2021 yılının sonbaharı, siyasal ve ekonomik krizin daha da açığa çıkmaya başladığı, buna bağlı olarak deyim uygun görülürse “olayların hız aldığı” bir dönem olarak başladı.
Hem egemenler içindeki çatışma arttı hem bu çatışmanın etkileri daha hızla ortaya çıkmaya başladı hem de işçi sınıfı ve emekçi kitlelerdeki arayış, direniş daha da gelişmeye başladı.
Bu koşullarda, birçok “görüntü” ile gerçeklikler birbirine karışmaya eğilimli hâle geldi. Bu nedenle, bir kere daha doğru bildiklerimizi toparlamak, hem de somut gelişmeleri analiz etmek önem kazandı.
Maddelerle ilerlemek istiyoruz.
1
Saray Rejimi, tekelci polis devletinin olağanüstü hâlidir. “Olağanüstü hâl” ilan etmiş olmaları nedeni ile değil. Gerçekte tüm devlet örgütlenmesi artık bu hâldedir.
Saray Rejimi’nin ortaya çıkmasını, biz üç sürece bağlıyoruz: İlki emperyalistler arasındaki paylaşım savaşımıdır ve bu savaş Suriye savaşı ile, yeni bir aşamaya dönüşmüştür. Suriye savaşı sonrasında TC devleti, Suriye’nin tümünü işgal etme hevesi ile sahaya dalmış, ABD adına tetikçilik yapmaya başlamıştır. Bu elbette sadece Suriye ile sınırlı bir iş olamazdı. Libya, Kafkaslar ve öncesinde başlanmış olan Balkanlar da bu işin içindedir. Bir NATO ülkesi olarak TC devleti, kendi geleceğini, tıpkı NATO’ya girmek için Kore’ye asker göndermek için, asker başına cent alarak tetikçilik yapmakta gördü. Bu, ABD’nin “yeni Türkiye” planlarına da uygun düşüyordu. TC devletinin bu sahaya dalması için, Kürt meselesi yeterince teşvik edici idi. Başka bir şey düşünmelerine gerek yoktu. Hem Kürtlere karşı kıyım olanağı doğuyordu hem de yağma ve rant ile savaş ekonomisi oldukça kârlı gözüküyordu. Ama Suriye savaşı, istenildiği gibi bir yol izlemedi. Emevi Camii’nde öğlen namazı kılmak hayal hâline geldi. Ama bu aynı zamanda, Suriye savaşının TC içine yansımasının da yolunu açtı. Suriye topraklarında işgalci olan TC devleti, aslında IŞİD çetelerini tam olarak kendi içine taşımaya başladı. İkincisi Kürt devrimi ve ona karşı TC devletinin yürüttüğü kirli savaştır. Bu savaş başarısız oldukça, Kürt devrimi, sistemi çözmeye başladı. Ve üçüncüsü, Gezi Direnişi ile ortaya çıkan, nitelik olarak zayıf, örgütsüz de olsa direniştir.
Bu üç etken, TC devletinin, tekelci polis devletinin, Saray Rejimi biçiminde örgütlenmesini koşullamıştır.
Bunun dayandığı ekonomik yapı ise, yağma-rant ve savaş ekonomisidir.
2
Bu analize “evet” dediniz mi, Saray Rejimi konusunda net bir fikre ulaşırsınız.
Görüntüde “tek adam diktatörlüğü” şeklinde ortaya çıkan yapı, yanıltıcıdır. Buna “tek adam” diktatörlüğü demek, eksik, aldatıcıdır. İşçi ve emekçileri, Erdoğan gidince her şey düzelecek diyen burjuva muhalefete mahkûm etmek demektir. Amaçlanan bu olsun olmasın, tek adam diktatörlüğü, buraya çıkar.
AK Parti-MHP ittifakı Saray Rejimi demek değildir. Bu meseleyi eksik anlamak olur. Saray Rejimi’nin içinde, bugün karşımıza muhalefet olarak çıkan, zorunlu olarak “farklı gelecek” planları açıklayan burjuva muhalefet, yani CHP ve İYİ Parti de bu Saray Rejimi’nin bir parçasıdır. Burası çok önemlidir.
