Temmuz ayının son günlerinde, Ağustos ayının ilk günlerinde, ülkenin turizm bölgelerini, en başta bu bölgeleri yangın sardı. Orman yangınları, insan olan herkesin içini acıtacak görüntülerle, söndürülemez yangınlar hâlini aldı.
1
13 Temmuz günkü bazı gazetelerin manşetlerini, Orman Bakanı’nın “çakmak çakılsa haberimiz oluyor” başlıklı haberi süslemiş. “Süs” olarak bakıldığında, gayet de başarılı bir süsleme sayılabilir. Pakdemirli, orman yangınlarını bir yana bırakın, biz artık, bir çakmak çakılmasını dahi izleyebiliyoruz, demiş.
Ne başarı, ne övünülecek şey!
Ama maalesef, 14 gün sonra, yani iki hafta sonra, Orman Bakanı Pakdemirli’nin, pek de “pak” olmadığını, çok miktarda “pis” olduğunu gösterecek yangın haberleri gündeme düştü. Yangın da olsa, ışık aydınlatıcıdır.
Antalya’dan Marmaris’e, tüm turizm bölgesi yanmaya başladı.
Dahası, tam da bu dönem, bir yeni kanun devreye sokuldu ve Orman Bakanlığına ait bazı yerler, Çevre Bakanlığına devredildi.
Manavgat yangınında, Çevre Bakanı ile, Dışişleri Bakanı sahne aldı ve “her şey yolunda” mesajlarını verdiler. Biri turizm işletmelerine, diğeri ise Katar gibi mülk almaya hevesli yatırımcılara mı sesleniyordu, bilmiyoruz. Ama soru ortadadır. Orman Bakanı ile İçişleri Bakanı Süslü Süleyman, ancak çok sonra boy göstermeye başladılar.
2
Manavgat yangını ile birlikte tartışma başladı. Saray beslemeleri, yangınları PKK’nin üzerine atmaya çalıştı. Ama tutması olanaklı değildi.
Ama Manavgat yangınının, bir habere göre aynı anda 4 yerde, bir başka habere göre aynı anda 6 yerde başlamış olması, sabotaj ihtimalleri yönündeki kuşkuları artırdı. Bu kez oklar devlete, Saray’a çevrildi. Soru şöyle dile geldi: Acaba Saray, yeni imar alanları açmak için, bu yangınları kundaklamış mıdır? Beşli çete denilen müteahhitler, büyükleri de küçükleri de dâhil hepsi, böylesi bir kundaklamada aktör müdürler? Tam da yasanın bugünlerde çıkmış olması, bu kuşkuları da artırır niteliktedir.
Ayrıca, Soylu’nun ilk ortaya çıkışı, yangın kundakçısı diye linç edilmeye çalışılan, karakola götürülen ailenin suçsuzluğunun ilanı ve itibarının iadesi için olmuştur. Devlet, göz yaşartıcı bir hızla, linç edilmekten kurtulan bu ailenin zararını hemen karşıladı. Eşi benzeri görülmemiş bir atikliktir bu ve hiçbir “bürokratik” süreç, olayın hızını kesmemiştir. Süslü Süleyman, yangınların araştırılmasını istemez hâldedir.
Dahası, Orman Bakanı, “çakmak çakılsa görebiliyor” iken, olup biteni anlatabilecek tutum alamamıştır. Belediyelerin yangını söndürmekten sorumlu olduğunu ilan etmiştir. Manavgat yangını sonrasında, başka yerlerde yangınlar peş peşe başlayınca, Dışişleri Bakanı sahneden çekilmiştir.
Dışişleri Bakanı’nın, mesela Afganistan konusunda devrede olmasını beklerdiniz değil mi? Eğer öyle ise, çok beklersiniz. Saray Rejimi, tam olarak budur. Afganistan meselesi Akar’ın meselesidir, Manavgat ise Dışişleri Bakanı’nın, Libya’da İçişleri Bakanı devrede olur. Çünkü, baştan aşağıya bir çeteleşmiş devlettir bu ve yaşadıkları çöküştür. Çöküş anında herkes, kendi kesesini doldurmaktadır, belli dikkatler içinde.
3
Yangınların ne kadarı sabotajdır, ne kadarı kapitalist sistemin yarattığı iklim değişikliği ve doğanın tahribinin sonucudur, bu bir tartışma konusu olabilir.
