Önce Sedat Peker ile başlamıştı. Yaklaşık bir yılı doldurmuş olmalıdır. Peker, aslında herkesin şu ya da bu biçimde bildiklerini, yetkili bir ağız olarak açıklamaya başladı. Peker için “suç çetesi lideri” türünden adlandırmalar, aslında yanlış veya eksiktir. Peker, bizzat devletin içinde görevlidir ve görevlerinin “resmî devlet” mekanizmalarında tanımlı olmaması, onları resmî devlet mekanizmalarının dışında ele almayı gerektirmez. TC devleti, kuruluşunun en başından başlayarak, her zaman, bazı kişileri, çeteleri vb. katliamlar için ya da başka devlet işleri için kullanmıştır. Bu durum, NATO ile birlikte yapılanan Gladio, Ergenekon ya da adına ne denirse densin bu tip resmî ama gizli yapılarla daha da gelişmiştir. Ülkemiz, NATO karargâhından planlanmış birçok cinayete sahne olmuştur ve bu cinayetlerin tümünün kadroları, aslında devletin kadrolarıdır, her düzeyde.
Sedat Peker’in açıklamaları, birinci ağızdan bunların ifadesi idi. Ama Peker, görünene göre, Birleşik Arap Emirlikleri’nde susturulmuştur. Görünen budur. Belki de bir anlaşmaya varmış da olabilirler. “Size söz, seçime iki ay kala konuşacağım” diyordu ve şimdi, seçim gelip çattığı hâlde Peker konuşmuyor. Bu nedenle, belki de anlaşmışlardır. Müyesser Yıldız, kendisinin bir rastlantı ile Peker ile görüştüğünü ve Peker’in aslında Kılıçdaroğlu ve Akşener’e kırgın olduğunu ifade ettiğini aktarmaktadır.
Oysa Peker, pekâlâ bilir ki, Saray Rejimi denildi mi, devlet denildi mi, Kılıçdaroğlu da, Akşener de işin içindedir. Yani, bu ikisinin müstakbel TC devleti yöneticileri olma olasılığı nedeni ile, seçimden önce BAE üzerinde baskı kurmalarını beklemek, aslında biraz “safça” değil ise, durumu anlamamak anlamına gelmektedir. Oysa bir devlet mensubu olarak Peker, durumu anlamak konusunda bu kadar saf olamaz.
Bu durum, mutlaka anlaşmaya vardılar anlamına da gelmeyebilir.
Peker’in ardından, Muhammed Yakut isimli bir kişi, ve ardından da Yeşildağ ailesinden, TürkMedya sahiplerinden Ali Yeşildağ konuşmaya başladı.
Böylece, devlet cephesinden, Saray çevresinden gelen itirafçı sayısı, 3 olmuş oldu.
Yalnız ortada bir mahkeme olmadığı için, itiraf kanalı mahkemeler değil, YouTube kanalı gibi sosyal medya oldu.
Bu itiraflarda, bu suçlamalarda geçenler, elbette önemlidir. Zira, Peker’in dediği gibi, bunları cami imamı anlatmıyor, bizzat işin içinde görev almış olanlar anlatıyor. Bu açıdan itiraflar önemlidir. Birçok şey, aslında kamuoyu tarafından, aşağı yukarı bilinse bile, bu itiraflar, başka bir ülkede, yine kapitalist bir ülkede, iktidarları düşürürler. Bizde pek öyle olmuyor.
Çünkü, ülkemizde, her insan, halk, devletin, Saray’ın ne tür hırsızlıklar yapabileceği konusunda geniş bir bilgiye sahiptir. İster detayını bilsin ister bilmesin, halk, bu hırsızlıkların daha da büyüklerinin, hukuksuzlukların daha fazlasının, soygun, rant ve yağmanın daha da fazlasının var olduğunu şöyle ya da böyle biliyor. Bu nedenle, ayakkabı kutularının içindeki paraları “İslam” adına kullanmak üzere depoladıklarını söyleyebilmektedirler. “Sıfırla oğlum”, aslında bir itiraftır.
Birincisi bu nedenle, bu itiraflar çok büyük bir infial yaratmıyor.
İkincisi, ülkede yargı vb. sistemi Saray’a bağlı olduğundan, bunların dava konusu olmayacağı biliniyor.