Evet Saray Rejimi bir çeşit koalisyondur. Ama bu sadece AK Parti ve MHP demek değildir. Tersine, egemenlerin, tüm egemen güçlerin ortak koalisyonudur. Bu egemen güçler, tekellerdir, tekelci sermayedir, onların uluslararası ortaklarıdır, eski devlet kadroları olan ve “Ergenekon” diye anılan kadrolar da bunun içindedir, “ulusalcı” diye kamufle olan kadrolar da bunun içindedir, eski Kemalist kadrolar da bunun içindedir, yeni cemaatçi kadrolar da bunun içindedir, Osmanlıcılar da bunun içindedir, SADAT vb. gibi yeni örgütlenmeler de bunun içindedir.
Dahası, AK Parti diye bir parti yoktur.
TBMM tümü ile göstermelik bir organdır, işlevsizdir.
Siyasal partilerin tümü, devlet partisidir (Elbette burjuva partilerden söz ediyoruz).
AK Parti, eğer “var” olarak kabul edilecekse, birden fazla çeteden oluşmaktadır. Aynı durum MHP, CHP vb. için de geçerlidir.
Ne demek istediğimiz açık ama yine de örnek olsun: AK Parti, mesela, farklı farklı çetelerden oluşmaktadır. Bu çetelerin içinde ekonomi, siyaset, dinî tarikatlar ve bunların uluslararası bağlantıları iç içedir. Diyelim ki, ABD’nin bir Gülen hareketi olduğu gibi, ondan daha etkisiz de olsa, İngiltere’nin de, Almanya’nın da, Fransa’nın da ve İsrail’in de bir Gülen hareketi vardır. Aynı durum AK Parti için de geçerlidir. Örneğe devam edelim; mesela Milli Eğitim Bakanlığı da (en önemsizi olsun diye MEB diyoruz) böyledir, içinde çeteler yuvalanmıştır ve bunlar aynı zamanda emperyalist güçlerin içinde yer ettiği çetelerdir. Tarikatlar da böyledir. Dün, NATO şemsiyesi altında bir arada olan bu güçler, şimdi kendi güçlerini “birlikte görüntüsünü devam ettirerek” ayrı ayrı örgütlemektedirler.
3
“Çare” olsun diye ve tekellerin, egemenlerin ortak kararı ile, organize edilen Saray Rejimi, bugün, ülkeyi tümden bir “tampon bölge”ye çevirmişlerdir. Suriye savaşının başlangıcında Hatay bir tampon bölge olarak tanımlanıyordu. Bu bölgede, kimsenin hukuku geçerli değildi. Ardından Antep böylesi bir bölgeye döndü ve şimdi tüm ülke bir tampon bölge hâlindedir.
TC devleti, tetikçisi olduğu ABD emperyalizminin güç kaybına bağlı olarak, hem ileri çıkma ve savaş politikalarına devam etme isteğini göstermektedir, bu konuda çok heveskârdırlar hem de hızla çözülmektedir.
Saray Rejimi’nin, aynı anlama gelmek üzere tekelci polis devletinin, TC devletinin savaş politikalarındaki ısrarı, bu konudaki heveskâr tutumu, gayet anlaşılır bir tutumdur. Bunu sürdürmeleri, daha çok ABD’nin desteği ve onayına bağlı olsa da, onların da tek çaresidir. Bu durum, hem Erdoğan’ın özel olarak iktidarını devam ettirme isteğinin işaretidir ama hem de ondan daha büyük bir şey olarak tüm egemenlerin arzusudur. Bunu sürdürmek ise, oldukça zor olmaya başlamıştır.
Bu durum, yani savaş politikalarını sürdürmenin zorluğu, egemen sınıf içinde, farklı arayışları da gündeme getirmektedir. Biri, “güçlendirilmiş Saray Rejimi” inşasıdır, diğer ise “güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş” olarak ifade edilmektedir.
4
Çözülüş, çöküşe doğru evrildikçe, restorasyon çabaları da ortaya çıkmak zorundadır. “Güçlendirilmiş parlamenter sistem”, işçi ve emekçiler için, toplum için, kitleler için bir çıkış yolu değildir, tersine sistemi restore etmek, devleti ayakta tutmak için düşünülen çarelerden biridir.
