“Belki de her şey söylenmiştir.
Geriye kalan tek şey,
bunları anlamak olabilir.”[1]
Hakkında bir yandan, “Yetmez ama evetçidir. Ötesini tartışan salaktır”;[2] öte yandan da “Ürkütücü bir samimiyeti, teklifsiz bir cömertliği vardır… Cesurdur. Kimsenin karşısında eğilmez. Sevenleri onu bu tenezzülsüzlüğüyle sever, onun bu açık sözlülüğüne hayran olur… Özgürlükten başka hiçbir şeye borcu yoktur…
“Bulunduğu yere kimsenin ‘tensipleriyle’ gelmemiştir. Kimsenin ‘affıyla’ da susmaz,”[3] denilen dikotomide Sezen Aksu’ya dair ne yazılabilir? Bu “kolay” mı?
Elbette değil; ancak “saldırı” ya da “savunma” refleksleri dışında ve Wilhelm Reich’ın, “Her ne pahasına olursa olsun gerçeği söyle,” uyarısına kulak vererek bir şeyler kaleme alınabilir ve alınmalıdır da!
* * * * *
Öncelikle ve kesinlikle Sezen Aksu ile herkesin düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik her türlü saldırganlığa -kayıtsız ve koşulsuzca!- “Hayır” denilmelidir.
Platon’un, “Zaman kötü olunca erdem piyasası durgun olur, rezaletler pazarı ise canlanır; zenginin korkusu fakirin korkusundan daha çok olur,” saptamasını anımsatan tabloda; Gustave Flaubert’in, “Düşünceye saldırı insanlığa karşı işlenmiş bir cinayettir. İnsanlık Sokrates’in öldürülmesinin yükünü hâlâ omuzlarında taşımaktadır,” satırları ile Erica Jong’un, “Tanrı adına işlenen cinayetlerin sayısı, şeytan adına işlenen cinayetlerin sayısından fazladır,” uyarısı ışığında, düşünce ve ifade özgürlüğü -liberallikleri şüphe götürmez- Osman Kavala’dan Sezen Aksu’ya yani herkes için savunulmalıdır; birileri biz(ler)e “salak” deme salaklığına müracaat etse de!
* * * * *
Sezen Aksu’nun siyasi görüşleri (ve tutumu) üzerine ahkâm kesilmesi oldukça gereksizdir. Çünkü bir “sır” olmadığı gibi, ayan beyan da orta yerdedir!
Bu bağlamda José Saramago’nun, “…Körlerin en kötüsü artık görmek istemeyen kördür,” sözünde büyük bir hakikât yatıyorken; John Locke’un da, “Hiç kimse, kendinde olandan fazlasını veremez,” dediği noktada; Sezen Aksu’nun olduğundan ötesini beklemenin “abartı”, “kuru gürültü” olduğu açık değil mi?
O hâlde?
Bu böyle olsa da; “Sezen Aksu’ya DAİŞ Usulü Tehdit”lere[4] sessiz mi kalacağız?!
Elbette ve kesinlikle “Hayır”!
* * * * *
Ancak Zeynep Altıok Akatlı’nın ifadesiyle, “Sezen Aksu’yu tek bir kelime ile tarif etmek gerekse o kelime ‘vicdan’ olurdu. O siyaseten çok eleştirildiği ‘evet’ oy tercihini açıklarken de vicdanıyla hareket etmişti, belki kimilerine göre yanlıştı yaptığı. Ama yanlış ya da doğru tercihlerinin arkasında durmuş, herkesten önce kendi vicdan muhasebesini yapmış bir sanatçıdır.”[5]
Şöyle ya da böyle, yalpalama ve gelgitleriyle, bazen bir ağıtla, bazen bir mektupla, bazen bir şarkıyla toplumsal yelpazenin sol tarafında durup seslenerek; hepimizi etkilemiştir.
Doğru bildiği kimi zaman yanlış olsa da; boyun eğmemiş, biat etmemiştir.
* * * * *
İşte bunun için hedef oldu…
Yıllar önceki bir şarkısı üzerinden “Dilinin koparılacağı”, onun gibi olanların “beyinlerine kurşun sıkılacağı” söylemine maruz kaldı.
Söz konusu söylem/saldırganlık geri tepince de; siyasal gafı telafi etmek için, apar topar, Sedef Kabaş’ın TELE1 ekranında söylediği bir atasözü, konuşmasından altı gün sonra aniden hedefe konuldu…
Kabaş önce gözaltına alındı, sonra Adalet Bakanı’nın suçlu ilan etmesiyle, haksız ve hukuksuz bir biçimde tutuklandı. TELE1 de RTÜK’ün olağanüstü toplantısıyla katmerli cezalara çarptırıldı.[6]
Bu arada, Sezen’e yöneltilen suçlamalar da “muhatap olmadığı” belirtilerek geri alınsa da; olup bit(mey)en –biat etmeyen herkesin bir gün linçi tadacağı toplumsal atmosferde![7] “tesadüf” değildi!
