Korku, insan kimyasında acaba nasıl bir değişiklik yapar?
Soru soruyu doğurur. Bundandır, egemenler hiçbir çağda soru sorulmasını sevmezler.
Diyelim ki, korkudan söz ediyoruz ve bunun insan kimyası üzerinde yapabileceği değişiklikler hakkında çok da bilginiz olsun. Peki ama kimin korkusundan söz ediyoruz? Mesela bir işçinin, bir kadının, bir öğrencinin, aç insanın korkusundan mı söz ediyoruz, yoksa Saray erkanının korkusundan mı? Kölelerin korkusundan mı söz ediyoruz, yoksa efendilerinkinden mi? Serfin korkusundan mı söz ediyoruz, yoksa toprak sahiplerininkinden mi? Kapitalistin korkusundan mı söz ediyoruz, yoksa işçi ve emekçilerin korkusundan mı?
Egemenlerin her çağda korkusu bir başkadır. Dünya onlar için cennettir. Kurdukları düzen cennetleridir. İşçi ve emekçiler için ise bir cehennemdir. Ve cehennemdekinin korkusu ile, cennetin sahiplerinin korkusu farklı olur.
Egemenler, cennetlerini kaybetme korkusunu yaşarlar.
İşte öyle bir dönemdeyiz.
Elazığ’da bir genç intihar etti. Adı, Enes Kara’dır. Babası, oğlunu “problemli” ilan etti. Korkudandır. Tarkan, pop müzik sanatçısı, bu intihardan duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Fazıl Say da ardından.
CHP, İYİ Parti, burjuva muhalefet, hep birlikte, bu olayı kapatmak için, hem tarikata hem de Saray’a yardımcı olma kararı verdiler. Nedenleri açık, “aileyi rahatsız etmeyelim.” İnceliğe bakın hele siz! İntihar etmiş genç, geriye koskoca yüreğini ifade eden bir video bıraktı ve bu Saray’a, burjuva muhalefete, egemenlerin hepsine korku saldı. Hepsi, birlikte hareket etmeye başladılar. CHP, bu sefer, “insanlar sokaklara çıkar” demedi. Ama “aile”yi bahane etti. Ortaçağ zihniyeti, burjuva muhalefeti de sardı.
Saray’ın özel görevlileri, tarikatla bağlantılı olarak, bu olayı kapatabilmek için, bir karşı saldırı planladılar ve icraya koydular.
Tarkan, onun “Cuppa” şarkısının sözlerini yazan Sezen, hedefe kondu. Diyanet İşleri, Hz. Muhammed’i aşarak, Adem peygamberden söz etmeye başladı. Cennetten kovulma hikâyesi unutuldu.
Ama Saray, egemenler, bu dünyada kurdukları cenneti hatırladı. Şimdi, oradan kovulma, cennetlerini, iktidarlarını kaybetme korkusunu yaşıyorlar. “Yetmez ama evet”çi Sezen’i bile hedefe koydular. Bunun için, eskiye gittiler. Tarkan, bu işin bahanesi oldu.
Tam bu sırada, Sedef Kabaş, “Saray’a bir öküz girdiğinde, öküz kral olmaz, ama saray ahır olur” atasözünü hatırlattığı için tutuklandı. Saray, üzerine alındı. Uygundur. Ama eksiktir.
Saray üzerine alındı. Çünkü, Sedef Kabaş, bugünlerde gazetecilerin, sözü dinlenen tanınmış kişilerin, “aydın”ların, okur yazar takımının (OYT) kendine uyguladığı otosansürü aşmış oldu. Kabaş, belki bir atasözünü hatırlattı. Ama Saray, bu sözü, kendine bir saldırı olarak gördü.
Korkuyorlar.
Saray’ın her odası, adeta deprem varmış gibi titriyor. Her odasını dolduran kişiler, kişileri de aşarak her odasındaki hava, titriyor. Sadece kâbuslarında korkmuyorlar, Her yeni gün ile birlikte tekrar ve tekrar korkuyorlar. Bunun için toplumu susturmak istiyorlar.
Tarkan’ın “Cuppa”sında cunta, askerî darbe ihtimali yok. Ama Gezi Direnişi’nin izleri var. Sezen’in şarkısında Adem ve Havva için hakaret yok, ama sorgulamanın izleri var. Sedef’in hatırlattığı atasözü, tüm bunlarla birleşiyor.