Bu nedenle, Erdoğan gitsin de ne olursa olsun anlayışı, meselenin derinini görmekten uzak, günlük davranıştır, “ölümü görüp sıtmaya razı olmak” tutumudur.
Şimdi, egemenler, işçi sınıfına, halka, açık olarak, iki alternatif dayatmaktadırlar, ya güçlendirilmiş ve onarılmış şekli ile Saray Rejimi’nin devamı ya da “güçlendirilmiş parlamenter sistem” ile devletin restorasyonu. Her ikisi de, işçi ve emekçiler için aynı kapıya çıkar.
Mevcut iktidardan bıkmış kitlelere umut olarak isyan değil, umut olarak sandık gösterilmesinin ardında, bu restorasyon çabaları vardır.
5
Dışarıda savaş politikalarını devreye sokan ve buna dayalı olarak tutunmak isteyen Saray Rejimi, bu politikalar için göstermelik de olsa ihtiyaç duyduğu desteği -mesela tezkere gibi-, CHP ve İYİ Parti’den almaktadır. CHP ilk kez tezkereye hayır demiştir, ama bunun ana nedeni, kitleleri ve solu, toplumsal muhalefeti kendi yanına alma isteğidir. CHP, tüm toplumsal muhalefeti kendi etrafında toplayarak, devletin yıpranan imajını tamir etmek, gelişebilecek isyanı önlemek istemektedir. Toplumsal muhalefeti, işçi sınıfının direnişini, devletin alınması hedefinden uzaklaştırıp, Erdoğan’ın indirilmesi hedefine razı etmek için bu adım atılmaktadır. Devlet, tüm çıplaklığı ile deşifre oldukça, kimin devleti olduğu açığa çıktıkça, CHP gibi yedek güçler devreye girmekte ve muhalefeti, tekrar devletin kollarına itmeye çalışmaktadır.
Oysa dışarıda süren savaş, içeride de vardır.
Kürt halkına karşı savaş, ellerinden gelse katliamlara dönüşmektedir.
İşçi ve emekçilerin, öğrencilerin ve kadınların en sıradan hak arama eyleminin karşısına tüm devlet güçleri, polisi, ordusu, hâkimi, savcısı, basını vb. ile tüm devlet güçleri, bu nedenle dikilmektedir.
Saray Rejimi, içeride de bir savaş yürütmektedir.
Buna bağlı olarak hukuk, tam bir iç savaş hukuku hâline gelmiştir.
Bu iç savaşın, Kürdistan cephesinde örgütlü güçler olduğundan, savaş orada tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmaktadır. Batıda ise, işçi sınıfının, halkın, öğrencilerin, kadınların örgütlülükleri yetersiz olduğu ölçüde, bu iç savaş, bir abluka hâlinde, bir “güvenlik politikası” görünümünde ortaya çıkmaktadır.
Direnişin hem yayılması hem de nitelikçe gelişme eğilimlerine sahip olması, TC devletini farklı davranışlara da itmektedir: Saray açıktan ve şiddetli saldırırken, Saray Rejimi’nin parçası olan CHP muhalefeti, kitlelere “bekleyin”, “sakın sokağa çıkmayın” telkinleri ile onları hareketsiz kılmak istemektedir. Bu ikili politika, devletin politikasının iki yönüdür.
6
Erdoğan, nihayetinde Biden ile görüşme “muradına” ermiştir. Ne hikmet varsa bu görüşmeden çıkan fotoğraf kareleri, ona ve TC devletine nefes aldırmaktadır. Bu hızla Erdoğan, imza koyduğu iklim anlaşmasının toplantılarına katılmak için Glasgow’a gitmekten vazgeçmiştir. Ne de olsa Biden ile görüşme yapılmıştır. Üstelik zaferin daha büyüğü olarak, görüşme planlandığı gibi 20 dakika değil, 1 saati aşkın sürmüştür ve CHP muhalefetinin eleştirdiği gibi “baş başa” yapılmamış, Dışişleri Bakanı da görüşmeye katılmıştır. Yani “devlet adabı”na uygun görüşme olmuştur.