Kolay mı?
Sedef Kabaş gece yarısı gözaltına alınıp tutuklanırken IŞİD’ciye af, Sezen Aksu’nun “dilini koparmaktan”, “kafasına sıkmaktan” söz eden açıklamalar, TELE1’i susturma çabaları, hızla tırmanan simgesel şiddet, ister istemez küfürden kıyıma giden yolu düşündürdü: “Süreç olarak faşizmin” tarihsel örnekleri, “O yol çok uzun değil” diyor.
O yol, ulusun bünyesinde, onun kanında ya da kaderinde (Tanrı’nın lûtfu) olduğuna inanılan büyüklüğüne ulaşmasını önleyen bir yabancı “unsur” bulunmasıyla başlıyor. Hemen suçlamalar geliyor. Bu suçlamaları, bu “unsurun” ötekileştirilmesini hızlandıran, dozu giderek artan bir simgesel şiddet (küfür, aşağılama, şeytanlaştırma) izliyor; seçilmiş bireylere yönelik önce gelişigüzel, sonra sistemli darp etme, öldürme, linç gibi fizikî şiddet olayları başlıyor. “Süreç olarak faşizm” bu militanlarında cesaret ve dayanışma duygusu inşa etme aşamasında durdurulamazsa, şiddet olayları çoğunlukla cezasız kalırken yasalar anlamsızlaşıyor. Saldırganlar cesaretlendikçe, bireyleri hedef alan saldırılardan grupları hedef alan planlı saldırılar aşamasına geçiliyor. Bu aşamayı da çoğunlukla, pogrom, katliam ve nihayet soykırıma varan bir yok etme çabası izliyor.
Birçok örnek de var. Ancak en klasik ve sonuna kadar gitmiş olanını Nazi Almanyası’nda buluyoruz.[8]
Hayır bu “abartı” falan değil!
Sedef’ten Sezen’e uzanan; daha da binlercesi ile müsemma şiddet, güçten ya da/ve de çaresizlikten, korkudan, cahillikten, güvensizlikten, sevgisizlikten kaynaklanır. Aczin de farklı bir ifade biçimidir. Baskıyla, maddi manevi güç kullanarak, karşısındakine zarar vermeyi amaçlar. Farklı uygulama yöntemleri vardır. Zarar vermek görelidir: Aç bırakmak, hapsetmek, rehin almak, dil koparmaktan kişiyi yok yere hapsetmeye, acı çektirmeye, yok etmeye hatta toplu imhaya tırmandırılabilir…
İşin vahameti Sezen Aksu cephesinde değil. Ülke cephesinde…
Bir Cumhurbaşkanı ülkesinin sanatçılarına, gelecek için ayağını denk al, yoksa dilini koparırız diyebiliyorsa bilmem başka söze gerek var mı! Müjde Ar’ın isabetle vurguladığı gibi bunu bir camiden yapıyorsa o zaman bir kez daha anayasayı çiğniyor demektir!
Hem üzerinde yaşadığımız bu toprakların hem de dünyanın yüzyıllar boyunca, susturulmaya çalışılmış öyle çok düşünürü, yazarı, şairi, bilim insanı, şarkıcısı var ki…
Nesimi’den Nef’i’ye, Hallac-ı Mansur’dan Pir Sultan Abdal’a, Bedreddin’den Sabahattin Ali’ye… Galile’den, Sokrates’ten Thomas More’a…
Ama gördünüz, görüyoruz işte, en korkunç işkencelerle onları yok edenler unutuldu ama sesleriyle sözleriyle onlar hâlâ yaşıyor!
“ ‘O dilleri yeri geldiğinde koparmak görevimizdir…’ sözlerini ilk duyduğumda benim aklıma Victor Jara geldi. Bu köşenin okurları onu bilirler. Şili’nin eşsiz besteci, gitarist, söz yazarı, şarkıcı ve aydın insanı. 1973’te Pinochet’nin Allende’ye faşist darbesi sırasında binlercesi gibi tutuklanıp stadyuma götürülür.
“Victor Jara, Şili Ulusal Stadyumu’na yoldaşı sayılan gitarıyla gelmiştir. Unidad Popular’ın ‘Venceremos’unu söylemeye başlar, binlerce tutukluyla birlikte… Tutsaklar korosu, ancak üzerlerine ateş açılarak susturulur. O, çalmaya ve söylemeye devam eder. Önce gitarı elinden alınmak istenir, bırakmayınca hem elleri kırılır hem gitarı parçalanır. O, ‘Yeneceğiz’ şarkısını söylemeye devam eder. Başına, ağzına birkaç dipçik. Ağzı kan içinde şarkısını sürdürür. Sonunda makineli tüfekle o güzelim yüzü parçalarlar.
