Bugünlerde, “devleti kurtarma” planları pazara sürülmüştür.
Saray Rejimi çözülmektedir.
Bu çözülüşü durdurmak için, egemenler, ikili bir politikayı sahaya sürmektedirler.
Biri, güçlendirilmiş Saray Rejimi’dir. Erdoğanlı veya Erdoğansız, Saray Rejimi’ni sürdürmek isteyenler, egemen sınıfın diğer kesimlerine, “devleti kurtarma”nın planı olarak bunu sunuyorlar. Onlara göre, eğer Saray Rejimi yıkılırsa, bu yıkım, devletin yıkımına kadar gidebilir. Bu nedenle, Saray Rejimi’ni tartışmamak lazım, tersine güçlendirmek lazım, diyorlar.
İkincisi, güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüştür. Egemenler diyorlar ki, eğer Saray Rejimi’ni tutmak, sürmesini sağlamak mümkün olmazsa, bu durumda parlamenter sistemi devreye sokmamız gerekir. Parlamenter sisteme dönüşü savunanların görevi, tüm muhalefeti, parlamenter sistem bayrağı altında toplayarak, “devletin kurtarılmasını” sağlamaktır.
Bu iki çözüm, aslında egemenlerin çözümleridir. İkisi de aynı yerden beslenmektedir ve birbirinin “zıddı” olmadıkları hâlde, alternatifi olarak sunulmaktadır.
Saray Rejimi, parlamenter sistemi savunanlara saldırdıkça, parlamenter sistemi savunanlar solu yanlarına çekmek için hareket etmektedirler.
Saray Rejimi, devlet, dini ve milliyetçiliği, Osmanlıcılığı da değişik dozlarda içine koyarak bir ideolojik saldırı aracına dönüştürüyor.
Onun sözde muhalifi parlamenter sistem savunucuları da, “milliyetçilik” yerine ulusalcılığı koyarak, dini daha düşük bir dozda sos yaparak, solu ve işçi sınıfını aldatacak bir ideolojik harmanlama yapmaya çalışıyor.
Tüm bu kavga, uluslararası güçlerin kendi aralarındaki paylaşım savaşımının içine sızdığı bir kavgadır. Her biri diğerini “yerli ve milli” olmamakla suçluyor.
Böylece, her alandan, bazı sol kesimlerden de, milliyetçilik ve din, değişik dozlarda pompalanıyor. Solun, egemenlerin bu ideolojik bombardımanına “ulusalcılık” ile katılmaları, aslında egemenlerin tam da istediği şeydir.
Böylece işçi sınıfının ideolojisi, adı var kendisi yok cinsinden kenara atılmak, üzeri örtülmek istenmektedir. Kimin buna, ne kadar bilerek, ne kadar korkudan, ne kadar “çaresizlik”ten katıldığı, bu noktada hiç de önemli değildir.
Saray Rejimi çözülmektedir.
İşçi ve emekçiler, bu çözülüşü, devletin yıkılmasına, işçi ve emekçilerin iktidarının kurulmasına, sosyalist devrime dönüştürmek zorundadır. Görev budur. Bu görevin önünde engeller vardır elbette, ama aşamalar yoktur.
Bu nedenle, “Erdoğan gitsin, bu ilk görevdir” anlayışı oldukça eksik bir anlayıştır. Erdoğan, kendi isteği ile gitmiyor. Ve karşımızdaki devlet, bir “tek adam” rejimi değildir. “Tek adam” diktatörlüğü, devletin sınıfsal yapısını, devletin burjuvaların devleti olduğu gerçeğini gizleyen bir rol oynamaktadır. Sanki Saray Rejimi oraya, bir proje olarak gelmedi, sanki Saray Rejimi oraya, Erdoğan’ın isteği üzerine yerleşti, sanki Saray Rejimi, burjuvaların istemediği bir rejimdir, sanki Saray Rejimi, uluslararası tekellerin, ülkemizdeki tekellerin çıkarlarının ürünü değilmiş gibi bir algı yaratmaktadır. İstedikleri de budur.