Üçüncüsü, basın bunları, mutlaka birtakım karartma operasyonları ile örtüyor.
Dördüncüsü, halk zaten buna benzer bir hırsızlık, soygun ve yağmanın var olduğunu, şöyle ya da böyle, şu ya da bu oranda biliyor.
Yine de bu itirafların üzerine konuşmak gerekir.
1
İtirafları yapanlar, bizzat işin içindedirler. Yani, bu adamlar, “kirli” adamlardır ve işin parçasıdırlar. Bu nedenle, bunların itirafları, “cami hocasının” söyleyeceklerinden çok daha önemlidir. Öyle anlaşılıyor, her biri, alanlarında etkili ve “usta”dır ve verdikleri bilgiler yalan değildir. Zaten öylesi bir yalanlama da gelmemektedir. Saray ya da devlet, bu açıklamaları daha çok Saray medyası üzerinden, sosyal medya trolleri ile vb. yanıtlamaktadır. Soylu’nun Peker’e yanıtlarını bir yana bırakırsak, daha çok durum budur.
2
Peker’in açıklamaları, bir dizi film gibi seyredilirken, çok daha etkili olmuşlardı. Muhammed Yakut ve Ali Yeşildağ’ın açıklamaları, o denli “beğeni” toplamaktan uzaktır. Belki de bu ikisinin öncesinde Peker’in açıklamaları, insanlarda “evet böyledir” düşüncesi ile eskisi kadar merak uyandırmamaktadır.
Ayrıca, Peker, daha “siyasal” içerikli açıklamalar yaparken, diğer ikisi daha çok parasal konular üzerine durmaktadırlar. Saray’ın hırsızlar çetesi olduğu konusunda kimsenin şüphesi olmadığı için, belki daha az ilgi görmektedirler.
3
Her üç kişi de, aslında doğrudan Erdoğan ve ailesine vurmamak için özen göstermektedir. Peker, neredeyse Erdoğan’a doğrudan hiçbir saldırı yapmamıştır. Onunla hesaplaşacağını söylediği videolarını ise yayınlamamıştır. Bu videolar, başka ülkelerden, binbir yolla yayınlanabileceği için, burada bir anlaşma olduğunu düşünmek fazla olmaz.
Muhammed Yakut ve hele hele Ali Yeşildağ, doğrudan Erdoğan ailesinin akçeli işlerine yönelmektedirler.
Ama buna rağmen, her ikisi de, kendilerinin de en önemli bulduğu bölümleri, ısrarla sona saklamaktadırlar. Bu durum, aslında bir pazarlık yolunu açık tutmak anlamına da geliyor.
4
Her üçü de, devlet içinden tasfiye edilmektedir. Yapmakta oldukları görevlerinden uzaklaştırılmakta, aldıkları “pay” veya “komisyon”ları alamaz konuma gelmektedirler. Yani, bir açıdan dışlanmakta, kullanılıp, foseptik çukuruna atılmak istenmektedirler. Bu nedenle, kendilerinin haksızlığa uğradığını söylemektedirler.
Derler ki, foseptik çukuruna düşmüş isen, başını dik tutmalısın. Verdikleri bilgilerin önemi ne kadar açık ise, onların bu dışlanma, tasfiye edilme durumları da o kadar açıktır. Bu nedenle, “dik durma” hâllerinin bir önemi yoktur.
TC devleti, tarihi boyunca hep bunu yapmıştır. Birilerini kirli işleri için, katliamlar, hırsızlıklar vb. için kullanmıştır ve sonra da işine yaramaz hâle geldiğini gördüğünde ya öldürerek ya da köşesine çekilmesini sağlayarak tasfiye etmiştir.
Burada, hem bir tasfiye süreci vardır hem de bu tasfiye süreci, sadece bu kişileri ilgilendiren bir süreç olmaktan daha da büyüktür.
NATO mekanizması, TC devletinin gerçek anlamı ile “derin devlet”ini oluşturmaktadır. Bu NATO mekanizması, SSCB var iken, tek vücut olarak hareket edebiliyordu. Oysa bugün, epey zamandır, artık tek vücut olarak hareket etmediği birçok konu var. Devrimci hareket, Kürt devrimi, toplumsal muhalefet söz konusu olduğu zaman, hepsi birlikte hareket etmekte, ama onun dışında kendi çıkarlarını temel alma eğilimleri artmaktadır. Bu nedenle tasfiye süreçleri, konuşmaya başlayan kişiler ile sınırlı değildir.
