NATO, emperyalizmin savaş makinası

Kaldıraç dergisinin takipçileri ya da Kaldıraç Hareketi ile bağları olanlar, bizim “savaş ekonomisi” konusu üzerine özellikle durduğumuzu bilirler. Biliniyor, biz, “yağma ve rant” ekonomisi demeyi, yetersiz, hatta hatalı buluyoruz. Sanki, yağma ve yolsuzluk en temel sorunmuş gibi anlaşılır ki, çok ama çok eksiktir.

Biz, bu nedenle, “yağma, rant ve savaş ekonomisi” demeyi doğru buluyoruz. Saray Rejimi’nin bu ekonomik politikalarının temeli budur diyoruz. Mesela bu nedenle, bir liberal aydın kalkıp “vergileri artırıyorlar, çünkü maaşları artırdılar ve onları ödemeleri gerekiyor” ya da “vergileri, harçları artırıyorlar, çünkü deprem ile oluşmuş maliyetleri karşılamak gerekiyor” dediğinde, kim olursa olsun, onun kör ve salak değil ise, mutlaka sistemin dolaylı işbirlikçisi olduğunu söylüyoruz.

Hatta, “daha çok yağma yapmak için vergiler, haraçlar ve zamlar yapılıyor” diyen birine bile, hatalı konuşuyorsun diyoruz.

Çünkü, savaş sorununu görmezden geliyorlar.

Sanki bugüne kadar topladıkları deprem paralarını deprem bölgesine, depremzedeye mi verdiler? Sahi siz nerede yaşıyorsunuz? Azıcık olsun, gerçek bir insanla bağınız yok mu? Hiçbir depremzede, toplanan milyarlarca liradan pay almamıştır. TV kanallarında topladık dedikleri 140 milyar nerede? MB bağış yaptı mı, nerede bu para?

TC devleti, maaşları ödemek için, önce maaşları artırıyor, sonra da vergileri ve harçları mı? Bu kadar kolay yorumlar, aslında Saray Rejimi’ne müthiş desteklerdir.

Savaş meselesi var.

Nasıl ki, seçim konusu tartışılırken, savaş sorununu es geçiyorlardı, şimdi de aynı yolda yürümeye devam ediyorlar.

Her devlet, egemenin, egemen sınıfın diktatörlüğüdür. İçinde yaşadığımız kapitalist dünyada tüm devletler, tekellerin, tekelci sermayenin devletidir. Tümü, faşizmin dişlilerini içselleştirmiştir ve üzerlerindeki şalı, bugünlerde kaldırıyorlar.

Demek oluyor ki, devlet denildi mi, akla kişilerin gelmesi ile yetinilemez. Devlet egemenin devletidir ve bugünün egemeni, tekelci sermayedir. Ve ülkemizdeki devlet için de bu geçerlidir ve bizde, emperyalist devletlerden farklı olarak, uluslararası sermaye, ülkedeki sermayenin patronudur. Sömürge olmak denilen şey iyi anlaşılırsa, bu konuyu uzatmaya gerek olmadığı da ortaya çıkar.

Şimdi, tüm dünyada, sermaye, savaş naraları atıyor iken, bizim ülkemizde sanki savaş diye bir şey yokmuş gibi konuşmaya devam etmek anlaşılır değildir. Savaş ve savaş ekonomisinden söz etmemek, aslında Saray Rejimi’ni, bir çeşit kötülük merkezi ilan ederek mistik bir tutum almanın yoludur. Oysa somut olarak Saray Rejimi, hem ABD adına savaş tetikçisidir hem de savaş ekonomisinin artan ağırlığı ile hareket etmektedir.

Üstelik, TC devleti, Suriye’de savaştadır, Suriye topraklarının bir bölümünde işgalcidir, Libya’da savaşa dalmıştır ve orada da hâlâ ABD adına işler yapmaktadır. Kafkaslarda savaş için çok heveslidir ve bu savaşın İran ile bir savaşın dolaylı yolu olduğu konusunda da fikirleri olsa gerek.

