İnsanın günlük düşünce sisteminde, toplumsal bilinç oldukça baskın ve etkili olabiliyor. Yani, siz eğer bilim ile düşünmüyorsanız, sadece günlük düşünce sistemi ile idare ediyorsanız, sizin çevrenizdekilerin, basının vb. etkisi, sizin üzerinizde daha fazla etkili oluyor.
Diyelim ki siz bir işçisiniz ya da işsiz ya da küçük esnafsınız, işinizde meydana gelen kötüleşme, düşen geliriniz, azalan sosyal haklarınız vb. eğer sizin çevrenizde “sizin beceriksizliğiniz” olarak ele alınıyorsa, eğer siz hırsızlık yapmayıp, komşunuzu kazıklamayıp, dürüstçe yaşıyor ama ayın sonunu zar zor getiriyorsanız, eğer siz AVM’lerde yüksek fiyatlı ürünler alamıyorsanız, markette giderek küçülen fileleriniz varsa ve tüm basın, tüm medya “ekonomi tıkırında, uçuyoruz, büyüyoruz” örnekleri ile dolu ise ve siz bu resmi anlayamıyorsanız, gerçeği göremiyorsanız, günlük düşünme ufkunu aşamıyorsanız, “ben beceriksizim” demeye başlıyorsunuz.
Sanki, kader bir tek size gülmemiş. Sanki madende ölmek sizin kaderinizmiş, sanki açlık sizin yazgınızmış, sanki sadaka almak sizin bu dünyadaki yaşam tarzınızmış gibi düşünmeye başlarsınız. Bir süre sonra buna alışırsınız. Böyle düşünmeyi kanıksarsınız.
Komşunuz uyuşturucudan para kazanmış ve size bunun kaynağını söylemiyorsa, siz “bak gördün mü, o da kazandı, ama ben salağım” diye düşünmeyi sürdürürsünüz. Sanki, yaşam sadece sizin için şansızlıklarla doludur, sanki herkes gemisini yürütmektedir ama sizin değil geminizi yürütmek, kayığınız bile yoktur.
Ev kiranız artar ve size ev sahibi artan enflasyondan söz eder. Ama sıra sizin maaş almanıza geldiğinde, bu kez patron, para yok, krizdeyiz der. Ve markete gittiğinizde alacaklarınızın miktarı sürekli azalır. Ülkeyi yönetenler ise size “benden önce buzdolabın yoktu” derler.
Günlük bilinç içinde siz, burada bir terslik olduğunu anlarsınız, ama gerçeği görmediğiniz sürece, bütünü kavramadığınız sürece, buna kader diye bakmak zorunda kalırsınız.
Diyelim ki, gelir elde edebilmek için, vücudunuzu dahi satarsınız ve sonunda, ne fark eder demeye başlarsınız. Oysa, aslında bu bütünle, bu gerçekle, bu sistemle hesaplaşmanız gereklidir, zira başka da çıkış yolu yoktur.
Günlük bilinç içinde, artan asgarî ücrete sevinirsiniz, ertesi ay artan gaz, elektrik, su fiyatları karşısında şaşkına dönersiniz.
Rakamlar, para, önemini kaybeder. Kendisi çok önemlidir ama artık miktarının anlamı kalmamıştır. Peynir fiyatına bakarsınız ve şaşkına dönersiniz, oysa az önce maaşınızı çektiğinizde 5500 TL’nin büyük bir rakam olduğunu hissetmiştiniz.
Biliyoruz ki, Aralık ayında, yeni yıldan geçerli olacak asgarî ücret tartışmaları ortaya çıkacak.
Asgarî ücret belirlenirken, tablo şöyledir: Masada üç temsilî güç vardır; devlet, işveren ve işçi temsilcisi olarak Türk-İş. Aslında biliyoruz ki, bu üçü de işçi temsilcisi değildir. İşveren zaten patrondur ve işçi temsilcisi olma gibi bir iddiası hiç yoktur. Devlet, zaten sermayenin, egemenin devletidir ve işçi sınıfını ezmek dışında onunla bir ilişkisi yoktur. Masanın son temsilcisi, işçilerin temsilcisi olduğunu iddia eden, adına sendika denilen Türk-İş’tir. 1952 yılında, CIA’nın bizzat içinde yer aldığı bir organizasyonla kurulmuş bir sendikadır bu. Sendika mafyası dediğimiz örgütlenmenin başıdır ve görevi, işçilerin öfkesini kontrol etmektir.