Şimdi, TC devleti, Suriye’ye yeni bir savaş hamlesi yapmak için, fırsat kollamaktadır. Bu, doğrusu ABD’nin işine de gelecektir. ABD laf olarak “yapma” diyor ama, aslında böylesi bir hamlenin Rusya’yı ve Suriye’yi zorlayacak olmasından da son derece memnun olacaktır. Sonuçta, kaybedeceği ne var ki?
7
Glasgow’a gitmeyip, Türkiye’ye dönen Erdoğan, birkaç programını iptal etmişe benzemektedir. 3 Kasım günü, Erdoğan’ın hastalığı konusunda birçok şey söylenmeye başlandı.
Telâşa düşen Saray, hemen açıklamalar yaptı. Videolu görüntüler yayınlandı. Basket maçından daha kötü bu görüntüler, Erdoğan’ın sağlık sorununu bir kere daha gündeme taşıdı. Ama bu kez şiddeti daha fazla oldu.
Erdoğan sonrası tartışmaları, bir kere daha alevlendi.
Tartışmalar şöyle: (a) Eğer Soylu gelecek olsa, polis ve jandarma elinde olduğu, MHP arkasında olduğu için, şanslı mıdır, yoksa Sedat Peker açıklamaları nedeni ile tüm şansını kaybetmiş midir? (b) Bu durumda, Akar, en şanslı aday mıdır? Hem sonra Akar, Tillo’ya da gitmiş, tarikatlardan destek almış olmalıdır. Zaten ordu da ona bağlıdır. Eğer Akar’ı MİT de destekliyor ise, yeni aday o mudur? (c) Değil ise, kimdir?
Bu tartışmalar, görüntü ile yetinmek isteyenler için büyük anlam ifade edebilir.
Ama, yetersizdirler. Çünkü bu tartışmalar, mesela parababalarını hesaba katmıyor. Tekeller ve onlar kadar Saray etrafında sıralanmış çeteler, acaba ne hamle yapacaktır, onların planı nedir? Tarikatların eğilimleri nedir? Damatların eğilimleri nedir? Ama hepsinden önce, ABD, Almanya, Fransa, İngiltere ne düşünüyor?
Mesele yalnız ve yalnız Erdoğan meselesi olarak ortaya konduğunda, bu tartışmalar anlamlıdır. Oysa, mesele Saray Rejimi, yani TC devletinin kendisi olarak ele alındığında, iş farklılaşmaktadır.
Bu noktada, çözülüş kadar restorasyon çabalarına da bakmak gerekir.
Evet, Erdoğan’ın sağlık durumu etrafındaki tartışma ve hele hele Saray şürekâsından yayınlanan videolu görüntülerin inandırıcı olması isteği, devletin çözülmesinin, çöküş hâline evrilmiş çözülmenin işaretleridir. Olağanüstü rejimlerin biraz doğasında bu vardır. Saray Rejimi’nin durumu budur.
Ama egemen sınıflar, egemen güçler, aynı zamanda bir restorasyon arayışı içindedir de.
Restorasyon, iki biçimde alternatif hâline getirilmiştir: Saray Rejimi’nin devamının sağlanması bunlardan biridir ve doğrusu ağırlık da buradadır. Direnişin bastırılması, kitlelerin devletin kutsal kollarına doğru çekilmesi için, bazı adımlar atılmak istenmektedir. Bir yandan ekonomik krizin etkilerini görüntüde hafifletecek adımlar atma isteği vardır, bir yandan da Saray Rejimi’ni nasıl güçlendirebiliriz arayışı vardır. Bu arayışı ciddiye almak gerekir.
Saray, bu nedenle sürekli saldırmaktadır.
Ama bu yeni saldırı dalgasını, 7 Haziran-1 Kasım süreci gibi ele almak, çok yüzeysel bir benzerlik kurmakla yetinmek olur. Evet yine baskıyı artıracaklardır. Zaten artırıyorlar da. Bir iç savaş söz konusudur. Bu saldırılar daha çok işçi ve emekçilere, kadınlara ve gençlere, kısacası toplumsal muhalefete yönelecektir. Ama bu baskının sonuç vermesi için başka saldırılar da devreye sokulabilir. Bu doğrudur. Bu açıdan benzerlik kurmak ve orada durmak doğru değildir.