Zaten TC devleti, bir NATO karargâhı gibidir. SSCB’ye karşı ileri bir karakol olarak kurulmuştur ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, NATO’nun savaş manevraları için üs olmuştur. Bunları da hem emperyalist efendileri dediği için hem de bir o kadar gönüllü yapmıştır. Bugün ABD adına, tüm bölgede tetikçilik yapmaktadır.

İşte bu savaş, buna bağlı savaş ekonomisi, sadece Türkiye’ye ait bir konu ya da süreç de değildir.

NATO bir savaş makinasıdır. Emperyalist efendilerin, Batı’nın ortak savaş makinasıdır. Bu savaş makinası, Soğuk Savaş’tan bu yana, sürekli olarak ABD tarafından kontrol edilmektedir ve bu nedenle NATO, aynı zamanda ABD’nin “yalnız yürütmek istemediği” savaşlarda çok aktifleşen bir yapıdır.

Bize anlatılan, “NATO, Varşova Paktı’na bir yanıttır” cümlesi doğru değildir. Tersine NATO, emperyalist efendilerin, dünya devrimini önlemek, Sovyetler’i durdurmak ve yıkmak, kendi ülkelerinde iç savaşa hazırlanmak için kurdukları baştan aşağıya militarist bir yapılanmadır.

Uluslararası tekeller, Varşova Paktı yok diye, NATO’yu dağıtmamışlardır. Bunu düşünmek, sosyalizm mücadelesinden geri adım atarken, tam bir hamkafalı gibi davranıp, emperyalist efendilerin dümen suyuna gitmek demektir.

Artık biliniyor, Varşova Paktı çoktandır yok ve NATO varlığına son vermek için hareket etmiyor, etmeyecek. Ancak, NATO emperyalist Batı içinde bir çatışma ile dağılabilir. Bunun zemini olsa da, Rusya ve Çin’e karşı Batı’nın ortak tutumu ve savaş politikaları konusundaki birleşmiş hâlleri, bu zemini çok güçsüz hâle getirmektedir, örtmektedir.

NATO, sürekli genişlemeye devam ediyor.

Türkiye, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyeliğine sözüm ona karşı çıktı. Ama ne karşı çıkış! Ne kadar şiddetli bir tonda Erdoğan köpürürse, o kadar kısa zamanda üyeliklerine onay vermiştir. Buna da “ülkemizin aklı başında adamları” (sözüm meclisten dışarı), Erdoğan 180 derece döndü diyorlar. Kanımca, Saray medyasının, “usta manevralar” olarak sunduğu bu politikayı eleştirmek için, Erdoğan U dönüşü yaptı demek, hafifliktir, “küçük adam”lıktır.

Bu aynı “küçük adam”lık, Erdoğan’ın Rusya’ya yanaştığını da söylemekten geri durmaz. Çünkü, bunun olmasını istemezler ve her şeye Batı bakış açısı ile bakarlar. Oysa ne Putin, ne de Erdoğan, birbirine güvenmemektedir. Bunu defalarca gördük. Gördük ki, Erdoğan bir Putin’e koşuyor, bir Biden’a.

Bu durum, güncel savaş süreçlerinin zorunlu hâlleridir.

Ama TC devleti bir NATO üyesidir ve Erdoğan da, hani hep söylendiği gibi, bir ABD projesinin parçasıdır. Dış politikanın açıklamalar ile yapılan bir dans olduğunu sanan, bunda ustalık gören Saray basını, bu konuda hiç değilse, daha nettir. Evet, Erdoğan’ın her açıklaması bir öncekini inkâr etmektedir. Saray medyası ise, bu hâl altında, bir sonraki açıklamayı düşünmeden, iki öncekini unutarak, en son açıklamayı övmek için yollar aramak zorundadır.

