İşte buradasın. Daha 20 gün önce, 1 Mayıs’ta yine buradaydın ya da kalbin burada idi. 20 gün sonra yine Maltepe’desin. Bir hafta önce de emeklilikte yaşa takılan EYT’liler burada meydanı doldurmuşlardı.
Bundan önceki aylarda, işçiler, Nisan ayında da, Mart’ta da, Şubat’ta da, Ocak’ta da, fabrikalarında, işyerlerinde, sokaklarda, meydanlarda insanca bir ücret için direnişte idi. İşyerlerinde yeni direnişler de devam ediyor.
Mart ayında, Newroz alanları dolup taşmıştı.
Kadınlar, 8 Mart’ta Kadıköy’de, Taksim’de alanlarda direnişteydi. Direnmeye devam ediyorlar.
Öğrenciler üniversitelerinde, özgür bilimsel eğitim için, kayyumları def etmek için direniyorlardı, direnmeye devam ediyorlar.
Doğasını, yaşam alanlarını savunan köylüler, ekoloji mücadelesini yürütenler topraklarını, hayatlarını savunuyorlardı, savunmaya devam ediyorlar.
Aleviler, bilimsel, laik eğitim için, eşit yurttaşlık için meydanları doldurmuştu.
Tüm bu direnişler, eylemler, Saray’ın saldırılarına, polis jopuna, gazına, tomasına ve “Aman sokağa çıkmayın, provokasyona gelmeyin, seçimleri, sandığı bekleyin” sözlerine rağmen gerçekleşti.
Bir düşünelim; bir de “Aman durun, bekleyin” demek yerine; “hayatlarımıza sahip çıkmak için hep birlikte sokaklarda olacağız” dense idi, ne olurdu?
Sadece bir ay içinde yaşananlardan örnek olsun; sondan başlayarak gidelim…
Canan Kaftancıoğlu’na bu kadar rahat ceza verip, siyaset yasağı getirebilirler miydi?
İsyan edip insanlaştığımız, birbirimizin parıldayan gözlerine bakarak direndiğimiz Gezi Direnişi’nden yoldaşlarımız, Mücella Yapıcı’yı, Can Atalay’ı, Tayfun Kahraman’ı hapsedebilirler miydi?
Canan Kaftancıoğlu’nun davasının tarihi belliydi. Akşamında karara tepki olarak CHP İl Başkanlığı önüne çağrı yapıldı ve yüzlerce insan oradaydı. Peki, öncesinde duruşma sabahı mahkeme önüne çağrı yapılsaydı, duruşma görülürken adliye önünde sloganlarla bekleyen on binler olsaydık, acaba mahkeme bu kararı verebilir miydi?
Gezi Davası’nda temsilî sayıda milletvekili yüksek perdeden konuşmalar yaparken, kendileriyle birlikte on binleri de çağırsalardı, aklı, yüreği orada olan on binlerce insan olarak duruşmayı adliye önünde bekliyor olsa idik, arkadaşlarımız hapse gönderilebilir miydi?
Yine de bu sonuçlar olur muydu diyorsunuz? Peki nereden biliyorsunuz? Gitmediğimizde ne olduğu ortada, yaşadık. Diğer seçeneğin sonuçlarını ise denenmediği için en azından bilmiyoruz.
Kadınların İstanbul Sözleşmesi’nin Danıştay’da görülen davasına 1000 avukat ile katılması, dışarıda duruşmanın bekleniyor olması, sözleşmeyi iptal eden Saray’ın istediği kararın çıkmasını o gün engellemiştir. Bu bize bir yol göstermelidir.
Ocak ve Şubat ayında gerçekleşen yüzden fazla işçi direnişinin büyük bir çoğunluğu kazanımla sonuçlanmıştır. Bu direnişler bize bir yol göstermelidir.
Evet, her direnişimiz kazanımla sonuçlanmıyor ama hiç şüphe yok ki, direnmeden de hiçbir şey kazanılmıyor. Kazandığımız direnişler bunun kanıtıdır. Kazanamadıklarımız ise, eksiklerimizi görmek ve daha güçlü bir mücadele yürütmek için dersler çıkarttığımız deneyimlerimizdir.
Kesin olan bir şey varsa o da şudur; evimizde oturarak, olup olmayacağı bile henüz net olmayan bir seçimi, sandığı bekleyerek, hiçbir geleceğin olmadığı bu cehennem gibi hayattan kurtulamayız.
Halkın bir direnişi, mücadelesi olmadan hiçbir sandıktan özgürlük, demokrasi çıkmaz, ekonomik krizin çözüm reçetesi çıkmaz, kadın cinayetlerinin durdurulması, milyonlarcamızın geleceksizliğinin çözümü çıkmaz.
Bir çıkış ve çözüm arayanlar; Gezi’ye bakın, orada kendinizi de, çareyi de göreceksiniz, bugün gelişen işçi direnişlerine, kadın eylemlerine, üniversitelilerin kararlığına bakın, kendinizi de, çareyi de görebilirsiniz.
Biz tüm bu direnişlerin özneleriyiz. Her hakkımızı ancak mücadele ederek alanlarız.
Gerçeği kabul edelim. Kararlı, ısrarcı ve cüretli olalım. Yan yana gelelim gücümüzü büyütelim. Beklemeyelim yapalım. İnsanca ve onurlu bir yaşamı ancak direnerek, mücadele ederek kazanabiliriz. Yaşamımız ve geleceğimiz ellerimizdedir.
Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez!
KALDIRAÇ
21 Mayıs 2022