İlkin, bir seçim meselesine bu kadar kilitlenmek yanlıştır. Bir süredir, mesela 2 yıldır biz sürekli yazıyoruz, bir seçim olacağını düşünenler, seçimin olmama ihtimalini niye hesaba katmazlar? Seçim diye düşünürseniz, elbette elinizde 7 Haziran-1 Kasım dönemi örnek olarak var iken, onu hatırlarsınız. Ama, bugün, sistem ciddi biçimde çözülmektedir ve Kürt halkının direnişine, işçi ve emekçilerin, toplumsal muhalefetin direnişi de eklenmiş durumdadır. Bu durumda bazı suikastler vb. gündeme gelebilir. Ama bu suikastlerin ana amacı, toplumsal muhalefeti bastırmak olacaktır. Kime yapılırsa yapılsın, gelişen direnişi durdurmak için, şok etkisi yaratmak isteyeceklerdir.
Bu saldırılar, onlara zaman kazandıracak ve Saray Rejimi’ni yeniden organize etmek isteyeceklerdir.
Diyelim ki siz, “Erdoğan gitsin de ne olursa olsun” diye düşünüyorsunuz, öyle ise, Saray’da başka bir kişinin varlığına razı mı olacaksınız? CHP ve İYİ Parti’nin buna razı olması çok zor değil. Akar, mesela onları razı edecek bir çözüm olmazsa, onlar da başkasını bulurlar. Bazı küçük düzenlemeler, burjuva muhalefeti razı etmek için iyi bir görüntü sağlayabilir. Hele ki, savaş senaryolarına bu denli adapte olmuş bir devlet yapısı var iken.
Bu örneği sadece ve sadece, Erdoğan’ın gitmesi yetmez meselesini anlatmak için verdim. Meseleyi Erdoğan meselesi olarak koymak, yanıltıcıdır.
Restorasyon çabaları, daha sürdürülebilir bir yapı kurmayı amaçlar.
Kaldı ki, “güçlendirilmiş parlamenter sistem” de restorasyonun bir başka versiyonudur. Diyelim ki, “parlamenter sistem” için adımlar atıldı, mesela savaş politikaları ortadan mı kalkacak? Mesela Suriye meselesi, mesela Libya, mesela Kafkaslar, mesela Balkanlar, mesela SADAT vb. nasıl çözülecek? Tekeller, yağma, rant ve savaş ekonomisinden vaz mı geçecek?
Sahi bunlar sadece Erdoğan’ın politikaları mıdır? Evet, Erdoğan, bu politikaları biraz farklı uygulamıştır, cebini doldurmuş, enerji-inşaat-savaş sanayii gibi alanlarda yeni bir zengin kesim, yeni parababaları yaratmıştır. Ama sahi, Erdoğan, Koç’a rağmen, Sabancı’ya rağmen, uluslararası sermayeye rağmen mi oraya geldi? Hayır. Hepsinin desteği ile oraya geldi ve şimdi, emperyalist güçler arasındaki paylaşım savaşımı, tekeller içinde de bir ayrışma yaratmaktadır, egemenler içinde bir ayrışma yaratmıştır. Bu nedenle, bugün egemenler arasındaki savaş bu denli şiddetlenmiştir. Restorasyon politikaları, egemenleri, asgarî müştereklerde bir araya getirmeyi amaçlar. Geçici olabilir, ama amaçları budur. Bu asgarî müşterek, devletin ve sistemin devamının sağlanmasıdır. TÜSİAD’ın açıklamaları, Erdoğan’a muhalefet değildir, tersine bu asgarî müşterekleri ortaya koyma çabasıdır.
Erdoğan’ın sağlık sorunu üzerine çıkan tartışmalar, gerçekte, bu süreci hızlandırmaya hizmet edecek niteliktedir.
Kılıçdaroğlu’nun, devlet bürokrasisine güven vermek amaçlı çıkışları da bu restorasyonun bir parçasıdır.
8
İşte tam bu noktada, bizim, işçi sınıfının alternatifini ortaya koymamız gerekir. Bu alternatif vardır. Ama bunu açık ve net bir dille ortaya koymak, kitleleri, bu alternatif etrafında birleştirmek gereklidir.
İşçi sınıfının tek çıkış yolu, siyasal iktidarı alacak bir devrimdir.