Ama yangınların söndürülmemesi, söndürülmesi yönünde, halkın gösterdiği işbirliği ve çaba ile devletin sessiz ve sedasız seyretmesi arasındaki açık karşıtlık, yangınları söndürmek için Orman Bakanlığının, devletin herhangi bir kurumunun sessiz kalması, eylemsiz kalması, sabotaj kadar büyük bir suçtur. Diyelim ki, bu ormanlar yansın isteniyorsa, yangına müdahale etmemek için bir organizasyon yapılmış olsa, işte devlet bunu başarmıştır.
Devletin yangın çıkarma pratiğini biz Kürdistan dağlarından iyi biliriz. TC devletinin bu konuda açık ve bilinen bir sicili zaten vardır. Manavgat ile başlayan, Bodrum, Marmaris vb. yerlerde yeni yangınlarla birleşen bu yangınlar, devletin Kürt dağlarını yakma deneyimini anımsatmaktadır. Ama sabotaj tartışmasını tümü ile bir yana bırakalım. Yangınların söndürülmesi konusundaki devlet tutumu, sabotaj ile aynı derecede suçtur.
Rant ve yağma politikalarının yansımasıdır. Bunda hiç kuşku yoktur.
Saray Rejimi, yağma, rant ve savaş ekonomisi üzerine oturmaktadır. Yangınlar konusundaki tutumu ile Saray, bu politikalarını bir kere daha tescil etmiştir.
Saray Rejimi, doğaya, insana, yaşama karşı, yağma, rant ve savaş taraftarıdır.
Elbette, kapitalist sistemin kâr amaçlı üretim mekanizmaları, doğayı, doğanın bir parçası olarak insanı kirletmekte, yağmalamaktadır. Kapitalist kâr amaçlı üretim, doğanın ve onun bir parçası olan insanın sömürülmesi üzerine kuruludur. Bu durum, dünyada iklim değişikliklerini tetiklemekte, adeta gezegen yok edilmektedir. Elbette bu durum, yangınlar da içinde birçok felaketin, pandemi de dahil birçok hastalığın ortaya çıkmasının nedenidir. Bu nedenle diyoruz ki, kapitalist sistem, ölüm üretmektedir. Yaşamın her alanında bu gerçek, kendini dolaysız biçimlerde ortaya koymaktadır. Buna son vermenin tek yolu, sosyalizmdir. Bu nedenle “ya sosyalizm ya ölüm” sloganı, daha da günceldir, devrim talebi daha da yakıcıdır.
4
Saray’ın vurdumduymazlığına karşılık, halkın yangınlar karşısında gösterdiği dayanışma ve ortaya koyduğu emek ve irade, Gezi Direnişi’nin derinlere yerleşmiş yardımlaşma ruhunun kanıtıdır. Elbette, bu yangınların, havadan su atılmadan söndürülmesi mümkün değildir.
Yangınların su uçakları ile söndürülmesi, son derece olanaklıdır. Sabotajla başlamış olsa bile, yangının hızla yayılmasının neden, müdahalenin sadece halk tarafından elle yapılıyor olmasıdır.
Manavgat’ta bir kitle gösterisi olsa, Saray Rejimi’ni protesto gösterisi organize edilmiş olsa, onlarca TOMA devreye sokulacaktır. Bundan eminiz. Ama resmî olarak devlet, elini bile kıpırdatmamıştır.
Devletin başı olarak dolaşan Erdoğan, “uçağımız yok” demiştir.
İyi ama, yangın da olsa ışık aydınlatıcıdır.
Saray’da 13 adet trilyonluk uçak vardır. Ve bunlardan sadece bir tanesinin bedeli karşılığında, bir yangın söndürme uçak filosu kurulabilmektedir. Her şeyde, “ben ben” diye nutuklar atan Erdoğan’ın, “uçağımız yok” demesi, Dışişleri Bakanı’nın IBAN numaraları ilan etmesi, Saray Rejimi’nin “yeni normal”idir.
Pandemi süreci ile hayatımıza biraz farklı girdi “yeni normal”.
Adeta, buna alışın denilmektedir. Bundan böyle normal budur.
Yangın süreci göstermiştir ki, sistemin “çöküş” hâli vardır. Ve bu durum, “yeni normal” olarak karşımızdadır.
5
Çöküş, Saray’ın yeni normalidir.
Erdoğan’ın “uçağımız yok” demesi budur.