Eğer bu masada işçi sendikası kisvesi altında Türk-İş yer almamış olsa, aslında belirlenen asgarî ücreti sorgulamak, tüm işçiler için daha kolay olacaktır.
Bunların arkasına döşenen zemin, TÜİK eli ile açıklanmış enflasyon rakamlarıdır. Bu enflasyon rakamlarının yanlış, yalan olduğunu sanırız TÜİK bile kabul edecek hâldedir. Ülkenin bazı akademisyenleri, ne iyi ki, bir enflasyon hesaplaması başlattılar. Aslında işçi sendikalarının yapması gereken bir iştir bu. ENAG’a göre enflasyon, TÜİK’e göre olanın iki katıdır.
TC devleti, Merkez Bankası eli ile, enflasyon hedefini, 2021 sonuna göre, 2022 sonunda %65 olarak açıklamıştır. İşte bu asgarî ücret komisyonu toplanırken, arkadaki zeminde TÜİK’in buna yakın enflasyon hesabı olacaktır.
Devlet, Saray Rejimi, şöyle diyecektir: Geçen yılın başında, yani 2022 Ocak ayında asgarî ücret 4254 TL idi. Bugün 5500. Temmuz 2022’de %29 zam yapılmıştır. Bu durumda, enflasyonun %30’u zaten işçiye verilmiştir. Bu durumda asgarî ücret 7000 TL olmalıdır. Sonra Cumhurbaşkanı devreye girecek, benden de bir miktar verin diyecek, böylece, ulufe, sadaka dağıtmış olacak. İşçilerin, emekçilerin vergilerinden onlara lütfedip 500 TL verecek, böylece asgarî ücret 7500-8000 TL olacak. İşverenler, bugünden buna başlamışlardır, devletten kendilerine, işçi başına bir geri ödeme isteyecekler ve elbette alacaklar.
Sonuçta Ocak 2023 sonunda işçilerin eline, 7500 TL para geçecek, belki 8000 TL. İşçiler bir anda kendilerini iyi hissedecek. Ardından zamlar gelecek ve bu para adım adım eriyecek. Mesela süt fiyatları daha da artacak.
Saray, kalkıp tüm medya aracılığı ile, işçilere verilen haklardan söz edecek ve herkes kendini pembe bir tablonun içinde sanacak. Sonra, hayatın gerçeği ortaya çıkacak, ekmek artacak, simit artacak, yumurta artacak vb. 8000 TL’lik asgarî ücret, eğer olacaksa seçimlere kadar idare etsin istenecek. Bu arada ise, sadaka dağıtımı devam edecek.
Nereden mi biliyoruz?
Bugünlerde TBMM’de 2023 bütçesi hazırlanmaktadır.
2022 bütçesi, ilk altı ayda fazla vermişti. Şimdi, meclisi devre dışı bırakarak Saray, bütçenin 461 milyar TL açık vermesini hedeflemektedir. Bu, para dağıtımı da demektir, savaş ekonomisini desteklemek de demektir.
2022 yılı merkezi bütçesi, 1 trilyon 750 milyar TL idi. Şu an bu bütçe, 3 trilyon 134 milyara çıktı. Hedeflenen açık 461 milyar TL’dir. Ve 2023 bütçesi, savaş ekonomisini, halkın rakamlarla aldatılmasını içeren, bir çeşit transfer bütçesidir. Rakam 4 trilyon 469 milyar TL’dir ve hedeflenen açık, daha şimdiden 659 milyar TL’dir.
İşte buradan çıkıyor para transferleri bütçesi olduğu. İşçi ve emekçilere sadaka verip oylarını almak isteyecekler, mücadele ve onurlu yaşam seçeneklerini tıkamak isteyecekler. Bu bütçe ile savaş ekonomisini daha da teşvik edecekler. Faize ve işverene giden miktarı artıracaklar.
