Rusya’nın Ukrayna’ya karşı özel askerî operasyonu, başka bir deyişle, NATO ve Batı’nın Ukrayna üzerinde Rusya’ya savaş açma girişimleri birinci yılını doldurdu. Birinci yılını doldurmasının bir önemi olduğundan mı, yoksa durumun nazik safhaya dönmeye başlamasından mı bilmiyoruz ama, özel askerî operasyonun birinci yılında birçok gelişme oldu.
Çin, Ukrayna için bir barış planı önerisi sundu. 12 maddelik öneri “Çin casus balonu”, “Çin, Rusya’ya silah veriyor” gibi savaş propagandası örnekleri ile bastırılmak istendi.
Biden, gerçek mi bilinmez ama, Kiev’e “gizli” ziyarette bulundu. Ziyaret, aslında gizli değil elbette ama önceden duyurulmamış bir ziyaret. Biden’ın uçağı, Varşova’ya, birinci yıl gösterilerinin “açılışı” için havalanmış iken, birdenbire, Kiev’e indi. Ardından, Varşova’ya geçti ve Varşova’da, Ukrayna üzerinden bir savaş yürüten ABD ve Batı emperyalistlerinin liderleri teker teker boy gösterdi, Almanya, Fransa, İtalya, İspanya ve diğerleri.
Bu iki gelişme, tam da Rusya’nın “özel askerî operasyon” dediği sürecin başlangıcının birinci yılına denk geldi.
Çin, bir barış planı sunarken. Batı, NATO güçleri, savaş naraları için Varşova’da özel bir ayin daha düzenlediler. Savaş severler, ayinsiz hareket etmezler. Öyle yaptılar. Her biri, bir yandan ABD’nin savaş politikalarının arkasında olduğunu açıklamış oldu, diğer yandan da Ukrayna üzerinden Rusya ve Çin’e karşı savaşın tırmanacağını ilan etmiş oldular.
ABD’nin en efsanevî başkanı, herhâlde Biden’dır. Hava ile tokalaşan, sırtını dönerek kalabalığın olmadığı boşluğa konuşan, doktorları tarafından “başkanlık görevini yürütecek” kadar sağlıklı olduğu açıklanan Biden, tam da içinden geçilen süreçlere uygun düşmektedir.
Biden, en son şöyle dedi: “Beyaz bir çocuk olabilirim ama aptal değilim. Gücün nerede olduğunu biliyorum… Şaka yaptığımı sanıyorsunuz. İlahi Dokuz’u uzun zaman önce öğrendim.”
İşte size veciz sözler. Beyaz çocuk olmak, mutlaka aptal olmak demek değilmiş. Bu 80’lik aptal olmayan beyaz çocuk, kime söylüyorsa, “gücün nerede olduğunu” bildiğini söylüyor. Gücün nerede olduğunu bilmek, aptal olmamak anlamına geliyor. Üstelik şaka da yapmıyor, kanıtı var, uzun zaman önce İlahi Dokuz’u öğrenmiş. Demek ki, ilahi dokuz ile, güç arasında bir bağ var. İlahi Dokuz, okunmuyor, ama öğrenilmesi gerekiyor. Her ne kadar İlahi Dokuz’u biz bilmesek de, beyaz çocuğun, bunu öğrendiğini anlayabiliyoruz.
Demek ki, efendilerine sesleniyor.
Acaba, beyaz çocuk, İlahi Dokuz’u, mesela Macron’a, mesela Scholz’a da öğretebilmiş midir? Yoksa onların öğretmeni farklı mıdır?
Macron, Rusya’nın tümden yok olmasını istemediklerini, ama yenilmesini istediklerini ilan ediyor. Beyaz çocuklardan bir diğer aptal olmayanı mıdır, bilmiyoruz. Ama Rusya ve Çin’in sömürgeleştirilmesi planlarını ifade etmek istedikleri anlaşılıyor.
Alman sermaye sınıfının en azından bir kısmının, Scholz’un, ABD planlarına bu denli bağlı olmasını, “Almanya kendi ayaklarına sıkıyor” diye değerlendirildiği düşünülürse, Scholz da, İlahi Dokuz’u, her ne ise, öğrenmeye başladığı anlaşılıyor.