Böylece biz işçiler, biz devrimciler, ne olduğu belirsiz bir “tek adam diktatörlüğü”ne karşı savaşıyoruz. Sanki, Erdoğan gidip de yerine Akar, yerine Gül, yerine Babacan, yerine Kılıçdaroğlu, yerine Akşener gelse, burjuva egemenlik son bulacak, işçi ve emekçiler özgürlüğe kavuşacak, sömürü ve savaş bitecek, gibi bir algıdır bu.
Bunu reddediyoruz.
Bu gerçek değildir.
Görünen Erdoğan’ın iktidarı gibidir, oysa bu gerçek, bunun bir Saray Rejimi olduğudur. Ve tüm burjuvalar, uluslararası ve ulusal tüm sermaye güçleri bu rejimin içindedir, yanındadır, arkasındadır.
Bu savaş, işçi sınıfının, burjuva devlete karşı, burjuva devletin özgün bir örgütlenmesi olan Saray Rejimi’ne karşı savaşıdır.
Hem dünya kapitalist sistemi bir krizdedir. Bu kriz, giderek derinleşmektedir.
Hem dünya emperyalist güçleri kendi aralarında, dünyanın yeniden paylaşımı için bir savaş içindedir. Ve bu savaşın sıcak biçimler aldığı coğrafyalardan birisi, bizim içinde yer aldığımız coğrafyadır.
Hem Türkiye kapitalizmi derin bir ekonomik kriz içindedir. Ve burjuvalar, tekeller, ulusal veya uluslararası egemenler bu krizin tüm faturasını işçi ve emekçilerin üzerine yıkmak, bu yolla kriz döneminde karlarını katlamak peşindedir.
Hem TC devleti, siyasal bir kriz içindedir.
Tüm bunlar, ayrı ayrı değil, birbirinin içine girmiş hâlde yaşanmaktadır.
İşte bu koşullarda, TC devleti çözülmektedir. Bu çözülüş, olağanüstü bir devlet organizasyonu demek olan Saray Rejimi’nin çözülüşü olarak ortaya çıkmaktadır.
İşçilerin görevi, “devleti kurtarmak” değil, tüm bu sömürü çarkını parçalamak, burjuva egemenliği yıkmaktır.
Bugün Erdoğan gitsin de, ne olursa olsun, doğru bir yaklaşım değildir. Bu durum, çözülmekte olan devlet çarkını görmemek, olup biteni kavramamak, krizin derinliğini es geçmek demektir. Erdoğan’ın yerine gelecek olan, aynı çarkı sürdürdüğü sürece, yaşanacak olanlar değişmeyecektir.
İşçi sınıfı, kendi sınıf çıkarlarını ortaya koymalıdır.
İşçi sınıfı, savaşsız ve sömürüsüz bir dünyadan yanadır. Toplumun ve işçi sınıfının kurtuluşu, hatta insanlığın kurtuluşu buna bağlıdır. Savaşsız ve sömürüsüz bir dünya, sosyalist devrimle başlayan bir süreçle kurulur. Sosyalist devrim, tüm fabrikaların, tüm özel hastahanelerin, tüm bankaların, tüm üretim araçlarının, tüm eğitimin vb. kamulaştırılması demektir. Sosyalist devrim, tüm aşağılanmanın son bulması, her türden kimlik sorununun çözümünü demektir. Sosyalist devrim, özgürlük demektir. Sosyalist devrim, tüm tarihle hesaplaşma, sosyalist devrim tüm halklarla barışmak demektir. Sosyalist devrim, bölge halklarının tek çıkış yoludur.
Evet Saray Rejimi çözülmektedir.
Bu noktada Erdoğan çoktan bitmiştir.