Demek, ünlüler, demek sanatçılar, demek OYT içinden bazıları, korku ile kendilerine uyguladıkları otosansürü delme eğilimi taşımaktadırlar. Onlar bunu yaparsa, Saray, denetimini kaybeder diye korkmaktadır.
Korkuları boylarını aşmıştır.
Abdülhamid bir sultan idi; tacı, soyundan, toprak mülkiyetinden geliyordu. Saray’ın yeni efendisi, bir sultan müsveddesidir ve tacı Amerikalının eli mahsulüdür. Ama sıra korkuya gelince, Abdülhamid’in korkuları, daha da büyüyerek Saray’ın içinde egemen durumdadır. Bu, egemenlerin cennetlerini kaybetme korkusudur.
Yakında, kendi çevrelerinden, ardından da kendi gölgelerinden korkacaklardır.
Bu süreç yaşanırken, bu korku, devletin her kademesinde yerleşik hâle gelmiştir. Bu nedenle, Saray gibi, burjuva muhalefet de korkuyor. Bu nedenle, Enes Kara’nın intiharına açık bir cinayet diyemiyorlar.
Bu arada ise, en çok gündem hâline gelen şey, Saray Rejimi’nin nasıl yıkılacağıdır. Tüm toplumun gündemi budur.
Saray Rejimi, ne olursa olsun, Saray Rejimi’ni sürdürmek için uğraş vermektedir. Bu, onlara, egemenlere göre, düzeni, sistemi ayakta tutmanın tek yoludur. Ama aynı egemenler, bunu sürdürebilmenin zorluklarını, risklerini görüyorlar. Bu nedenle, bir yandan da “yumuşak bir iniş” ile parlamenter sisteme geri dönmenin yollarını arıyorlar, bunun için hazırlık yapıyorlar.
Burjuva muhalefet, CHP ve İYİ Parti’nin başını çektiği muhalefet, devleti kurtarmak için, parlamenter sisteme seçimle dönüş yolları arıyorlar. En azından, seçim ve sandık dışında her türlü direnişi, her türlü mücadeleyi boğmak, engellemek istiyorlar. İşçilerin, kadınların, gençlerin direnişini önlemek, durdurmak istiyorlar. Sokaklara çıkmış bir kitlesel direnişi, en büyük tehlike olarak görüyorlar ve her yolla bunu engellemek için uğraşıyorlar.
Bize anlatılan şudur: (1) Erdoğan iktidarı yıkılıyor, sakın ona bir koz verip sokağa çıkmayın, (2) zaten şunun şurasında seçime en çok 1,5 sene kaldı.
Bu uyarılar, “sokağa çıkmayın, direnmeyin” amacına dönüktür. Yoksa, “normal” bir burjuva demokrasisinde, elbette ki muhalefet, iktidarın yıkılmakta olduğunu görürse, onu hemen indirmek ister.
Ama, burjuva muhalefet, kendisi Saray Rejimi’nin bir parçasıdır.
Saray Rejimi, tekelci polis devletinin, olağanüstü örgütlenmiş hâlidir. Emperyalist efendileri için bölgede bir tetikçidir. Kürt halkına ve ülkemiz işçi sınıfına, kadınlarına, gençlerine karşı açık bir baskı aygıtıdır. Rant, yağma ve savaş ekonomisinin üzerine yükselmiş bir rejimdir. Parlamento bir süstür. Burjuva partileri aslında bir parti olmaktan çoktan çıkmıştır. Bunu, AK Parti ve MHP’de görmek çok olanaklıdır, diğerleri de bu yoldadır. Seçimler hilelidir, sandıklar göstermeliktir. Erdoğan’ın başkanlığı meşru değildir.
Saray Rejimi, sadece Erdoğan iktidarı, Erdoğan diktatörlüğü, MHP-AK Parti koalisyonundan ibaret değildir.
Bunları bilmek, bilince çıkartmak gereklidir.
Bu nedenle, Saray Rejimi’nin bir seçimle gideceğini düşünmek doğru bir yol değildir. Hem seçimin olmama ihtimali yüksektir. Yasalardan vb. söz etmenin bir anlamı yoktur. En son AYM üyelerinin seçiminde, yeni Baro’nun tutumu, Saray Rejimi meselesini anlamaya yetecek netliktedir. Saray Rejimi, istediği zaman yasaları tanımamakta, ayaklar altında çiğnemektedir. Bu sadece İçişleri Bakanı’nın tavırlarında var olan bir durum değildir, aynı zamanda tüm Saray’ın davranışları böyledir.
