Bugün, ekonomik kriz, işçi ve emekçilerin, yoksulların, emeklilerin yaşamlarını çekilmez hâle getiriyor. Yoksulluk, açlık, işsizlik birlikte kol geziyor.
Bunlara cinayetler eşlik ediyor; işçi cinayetleri, kadın cinayetleri vb.
İçeride, Saray Rejimi, açık bir iç savaş yürütüyor.
Bu iç savaş açıktır, ama devlet, Saray Rejimi, adını iç savaş olarak koymadan, bunu deklare etmeden savaşı yürütüyor.
İç savaş, Kürt devrimine karşı ve her türden işçi, kadın, gençlik, çevre direnişine karşı yürütülüyor.
Egemenler, Tekelci Polis Devleti, mevcut iktidarı sürdürebilmek için, kendi yasalarını tanımayan bir saldırganlık içindedir.
Bunun nedeni korkularıdır. Korkuyorlar ve Gezi Direnişi kâbusları olmuştur. O kadar ki, Mücella Abla bir yana bırakılırsa, Avukat Can bir yana bırakılırsa, Gezi Direnişi ile bağları en minimum olanlar, tehdit ve korkutma aracı olarak cezalandırılıyorlar. Bu yolla gözdağı vereyim diyorlar. Ama aynı zamanda kendi korkularını dışa vuruyorlar.
Korkuyorlar.
Sadece Saray’dakiler değil. Onların efendileri, tekeller, parababaları, beşli çeteleri, onların ardındaki uluslararası sermaye, hepsi bu korkuyu yaşıyor.
Korktukları için, toplumu susturmak üzere saldırıyorlar.
Üzerine oturdukları cennetlerini kaybetmekten korkuyorlar.
Yağma-rant ve savaş ekonomisini ayakta tutmak için saldırıyorlar.
Atatürk Havalimanı’nı yıkma nedenleri, yeni havalimanını satın alacak olanların şartlarıdır. Yeni havalimanını, beşli çeteleri satışa çıkarıyor, paralarını yurtdışına çıkartıp garantiye almak istiyorlar. Uluslararası ortakları ile kendi paralarını güvenceye almak istiyorlar. Saray Rejimi’nin tüm desteklerine rağmen, tüm baskı aygıtını devreye sokmuş olmalarına rağmen, yargıyı bir silah olarak polis teşkilâtının parçası hâline getirmelerine rağmen, medyayı denetlemelerine rağmen, CHP muhalefetini kontrol etmelerine rağmen korkuyorlar.
Bir halkı, bir ülkeyi satmanın korkusudur bu.
Gezi Direnişi onların kâbusudur.
Bunun için adı konulmadan, bir iç savaş yürütüyorlar.
Ekonomik krizin faturasını işçi ve emekçilere yıktılar. Ama daha fazlasını istiyorlar. Krizde tekeller, çeteler, beşli çeteler, tarikatlar, bankalar kârlarına kâr katıyorlar. Ama iflaslar, açlık ve işsizlik kol geziyor. Akıl almaz vergiler, artan fiyatlar, elektrik-su ve doğalgaz faturaları, patlayan kiralar insanların yaşamlarını kâbusa çeviriyor. Ama yine de doymuyorlar.
İşçilerde, emekçilerde, toplumun büyük kesiminde, kadınlarda, gençlerde birikmiş öfke, onları korkutuyor.
Bu nedenle, saldırıyorlar. İçeride ve dışarıda savaş naraları atıyorlar.
Savaş ekonomisini işçi kanı ile besliyorlar. İşçilerin çalışma koşulları sürekli daha da kötüleşiyor. İşçi ve emekçiler için, nüfusun çoğunluğu için hayat, her geçen gün daha da zorlaşıyor. Ama tekeller, parababaları, silah sanayii, kârlarına kâr katıyor. Müteahhitleri her alanı yağmalıyor.
Egemenler, uyuşturucuya alışmış gibi savaşa bel bağlıyorlar.
Karapara merkezi hâline gelmiş bir ülke yaratıyorlar.
Artık kendi “normal”leri budur.