NATO, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulmuştur. NATO, başında ABD’nin bulunduğu, o dönemin yeni dünya düzeninin, tıpkı IMF gibi, tıpkı Dünya Bankası gibi, örgütlerinden biridir. Sadece diğerlerinden farklı olarak askerî bir organizasyondur.

Bugün, SSCB çözüldükten, ardından emperyalist Batı ülkelerinin arasındaki paylaşım savaşımı öne çıkmaya başladıktan sonra, tam anlamı ile bir savaş örgütü olarak davranmaya devam etmiştir ve ABD bu açıdan NATO’nun kontrolünü asla bırakmamıştır.

Ukrayna’daki darbe (2014), giderek artan Nazi saldırıları, Rusya’nın adına askerî operasyon dediği sürecin başlaması ile, ABD, tüm AB ülkelerini Rusya’ya karşı tutum almaya “ikna” etti. Bu “ikna” süreci, hem AB ülkelerinin tekellerinin çıkarlarına uygundur hem de zaten karşısında yükselen ABD tehdidinden korkunun sayesinde gerçekleşmiştir.

“NATO’nun beyin ölümü” gerçekleşmiş iken, birden “beyin” geri gelmiş ve NATO dirilmiştir. İşte bu dirilen NATO’yu doğru anlamak önemlidir.

NATO, hem üye ülkeler ve tüm kapitalist dünya için, bir iç savaş örgütlenmesidir (Gladio vb. adlarla örgütlenen paramiliter yapılar, hem devletin içindedir hem de NATO’ya bağlı iç savaş organizasyonlarıdır) hem de bir savaş makinasıdır.

Irak savaşı, Afganistan savaşı, NATO şemsiyesi ile, şu ya da bu aşamasında NATO’nun devreye girmesi ile gerçekleşmiştir. Irak savaşında NATO güçleri arkadadır, Afganistan’da öndedir. Ardından Libya savaşı ortaya çıkmıştır. Yugoslavya’nın dağıtılması ve Balkanlardaki her savaşta NATO devrededir. Ve Kafkaslardaki her çatışmada NATO devrededir.

Yani bizim Batı hayranı profesörlerimizin, “Doğu’ya açılmaktansa, bedeli NATO üyesi olarak kalmak olsa da demokrasiden yana olmak” şeklindeki sözleri, çocukça değilse, açık bir savaş örgütü savunusudur.

NATO, en başından ABD tarafından yönetilmiştir. ABD, NATO içinde, Soğuk Savaş döneminde baskın, hegemon güç idi. Bugün, bu konumunu Ukrayna meselesi bahanesi ile yeniden eline almıştır.

Biliniyor, Çin, 2000 yılının başından başlayarak, uluslararası pazara kendi markaları ile girmeye başlamıştır.

Tekelci sermaye, pazar hâkimiyeti de demektir.

Yani, pazarı kontrol etmek, kim üretirse üretsin, aslında aslan payını kapmak demektir de. Sadece aslan payını almak demek değil, aynı zamanda pazarın tüm kontrolünü eline almak da demektir. Bu fiyat politikalarında, ek tekelci kâr metotlarında büyük olanak da demektir. Buna, yağma ve rant da dâhildir.

Diyelim ki, bir Çinli firma, arkasında devlet desteği ile pazara girdiğinde, mesela Huawei gibi, sadece Apple’ı tehdit etmiş olmaz. Aynı zamanda Apple’ın pazar kontrolünü de ortadan kaldırır. Diyelim ki, tanesi 12,5 dolara üretilen iPhone’u, 1000 dolara satma olanağını da tehdit eder. Samsung, sadece pastadan pay almakta idi. Ama Huawei, aynı zamanda pazar kanallarının denetimini de ele almaya başlamıştır. Çünkü, daha iyisini, daha gelişmiş bir teknolojiyi, dörtte bir fiyatına sunmakta ve üstelik, eğer bir yasal sınırlama konmazsa, devlet güçleri Huawei’ye karşı devreye sokulmazsa, önünün alınması da mümkün değildir.