Mesela Sedat Peker’in tasfiyesi, aslında Avrupa ve ABD arasındaki çatışmalara bağlı idi. Ukrayna savaşı konusunda ABD emrine giren ya da öyle görünen AB, artık bu çatışmada o denli açık ve “mert” bir tutum almamaktadır.
Muhammed Yakut’un tasfiyesi, bir yandan son derece basittir; kendisine verilmesi gereken para verilmemiştir. Ama biraz derine inildiğinde, bu durum, aynı zamanda Saray’ın, Abdülkadir Aksu ekibini tasfiye etmesi sürecinin bir parçasıdır. Saray, bu tasfiye işini, Nihat Özdemir vb. üzerinden devreye sokmuştur. Böylece, olası çatışma süreçlerinin dışında kalmayı da başarabilecek bir konum elde etme peşindedir.
Saray’ın, uyuşturucu, tarihî eser kaçakçılığı, kaçak yakıt, organ kaçakçılığı, beyaz kadın ticareti vb. alanlarda da etkili olmaya hevesli olduğu anlaşılıyor. Bu nedenle, artık, bazı kesimler tasfiye edilmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, mesela Ağar çetesi konumunu korumakta, hatta geliştirmektedir. Yarın Ağar grubundan birileri konuşmaya başlarsa, bu yeni bir yol ayrımı demek olacaktır. Bugün, Abdülkadir Aksu grubunun tasfiye edildiğini görmek, Muhammed Yakut videolarından bunu anlamak mümkündür. Eğer “darbe tiyatrosu, darbe piyesi” videosu yayınlanırsa, o durumda çatışmanın derinliğini anlamak daha olanaklı olacaktır.
Muhammed Yakut, Kosova’dan söz etmektedir. Ayrıca kendisinin içinde olduğu birçok iş olduğunu anlamak da mümkündür.
Ali Yeşildağ’ın açıklamaları, son derece önemlidir. Çünkü, Yeşildağ ailesi, Erdoğan ailesinin birçok “sırrı”na sahip, Erdoğan ailesine çok yakın bir ailedir. Ali Yeşildağ, aslında abilerinin, Hasan ve Fevzi Yeşildağ’ın, “ülkücü” kökenini, bomba imalatlarını, kendisine ilkokul çantasında nasıl bomba taşıttırıldığını, ilk sermayelerinin fidye karşılığı adam kaçırmakla başladığını, bugün TürkMedya grubunun, yani birçok gazete ve TV kanalının Erdoğan adına sahipleri olduğunu ortaya koyuyor.
Antalya Havalimanı vurgununu anlatıyor. Yeşildağ, aslında usta hırsızlık nasıl yapılır, dolandırıcılık nasıl yapılır konusunda oldukça ince bilgiler veriyor. Muhtemelen “devlette liyakat yok” diyenler, bu videoları dinleyince, aslında gayet uygun bir liyakat sisteminin var olduğuna kanaat getirebilirler. Hırsızlık için uygun adaylar, bu konuda deneyimli olanlar olabilir.
Her ikisinde de kaydetmeye değer bilgiler vardır. Bu bilgilerin, aslında var olanların ancak başlangıcı olduğu konusundan emin olmak gerekir. Daha fazla bilgi, anlatıcıların her birinde vardır.
Yeşildağ, kardeşleri ile üçte bir ortaklığından payını istemektedir. Bu payın verilmesi hâlinde, daha fazla bilgi vermeyeceği açıktır.
5
Her üç anlatıcıda da, halkın bilmediği bazı bilgiler vardır. Çoğu anlattıkları, halk tarafından bilinir durumdadır. Mesela Sabiha Gökçen Havalimanı’nı bilmeyen yoktur ya da çok azdır. Mesela Erdoğan’ın sara hastası olduğunu bilmeyen kalmamıştır. Son derece faydalı bir bilgidir zira kimlerin bunu bildiğini, bilenlerin neden Erdoğan’ın yanında taşınmak zorunda kalındığını bize söylemektedir.