İşçi sınıfı, tüm toplumsal muhalefetin temsilcisi olarak işçi sınıfı, kendisine karşı ilan edilmiş olan iç savaşı, görmek ve karşılamak zorundadır.
Çok sık duyuyoruz; işçi sınıfı bunu yapacak güçte değildir.
Evet, bunu söyleyenler haklıdırlar. Bugün işçi sınıfı bunu yapmaktan uzak olmasa, bugün işçi sınıfı bunu yapacak güçte olsa, zaten böylesi bir tartışma da olmazdı.
Ama güç, sürekli değişen ve göreli bir kavramdır.
Bugün yeterli güce sahip olmayan devrimciler ve işçi sınıfı, yarın bu güce sahip olduklarında mı ne yapacaklarını tartışmaya başlayacaklar?
Güç, belli bir amaç için toplanır, örgütlenir. Bugünden iktidar olanaklarını görmeyen bir devrimci güç, işçi sınıfını iktidar mücadelesi için derleyip toparlayamaz. Bugün iktidar olanaklarını görmeyen ve gözünü iktidara dikmeyen bir işçi sınıfı, onu alacak gücü asla toparlayamaz.
Kürt halkının direnişi oradadır ve durmaktadır.
Mesele işçi sınıfının, gelişen direnişinin iktidar hedefi ile örgütlenmesi meselesidir.
Pandemi süreci, işçi sınıfının mücadelesinin genişleme hızını düşürmüştür. Siyasal iktidar, muhalefeti de dahil, işçileri evlerinde sessiz tutabilmek için pandemiyi kullanmıştır. Fabrikalarda çalışmanın önünde engel olmayan pandemi, eylemlere gitmenin önünde bir engel olarak sunulmuştur. Ama artık bu politika tutmamaktadır. Bu politika, 1,5 yıl sürmüştür ve artık sonuna gelmiştir.
Sonbahar, işçi ve emekçilerin yaşam koşullarındaki kötüleşmeyi tüm çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. İşçiler, emekçiler, kadınlar ve öğrenciler, aslında bu mücadelede kendilerinin dışında kimsenin var olmadığını görmektedirler. Onların mücadeleye atılmış, hareketli kesimleri için iktidar kadar muhalefet de bir çözüm yeri değildir. Onları, Erdoğan’ın gitmesi ile bir sahte zafere inandırma ihtimali elbette vardır. Ama yine de burjuva muhalefet onlar için çekici değildir. Sisteme olan tepkilerini, her geçen gün daha iyi kavrayacakları da açıktır.
İşçi sınıfı, kendi sendikalarının ne denli pasif, ne denli devlet yanlısı örgütlenmeler hâline geldiğini görmeye başlamışlardır.
Elbette işçi sınıfının (tüm toplumsal muhalefet güçlerinin temsilcisi olarak işçi sınıfının) direnişi, kolay bir yolla gelişmeyecektir. Kolay zafer yok. Bunu biliyoruz.
Ama, tüm bu olumsuz öznel koşullara rağmen, işçi sınıfının iktidar alternatifi, tüm alternatiflerden çok daha güçlüdür. Dahası, zaten tek kurtuluş yoludur, tek çözüm yoludur.
Bunun için, bugün, atılacak en önemli adım, Birleşik Emek Cephesi’nin örülmesidir. Herkesin, her devrimcinin, her yerel örgütlenmenin, her işçi grubunun, her kadın örgütlenmesinin, her öğrenci örgütlenmesinin, her meslek örgütlenmesinin, ister birey olsun ister bir kitle örgütü, isterse devrimci bir grup olsun, herkesin yapacağı şeyler elbette vardır. Herkes kendi mücadelesini yürütecektir. Ama Birleşik Emek Cephesi, tüm bu mücadelenin ortaklaşa yürütülmesinin yoludur. İşçi sınıfının çözüm alternatifini, tüm işçilerin, tüm toplumsal muhalefetin önüne koymanın yolu budur. Birleşik Emek Cephesi, emeğin kurtuluş yolunu ortaya koyma iradesi demektir.
Güçsüzlük üzerine tartışıp eyvahlanmak yetmez. Güç, gökyüzünden gelmeyecek. Güç, ancak ve ancak, işçilerin ellerinde şekillenecektir. Devrimci iradeyi buraya koymanın zamanıdır.