Bu durum, birçok sektörde, çok çarpıcı örneklerle yaşanmaktadır. Almanların makinaları, yerini dün “kalitesi düşük” Çin makinalarına bırakma tehdidi ile karşı karşıyaydı, ama bugün, tehdit büyümüştür. Serbest piyasa ekonomisi kurallarına uygun olarak Çin, çok daha gelişmiş makinaları, Avrupalı rakiplerine göre 3’te 1 fiyata satmaya başlamıştır.

Mesele sadece pazardan alınan pay olarak ele alınırsa eksik olur. Artık, liderlik ve kontrol, normal şartlar ve normal serbest piyasa işleyişi altında Çin’e geçmektedir. İşte Batılı tekellerin kendi devletlerini devreye sokmaları, serbest piyasanın pabucunu dama atmaları böyle başlamıştır. Konuya ilişkin daha çarpıcı örnekler var, ama sanırım söylemek istediğimizi bu kadarı ile anlatma şansını elde ettik.

Bu durum, tüm Batı tekellerinin ABD’nin saldırgan politikasına evet demeleri için önemli bir nedendir de. Sadece ABD’nin AB’yi tehdidi değildir sonuç veren, bunu da eklemek gerekir.

İşte bu koşullarda savaş politikaları ve savaş ekonomisi, tüm kapitalist dünyaya sarmaktadır. Emperyalist güçlerin, ABD’nin dümenine oturmuş olduğu savaş örgütü NATO’dur ve bu nedenle de NATO’nun son dönemlerdeki tutumları, çok daha önem kazanmaktadır.

Savaşa karşı olduğunu söyleyip, NATO’dan demokrasinin garantörü olarak söz etmek, ikiyüzlülüktür. Bunu Kılıçdaroğlu yaptığında sorun yok, zaten o NATO eridir. Ama bunu tarafsız, barış yanlısı görünen profesörler yaptığında, bu ciddi bir sorundur.

11 Temmuz’da NATO zirvesi toplandı ve 12 Temmuz’da zirve sonuç bildirisi yayınlandı. Bu sonuç bildirisinden bazı başlıklara bakmakta fayda var. Belki NATO’yu anlamayan “solcu”larımız varsa, onlar için faydalı olur. Bizim için ise, savaş politikalarının ne durumda olduğunu bir daha görme olanağı oluşturur.

• Ukrayna’nın NATO’ya daveti reddedilmiyor, müttefiklerin mutabakatına ve koşulların yerine getirilmesine bağlı olarak Ukrayna’nın NATO üyeliği değerlendirilecek. Müsamere kuklası Zelensky, toplantılarda hem başı okşanan hem de itilip kalkılan bir evcil hayvan gibidir. Ukrayna ödevlerini yapacak ama NATO üyeliği ihtimali ortadan kalkmış değil.

Ukrayna NATO üyesi olarak kabul edilirse ve savaş da sürüyorsa, zaten NATO-Rusya savaşının fiilî bir hâl almış olduğu düşünülürse, resmî savaş başlamış olacaktır. ABD, bu konuda gaza basmıyor ama ayağını da kaldırmıyor.

• NATO, Rusya’ya destek veren ülkeleri destekleri kesmek konusunda uyarıyor. Çin, bu konuda daha önceden de uyarılmıştı. Şimdiki uyarı, sadece Çin ile sınırlı değildir. Demek oluyor ki, NATO ve diğerleri diye iki savaş cephesi oluşturuluyor.

• Bildiride, Çin ile Rusya arasındaki stratejik ortaklığın bir tehdit olduğu söyleniyor. Bu durumun gelişmesi, Rusya ve Çin arasındaki stratejik ortaklığın derinleşmesi, NATO’nun “değerlerine ve çıkarlarına aykırı” bulunuyor.