“Bitmedi. Gözdağı vermek için ellerini, bileklerinden kesip stadyumun tellerine asarlar. Biat etmeyenlere gözdağı vermek için… Victor Jara’nın soluğu, şarkıları, sesi, elleri hâlâ yaşıyor…”[9]
* * * * *
Genco Erkal’ın, “Artık şarkı sözleriyle uğraşmaya başladılar. Demek ki vaziyet çok kötü. Nereye saldıracaklarını bilemiyorlar giderayak. Masum bir şarkı sözü dizesi için köpürtülen bu yobaz saldırı utanç verici,”[10] notunu düştüğü “vahim tablo”da Sezen ile Sedef’i -şu veya bu “gerekçe”yle!- yalnız bırakmak durumu daha da vahimleştirmeye hizmet eder; kimileri bunu anlamamakta ısrar etse de!
Hatta “… ‘Tez zamanda geberesin!’ Kısa ve net! En azından lafı dolandırmamış!… Gebermemi istetecek kadar ne mi yaptım? İki, üç cümleyle Sezen Aksu’ya destek çıktım. ‘Sezen Aksu’ya linç girişimi, ayırımcı, kışkırtıcı, kin ve öfke kusan politikaların sonucudur! Bir şarkı sözüne gösterilen ‘hassasiyet’ keşke öldürülen çocuklara, kadınlara, yokluğa, yolsuzluğa, yoksulluğa, haksızlığa gösterilse! Ne vicdan kaldı ne haysiyet! Yazıklar olsun!,”[11] dedirtse de Zeynep Oral’a…
Ne denilirse denilsin: “Sezen Aksu, bu ülkenin değeridir, sanatçısıdır. Sadece şarkıcı değildir. Bir halk ozanıdır. Şairdir. Bestecidir. Yorumcudur. Elbette bu ülkenin aydınları, halkı Sezen’i yalnız bırakmadı”;[12] çünkü o, dik durdu…
5 yıl önce çıkan “Şahane Bir Şey Yaşamak” şarkısında geçen “Selam söyleyin o cahil Havva ile Adem’e…” sözleri nedeniyle iktidar tarafından hedef gösterilen Sezen Aksu, 22 Ocak 2022’de yazdığı “Avcı” isimli şarkısının sözlerini paylaşarak, “Sonuç olarak 47 yıldır yazıyorum… Yazmaya da devam edeceğim” deyip “Avcı” başlıklı şarkısında ekledi: “Beni öldüremezsin/ Sesim, sazım, sözüm var benim/ Ben derken ben herkesim”![13]
Bu önemli, asla küçümsenmemesi gereken direngen bir tavırdı.
Kolay mı?
Çok önceleri Sokrates, “Sizin istediğiniz gibi konuşup yaşamaktansa, kendi istediğim gibi konuşup ölmeyi tercih ederim”; Jean Paul Sartre, “İnsanın özgürlüğü, kendisine yapılanlara karşı takındığı tavırda gizlidir”; Halil Cibran, “Baskıya başkaldırmayan kişi kendine karşı adaletsizdir”; Étienne Balibar, “Özgür olmak, özgürlüğü yok eden tüm zorlamalara, baskılara direnebilmektir,” diye uyarmamışlar mıydı hepimizi?
* * * * *
Tarihin gurur kaynağıdır teslim olmayan, diz çöktürülemeyen cesurlar…
Kimi açlığa mahkûm edilmiş, kimi yaşamlarının en güzel yıllarını cezaevinde geçirmek zorunda kalmış, kimi de “faili belli” cinayetlere kurban gitmiş olsalar da!
Şeyh Bedreddin ve yoldaşları gibi…
Tarih boyunca sayısız aydın, sanatkâr düşünce ve ifade özgürlüğü için mücadele verdi.
M.Ö. V. ve IV. yüzyıllarda filozof Sokrates, “Tanrıları inkâr ettiği ve gençleri toplumsal kurallara karşı kışkırttığı” gerekçesiyle ölüme mahkûm edildi.
M.S. V. ve VI. yüzyıllarda İskenderiyeli filozof, matematikçi ve astronom Hypatia, pagan olmasına karşın Yahudi ve Hıristiyan öğrencileri okuluna kabul ederek, “Bizi birleştiren şeyler, ayrıştıranlardan daha fazla” dediği için dogmatik bir tarikatın mensuplarınca katledildi.
