Biliniyor, turnusol kağıdı diye bir kâğıt var. Turnusol kâğıdı, asit ve bazı ayırmak için kullanılıyor. Aslında işin temelinde boya var. Bu mavi renkte bir boyadır ve bazı bitkilerden elde edilir. Boya, asit etkisi ile kırmızıya, bazların etkisi ile ise maviye dönüşüyor. Kâğıt bu boya ile boyanınca, maddenin asidik olup olmadığını anlamak için kullanımı kolaylaşıyor.
Turnusol kâğıdı, günlük dilde de kullanılıyor. Bir olayın, mesela doğru ve yanlış karar vermeyi ölçmesinde çok önemli olması durumu gibi. Mesela “bu konuda alınacak tutum, turnusol kâğıdı etkisine sahiptir” deriz.
İşte bugün, Saray Rejimi koşullarında, dünyanın bu coğrafyasında, savaş politikaları karşısında alınacak tutum, insanın hangi saftan olduğu konusunda belirleyici bir gösterge oluyor.
Ülkemiz solunun ve sözüm ona muhalefet olan burjuva partilerinin savaş karşısındaki tutumu, tam da böyledir.
Sadece dışarıdaki savaştan söz etmiyoruz. O da var tabii.
Değil mi ki, her savaş bir iç savaştır. Öyle ise içeridekini de hesaba katalım.
Bize göre, ülkenin sadece Kürt illerinde değil, batısında da bir iç savaş sürmektedir. Ama biliyoruz, bizim bu tespitimize katılmayanlar var. Onlara göre, Saray Rejimi, işçi ve emekçiler sokağa çıksın diye bekliyor ki “iç savaş” çıkartsın. Oysa bize göre zaten bir iç savaş yaşanıyor.
Onlara göre, işçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin sokağa çıkmasını isteyen Saray Rejimi var, çünkü bu sayede “olağanüstü hâl” ilan edecekler. Oysa, sokağa çıkan herkese saldırmalarına bakılırsa, işçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin sokaklara taşmasını hiç de istemiyor gibiler. Ve dahası, bize göre, zaten “olağanüstü hâl” içinde yaşıyoruz. Yoksa bu hâl, “olağan hâl” midir?
Bunu yine tartışacağız.
Ama, Kürt hareketi ile bir savaş sürdüğü konusunda galiba herkes aynı fikirdedir. Kimisine göre PKK terör örgütüdür, bize göre ise devletin kendisi bir terör örgütüdür. Ama herkes ortada bir savaş olduğu konusunda hemfikirdir.
İşte bu savaş konusunda tutum da dahil edilerek, savaş konusundaki tutumun bir turnusol kâğıdı olduğunu iddia edebiliriz.
Hatta bu turnusol kâğıdı, savaş karşısındaki tutum, hemen her gün karşımıza bir sınav olarak tekrar tekrar çıkmaktadır.
Mersin’de, PKK, bir eylem gerçekleştirdi. PKK, bu eylemin, kendilerine karşı kimyasal silah kullanımına son verilmesi için bir uyarı olduğunu açıkladı. Biliniyor, Mart 2022’den beri yoğun bir biçimde TC ordusu kimyasal silahlarla saldırmaktadır. PKK kaynakları 40’ın üzerinde gerillanın, bu kimyasal silahlarla öldüğünü söylüyor (Bu arada ordunun kaybının bin kişiden fazla olduğu konusunda bilgiler ortada dolaşıyor). Kimyasal silah kullanımı ile ilgili, dünya basınına da yansıyan görüntüler, videolar vb. de var.
Ama, Mersin’de gerçekleştirilen eylemden sonra, birçok grup, kişi, örgüt, PKK’nin bu eylemini “lanetleme” yarışına girişti.
Oysa bunlardan hemen hemen hiçbiri, Mart 2022’den beri yoğunlaşan kimyasal silah kullanımı konusunda “devleti uyarma, lanetleme” tutumu içine girmediler.
Siz, örnek olsun, Kürt sorununun çözümünü barış içinde gösteriler, seçimler vb. yolu ile yürütülecek bir mücadeleye bağlı görebilirsiniz. Diyelim ki sizce yasal mücadele ile Kürt sorunu çözülecek. Kabul edelim ki, bu durumda dahi siz bir Kürt sorunu olduğunu kabul ediyorsunuz demektir. Öyle ise, bu sorunun niteliğini ortaya koymanız gerekir.
