Eğitim hayatımızda bir zoom karesinden ibaret olduğumuz, üretim alanlarımızdan uzakta, evlerde ekonomik krizin sonuçlarıyla boğuştuğumuz iki senenin ardından üniversitelerimize, yaşam alanlarımıza dönüyoruz. Fakat daha eğitim döneminin kapısı aralanmadan karşı karşıya bırakıldığımız tablo: yurt ve ev fiyatlarının pahalılığı, yurt kapasitelerinin yetersizliği, yemekhane ve özel işletme fiyatlarındaki artışlar, kimisi yüz yüze kimisi online olan dersler… Bizler, özgürce üretmeyi, bütün renklerimizle birlikte yaşam alanlarımızı var etmeyi düşlerken bize reva görülen yalnızca hayatta kalmak. Tabi buna yaşamak denirse… Kaldı ki şu an hayatta kalmamız için gereken, temel hakkımız olan barınma, beslenme gibi asgari ihtiyaçlarımızı karşılayamaz durumdayız.
Sen, sıra arkadaşım, bu sistemin krizlerinin sonuçlarını ödemeyi kabul ediyor musun? Kurduğun üniversite hayallerinde günü kurtarmak için yaşamak mı vardı, hatırla?
Gelecek kaygısıyla başladığımız okullarımızda okurken aklımızı; mezun olduktan sonra hayatımızı nasıl devam ettireceğimiz, emeğimizi kime satacağımız, iş bulup bulamayacağımızın kocaman belirsizliği meşgul ediyor. Geleceksizliğin yükünü ağır bir zincir gibi boynunda taşırken artık bu belirsizlik yalnızca okulu bitirdikten sonra değil daha eğitim dönemimiz başlamadan karşımıza çıkıyor. En azından üniversite hayatımızı güzel geçirelim, özgürce üretelim diye düşündüğümüz hayallerimize de el konulmak isteniyor.
Üniversitelere atanan kayyumların yaşam alanlarımızı rant kapısı haline getirmesi, bizlere öğrenci değil müşteri gibi davranması bizleri daha üniversite kapısından girmeden dönemi nerede geçireceğimizi bilemez hale getiriyor. Görece şanslı olanlarımız son anda açılan fahiş fiyatlı yurtlarda kalmaya çalışırken, bir kısmımız da dört duvarı var diye “ev” olarak adlandırılan mekanlara mecbur bırakılıyoruz. Bu dört duvardan oluşan mekanlar için de geri ödemeli olarak alabildiğimiz KYK burslarının beş katı kadar para ödememiz bekleniyor. Bazılarımız da eğitimimize devam edelim, akşam da sıcak bir odada uyuyabilelim diye insanlık onuruna uygun olmayan koşullar altında çalışmak zorunda kalıyoruz.
İTÜ’de vakıflar tarafından işletilen yurtların yarısından fazlası 1100 liradan fazla. Bu yurtlarda yemek gibi temel ihtiyaçların hiçbiri karşılanmıyor. Gittikçe artan kontenjanlara rağmen yurt kapasitelerinin sabit kalması, şehir dışından gelenler dahil olmak üzere birçok öğrenciye yurt sağlanmamasına sebep oluyor. Koç Üniversitesi’nde de benzer bir durum rektörlüğün öğrencilere önce yurt bursu verdiğini söyleyip sonra pandemiyi bahane ederek öğrencilerin büyük çoğunluğunu yurda almamasıyla yaşanıyor. Mimar Sinan Üniversitesi’nde devletin atadığı kayyum Handan İnci’nin kararlarıyla üniversitenin yurtlarına “anarşik faaliyette bulunan” öğrencilerin alınmayacağı duyuruluyor. Çürümüş sistemlerine karşı mücadele eden herkese terörist damgasını vuran Saray Rejimi, öğrencinin temel hakkı olan barınma hakkını da gasp etmekten geri durmuyor. Kılıçdaroğlu çıkıp “Gençlere ilk sıfır arabalarında sıfır ötv uygulanacak” söylemlerinde bulunuyor. Temel ihtiyaçlarımızı dahi karşılayamıyorken sıfır araba almamızdan bahseden ‘’muhalefet” açıkça aklımızla dalga geçiyor.
Tüm bunlara karşı direnmeyi öğrendik bir kere. Yanımızdaki arkadaşımızda, kendimizde çözümü aradık. Yan yana gelmenin, üretmenin, isyan etmenin tadını aldık bir kere.
Boğaziçi Direnişi boyunca kayyum rektöre karşı her ne yaptıysan sıra arkadaşım; senin, bizim sayemizde altı ay boyunca Melih Bulu’yu atayanlar rahat uyku uyuyamadı.
Şimdi sana diyoruz ki arkadaşım, kapitalizmin bizi ittiği karanlıktan birlikte çıkabilir; özgür bir dünyayı, insanca ve onurlu bir yaşamı var edebiliriz. Bizi mahrum bıraktıkları her alandan, her sokaktan, her kampüsten, her yurttan sesimizi yükseltelim. Onlar bize yurt vermiyorlarsa, öğrencinin yurdu direnişidir diyelim.
Tüm öğrencileri bulundukları alanda dayanışmaları oluşturmaya, direnişi sokak sokak, kampüs kampüs yaymaya ve Kaldıraç Üniversite saflarında mücadele etmeye çağırıyoruz!