Roma’da Sezar’ın öldürülmesinden sonra başa geçen Marcus Antonius’un M.Ö. 43’te Cicero’yu “devlet düşmanı” ilan ederek öldürttüğünü ve “Konuşacak herkese ibret olması için” dilini kestirdiğini yazar tarihçiler.
Epiktetus, Roma’da yaşadığı günlerde, “filozof”u “Tiranın yüzüne dimdik bakabilen insan” olarak tanımlarken; XIII. yüzyıl filozofu Boetius kilise tarafından yakılmıştı. Tıpkı, XVI. yüzyılda filozof/gökbilimci Giordano Bruno gibi…
XVII. yüzyılda Protestan İngiltere’de şair Marlowe tanrı tanımazlıkla itham edildikten sonra, bir kavgada katledildi.
XVII. ile XVIII. yüzyıllarda Fransız düşünür Voltaire’in “Görüşlerinizi paylaşmıyorum, ama onları savunabilmeniz için canımı vermeye hazırım” sözleri ifade özgürlüğü mücadelesinde bir dönüm noktası oldu.[14]
Onların hepsi farklılıklarına karşın, Kaygusuz Abdal’ın, “Yücelerden yüce gördüm/ Erbabısın sen koca Tanrı/ Âlem okur kelam ile/ Sen okursun hece Tanrı/ Asi kullar yaratmışsın/ Varsun şöyle dursun deyu/ Anları koymuş orada/ Sen çıkmışsın uca Tanrı/ Kıldan köpri yaratmışsın/ Gelsün kullar geçsün deyü/ Hele biz şöyle duralım/ Yiğit isen geç a Tanrı!” dizelerindeki hakikât cengaverleriydi…
Tıpkı gazeteci Sedef Kabaş’ın, cezaevinden yolladığı mektubunda “Kendilerini haklı gösterenler gerçek suçlu, suçlu ilan edilenler ise sonuna kadar haklı…” ifadesindeki üzere![15]
* * * * *
Altını çizdiklerimizi unutmadan; tekrar Sezen Aksu’ya dönersek; o bir sanatçıdır…
Wilhelm Reich’ın, “Gerçek sanat ve bilim boyunduruk kaldırmaz”!
Albert Camus’nün, “Sanat zorbalığa karşıdır”!
Ursula K. Le Guin’in, “Direniş ve değişim çoğu zaman sanatta başlar”!
Theodor Adorno’nun, “Özgür olamayışın ortasında özgürlük benzeri bir şeyi dile getirir sanat.” “Sanatın bugünkü görevi, düzene kaos getirmektir”!
Hasan Varol’un, “Sanat başkaldırmadır,”[16] ifadelerindeki üzere ve elbette (“masum değiliz hiçbirimiz” vurgusundaki) eksiklerle…
* * * * *
Tam da bu özelliklerinden ötürü Sezen Aksu’ya, Cumhurbaşkanlığı makamında oturan Tayyip Erdoğan, caminin içinde mikrofonu eline alıp “dilini koparırız,” dedi!
Yeri gelmişken soralım: “Cami nutuk atma yeri midir? Evet öyle… değildir de, öyle yaptılar…
“Ve anayasanın ve Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddeleri de tabii ki geçersiz kalmaktadır, Türk Ceza Kanunu’nun 312/2. maddesinde yer alan ‘halkı din, mezhep vs. farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik’ suçu fiili olarak yoktur. Bu madde yasadan kaldırılmalıdır!..
“Yasalarımızda ‘dil koparmak’ diye bir ceza mı vardır? Hayır”![17]
O hâlde sözü Denis Diderot’nun, “Boşunadır yasalar; herkesi eşit olarak bağlamıyorsa. Boşunadır yasalar; toplumda bir tek kişi bile ceza almadan onları çiğneyebiliyorsa!”; Charles de Montesquieu’nün, “Yasa kalkanı altında, adalet adıyla yürütülenden daha büyük bir tiranlık yoktur,” ifadelerine bırakalım!
* * * * *
Rosa Luxemburg’un, “Eğer bir hükümet ülkenin en aydın insanlarını, muhalefet etmelerini önlemek için hapse atıyorsa, çok zor bir durumda olsa gerek!” uyarısındaki açmazları yaşayan iktidarın, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hamza Dağ’ın, iktidarı eleştiren sanatçıları hedef alıp, “Ülkemizde milli ve manevi değerlere düşman sözde sanatçı bir gürûh var. Bu arkaik, ırkçı zihniyet bırakın içinde bulunduğumuz çağı anlamayı, yüzeysel ezberlerin dışına çıkamayan Erdoğan ve İslâm karşıtlığını çağdaş olmak sanan müstemlekelerden müteşekkildir. İtibar etmeyiniz,” ifadelerini kullandığı[18] onların bugününe gelince; hızla aktaralım…
Yunus Emre’yi okul kitaplarında sansürlediler, 8 kıtadan oluşan şiirini 7 kıtaya indirdiler, “cennet cennet dedikleri, birkaç köşkle birkaç huri, isteyene ver onları, bana seni gerek seni” mısralarını yok ettiler.
Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar’ını sakıncalı bularak, yasakladılar.
Dünyanın en ünlü çocuk romanı Şeker Portakalı’nı erotik buldular.
İlkokul öğrencilerine tavsiye edilen 100 temel eseri değiştirdiler, Heidi dua ederek huzur buluyor, Pollyanna Allah’ın bahşettiklerinin kıymetini biliyor, Pinokyo teşekkür etmek yerine, Allah razı olsun demeyi tercih ediyor, Üç Silahşörler’deki Aramis hidayete eriyor, La Fontaine’in tilkisi bile Allah yolunu açık etsin diyor.
Zeki Müren kasetlerini, Mozart cd’lerini, Suna Kan’ın konser biletlerini Ergenekon davasında delil yaptılar.
Kırıkkale Cezaevi’nde mahkûmlar boncuklarla Pir Sultan Abdal resmi yaptı, “örgüt lideri” diyerek Pir Sultan Abdal’ın resmine el koydular.
İçki içiliyor diye tekbir getirerek İdil Biret’in Topkapı Sarayı’ndaki konserine saldırdılar.
Ecdadımıza saygısızlık yapılıyor diye İstanbul bienali kapsamındaki sergiye saldırdılar.
“Adile Naşit’in ninni okuduğu Türkiye kâbustu” diyerek, dünyanın en güzel insanı Adile Naşit’in aziz hatırasına bile dil uzattılar, intikam duygularıyla Adile Naşit’i bile hedefe koydular.
“Kemal Sunal bu ülkeye zihinsel anlamda yapılmış en büyük kötülüktü, filmleri zekâya hakaretti” diyerek, Türkiye’nin yüzünü güldüren, Türkiye’nin ortak paydası Kemal Sunal’a bile saldırdılar.
Mübarek üç aylar Recep, Şaban, Ramazan’a lakaplar takmak suretiyle, dinî değerleri aşağıladığı iddia edilerek “İnek Şaban” hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundular.
“Shakespeare Müslüman’dı, esas adı Şeyh Pir’di” diyen, kafasında fesle dolaşan tımarhanelik arkadaşı “kültür adamı” sıfatıyla sarayda ağırladılar.
Asrın liderimiz bir ara kafayı Muhteşem Yüzyıl dizisine taktı, “Bizim öyle ecdadımız yok, diziyi kınıyorum” dedi, “kınıyorum” lafından hemen sonra diziye aniden ramazan ayı geldi, Topkapı Sarayı’nda komple oruç tutmaya başladılar, haremdeki göğüs dekolteleri kayboldu, hamam sahneleri yok oldu, Hürrem türban taktı, namaza başladı.
Heykele “ucube” dediler, İnsanlık Anıtı’nı idam ettiler, darağacı kurar gibi, vinçle boynuna halat doladılar, kafasını koparttılar, kazmalarla kırdılar.
Baleye “belden aşağı” dediler.
“Böyle sanatın içine tükürürüm” dediler.
Tarihî sinema binalarını yıktılar.
Marmaray inşaatında 8 bin 500 senelik seramikler bulundu, “çanak çömlek yüzünden vakit kaybediyoruz” dediler.
Aspendos’a mutfak mermeri döşediler, Apollon Tapınağı’na çimentoyla merdiven yaptılar, 2 bin 300 yaşındaki dünya kültür mirası Efes antik kentini yemekli organizasyonlara kiraladılar.
Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin sembolü Venüs heykelini müstehcen bularak yaktılar.
İzmir Sevgi Parkı’ndaki kadın heykelini parçaladılar.
Edirne’de Türk Kadınlar Birliği tarafından yaptırılan Özgür Kadın Heykeli’ni halatla çekerek kaidesinden kopardılar.
Ordu’daki kadın heykellerine sprey boyayla “Edep yahu” yazdılar.
Bursa’da uluslararası heykel sempozyumu kapsamında yaptırılan Gerçek Aşk isimli kadın heykelinin ayaklarını kırdılar.
Denizli’de at heykeline saldırdılar, fazla büyük görünüyor diye cinsel organını kopardılar.
İstanbul’da kollarını iki yana açmış kadın figürü Akdeniz Heykeli’nin kolunu kopardılar, taşla vura vura ezdiler.