6-7 Eylül olaylarını hatırlayın, 16 Mart katliamını, Sivas katliamını hatırlayın, Çorum ve Maraş’ı, 1 Mayıs 1977 katliamını hatırlayın, Roboski’yi hatırlayın, işkencehaneleri hatırlayın, Suruç katliamını ya da Ankara Garı katliamını hatırlayın. Saymakla bitmez. Soma’da madende ölen, onlara göre 301 bize göre 700’ün üstünde kişinin cinayetini hatırlayın. Sizce, böylesi bir devlet geleneği ile hangi sorunu çözebilirsiniz?
Bir teğmen var. Kendisi “ulusalcı”lıktan geliyor. Bizim ulusal-solcularımıza ya da müsaade ederlerse ulu-solcularımıza soracak olursak, son derece gerekli bir değerdir “ulusalcılık”. Teğmenimiz de bu cenahtandır. Devletin bir kanadının diğer kanadına karşı başlattığı operasyonlarından birinin mağduru teğmen, birdenbire AK Partili oldu. Her şeyin reisi, hakarete uğrama konusunda dünya rekorunu kıran Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisini kabul töreninde, teğmene, kaç çocuğu olduğunu soruyor. Bir çocuk yanıtını alınca, “PKK’ye bak, 5-10-15 çocuk yapıyorlar” dedi. Gördünüz mü kafayı? İşi çözmüş, PKK’nin taktiğini kavramış, 5-10-15 çocuk yapıp, bu çocukları zorla savaşçı yapacak, kendisi öyle yapıyor ya, oradan da çoğunluğu sağlayıp, ülkenin nüfus dengesini değiştirecek. İşte PKK’nin taktiğini en iyi kavrayan cumhurbaşkanı budur. Bu dil ve bu kafa ile, nasıl bir çözüm ortaya çıkartabilirsiniz? Tabii, barışçıl çözümden söz ediyoruz.
PKK, bugün silah bıraksa, ertesi gün, o kimyasal silahlar, tüm Kürtlerin üzerine yağmaya başlayacaktır.
Büyük reis ve dünya liderimiz, derin tarihsel bilgilere sahiptir ve buna dayalı olarak “affedersin Ermeni” demektedir. İşte size kafa, işte size devlet tutumu.
Uzatmayalım, siz tüm bunlara rağmen, barışçıl bir Kürt sorunu çözümü önerebilirsiniz. Kabul, ama bu durumda dahi, bir Kürt sorunu var demiş oluyorsunuz.
Bir sorun varsa, elbette, bu soruna ilişkin birden fazla çözüm de olacaktır. Kürt halkının büyük çoğunluğu, bu çözümü, PKK’nin mücadele yolunda görmektedir. Bu nedenle, Reis, Kürtler 5-10-15 çocuk yapıyor demek yerine, PKK 5-10-15 çocuk yapıyor demektedir.
Siz, bir savaş ilan etmişsiniz. İçişleri Bakanı, uyuşturucu paralarını saymaktan, uyuşturucu ve suç örgütü liderleri ile fotoğraflar vermekten, sigorta poliçesi kesen printer’ın sesini müzik olarak dinlemekten kalan zamanında, PKK’lilerin ayakkabılarını saymaktadır. Buna göre, zaten 200’ün altında PKK’li kalmıştır. Her ölen Kürt gencini terörist ilan etmektesiniz. Ve tüm bu savaşı daha da tırmandırmak adına, ABD ve AB’yi de arkanıza alarak, kimyasal silah kullanmaktasınız. Ve tüm bunlar olunca sesini çıkartmayan “aydın”larımız, OYT, bazı sol çevreler, Mersin’de eylem ortaya çıkınca, bunu kınamak için harekete geçmektedirler.
12 Eylül döneminde, Murat Belge, birçok yere gider, küçük paneller yapardı. Bu panellerde Belge, hapiste, işkencede olan devrimcileri eleştirmek için sınır tanımaz bir özgürlüğe sahip idi. Ama onun bu eleştirileri, kısa süre sonra tepki çekmeye başladı. İnsanlar, bu devrimcilerin eylemlerini övmenin suç olduğu bir ortamda, onların arkasından bu biçimde atıp tutmaya, eleştiri demekten geri durmaya başladılar. Öyle ya, içeridekileri öven, suçu övmekten tutuklanacak, ama onlara söven, “eleştiri” yapmış olacak. Ne âlâ değil mi? İşte insanlar bir süre sonra bu panellere katılmaz hâle geldiler. Belge de bu panelleri sonlandırmak zorunda kaldı. Belge, 12 Eylül savunucusudur. Bundan kurtulamaz.