Sara hastalığı, bilindiği gibi, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmanın önünde engeldir. Bu yasal bir durumdur ve TC devleti, 20 yıldır, yasal konumu (sara hastalığı ve diploma olmaması) uygun olmadığı hâlde, yetkisiz biri tarafından yönetilmiştir. Efendiler, NATO, ABD ve Batı, TC devletini, tam olarak bir “muz cumhuriyeti” olarak kullanmıştır. TC devletinin ABD adına bölgede tetikçilik yapmasının sağlanması bunun ana nedenidir. Yoksa elbette efendiler, egemenler, başkalarını, yönetmek için başka isimleri bulabilirlerdi. Ama bu zahmetli yollara bile başvurmuyorlar.
Dünya kapitalist sistemi içinde çürüme, kokuşma, yozlaşma o boyuttadır ki, TC devletinin bu tarz organize edilmesi, artık büyük bir “özen”i gereksiz kılmaktadır.
Saray Rejimi, fütursuz davranmaktadır. O kadar çürümüştür ki sistem, artık hiçbir yönü saklanabilir değildir. Muta nikâhları ya da bir otelin kat kat ilgili devlet yöneticilerine ayrılması ile muhtemelen daha başka mesajlar da vermek istiyordur anlatıcılar. Bunu bizim anlayabilmemiz zordur. Sadece tüm Saray’ı sarmış olan bu yaşam biçimini görmemize yardımcı olur. Ve bu arada bu bilgiler bize, işleyişi, işlerin “ustalık”la yapılış tarzını gösterir.
Diyelim ki bir bakanlığı nasıl soyacaksınız, bunun örnek uygulamasını orada görmek mümkündür. Doğrusu, bu örneklere “beceriksizlik” damgasını vurmak, eğer devleti aklayıp yapanları kötülemek amacını gütmüyorsa, tam bir körlük demektir.
Anlatanların anlattıklarından çıkan ortak sonuç, TC devletinin baştan aşağıya bir suç örgütü olduğudur. Hırsızlığın, yalanın, katliam politikalarının istisna değil, kural olduğudur, devletin kendi alanında son derece mahir insanlar tarafından yönetildiğidir.
Ve emin olabiliriz ki, bunlar, hem anlatanların bildiklerinin sadece bir kısmıdır hem de onların bilmediği alanlarda bunun daha ileri örnekleri vardır. Biz, aslında bu anlatılanlara bakarak, bunları anlatanların ne istediğine odaklanmakla yetinmemeliyiz. Zaten, son iki anlatıcı, yani Ali Yeşildağ ve Muhammed Yakut, aslında ne yapmak istediklerine ilişkin yeterince bilgi de vermektedirler. Bunun arkası da vardır elbette. Ama anlattıklarının ne olduğunu da unutmamalıyız. Bize bunları anlatanların, “temiz” insanlar olmasını beklemek, istemek saçmadır.
Acaba, yağma ve rant alanından dinlediğimiz bu “gerçekler”in, mesela savaş ekonomisi alanında da örnekleri yok mudur? Tank palet fabrikası ile mi sınırlıdır? Kılıçdaroğlu’nun “Atatürk Havalimanı’nı Özmenlere vereceğim” açıklaması acaba bu alanda Saray politikalarının aynen devam edeceği anlamını mı taşımaktadır?
Bir havalimanından 1 milyar dolar alabilen Erdoğan, acaba bu hırsızlık, bu yağma, bu rant işini en çok savaş alanında ortaya koyuyor olmasın?
Aslında anlaşılacağı üzere, bu hırsızlıkları, soygunları, rant paylaşımlarını vb. ortaya koymak, “anti-kapitalist” ya da sosyalist olmak anlamına hiç gelmez. Mesela NATO’ya girmesi için onay verdiğimiz Finlandiya’da ya da mesela Almanya’da, bu hırsızlıkları yapanları yargılamak isteyen, bunların ipliğini pazara çıkartan kişiler, hiçbir biçimde sosyalizmden vb. yana olmadıkları hâlde bunu yaparlar. Öyle ise, ülkemizdeki burjuva partiler, bu konuda “devlet şaibe altında kalmasın” tutumu ile, Saray’ın bu hırsızlıklarına, bu soygunlarına karşı çıkarak, “büyük bir adım” atıp sosyalist yola girmiş olmazlar. Bir burjuva siyasetçi, tanımı gereği, bunlara gözünü yumarak iktidar olamaz.