Bizim çok ama çok profesör olan “tarafsız” aydınlarımız, en çok “değerlerine” sözünü seveceklerdir. Bu değerler, bilindiği gibi, 1945’ten bu yana, dünyanın her yerindeki savaş ve katliamlar ile taçlandırılmıştır.

• Rusya’nın Belarus ile “askerî entegrasyonu” konusuna özel bir vurgu yapılıyor. Bu durumun bölgedeki istikrarı etkilediği söylenmektedir. Ukrayna, Yugoslavya vb. istikrarı etkilemez, ama Belarus etkiler.

• NATO, Moskova ile iletişim kanallarını açık tutmaktan söz ediyor. Bu durum, bir “geri adım” olarak ele alınabilir mi? Kanımızca hayır. Bu durum, sadece bugün savaş politikalarını daha fazla gerilim üzerine kurma ve Ukrayna üzerinden daha şiddetli denemeler yapma anlamına geliyor da olabilir. Ukrayna’ya uzun menzilli füzeler ve misket bombaları gibi yasaklanmış bombalar sevk edilmesi kararı, bunun açık kanıtıdır. Ukrayna, savaş sahasıdır ve burada her şey mübahtır denilir gibidir.

• NATO, Rusya ile çatışma arayışında olmadığını, ama onu bir ortak olarak da görmediğini ilan etmektedir. Bu cümleler, savaşa yeni alanlar ekleneceğinin kanıtı olabilir. İran ve Tayvan gibi durumlar zaten biliniyor.

• Şöyle denilmektedir: “Çin’in hırsları NATO’nun çıkarlarına, güvenliğine ve değerlerine meydan okumaktadır.” Bu vurgu, Çin’e karşı daha saldırgan bir tutum alınacağının ve AB’nin de bunu kabul ettiğinin kanıtıdır. Nitekim, Asya-Pasifik bölgesindeki ortakları ile işbirliğini geliştirmekten de söz edilmesi boşuna değildir.

• NATO, ayrıca, üyelerinin “uzayın kolektif güvenliğe entegrasyonunu hızlandırmayı kabul ettiğini” vurguluyor.

Bu da savaşın, daha kapsamlı bir hazırlıkla ilerleyeceğinin kanıtıdır.

• NATO, İran’ın nükleer silah geliştirmesini önleyecektir şeklinde keskin bir vurgu da eklenmiş durumdadır. Savaşın yayılması ve yeni alanların savaş alanı hâline getirilmesi projesinin devrede olduğu anlaşılmaktadır.

Bu açıdan Sırbistan ile bağların güçlendirilmesi önerilmektedir. Bu da savaşın, şimdilik Avrupa’nın daha merkezine kaymaması isteğidir.

Tüm bunlar, RT ve Sputnik’te bulunabilir.

Resmin tümüne baktığımızda, savaş politikalarının devam etmesine karar verildiği anlaşılmaktadır ki, zaten bu bilinmez bir konu değildir. Ukrayna’nın NATO üyeliğine alınmaması, savaşın, bugüne kadar sürdüğü biçimlerde süreceğini ama daha şiddetli hâle getirileceğini göstermektedir. Misket bombalarının sevk kararı, uzun menzilli füze sevkiyatı kararı, Ukraynalı pilotlara F-16 eğitimlerinin verilmesi kararı bunun niteliği hakkında bilgi vermektedir.

Ukrayna’nın iki aydır sürdürdüğü karşı atak, istenilen hiçbir başarıyı göstermediği gibi, tahripkâr bir tutumla savaşı sürdürmeleri, aslında Batı’nın seçimini de göstermektedir. Batı, aslında bu yolla, Rusya’nın yenilemeyeceğini anlamış olsa da, savaşı sürdürmek, şiddetlendirmek, rahatsız edici ve tahrik edici saldırılar devreye koymak, bu arada ise, başka bölgelerde, mesela İran, mesela Tayvan gibi, savaşı körüklemek stratejisinin devreye sokulduğunu anlamak mümkün.