Oysa ahlâken, suçlu ilan edilmiş birisini savunmak bir suç ise, ona küfretmekte biraz olsun tedbirli olmanız gerekir. Erdoğan’ı eleştirmenin suç olduğu bugün, ona direkt veya dolaylı övgüler düzmek, ahlâkî açıdan, o ölçüsüz övgüler kadar sorunlu görülmelidir.
Bu ilkeyi PKK’nin eylemlerine de uygulamak mümkündür. Siz, Suruç katliamına, siz Ankara Garı katliamına, siz Kuzey Irak’ta PKK’nin gerillalarının bulunduğu alanlarda kimyasal silah kullanımına karşı bir ses çıkartmıyorsanız, bari devleti destekleyecek adımlar konusunda da biraz efendi olmayı deneyin. Yoksa sizin Ahmet Hakan’dan, sizin Nagehan Alçı’dan, sizin Mehmet Barlas’tan bir farkınız kalmaz.
Diyelim ki Filistin meselesini ele alalım. Örnek bu olsun. Bu sorunu da siz, “barış” yolu ile çözmek istiyor olabilirsiniz. Mesele değil. Ama Filistinli bir çocuğun elindeki taşı ve molotofu kullanmasına “terör” diyemezsiniz.
Eğer siz Filistinli çocuğun eylemini eleştirmekle işe başlarsanız, İsrail’in saldırılarını aklamış olursunuz. Bugün de olan budur.
Bu sadece Filistin söz konusu olunca doğru olmuyor.
Dünyanın başka bir coğrafyasına bakıp, orada “doğru ve haklı”dan yana tavır almak kolaydır. İyi ama, yaşadığınız yerde, savaş karşısındaki tutumunuz nedir?
Her yerde yalan söyleyen Saray Rejimi var. İşsizlik rakamları yalandır. Enflasyon rakamları yalandır. Yolsuzluklar konusunda yalan söylüyorlar. Hırsızlıkları konusunda yalan söylüyorlar. Hırsızların, rantçıların, savaş ekonomisini ayakta tutanların doğru ve haklı ile, gerçek ile ilişkileri ne olabilir ki? Tüm bu konularda yalan söyleyen bir devlet, “kimyasal silah kullanmıyorum” derse doğru mu söyler?
IŞİD çetelerini destekleyen, onlara silah, eğitim ve lojistik destek veren bir devlet, kimyasal silah kullanmaz nasıl diyebilirsiniz?
Turnusol kâğıdı, renk değiştiriyor. Demek oluyor ki, burjuva muhalefet tamamen, sol liberaller, liberal solcular, ulu-solcular, hepsi asidiktir. Hepsi, savaş konusunda Saray Rejimi’nin destekçileridir. İşte size “helalleşme” pratiği. Asidik bir helalleşmedir bu.
Şimdi, bir kere daha, Libya savaşını düşünün. Neden burjuva muhalefet, bu “fetih” ruhunu desteklemektedir? Neden muhalefet, Suriye savaşını, Suriye’deki işgalci konumu desteklemektedir? Neden muhalefet, Irak’ta ABD operasyonları da içinde, her türlü savaşı desteklemektedir? Bunları anlamak zor mudur?
Rant-yağma-savaş ekonomisi, Saray Rejimi’nin ekonomi politikasıdır. Buna karşı çıkmadan, rüşvete, ihalelerdeki suistimallere, yolsuzluklara, hırsızlıklara karşı çıkmak mümkün değildir.
Saray Rejimi, bir savaş müptelasıdır.
Uyuşturucu cenneti hâline getirilmiş bir ülkede yaşıyorsunuz. Artık burada bu uyuşturucu, en tepeden başlayarak büyük bir çürüme hâlinin de ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Çürüme, tüm yapıyı sarmıştır. Herkes yağmadan, ranttan, savaş ekonomisinden, başkaları kendisinden fazla pay alıyor diye cırlamaktadır. Buna da eleştiri demektedir. Burjuva muhalefet, bunun üzerine yaslanmıştır.
Hayatı üreten işçilerin, emekçilerin emeği, tümü ile, çetelere, zenginlere, parababalarına, tekellere, bankalara aktarılmaktadır. Elbette, komisyoncu başı olarak Erdoğan ailesi bundan payını almaktadır. Ama bu çarka karşı durmadan, bu sistemi parçalamadan, bir çıkış yolu da yoktur.
Saray Rejimi, her şeyini savaş politikalarına dayandırmaktadır.