İşçiler eğer günlük düşünmeye, gerçeklerden uzak düşünmeye devam ederlerse, ceplerine giren paranın artmasına bakacaklar. İşçilerin bu yanılgısı, belki Haziran ayında tamamen ortadan kalkmış olacak. Ama o zamana kadar o günlük düşünme, ağır bedeller ödemenin aracı hâline gelecek.
Peki bu durum, işçilerin yaşamlarını mı kolaylaştıracak?
Elbette ki hayır.
2022’nin başını hatırlayalım. Asgarî ücret 4254 TL olduğunda işçiler sevinmişlerdi. Bu sevinç, Mart sonuna kadar bile sürmedi. Vergiler, harçlar, artan gıda fiyatları, yükselen faturalar, artışla birlikte sevinci de alıp götürdü.
Bugün de aynısı olacak.
Kiralar yükselmeye devam edecek. Süt ve peynir fiyatları yükselecek. Ve yine Saray Rejimi, milliyetçilik ile dini karıştırıp, halkın önüne sunacak. Yetmez, bir de savaş naraları yükselecek. İçeride devletin eli ile yeni saldırılar devreye sokulacak. Böylece her türlü hak arama eylemini bastırmayı hedefleyecekler.
İsteyecekler ki, herkes daha fazla korksun. İsteyecekler ki, herkes daha fazla sinsin.
Bu arada ise, Saray Rejimi ve onun sözüm ona muhalefeti, burjuva muhalefet, işçi ve emekçileri seçim tartışmaları ile oyalamayı sürdürecek. Bankalar, holdingler, çeteler daha da fazla kazanacak. Savaş ekonomisi daha çok kazanacak. Uyuşturucu daha fazla yaygınlaşacak.
Egemenler, kendi çürümüşlüklerini, kendi korkularını halka, işçi ve emekçilere bulaştırmaya, onlara yaymaya çalışacaklar.
Bunun bir kader olmadığını biliyoruz.
Ama bunun için, günü kurtarma çabamızın yeterli olmadığını bilmemiz gerekir.
Bizi kurtaracak şey, işçi ve emekçileri kurtaracak olan şey, kendi mücadelemiz, kendi direnişimiz olacaktır.
Asgarî ücret üzerinden, sadece onun üzerinden bir mücadele yürütmek yetersizdir. Elbette önemlidir. Ama yetersizdir. Bize gerekli olan şey, daha ileri bir örgütlenmedir. İşçilerin, hem kendi sendikalarını, gerçekten kendi sendikaları hâline getirmesi gereklidir hem de sendikal mücadeleyi aşan bir siyasal, devrimci örgütlenmeyi geliştirmeleri önemlidir.
Seçimler, eğer olacak ise, büyük baskı ve şiddet altında gerçekleşecektir. Ve sonuçları ne olursa olsun, yılın ikinci yarısında, işçi ve emekçiler için, milyonlar için hayat daha da çekilmez hâle gelecektir.
Eğer gerçekten bir demokratik seçim yapılıyor olsa, ki bu asla olmayacak, AK Parti, Saray Rejimi, asla ve asla barajı dahi geçemeyecektir. Ama seçimlerin demokratik olmayacağını herkes biliyor. Burjuva muhalefet de biliyor. Burjuva muhalefet, seçim olmasına razıdır, onun demokratik bir seçim olmasını şimdilik kafalarına bile takmıyorlar.
Ve hâlâ tartışma, aslında halkın AK Parti iktidarını desteklediği yönündedir. Birçok okuryazar, bu nedenle halka kızmaktadır. Sanki halk, gerçekten onları seçmektedir. Oysa öyle değildir. Eğer seçimler demokratik olsa idi, gerçekten demokratik seçimler yapılmış olsa idi, zaten bu iktidar şu anda iktidarda olmazdı. 7 Haziran’da aslında Erdoğan kaybetmiştir. Ardından, tüm devlet, tüm burjuva partiler, ortaklaşa 1 Kasım seçimlerine giden süreci açmışlardır. O arada ise, “oylarımız arttı” dedirtecek, şiddet ve saldırılar devreye konulmuştur.