Scholz, Varşova’daki Batı-NATO ayininden sonra, kendisi randevu isteyerek, Beyaz Saray’a gitti. ZDF televizyonu, Scholz’un ziyaretinin nedeninin “bir bilmece” olduğunu söyledi. “Ukrayna’ya tank meselesi yüzünden özür mü dileyecek” diye sordu. Almanya’nın Leopard 2 tanklarını Ukrayna’ya sevk etmekte tereddütlü davrandığı biliniyor. ZDF, “özür dilemek” ile bunu kastediyor. Demek ki, ABD, Almanya üzerine etkili tehdit mekanizmalarına sahip olmalıdır.
ABD, Almanya’yı, Ukrayna savaşı için bir operasyon merkezine dönüştürme yolunda ilerliyor. Almanya’nın bu konuda “tutuk” davrandığı varsayılabilir. Ama ABD, öyle anlaşılıyor ki, istediklerini elde etmekte zorluk çekmiyor.
Hatırlanacaktır. Kuzey Akımı 2 hattına, bombalı bir saldırı, sabotaj düzenlendi. Bu sabotajın failleri, hiçbir biçimde ortaya çıkarılmıyor. O kadar ki, eski NATO generalleri bile, bu saldırının ABD işi olduğunu açıkça söylüyor. Rusya ise en üst düzeyden, bu saldırının Batı’nın işi olduğunu söylüyor. Lavrov, G20 Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda, “Durdurmaya çalıştığımız ve Ukrayna halkı kullanılarak bize karşı başlatılan savaş, elbette enerji de dâhil Rus siyasetini etkiledi. Özetle artık Batı’daki hiçbir ortağa güvenmeyeceğiz, onların bir daha doğalgaz boru hatlarını havaya uçurmalarına izin vermeyeceğiz.” dedi.
Bilindiği gibi, gazeteci Seymour Hersh, sabotajla ilgili bulguları açıklamıştı. Lavrov, “ABD’liler bunu saçmalık olarak niteledi. Gazeteci Seymour Hersh bununla ilgili bulguları yayınlayınca, Avrupalı ve ABD’lilerin nasıl tepki gösterdiklerini gördünüz. Almanya, fiziksel ve ahlâkî olarak her anlamda küçük düşürüldü” dedi. Oysa Avrupa basını, sabotajın Rusya tarafından, kendi kendine yapıldığını yazmıştı.
Tüm bu trafik, Ukrayna’daki Rus özel operasyonunun birinci yıldönümünde, Şubat 2023’te yaşandı.
ABD’nin bugüne kadar Ukrayna’ya gönderdiği askerî yardım, 31,7 milyar doları buldu ve Biden, gücün nerede olduğunu bilen “aptal olmayan beyaz çocuk”, savaş ne kadar sürerse sürsün, Ukrayna’yı destekleyeceklerini söyledi.
Tam da buna uygun olarak ABD, Çin tarafından hazırlanan 12 maddelik barış planını “Çin’i güvenilir bulmuyoruz” diyerek reddetmiş oldu.
Bununla da kalmıyor ABD, Japonya’yı, NATO toplantılarına davet ederek, Çin’e karşı Japonya’yı savaşa sürmek istiyor.
Buna karşılık ise Rus denizaltıları ve gemileri, ABD açıklarındaki uluslararası sularda konumlanmış durumdadır. ABD’nin Akdeniz, Ege gibi alanlarda konuşlanmış gemileri ile de buna eklenmelidir.
Böylece, Rusya’nın Ukrayna planlarına özel askerî operasyonla tepki vermesinin birinci yılı geride kalırken, ABD stratejisi netlik kazanmaya başlıyor.
