmuştur. Bu çetede yer alan müteahhitler, karne ve tabelalarını Bilal’e teslim etmiştir. Bu çete, devletin tüm gücü ile, tüm inşaat sektörünü, hatta dahasını ellerine geçirmiştir. Sabiha Gökçen Havalimanı’nın satılmasını ele alın, tüm bu çarkı göreceksiniz. Bu çete mantığı, bu mafya mantığı, bugün, Erdoğan’a bağlı devlet örgütlenmesinde de yansımasını bulmuştur.
Erdoğan, devlet, AK Parti, üçü birlikte, tüm gücü ile Kürdistan’ı kana bulamaktadır. Özel TİM ve özel kuvvetler devreye sokulmuştur. Polis üniformalı kişiler, “biz IŞİD’iz” diye bağırmaktadır. Rastgele sokaklarda ateş açılmaktadır. Bu sadece Erdoğan’ın kendini kurtarma girişimi değildir. Bu sadece iktidarı paylaşmayı reddetme ve seçimlerle birlikte halkın iradesini ayaklar altına almak değildir. Bu aynı zamanda TC devletinin baştan aşağıya çeteleşmesidir.
Devletin her kademesi, bu özel savaştan fayda ummaktadır. Cizre gibi ilçelere binlerce asker ve polis yığılmaktadır. Daha çok İçişleri Bakanlığı’na bağlı jandarma ve polis güçleri devrededir. Valiler, doğrudan Erdoğan valileri olarak devrededir. Ve tüm bölge kana bulanmaktadır. 7 yaşında çocuklar öldürülmektedir. Tam da IŞİD’in yaptıklarına benzer bir terör havasıdır bu. Çeteleşme, kendini hiçbir hukuka bağlı görmemek de demektir. Devletin çeteleşmesi budur.
Bu nedenle, bu, sadece Erdoğan’ın operasyonu değildir, tümden bir çeteleşmedir. Devletin baştan aşağıya bir bütün olarak savaşı tırmandırdığını görmekteyiz.
Erdoğan, tüm halka, devlet denilen şeyin, tam bir çete, tam bir kirli ilişkiler ağı olduğunu göstermiştir. Devlet baba, artık bitmiştir. Devlet makinası, halkın, işçi ve emekçilerin, özgürlük isteyenlerin, ayrımcılık ve haksızlıktan şikâyeti olanların, onurlu bir yaşam isteyenlerin tam karşısındadır, tam karşısında bir kirli ilişkiler ağı, hukuksuz bir savaş makinası olarak durmaktadır.