Buna halk desteği denilebilir mi? Bu Saray Rejimi, meşru yollarla mı iktidara gelmiştir? Elbette ki hayır.
Seçim yapılacak olursa eğer, yine benzer senaryolar, yakası açılmamış hilelerle devreye sokulacaktır. Eğer Saray Rejimi, “ulusal tehlike” adı altında bir savaşa girip seçimleri ertelemezse, bu hileler daha da artarak karşımıza çıkacaktır. Mühürsüz oyları vb. hatırlamak yeterlidir. Yargının bir iç savaş aracı olarak kullanılması açık bir gerçektir. Tüm bunların olmayacağını iddia etmek, gerçekte TC devletini, Saray Rejimi’ni zerre kadar tanımamaktır.
Gerçekte, Saray Rejimi, gelişmekte olan direnişi, işçilerin, emekçilerin, gençlerin ve kadınların, çevrecilerin öfkesini kontrol altına almak istiyor. İktidar eli ile organize edilen azgın saldırıların sonuç vermeme ihtimaline karşı, burjuva muhalefet, seçime kadar sabredin, sakın eylem yapmayın demektedir. Bu iki koldan, işçi sınıfı, toplumsal muhalefet esir alınmak istemektedir. Sokağa çıkmayın çıkarsanız iktidar kan döker, eylem yapmayın yaparsanız iç savaş çıkar, tepki vermeyin verirseniz provokasyon olur sözleri boşuna söylenmiyor. Sanki bugün ülkede iç savaş yok mu? Sanki bugün ülkede olağan hâl mi var?
Egemenler, iktidarı ile burjuva muhalefeti ile işçi sınıfının öfkesini bastırmak istiyor. Mesele bu kadar açıktır.
Yılbaşından bu yana, devlet, çeşitli numaralarla, hepsi yasadışı olan yollarla, kamu bankaları üzerinden 107 milyar dolar satmıştır. Bu yolla dolardaki artış %20’lerde tutulmuştur.
Kur korumalı mevduat uygulaması ile, bugünden, 83 milyar dolarlık bir yük ortaya çıkmıştır. Buna rağmen, döviz mevduatları düşmemektedir. Bu durum, aslında daha büyük krizlere gebe bir hâldir. MB’nin döviz rezervleri, eksi 59 milyar dolardır. Yani, bir yerden 59 milyar dolar bulunursa, MB’nin döviz rezervi sıfır olacaktır.
Tüm bunlar, holdingleri, bankaları, zenginleri, parababalarını daha fazla zengin etme amacının ürünüdür. Bu politika, yağma-rant ve savaş ekonomisidir. Ve burada işçilere düşen, yoksullaşma, açlık, fabrika, işyerinde ölmektir. Başka bir gelecek vermeleri de mümkün değildir. İşçi sınıfı, bu bilinçle, sisteme karşı mücadelesini geliştirmek zorundadır.
Asgarî ücret rakamlarının aldatıcılığına kanmamak gerekir. Örgütlü mücadeleyi öne çıkartmak gerekir. İşçiler, emekçiler için, kadınlar, çevreciler ve gençler için, direnişten başka bir gelecek yolu yoktur. Tek kurtuluş yolu, işçi sınıfının iktidarı almasına gidecek örgütlü direniş yoludur.
Peki bu mümkün müdür?
Elbette mümkündür. Elbette işçi sınıfının üretimden gelen gücünü kullanması; ülkeyi sarsacak, bilinçleri açacak, günlük hesapların ötesine geçecek bir mücadeleyi geliştirecek tek çaredir. Bunu örgütlemek elbette mümkündür.
Burjuva partilerden medet ummak, devletin karşısında avuç açmak, sadaka ile yaşamak, asla ve asla bir zorunluluk değildir. İşçi ve emekçilere dayatılan yoksulluk, açlık, işsizlik, işyerinde ölüm vb.dir. Bunların tümünü reddetmek, ancak ve ancak, devrimci işçilerin önderliğinde bir örgütlü direnişe yönelmek, onu örgütlemekle mümkündür.