Dünya çapındaki karikatüristimiz Oğuz Aral’ın heykeline molotof kokteyli attılar, tamir edildi, bu defa demir çubuklarla vura vura parçaladılar, tamir edildi, bu defa balyozla yıktılar.
La Diva Turca, dünyaca ünlü sopranomuz Leyla Gencer vefat etti, vasiyeti üzerine bedeni yakıldı, İstanbul Boğazı’na serpildi, “Küllerinizle suyumuzu kirletmeyin” diye yazdılar.
Levent Kırca vefat etti, “Müslümanlara zehir saçan alkolik tiyatrocu öldü” diye yazdılar.
Zeki Alasya vefat etti, “Rahmet okunmamalı, cenazesi camiden kaldırılmamalı” diye yazdılar.
Tarık Akan vefat etti, “Cuma bereketiyle geldi” dediler, “Ateşi bol olsun” dediler, “Elhamdülillah bir RTE düşmanı daha gitti” dediler, “Geberdi melun” dediler, “Artık cehennemde rol kesersin” dediler.
Ferhan Şensoy vefat etti, “Meyhaneci öldü” diye yazdılar.
Bedri Baykam’ı bıçakladılar.
Müjdat Gezen’in tek kuruş almadan pırıl pırıl sanatçılar yetiştirdiği okulunu kundakladılar.
Tiyatromuzun duayeni Orhan Aydın’ı yumrukladılar.
Kadıköy Özgürlük Parkı’nda konser veren opera sanatçısı Güvenç Dağüstün’e tekme tokat saldırdılar.
Levent Kırca’nın Devlet Sanatçısı unvanını geri aldılar, gözaltına aldılar, beş yıl hapisle yargıladılar.
Tarık Akan’ı dört yıl hapisle yargıladılar.
Metin Akpınar’ı evinden polisle aldırdılar, beş yıl hapisle yargılıyorlar.
Müjdat Gezen’e yurtdışına çıkış yasağı koydular, beş yıl hapisle yargılıyorlar.
Uluslararası gururumuz Fazıl Say’a 10 ay hapis cezası verdiler.
Zuhal Olcay’a 11 ay hapis cezası verdiler.
Orhan Aydın’a 11 ay hapis cezası verdiler, gözaltına aldılar, toplam yedi yıl hapis istemiyle yargılamaya devam ediyorlar.
Şair Yılmaz Odabaşı’na 11 ay hapis cezası verdiler.
80 yaşındaki Nilüfer Aydan’a 11 ay hapis cezası verdiler.
Heykeltıraş Mehmet Aksoy’a hapis istemiyle dava açtılar.
Ressam Fikret Otyam’ı yargıladılar, para cezası verdiler.
Barış Atay’ı iki yıl hapis cezasıyla yargıladılar, para cezası verdiler, sokakta beş kişi üstüne çullandılar, yerlerde tekmelediler.
Efsane karikatüristlerimiz Musa Kart’ı tutukladılar, Nuri Kurtcebe’yi tutukladılar.
Piyanist Dengin Ceyhan’ı tutukladılar, bileklerine kelepçe takıp fotoğrafını basına servis ettiler.
Atilla Taş’ı tutukladılar.
Grup Yorum’u tutukladılar, suç aleti olarak bağlamadan bile parmak izi aldılar, ellerinden gelse türküleri de hapse atacaklardı.
Metalci selâmı veren gençleri gözaltına aldılar.
Edip Akbayram’a soruşturma açtılar.
Tarkan’ı açılım toplantısına çağırdılar, katılmadı, suç icat ettiler, iki yıl hapisle yargıladılar.
Selin Şekerci’yi dört yıl hapisle yargıladılar.
Deniz Çakır’ı bir yıl hapisle yargıladılar.
Levent Üzümcü’ye soruşturma açtılar.
Şevket Çoruh’a soruşturma açtılar.
Rapçi Ağaçkakan’ı müzik yasağını eleştirdiği için gözaltına aldılar.
Rapçi Şehinşah’ı asrın liderimizi eleştirdiği için gözaltına aldılar.
Kelimelerin efendisi Ataol Behramoğlu’nu yargıladılar.
İlyas Salman’ı altı yıl hapisle yargılıyorlar.
Varlığıyla onur duyduğumuz, 83 yaşındaki Genco Erkal’ı dört yıl hapisle yargılıyorlar.