İçeride ve dışarıda savaşı tırmandırmak, onlar için bir ihtiyaç, bir zorunluluk hâlindedir. Bu nedenle, ülkenin işçi ve emekçilerine karşı açık bir saldırganlık devrededir. İşçi sınıfının, emekçilerin, kadınların, gençlerin tümü, Saray Rejimi, TC devleti için birer düşmandır. Saray Rejimi, sadece Kürt halkını değil, tüm işçi ve emekçileri, tüm halkları düşman olarak görmektedir. Davranışları da buna uygundur. İçeride şiddeti bu nedenle sürekli tırmandırmaktadırlar.
Bu aynı zamanda dışarıda savaş çığırtkanlığı ile bağlıdır.
Saray Rejimi, TC devleti, bir ABD tetikçisidir ve bu yolda dünya çapında sürmekte olan Batı güçlerinin paylaşım savaşımında bir rol almış bulunmaktadır. ABD tetikçiliği, Saray Rejimi eli ile, sorunsuz uygulanabilmektedir. Bu nedenle, yeni bir rejim organize etmişlerdir. Parlamentoyu devre dışı bırakmışlardır, siyasal partileri yok etmişler, tabela partisi hâline getirmişlerdir. Hukuk, bugün artık, iç savaşın bir parçası, devletin elinde bir silah olarak devrededir. Artık, tüm maskeler inmektedir.
ABD ve AB desteği ile, NATO mekanizmalarının desteği ile, bugün bölgemizde kimyasal silah kullanılmaktadır. Bu kimyasal silahlar, yarın daha geniş bir alanda da kullanılacaktır.
Bunları, bu savaş politikalarını, ulusal değerler maskesi altında onaylamak, tam olarak Saray Rejimi’nin yedeği hâline gelmektir.
Bu yolla muhalefet yapılamaz.
Bu yolla, Saray Rejimi’ni bir seçime zorlamak mümkün değildir.
Halkı, işçi sınıfını, kadınları ve gençleri, seçimlere kadar sessiz, evlerinde kapalı tutma girişimi, Saray Rejimi’nin baskı ve şiddetine, copuna ve TOMA’sına, gazına ve her türlü saldırganlığına açık bir destektir.
Daha dün, maden ocağında ölenlerin ardından, “kader” nutukları atanlarda “insanî değer” aramak, boşuna bir çabadır. Hiçbir yasayı tanımayan bir iktidardan seçimle ilgili süreçlere uymasını beklemek boşunadır. Kürt gençlerinin üzerine kimyasal silah atanların Kürtlerden oy alma hesapları yapması, ancak daha büyük şiddet ve katliam politikaları ile “olanaklı”dır. İçişleri Bakanı hiç utanmadan, bir beş yıl daha kayyum atasak, halk bize alışır demektedir.
Saray Rejimi, her türlü yol ve araçla, halkı, işçi ve emekçileri, kadınları ve gençleri ölüme mahkûm etmekte, onları açıkça esir almak istemektedir. Bu esareti, Batı değerleri savunması ile, NATO’ya bağlılıkla örtme işi burjuva muhalefete, bazı “aydın”lara verilmiştir. Sol içinden bu örtme işinde görev almak isteyenlerin, bunu “ulusalcılık” ile açıklamaları boşunadır.
Artık, cepheler nettir, savaş açık ve çıplak bir hâl almıştır.
İki sınıfın savaşımıdır bu.
Hem ülkemizde hem de dünya çapında.
Bu savaşta “orta yer” yoktur.
Orta yolculuğu “yüksek değer” olarak sunmak, devletin tüm pis işlerini örtme girişimidir ve uzun süre etkili olması mümkün değildir.
Örnek mi, bakınız Abdülkadir Selvi, Ahmet Hakan vb. tüm uğraşlarına rağmen, bir rotada Saray Rejimi’ni destekleyecek bir çizgi bulamamaktadırlar. Bir gün söylediklerini, ertesi gün yutmakta, ertesi gün söyledikleri birkaç gün öncesi söylediklerini yalanlamaktadır.
Gökyüzünde yıldızların dizilişine, ayın büyüklüğü ve şekline, kahvenin telvesine bakarak, üç vakte kadar “iyi günler” beklemek, kendini kandırmaktır. Bu beklentileri siyasal bir yol hâline getirmek ise, tam olarak halkı kandırma girişimidir. Falcılara değil, sisteme karşı açık ve net bir mücadele çizgisini örgütleyenlere ihtiyaç vardır.
Çıkış yolu, devrimci mücadele yoludur.
İşçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin kendi kaderlerini, kendi geleceklerini yazma olanağı vardır. Bu, örgütlü direniş yoludur.
Güzel günler elbette gelecektir. Bu topraklar bir devrime gebedir. Bu devrim, yerin altından gelmektedir ve mücadele etmeden, emek vermeden, bedel ödemeden bu mücadele yürütülemez. Gerçek budur.