Kılıçdaroğlu’nun, devleti kurtarmak adına sürekli Saray’ın payandası olması hâli, bunun çıplak hâle gelmesi yeni normaldir.
Aklın tutulduğu yerde, sadece karabasan kalır. Saray Rejimi’ne karşı açık ve net bir mücadeleye girmeyenlerin, karabasanları eksik olmayacaktır.
Erdoğan’ın çay fırlatması, çay fırlatma sahnesinde çığırtkanın sözleri, tam olarak “yeni normal”dir ve çöküş hâlidir.
Rize’de sel felaketinde gidip kendi korumalarından oluşan izleyici kitleye çay fırlatması, Saray’ın “yeni normal”idir. Ucuz bir parodidir ve gülmek için bile önce şaşırmak gerekli bir hâldir.
Marmaris’te Erdoğan’ın yangın için yolları kapatması, koruma ordusunun yangın söndürme faaliyetlerini engellemesi, Saray’ın “yeni normal”idir. Erdoğan’ın Marmaris’te, yangın içindeki Marmaris’te, dinleyenlere çay fırlatması, çığırtkanın komutlarına uyarak insanların başlarına çay atması, çöküş komedyasıdır.
Bir belediye başkanının “TOKİ öyle evler yapacak ki, evi yanmayanlar, keşke benim evim de yansaydı diyecekler” beyanatı, övgü ile sövgünün yer değiştirdiği “yeni normal”dir ve Saray Rejimi’ne aittir.
Erdoğan, bir köy muhtarını arayıp, yeni evler yapılacağını ve bu evlerin %67-80 oranları ölçüsünde kredilendirileceğini söylemiştir. Muhtarın ne dediği bilinmiyor. Ama içinden ne dediği ayan beyandır.
İşte yangınlar karşısında Saray Rejimi’nin resmî tutumu budur: Yangını nasıl kâra, nasıl yeni binalara, nasıl kredili satışlara çevirebileceklerini hesaplamaktadırlar. Bu durumun kendisi, sabotaj kadar suçtur, insanlık dışı tutumdur.
6
Yangın süreci açık olarak göstermektedir ki, Saray Rejimi, danışmanları, bakanları, bürokrasisi, ordusu, polisi, dron üreten şirketleri, inşaat şirketleri, turizm tekelleri, karanlık basını ile halka, yaşayan her canlıya, işçi ve emekçilere, yaşamın kendisine düşmandır.
Ülkenin büyük nüfusu ile Saray Rejimi, iki karşıt kutuptadır.
Saray Rejimi, doğrudan halkların düşmanıdır.
Saray Rejimi, işçi ve emekçilerin düşmanıdır.
Saray Rejimi, yaşayan her şeye, yaşamın kendisine düşmandır.
Saray Rejimi, çürümenin temsilcisidir, karanlığın temsilcisidir.
Ve açık olarak, bu iki karşıt kutup arasında her gün daha fazla açığa çıkan bir savaş yaşanmaktadır.
Bu savaşı görmemek, bu savaşı görmezlikten gelmek büyük hafifliktir. Doğanın ve onun bir parçası olan insanın yok edilmesi sürecine seyirci kalmak suçtur.
Açık olarak Saray Rejimi’ne karşı mücadele, acil bir görevdir, ertelenemez bir görevdir.
“Yangınlara fazla bakan gözler yaşarmaz.”
Yakınmayı, gözyaşlarını bir kenara bırakmak gerekir.
Açık olarak bir örgütlü mücadeleye girmek gerekir.
Direniş, ülkenin her yanından gelişmektedir. Gözlerimizi bu direnişe dikmek, kulaklarımızı direnişin ayak seslerine odaklamak, ayaklarımızın ritmini direnişin ritmine ayarlamak gerekir.
Bu yangınlar, Saray’a ulaşacaktır.
Saray ve halk, iki karşıt kutuptur.
En büyük felaket, bir toplumsal felaket olan Saray Rejimi’nin, kapitalist sistemin bizzat kendisidir. Kapitalizm var oldukça, burjuva egemenlik var oldukça, saraylar yerlerinde durdukça, bu felaketlerin sonu gelmeyecektir.
Kapitalizmde yaşamak, Saray Rejimi altında yaşamak artık bir karabasandır.
Bu karabasana son vermenin yolu, bilimi, aklı temel alan bir devrimci direnişi örgütlemektir, devrimi örgütlemektir, işçi sınıfının tüm güçleri ile sahneye çıkmasıdır.