Sivas’ta şairleri, yazarları, ozanları, aydınları, diri diri yakanlara sahip çıktılar, savundular, afla hapisten çıkardılar.[19]
Türkiye Dans Sporları Federasyonu açacağını duyurduğu “bale antrenörlüğü” (!) kursunu Bale Sanatçıları Derneği’nin başlattığı “bale spor değildir,” protesto kampanyası üzerine “erteledi”.[20]
Boğaziçi akademisyenleri, atanmış Rektör Naci İnci’nin 16 yıldır üniversitede caz dersi veren Seda Binbaşgil’in derslerini kapattığını açıkladı.[21]
Sergi basıldı, polis gelmedi… İstanbul’un Tophane semti yine bir sergi baskınına sahne oldu. Tomtom Mahallesi’nde bulunan Çukurbostan Sokak’ta açılan “Kuytu” adlı serginin saat 21.00’daki açılışı, mahalle sakinlerinin olay çıkarması sonucu bitirildi. 21 kadın sanatçının eserlerinin bulunduğu “Kuytu” adlı serginin açılışı, “kızlı erkekli kalabalıktan ve alkol alınmasından rahatsız olan” mahalleli tarafından basıldı. Bir sanatçının babasına fiziksel şiddet teşebbüsünde bulunuldu, davetliler galeriye sığındı.[22]
Ressam Ali Elmacı’nın Osmanlı padişahı 2. Abdülhamid’in yüzünü kadın bedeni formundaki bir heykele resmetmesine tepki gösteren bir grup, İstanbul’daki Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Merkezi’nde 2016 yılında 11.si düzenlenen Contemporary İstanbul’un açılış etkinliğine saldırdı.[23]
2017’de çıkardığı “Şahane Bir Şey Yaşamak” şarkısı üzerinden, iktidara yakın isim ve gruplar tarafından hedef gösterilen Sezen Aksu hakkında, Avukat Bilal Yavuz Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunup, “Sezen Aksu, hukuken şüpheli konumundadır. Yargı gereğini muhakkak yapacaktır,” dedi.[24]
RTÜK yönetimi, müzik yayını yapan kanalları tek tek arayarak Sezen Aksu’nun şarkısını yayınlamaları durumunda ağır yaptırımlarla karşılaşabilecekleri tehdidinde bulundu.[25]
Yıllar önce piyasaya çıkan şarkının sözlerinde “Binmişiz bir alâmete. Gidiyoruz kıyamete. Selam söyleyin o cahil Havva ile Adem’e…” ifadesinin geçtiğini söyleyen iktidar yanlıları, bunun dine hakaret olduğunu ileri sürdü. Sosyal medyada troller tarafından #sezenaksuhaddinibil etiketi ile kampanya başlatıldı.[26]
Öyle ya “Kurumsallaşmış iktidarın olduğu her yerde sansür de vardır,” diye boşuna dememişti Furuğ Ferruhzad![27]
* * * * *
Burada durup tekrar, ulusalcıların ifrat düzeyini de zorlayan Sezen Aksu’ya ilişkin beyanlarına dönüyorum:
“Erdoğan ve Gül’ün sanatçısı”[28] “O Sezen Aksu ki, bu kindar ve zorba dönemin karanlığını artırmasında açık açık destek vermişti Fethullahçı destekli AKP iktidarına.”[29]
“Sezen Aksu… Türkiye’yi cehenneme götüren yolu döşeyenlerden biriydi. Yetmez ama evet referandumunda ‘Tabii ki evet diyeceğim, dört dörtlük buluyorum, canı gönülden evet demeye devam edeceğim,’ diyordu,”[30] vb. satırlar “eleştiri” falan değil, abartı dozu yüksek hezeyanlardır!
Yeri geldi bir şeyi aktarayım; “Hiç kimse kendi ayakta duramazken yürüyenleri eleştirmesin,” diyen Mark Twain’den.
* * * * *
Şunların altını çizerek diyeceklerimi toparlıyorum…
İlki tüm “Yetmez Ama Evetçiler” gibi Sezen Aksu için de geçerliliğini koruyan Andrey Tarkovski’nin, “İlkelerine bir kez olsun ihanet eden insan, hayat ile olan saf ilişkisini yitirir,” sözü.
Diğeri de Elsa Morante’ın, “Li dijî mirov kiryara herî mezin, aqil piçuk xistinê.” “İnsana karşı girişilen en kötü şiddet eylemi, aklın küçük düşürülmesidir,” uyarısını “es” geçerek -“Yetmez Ama Evetçi” liberal dahi olsa!- düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik linci “rasyonalize” edenler.
Doğru olan her ikisiyle de mesafesini özenle koruyan devrimci duruştur.
Bu günler bitecek, zorbalar gidecek; geriye başı dik özgür ifade ile şarkılar kalacak.