Tam bu noktada Erdoğan gitsin de ne olursa olsun demek, zaten gerçekleşmiş olana evet demek, onunla yetinmek demektir.
İşçi sınıfı için mesele, Saray Rejimi ile birlikte tüm burjuva egemenliği tarihin çöplüğüne göndermektir.
İşçi sınıfı, iktidara yürümelidir.
Bu mümkündür, olanaklıdır. Hayatı üretenler, hayatı yönetmeye aday olmalıdır. Bunun nesnel temeli vardır.
Mesele, direniş çizgisini geliştirmek ve örgütlemektedir.
Devrimin acil görevi budur.
İçinden geçtiğimiz süreçte devrimci görev, direnişi büyütmek, daha da kökleştirmek üzere örgütlenmektir.
Birleşik Emek Cephesi bunun yoludur.
Devrimci tüm güçler, tüm gruplar, tüm devrimci siyasal eğilimler, tüm yerel işçi örgütlenmeleri, tüm fabrikalardaki işçi konseyleri, gözlerini iktidara dikerek, Birleşik Emek Cephesi’nde birleşmek zorundadır. Bu sadece bir çağrı değildir, bu aynı zamanda, devrimi olanaklı hâle getirmenin tek yoludur. Bu sadece bizim, Kaldıraç Hareketi olarak bizim sorumluluğumuz değildir. Bu, aynı zamanda tüm devrimcilerin ortak sorumluluğudur. Bu nedenle, bu çağrıya, daha çok, mücadele yolunun ve devrimin acil görevlerinin bir kere daha ifadesi olarak bakmak gerekir.
Her devrimci hareket, kendi örgütlenmesini yürütür ve yürütmektedir. Buna kimse engel olamaz. Zaten bu devrimci iddiası olan herkesin işidir de. Ama Birleşik Emek Cephesi, olabildiğinde ortak mücadeleyi geliştirmenin, geleceği kurmak üzere savaş arkadaşlığını geliştirmenin ve güncel olarak da işçi sınıfını burjuvazinin, devletin kuyruğuna takmak isteyenlere izin vermemenin yoludur.
Şimdi, tüm burjuva “muhalefet” hep birlikte, kitle hareketlerini, işçi direnişini, kadın direnişini, gençliğin direnişini, sisteme yeniden bağlamak için yollar aramaktadır. CHP’nin “meydanlara iniyoruz” hamlesi, gelişen hareketin sistem dışına çıkmasını önlemek içindir. DİSK’in sözüm ona eylem çağrıları, gelişmekte olan işçi sınıfının öfkesini boşa çıkarmak, sisteme karşı bir mücadeleye dönüşmesini önlemek içindir.
Her işçi eyleminin, her kadın eyleminin, her gençlik eyleminin, hayatın her alanından yükselen eylemlerin karşısında tüm devlet güçleri açık savaş güçleri olarak sıralanırken, işçi ve emekçilere, direnenlere “yasalara uyun” çağrısı yapan “muhalefet” aslında devletin baskı ile boyun eğdiremediği direnişi, arka kapıdan devlete bağlamak için hareket etmektedir.
İster ekonomik olsun ister siyasal olsun, her direniş ve her hak talebi, iç savaş hukuku ile karşılaşmaktadır. Bu noktada işçi ve emekçiler, sokaklarda, barikatlarda, direniş meydanlarında, fabrikalarda, kendi yasalarını yazmak zorundadırlar.
İşçi ve emekçilerin, direnenlerin örgütlenmesi, direnişin kök salması, her fabrikada, her işyerinde, her hastahanede, her okulda örgütlenmenin geliştirilmesi acil bir görevdir.
Genel direnişin örgütlenmesi, örgütlenme ile mümkündür. Birleşik Emek Cephesi, tam da bunu gerçekleştirecek örgütlenmedir.
Yaşasın devrim ve sosyalizm mücadelesi!
Yaşasın Birleşik Emek Cephesi!