1
ABD, denetimi sıkılaştırdığı NATO müttefiklerini, Rusya’ya karşı savaş için daha organize hâle getirmek istiyor. Almanya, bu açıdan ABD savaş politikalarına göre şekil almaya başlamıştır. Almanya’da, askerî eğitim üsleri bu açıdan önemli işlev görmektedir. İki dünya savaşından da yenilgi ile çıkmış ve savaşı kendi topraklarında yaşamış olan Almanya, anlaşılan bu sefer de, aynı rolü, bu kez ABD planlarına uygun olarak oynamaya hazırlanıyor. Alman toplumundan gelen sesleri, bu açıdan Alman devleti dikkate bile almıyor. Almanya’da her hafta, savaşı protesto eden gösteriler ortaya çıksa da, Alman işçi sınıfının grev silahını kullanmadığı bugün, Alman devletinin çok rahatsız olmaması anlaşılırdır. Alman toplumunda savaştan duyulan rahatsızlığa rağmen, etkili bir grev vb. dalgası henüz ortaya çıkmış değildir. Alman ekonomisi, ciddi kayıplar yaşasa da, iş bu noktaya gelmiş değildir. Almanya, hem Rusya’ya mal satma olanaklarını kaybetmekte, başka kanallar bulan şirketlere rağmen büyük kayıplar yaşamaktadır hem de enerji maliyetleri nedeni ile zorluklar yaşamaktadır. Bunun üstüne artan enflasyon yükü gelmektedir. Bunların yol açtığı rahatsızlıklar, protestolarda bir artışa yol açsa da, henüz kritik aşamaya ulaşmış değildir.
ABD, Almanya, Fransa başta olmak üzere, tüm NATO ülkelerini, Rusya’ya karşı açık bir savaşa davet etmektedir ve doğrusu bu konuda Avrupa’nın da çok isteksiz olmadığı açıktır. Bu nedenle, Avrupa işçi sınıfının ayağa kalkması dışında bir yolla savaşı önlemek mümkün görünmemektedir.
2
ABD, Avrupa’da ağırlıklı Almanya eli ile sağladığı savaş üssü oluşturma planlarını, Çin’e karşı savaş için de geliştirmektedir.
ABD’nin uzmanlarının beklentilerinden biri olan Rusya’yı izole ederken, Çin’in Rusya’dan uzaklaşacağı görüşü de suya düşmüştür. Çin, açık olarak, Rusya’nın güçlü olmasından bir rahatsızlık duymayacağını, tersine müttefiklerinin güçlü olmasının kendilerinin de çıkarına olduğunu ilan etmiştir. Bu nedenle, ABD, Çin’e karşı kara propaganda mekanizmalarını devreye sokmaya başlamıştır. Çin’in casus balonu tam da böylesi bir propaganda için hazırlıktır.
ABD, Çin ile Rusya arasına ayrılık tohumları ekmenin işe yaramayacağını anlamış oldu. Bunun için bir yıl geçmesi gerekti. Şimdi, ABD politikası, yön değiştirmiştir ve Japonya, Çin’e karşı savaş üssü hâline getirilmek istenmektedir. ABD, Japonya’ya nükleer denizaltıların gönderilmesini de tartışmaktadır. Bu nedenle Japonya NATO toplantısına çağrılmaktadır.
Japonya, İkinci Dünya Savaşı’nın bir sonucu olarak askerî alanda denetimi kabul etmişti. Aynı şey Almanya için geçerli idi. Bugün bize “teknolojik yenilik” olarak sunulan “sıfır stoklu üretim” ya da “esnek üretim” modelleri, aslında bu iki ülkenin silah sanayiinde doğan dezavantajlarını ortadan kaldırmak için geliştirdiği metotlardır. Toyota fabrikası, bir günde tank üretebilir hâle gelecek duruma getirilmişti. Bugün ise, ABD, sürdürdüğü hegemonya savaşında, Almanya ve Japonya’yı koçbaşı olarak kullanmak üzere hareket etmekte, bu nedenle onlara bazı silahları vermekte ya da İkinci Dünya Savaşı’nın silah üretimi ve ordu yapılanması konusundaki yaptırımlarını gevşetmektedir.
Japonya’nın savaş için bir üs hâline getirilmesi stratejisi, elbette Çin’e karşı savaş planlarının da yeniden sahaya sürülmesi anlamını taşımaktadır. Bu durumda, Blinken’in Tayvan ziyareti önemli görünüyor. ABD, Tayvan meselesini öne çıkartarak, Çin’e karşı bir savaş başlatmak istemektedir. Rusya’ya karşı Ukrayna üzerinden yürütülen savaş, Çin’e karşı Tayvan üzerinden yürütülmek isteniyor. ABD açısından Ukrayna’nın bu savaştan gördüğü zararın bir önemi olmadığı gibi, Tayvan’ın göreceği zararın da bir önemi olmayacaktır.