Elbette boşuna değildi Émile Zola’nın, “Gerçeği susturup yeraltına gömseniz bile gerçek, büyüyecektir. Gerçek yürüyor, onu hiçbir şey durduramaz!”; José Julián Martí’nin, “Tüm engellere rağmen adil fikirler amaçlarına ulaşır. Hızlandırmak veya engellemek mümkün olabilir, ancak durdurulması imkânsızdır,” saptamaları…
20 Şubat 2022, İstanbul.
N O T L A R
[1] Andre C. Sponville.
[2] https://eksisozluk.com/sezen-aksu–47555?p=413
[3] Yıldırım Türker, “Sezen Aksu Meselesi”, 7 Şubat 2022… https://yenidentv.com/aile-albumu/sezen-aksu-meselesi
[4] “Erdoğan’dan Sezen Aksu’ya DAİŞ Usulü Tehdit”, Atılım, Yıl: 2, No: 47, 28 Ocak 2022, s. 11.
[5] Zeynep Altıok Akatlı, “Sanat Suç Olmaya Devam Ediyor Hâlâ”, Birgün, 20 Ocak 2022, s. 2.
[6] Emre Kongar, “Acıkana Sezen, Üşüyene Sedef…”, Cumhuriyet, 28 Ocak 2022, s. 2.
[7] Işıl Özgentürk, “Her Türk Bir Gün Linci Tadacaktır!”, Cumhuriyet, 23 Ocak 2022, s. 10.
[8] Ergin Yıldızoğlu, “Küfürden Kıyıma Giden Yol”, Cumhuriyet, 27 Ocak 2022, s. 9.
[9] Zeynep Oral, “Gelecek Vaadi: Dil Koparmak!”, Cumhuriyet, 23 Ocak 2022, s. 11.
[10] Emrah Kolukısa, “Sanat Dünyası Aksu’nun Yanında”, Cumhuriyet, 22 Ocak 2022, s. 6.
[11] Zeynep Oral, “Türkiye Şarkısı: Sezen Aksu”, Cumhuriyet, 20 Ocak 2022, s. 11.
[12] Yazgülü Aldoğan, “Kimin Dilini Koparalım?”, Cumhuriyet, 28 Ocak 2022, s. 14.
[13] “Sezen Aksu’dan İlk Açıklama”, Cumhuriyet, 23 Ocak 2022, s. 11.
[14] Vecdi Sayar, “Hakikât Cengaverleri”, Birgün, 30 Ocak 2022, s. 15.
[15] “Kabaş: Kim Suçlu Kim Haklı?”, Cumhuriyet, 6 Şubat 2022, s. 6.
[16] Kadir İncesu, “Hasan Varol: Aslında Bütün Sanat Başkaldırmadır”, Birgün, 19 Aralık 2021, s. 15.
[17] Orhan Bursalı, “Sezen Aksu’nun Dili”, Cumhuriyet, 23 Ocak 2022, s. 6.
[18] “AKP’li Hamza Dağ, Sanatçıları Hedef Aldı”, Cumhuriyet, 9 Ağustos 2021, s. 4.
[19] Yılmaz Özdil, “Sezen Aksu”, Sözcü, 20 Ocak 2022, s. 20.
[20] Ayşe Emel Mesci, “Çekin Elinizi Baleden”, Cumhuriyet, 1 Şubat 2021, s. 14.
[21] “Bir Akademisyene Daha Kayyum Rektör Engeli!”, Cumhuriyet, 19 Eylül 2021, s. 6.
[22] Ezgi Atabilen, “Sergi Basıldı, Polis Gelmedi”, Cumhuriyet, 3 Ekim 2016, s. 18.
[23] “Contemporary İstanbul Açılışına Gerici Saldırı”, Cumhuriyet, 4 Kasım 2016, s. 18.
[24] “Sezen Aksu’ya Bir Suç Duyurusu Daha”, Cumhuriyet, 18 Ocak 2022, s. 6.
[25] Hüseyin Şimşek, “RTÜK’ten Sezen Aksu Tehdidi”, Birgün, 21 Ocak 2022, s. 9.
[26] “İktidar Yanlılarının Tek Derdi Sezen Aksu Şarkısı”, Sözcü, 19 Ocak 2022, s. 11.
[27] “Başını maddi geçimin bir aracı olarak görerek alçaltan bir yazar, eğer zaten kendi yaşamı onun cezası hâline gelmediyse, bu manevi köleliğin cezası olarak sansür adı verilen köleliği hak eder.” (Karl Marx).
[28] Aytunç Erkin, “Aksu’ya Gelen Telefon”, Sözcü, 19 Ocak 2022, s. 14.
[29] Adnan Bulut, “Dil Koparan Cumhurbaşkanı”, Cumhuriyet, 25 Ocak 2022, s. 2.
[30] Yılmaz Özdil, “Sezen Aksu”, Sözcü, 20 Ocak 2022, s. 20.