Burjuva muhalefet, CHP ve diğerleri ise, devleti kurtarmak adına, aç, işsiz, cinayetlere kurban giden, okuyamayan, kirasını ödeyemeyen, faturalarını ödeyemeyen kitleleri evde tutmak için uğraşıyorlar. Saray “şükredin” diye kükrüyor, muhalefet evde kalın, sokağa çıkmayın masallarını anlatıyor.
Ama zorunludur, direniş gelişiyor.
Direniş, yerel eylemler, anlık patlamalar şeklinde, kendiliğinden karakterde gelişiyor. Her gün bir yerde bir direniş yaşanıyor. Burjuva medya, Halk TV gibi kanallar da dâhil, bu direnişleri yansıtmamak için her yola, her manevraya başvuruyor. Saray medyası, karanlık pompalıyor. Her haber, her TV tartışma programı yalan üzerine dayanıyor.
İşçi direnişleri, kadın direnişleri, gençlik eylemleri, çevre eylemleri bu karartmayı nadiren delebiliyor. İşçiler kendi direnişleri dışındaki direnişlerden, ancak devrimciler sayesinde, ancak devrimci mücadele sayesinde haberdar olabiliyor.
Tüm bunlara rağmen, direniş, artık bu toprakların bir gerçeğidir.
Direnişler yerel de olsa, yerelde de kalsa, akılları açıyor. Birikmiş öfke, henüz tüm yönleri ile kendini direnişlerde ortaya koymasa da akıllar açılıyor, devleti tanıma süreci işliyor.
İşçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin, halkın her direnişi kıymetlidir, bir öğretmendir.
Direniş ve isyan güzelleştiriyor.
İşçiler, direndikçe güzelleşiyor. Kadınlar isyanda güzelleşiyor, gençler eylemde olgunlaşıyor.
Savaşın diğer cephesi, direniş cephesidir. Bizim cephe, ağır ağır gelişiyor.
Bizim cephenin, direniş cephesinin ana sorunu örgütlenmedir.
Örgütlenme, ihtiyaç duyuldukça daha da gelişecektir.
İnsan eylemi, bilincinin ölçütüdür. En gelişmiş eylem örgüttür, örgütlenmedir.
Direniş ve örgütlenme paralel gelişecektir.
Krize karşı ekmek için, iş için, adalet için, işçilerin örgütlenmeden başka seçeneği yoktur. Direnişler bunun yolunu açmaktadır.
Burjuva muhalefetin masalları ile Saray Rejimi, bu karanlık yerle bir olmayacaktır. Saray Rejimi’ni, bu karanlığı, bu sömürü düzenini yıkacak şey, işçilerin direnişi, örgütlülüğüdür.
Egemenler, ne krizi çözebilirler ne savaş politikaları ile bir yere varabilirler.
Dünya, artık, yeni bir devrimci yükseliş dönemine girmektedir. Bunun işaretleri vardır. Dünyanın her yerinden eylemler yükselmektedir. Bu süreç katlanarak artacak, gelişecek gibidir. Bu süreci karşılamak demek, direniş hattına sahip çıkmak demektir.
İşçi sınıfı, devrimcileşmek, siyasal bir güç olarak toplumsal mücadele sahnesinde yerine almak zorundadır.
Bugün, direnişlerin gelişimini, örgütlenmesini, yayılmasını yönetmek, Birleşik Emek Cephesi ile mümkündür. Birleşik Emek Cephesi, direniş hattını sürekli kılmanın, savaş arkadaşlığını geliştirmenin ana yoludur. Devrimci savaş arkadaşlığı, bugün, sisteme karşı savaşım ve işçi sınıfının gündemi toplumsal mücadelenin esas gündemi yapmanın yoludur.
Krize ve savaş karşı direniş dışında bir seçenek yoktur. Hiçbir işçi, hiçbir kadın, hiçbir genç, direniş olmadan daha iyi bir yarına sahip olmayacaktır.
İsyan örgütlü ise zafere ulaşır. Direniş örgütlü ise kalıcı olur. İşçi sınıfı örgütlü ise özne hâline gelir.
Direniş ve isyan bayrağını, devrimci örgütlenme sürekli yüksekte tutabilir.