Böylece, ABD, Avrupa’yı güçten düşürmüş olduğu gibi, Japonya’yı da güçten düşürmüş olacaktır.
ABD, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını kendi topraklarında yaşamadı. Bir yeni savaşı da kendi topraklarından uzakta kabul etmek istiyor. Böylece, kendisi yara almadan bir savaş yürütmüş olacaktır.
Dünyanın emperyalist efendileri, Rusya ve Çin’i sömürge hâline getirmek, böylece de ABD hegemonyasının çözülmesini önlemek için, kendilerine en uygun stratejiyi bulmuş gibidirler.
Bir yanda Avrupa’yı, diğer yanda da Japonya’yı kullanarak ABD hegemonyasını devam ettirmek üzere savaş politikalarını güçlendirmek, bugün, NATO’nun tek yolu hâline gelmiş gibidir.
Buna bağlı olarak, dünyadaki tüm Neonazi örgütlenmelerini sahaya sürmeye başlamışlardır. Ukrayna, dünyadaki tüm Neonazi örgütlenmelerin üssü hâline getirilmiştir. Sloganları açıktır: Tüm Naziler Ukrayna’ya. Üstelik düşünecekleri bir anavatanları da yoktur. NATO tarafından beslenen tüm paramiliter güçler, şimdi gamalı haç altında ortaya çıkmaktadır.
Aynı sürecin Tayvan’da ortaya çıkması için çalıştıklarından endişeniz olmasın.
Rusya’ya karşı devreye sokulan yaptırımlar, gerçek anlamı ile sonuç vermediği hâlde, tüm Batı, bu yaptırımları sürekli artırmaktadır. Anlamını yitirmiş birçok yaptırım, şimdi yeniden ve yeniden devreye sokulmaktadır.
Çin’e karşı yaptırımların da artacağını düşünmek bir ileri görüşlülük olmayacaktır. Bunun ön çalışması olarak ABD, AB ülkelerine, ABD mallarını ithal etmeleri baskısını yapmaktadır ve bu konuda bazı anlaşmaların yapıldığı da bilinmektedir.
Şimdi şu soru sorulabilir: Bu savaşı durdurmak mümkün müdür?
ABD cephesi, hegemonyasını kaybetmektedir. Bu hegemonya kaybı sürecinin ortasında, 2008’de başlayan büyük bir kriz devreye girmiştir. Bu ilavedir. Ve üstüne, Çin gibi bir ekonomik güç, “dünyanın fabrikası”, kendi markaları ile ortaya çıkmıştır. Dünyanın en büyük şirketleri içinde, ilk 500 içinde Çin ilk sıraya yerleşmiş durumdadır. Bir ilave daha var, Çin ve Rusya, sömürgeleştirilme politikalarına izin vermemektedir ve bu konuda yeterince, en azından kayda değer bir askerî güçleri vardır.
Bu durumda, ABD’nin NATO dâhil edilerek girdiği bu savaşı kaybetmesi durumunda, ABD hegemonyası geri gelmemek üzere yıkılıp gidecektir. Çin’in ABD hegemonyası konusundaki açık vurguları, bu konudaki bilincin açık göstergesidir. Çok kutuplu dünya vurguları bu açıdan önemlidir.
ABD, hegemonyasını kaybetmek istemediği için bu savaşı başlatmıştır. Yeryüzündeki tüm savaş politikalarının nedeni ve bu savaş politikalarının odak noktası ABD ve NATO’dur. Bugün bu böyledir.
Öyle ise, ABD açık bir yenilgiye kadar bu savaşı sürdürmekten geri durmayacaktır.
Bu da, savaşın büyüyeceği anlamına gelmektedir.
Çin ve Rusya, bu savaşı genişletmek, büyütmek istememektedir. Ama ABD ve NATO saldırıları devrede olduğu sürece, buna yanıt vermekten de çekinmeyecekleri açıktır.
Bu durumda, ABD’nin savaşı sürdürülemez hâle gelmesi ve yenilgiyi kabul etmesi dışında bir yol görünmemektedir. Oysa ABD, buna razı olmayacaktır.