Saray Rejimi, elinde tuttuğu medya ile, her türlü yalanı egemen kılmaktadır. Karanlık yayan bir devlet merkezidir medya. Yargı, defalarca ve defalarca görüldüğü gibi, polis gücünün uzantısıdır. Bizzat Cumhurbaşkanı, açık ve net bir dille her türlü hukukî sürece müdahale etmektedir. Bunu gizlemek için de yaptığı hiçbir şey yoktur. Normal şartlarda “aday olması” bile mümkün olmayan Erdoğan’ın, seçim ve sandıkla ilişkisi, burjuva muhalefetin OYT’nin bize anlattığı gibi değildir.
Diyelim ki bir seçim olacaksa, bu seçim ABD-AB arasında bir anlaşmanın sonucu olarak gündeme gelecektir. Ve onlar, yeni sistemi dizayn etmek üzere böylesi bir anlaşmaya varacaklardır.
Bizim gözümüzü, ülkenin her yanında yükselmekte olan direnişlere çevirmemiz gereklidir. Bu direnişler, tüm seçeneklerden çok daha gerçektir.
Burjuva medyanın karanlığı, bu direnişleri görmekte bir engeldir. Dahası, bu direnişleri boğmak için, karanlık-yalan etkili biçimde kullanılmaktadır. Baskı ve şiddetten daha etkili hâldedir yalan ve karanlık.
Bu baskı ve şiddeti, bu yalan ve karanlığı, bu bezirgânlığı yıkacak şey, işçi sınıfının üretimden gelen gücüdür. İşçi sınıfı bu gücün farkına vardığında, işçi sınıfı devrimcileşerek zincirlerini kırdığında, bu karanlık, bu Saray Rejimi de yerle bir olacaktır.
İşçi sınıfı ve emekçiler, direnenler, kadınlar ve gençler, bu gerçekliğin farkına ne kadar erken varırlarsa, o kadar daha az acı ile güzel günlere ulaşmak mümkündür.
Saray Rejimi’ni yıkmanın gerçek yolu budur.
Sadece ve sadece seçimler olacak, iktidar seçimle yenilecek ve gidecek üzerine plan kurmak, gerçekte, direnişi feda etmek, işçi sınıfı ve emekçilerin umutlarını bir kere daha kırmak demektir. Umut, evde oturanların dualarında gizli değildir. Umut, direnenlerin eylemlerinde gelişir. Umudu büyütmek, direnişi, her düzeyde ve her yerde büyütmekten, daha da örgütlü hâle getirmekten geçmektedir.
Birleşik Emek Cephesi, işçi sınıfının bugün ihtiyaç duyduğu örgütlenmedir. Birleşik Emek Cephesi, hiçbir grup, parti ya da hareketin kendini örgütlemesinin önünde engel değildir. Birleşik Emek Cephesi, işçi sınıfının bağımsız sınıf hattını ortaya koymanın yoludur.
Olur da seçim gündeme gelirse, Birleşik Emek Cephesi bir kayıp olmayacaktır. Seçimlerde nasıl tutum alınacağı, önce seçimin olup olmayacağına, sonra seçimlerin hangi biçimde gündeme geleceğine bağlıdır. Bugün, seçimler üzerine konuşmak için erkendir. Hele ki, tüm varlığını seçimler üzerine kurulu taktiklere bağlamak, büyük hatadır.
Bu yalan-karanlık makinasının etkisini yok etmek, baskı ve şiddet ile örülmüş duvarı parçalamak, ancak direnişi geliştirmek ve derinleştirmekle mümkündür. Ülkenin her yanında mayalanmakta olan direniş, bizim, işçi sınıfının gerçek kurtuluş yoludur. Tüm enerjimizi buraya vermek gerekir. Saray Rejimi kendi kendine yıkılmayacaktır. Evet korku içindedirler, evet egemenlikleri sallanmaktadır. Bu nedenle diyoruz ki, tarih işçi sınıfını iktidara çağırıyor. Saray Rejimi’ni yıkmak ellerimizdedir.
Ellerimizden korkuyorlar, onların isyan etmiş hâlinden.
Ellerimizden korkuyorlar, onların her rakamın üzerine basarak hesap sormasından.
Ellerimizden korkuyorlar, yeni dünyayı kuracak olan ellerimizden.