Bugün 14 Şubat, gece.
Tüm bir günü düşündüğümüzde fark ediyoruz ki bütün köşelerinde ellerimizin izi var bu merkezin. Herkes her köşeyi arşınlamış yine tek bir günde. İşliyor tüm gövde. Bugün dün kurduğumuz sahra çadırlarının etrafına yağmur sularından korunmak adına drenaj çukurlarını kazdık, çadır içlerine sobalarımızı kurduk. Yüksek kalan sobalar için yarım borumuz yoktu; borular çadıra mı değecek, eğimli kursak gaz mı çıkarır, nasıl hâlledeceğiz deyip farklı biçimleri tek tek denerken yeri kazıp sobaları içine kurma fikri parladı, yine kazma küreklere sarıldık. Aileleri yerleştirdiğimiz çadırların nefesi yükseliyor şimdi devletin nefesleri boğduğu bu şehirde.
Bir yandan yatakhanemizi nizama soktuk; üstümüze sermek için eksik gelen battaniye sayısını da arttırmak amacıyla sayısı bol bebek battaniyelerini zemine çektik, kimin nerede hangi yorganı kullanarak yattığını takip etmekte kolaylık kazancağımız bir “yorgan alma” düzeni kurduk. Böylelikle 3 ortağımız daha aramıza katıldı bugün; 10, 11 ve 12 yaşlarında, “biz yardım etmeyi çok severiz, emek vermekten kaçınmayız” deyip gülümseye gülümseye geldi yanımıza üç kuzen, başladılar battaniyeleri sermeye. İşimizi birlikte kısa sürede bitirince, biri “birlikte yapınca hemen bitirdik, dayanışma böyle bi şey değil mi” dedi. Anneleri şehirdeki akrabalarının yanına gitmek istiyormuş, yeni ortaklar da “bir de siz konuşsanıza” dediler, “biz gitmek istemiyoruz buradan, herkes burada, deprem olduğunu unutuyoruz bazen, çok mutluyuz.” Önlük istediler sonra, biz de tamam dedik, ortakça kuruyoruz burayı, buyrun ortaklarımız; sonra da tuvalet duyurularını hazırlamaya koyuldular.
Yarası olan merhemini buluyor bizimle, yaptıklarımızın hayatla çarpıştığında gerçeğin sağ kalan tarafında olduğunu yaşamak -tam burada olduğu gibi- güçlendiriyor bizi, bir adım daha ileri atmak için. Tekil acıların değil, neşe ve emeğin kol kola giren kalabalıklarda yayılmasında, çoğulun yaratıcılığında olan çıkışın ve çözümün gözlerimizin önünde belirdiğini görmek; tüm zorluğuna rağmen “sırada ne var” sorusunun peşinden koşturuyor bizi.
Gıdaları dağıtmaya devam ediyoruz, ihtiyacı karşılamak için desteğe ihtiyaç var ancak şehre giren tırların kontrol noktasından geçişi çok zor, yardımlar ulaşmıyor.
Gelmeyen tırlar gönüllü ekipleri yormuş, bizi önlükle görenler sohbet etmeye başlıyor, yıllar önce Kadıköy’de dergi dağıtımı yapanlardan, “iyi ki varsınız, geleceğinizi biliyorduk” diye selâm vermeye gelenleri var. Branda bulmamızı sağlıyorlar, yağmur gelmeden alanımızı korumamız lazım, bir şey daha çözüldü.
Koordinasyon merkezimizde hukukçular görüyoruz bazı bazı; cumhurbaşkanından müteahhidine kadar suç duyurusu yapan, yağmacı suçlamasıyla işkenceyle öldürülenlerin dava takibini sürdüren, belgelerin kaybedilmesini engellemeye çalışan hukukçular. Niye burada kalıyorsunuz diye soruyoruz, “komün kurmuşsunuz burada, başka yere mi gidecektik” diyorlar. Komünün gözleri var burada evet. Anarşistler var aramızda, inşaat işçileri var, belediye işçileri var, kalp krizi geçirdikten iki gün sonra buraya döneni var, emeklisi var, demokratı var; devrimciler var her yerde. Temin ettiğimiz jeneratörümüz bozuluyor, tamir ediyoruz; sahibi geliyor, geri alıyor; bu sefer de biz elektriği trafodan çekiyoruz. İnsanlar enkazların arasına girerken tuvalete girmek için, biz su çekip sürekli duş sağlama imkânlarını araştırıyoruz, tesisatçı kalmayan şehirde ertesi gün için bir ekip buluyoruz.
Defne Evi’ndeki tuvaletin temizliği için hijyen ekibimiz gecenin dördünde bile ayakta, su taşıyor. Çatal bıçağımızın kalmadığı anlaşılıyor yemeğin bir saat öncesinde, yakınmıyoruz, yol araştırıyoruz, o yemek çatal bıçakla çıkıyor. Hayvanlar aşılatılıyor, çocuklara yakartop için top bulunuyor, köylere gidiliyor, biz burayı bırakmayız diyen köylülere; az sonra toplantıya girecek birisi serumunu almış elinde, yürüyor gülerek.
“Depremin ilk iki gününde bir şey yapmak için oradan oraya koşturdum, yardım da geldi ama ne yapacağımı bilemedim sonra buraya geldim. Şimdi içim çok rahat çünkü yaptıklarımın işe yaradığını görüyorum, işe yarar bir şey yapıyorum. Organize olmak zorundayız, şimdi de sonra da, tek başına olmuyor, birlikte organize olmak zorundayız ancak böyle bir şeyler var edilebiliyor” diyor bir gönüllü. Evet ancak böyle var edilebiliyor.
On binlerce ölünün kokusu sinmiş şehre, insanlar ölüme, Hatay yok olmaya terk edilmiş; acı, öfke, belirsizlik sürekli pompalanan bireyselliğin güçsüzlüğünde erimeye meyilli.
Yaşananların ağırlığı, bilinmezin dayatmacılığı, yeniyi kurmanın sınırları yıkması herkesi kendi korkularına, kendi baş etme yollarında kapana kısılmaya itebilir. Bu bir şey yapmak isteyen ancak yolunu kestiremeyen çoğunluk için olduğu gibi pratiğini ara vermeksizin devam ettiren ve bütüne bakmayı zaman zaman unutan bizler için de bir tehlike unsuru.
Buna kapılamayız, biliyoruz. Yanımızdakine dönüyoruz, “ee ortak, şimdi napıyoruz?” Acıyı gömmeden ama onda kaybolup gitmeden, onu dönüştürerek yaşamanın yolu planlı bir emek verme sürecini birlikte örmeye devam etmek. “Zincire biri daha lazım”, “tuvaletlere peçete gerek”, “ateşe odun getiriyorum” dedikçe; öfkemizi birlikte yaşama dönüştürdükçe biz de hayata bağlanıyoruz. Bu yüzden şehrin her yerinde hakim olan yas havası burada yok. bu yüzden çocuklar burada mutlu olduklarını söylüyorlar.
İnancımız tam.
Yıkıntının acılarından yaşama giden yolu ellerimizle kuruyoruz.