ABD içinde bu savaşı sürdürmenin anlamsızlığını düşünenler mutlaka vardır. Ama, savaş, emperyalist amaçların ürünüdür ve öyle “salt istek”lere bağlı değildir.
ABD’nin yenilgiye, hegemonyasının bitişine razı olmayacağı görüşü zaten buna dayanmaktadır.
Bu durumda savaşın kaçınılmaz olarak büyüyeceği sonucu kendiliğinden çıkmaktadır.
Demek oluyor ki, önümüzdeki belki on yıl, büyük olayların yaşanacağı, görülmemiş yıkımların ortaya çıkacağı bir on yıl olacaktır.
Bunu önleyecek tek şey vardır; dünya işçi sınıfının, 1917 Ekim Devrimi ile başlattığı, kapitalizmi yıkma ve sosyalizmi kurma mücadelesinin, yeni ülkeleri de içine alarak zafere ulaşmasıdır. Emperyalist merkezleri derinden sarsacak olan şey, işçi sınıfının devrimci sosyalizm bayrağını yükseltmesidir.
O savaş araçlarını üretenler, o savaşlarda gençlerinin emperyalist efendilerce, savaş baronlarınca sahaya sürülmesine onay verenler, halklar, işçiler ayağa kalktığında, savaşın şekli de değişecektir.
İki sınıfın, burjuvazi ile işçi sınıfının, sömürenlerle sömürülenlerin bitmemiş savaşımını bitirmek, dünya devrimcilerinin, dünya proletaryasının elindedir. Bu hem bir zorunluluktur hem de mümkündür, olanaklıdır.
Kapitalist emperyalist sistemi sarsacak güç, işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı, barışı sağlayacak, tüm üretim araçlarını kamulaştırarak toplumun malı yapacak, egemen sınıfı alaşağı edecek, sömürünün ve aşağılanmanın her türlüsünü tarihe gömecek tek devrimci güçtür. Bunun dışında kalıcı bir barış, özgürlük yolu yoktur.
Yeryüzünü cehenneme çeviren, her şeyi yağmalayan, insanı köleleştiren kapitalist sömürü mekanizmaları, insanın insana kulluğu yok edilmeden barış diye bir şey düşlemek mümkün değildir. Kapitalizmin şurası ya da burası düzeltilerek yaşanacak bir sisteme ulaşmak, ancak liberal solcuların işçi sınıfına aşılamak istedikleri düşüncelerdir. “Kötü adamlar”ın iktidarları değildir mesele. Mesele bizzat kapitalist sistemin varlığıdır, bizzat üretim araçlarının özel mülkiyetidir, bizzat kapitalist sömürü mekanizmalarıdır, bizzat meta toplumudur. Bu nedenle, kapitalist sistemin kendisine, yeryüzündeki burjuva egemenliğe, emperyalist efendilerin boyunduruğuna savaş açmadan, özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve barış olmayacaktır.
Bugün, kapitalist sistemin, burjuva egemenliğin ne denli bir sorun, insanlık ve gezegen için ne denli bir tehdit olduğu açık ve ortadadır.
Hiçbir işçinin emperyalist efendilerin hâkimiyet ve sömürgecilik için sürdürdükleri savaşta yeri yoktur. Dünyanın her ülkesinde işçiler ve emekçiler, silahlarını kendi ülkelerindeki egemenlere çevirmek zorundadırlar. İşçi sınıfı buna yapabilecek tek güçtür. İşçi sınıfının bu gücü üretimdeki yerinden gelmektedir. İşçiler, ekmeğin olduğu kadar silahların da üreticileridirler. Onların elleri, makinaların şalterlerini indirmeye uzandığında, ancak o zaman, bu karanlık, bu yalan ve talan dünyası yıkılabilecektir.
Dünyanın her ülkesinde gelişen direnişler bunun olanaklarını da göstermektedir. İşçi sınıfı, artık, burjuvaların, egemenlerin “ulusal çıkar” yalanlarını bir yana bırakmak zorundadır. Bizim, biz bu toprakların işçilerinin, Suriyeli işçilerle, Yunanistan’daki işçilerle hiçbir sorunumuz yoktur, olmamıştır. Dünyanın her yerinde egemenler, işçileri, halkları, kitleleri savaşa sürmek için milliyetçilik ve dini azgınca kullanmaktadır. Oysa savaşlarda bize düşen ölümdür, açlıktır, yoksulluktur. Efendilerin hangisinin galip geleceğini belirlemek üzere cephelere sürülmemize son dememiz gerekir. Onlar sömürülerine devam edebilsin diye, onlar bizim sırtımızda yükselttikleri cennetlerini sürdürsün diye, onlar bizim kanımızla sulanmış toprakların sahibi olsunlar diye, cephelere sürülmeye hayır dememiz gerekir.
Onların egemenliklerini, onların devletlerini savunmak, onların kârları için kanımızın emilmesine izin vermek bizim tutumumuz değildir. Dünyanın tüm işçileri kardeştir. Onların egemenlik savaşları, bizim sömürülmemiz üzerinden yürümektedir. Yenen kim olursa olsun, sömürü, aşağılanma değişmeyecektir. Egemen değişince, dünya daha iyi bir yer olmayacaktır. Bugün, dünyanın emperyalist metropollerindeki “rahat” hayat, aslında dünyanın kalanının sömürülmesi ile ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, ABD’de sokakta boğazı sıkılarak öldürülen, derisinin rengi nedeni ile aşağılanan işçi ve emekçi, Almanya’da protestolara katılan işçi ve emekçi, Yunanistan’da caddeleri dolduran işçi ve emekçi, Kürdistan dağlarında direnen gerilla, Filistin’de taş atan çocuk, Kolombiya’da direnen gerillalar, bizim mücadelemizin, proletaryanın ortak mücadelesinin bir parçasıdır. Ve dünyanın her ülkesindeki egemenler, her kapitalist ülkedeki burjuva devletler, hepimizin ortak düşmanıdır. Hayatlarımızı çalan, emeğimize el koyan, bizi açlığa, ölüme, cinayetlere sürükleyen, işte bu burjuva egemenlik sistemidir.
İki sınıf, burjuvazi ve işçi sınıfı var olduğu sürece bu savaş sürecektir. İşçi sınıfı, eninde sonunda bu savaşın galibi olacaktır. Bugün, dünyanın bu hâlinde, işçi sınıfının zaferi, sosyalist devrimin başarısı, büyük ve acil bir ihtiyaçtır.
Tüm bu savaş naraları arasında, işçi sınıfının devrimci mücadelesi yükselecektir. Bugün bu mücadele, gelişmiş bir konumda değildir. Bu nedenle, savaşı bir kader olarak gören anlayış yaygındır. Oysa savaş bir kader değildir. Savaş sömürenlerin, egemenlerin, efendilerin egemenliklerini sürdürmek, daha çok sömürebilmek için kendi hâkimiyetlerini devam ettirmek için başvurdukları bir yoldur. Ve her emperyalist güç, savaş sahnesine, kendi çocuklarını değil, biz işçi ve emekçileri, halkları sürmektedir. Bizim üzerimizden süren bu savaşa son vermek, bizim ellerimizdedir. Bunun yolu açıktır. Biz işçi ve emekçiler, kendi kurtuluş savaşımızı, özgürlük ve sosyalizm savaşımını sürdürmek zorundayız. Bunun karşısında tüm egemenler bir aradadır. Onların egemenliklerini yıkacak sosyalist devrim zafere ulaştığında, işte o zaman insanlığın kurtuluşu da başlamış olacaktır.
Bugün tüm Naziler Ukrayna’ya, tüm paramiliter güçler Suriye’ye akmaktadır. Yarın, tüm paramiliter güçler Tayvan’a akacaktır.
Biz işçi ve emekçiler ise, devrimci sosyalizm bayrağı altında, tüm ülkelerde meydanlara çıkmalıyız. O güne kadar savaş, tüm yıkımları ile devam edecektir.
Önümüzde yıkımlara gebe, görülmemiş felaketlere gebe on yıllar olduğu kadar, insanlığın geleceğini şekillendirecek işçi ayaklanmaları ile dolu on yıllar da vardır. Dünya, gezegenimiz, sosyalizme ve devrime aç hâldedir. Bu savaş bulutları, kan ve toz içinde, bir sosyalist devrimler dönemi de mayalanmaktadır.
Ya sosyalizm ya ölüm!