Tam da bu anlamda NATO, savaş sanayiinin gelişmesi, savaş araçlarının üretiminin artırılması için, devletler bir yana, şirketlere de yol gösterme eğiliminde olduğunu ortaya koymuştur.

Tüm kapitalist dünyayı saran ve derinleşen ekonomik kriz, savaş politikaları ile aşılmak isteniyor. Emperyalist efendiler, Rusya ve Çin’i sömürge hâline getirmek için, her yola başvuracaklarını, artık savaşın kurallarının da değiştiğini ilan etmektedirler.

Buna uygun olarak, önümüzde, cephelerin daha da netlik kazanacağı, ülkelerin daha net tutumlar alacağı, dünyanın her yerinin savaş alanına çevrilme ihtimalinin arttığı bir dönem önümüzde durmaktadır.

Kapitalist sistemin krizi, savaş yolu ile aşılmak istenmektedir. Ve eğer, bu süreç bir devrim dalgası ile, peş peşe gelen sosyalist devrimlerle tersine çevrilmezse, önümüzdeki yıllar büyük yıkımlara gebe yıllar olacak gibidir.

Dünya proletaryası, tüm kapitalist dünyada, savaş politikalarına karşı net bir tutum almak zorundadır. Bu tutum, nihayetinde, işçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin silahlarını kendi egemenlerine, kendi burjuvalarına çevirmeleri demektir. İkinci Enternasyonal’in ihanet çizgisi mi, yoksa Üçüncü Enternasyonal’in devrimci çizgisi mi; işte işçi sınıfının, devrimcilerin önündeki seçenek budur.

Devrim ve sosyalizmden söz etmek, Üçüncü Enternasyonal’in savaş konusundaki çizgisine, savaşı iç savaşa çevirme çizgisine evet demektir. Başka türlü ne devrimden, ne insanlığın kurtuluşundan, ne de sosyalizmden ve barıştan söz edilebilir.

NATO, bir savaş örgütüdür. Emperyalist efendilerin, zorla ayakta tuttukları, bir askerî örgütlenmedir. Bu örgütlenmenin yeniden diriltilmesi, dünyadaki tüm kapitalist ülkelerde devletlerin, tüm dişlileri ile açık olarak saf tutmasını da beraberinde getirmektedir. Neonazi grupların, devlet eli ile yeniden ortaya çıkartılması tam da bunun içindir.

Savaşa karşıyım demek, barış yanlısıyım demek, şimdi ciddi olmayı gerektiriyor. Bu koşullarda savaşa karşı durmak, barıştan yana olmak, emperyalizmin savaş örgütü NATO’yu doğru tanımakla mümkündür. Saf tutup, devrim ve sosyalizm cephesinde yer almakla mümkündür.

Artık, NATO konusundaki önyargıları bir yana bırakma zamanıdır, artık masalcı teyzeler gibi “Batı demokrasisi”nden söz etmenin bir anlamı yoktur. İnsanlığın değerleri, Batı’nın ve emperyalist efendilerin değerleri ve çıkarları değildir, olamaz.

Çürümüş kapitalist egemenliğe karşı durmak, bu açıdan insan olmanın da bir ölçüsü hâline gelmiştir. Bu, işçi sınıfının cephesinde yer almak demektir. Bu, sosyalizmden yana saf tutmak demektir. Bu, savaşsız ve sömürüsüz, sınıfsız bir dünya hayaline daha güçlü sarılmak demektir. Dünyanın her ülkesinde birleşik emek cephesine katılmak demektir. Bugün, bu görev acil bir görevdir. Eylemsiz, seyirci olarak kalmak, kimseyi günahsız yapmayacaktır, tersine seyretmek, daha da fazla kirlenmek demektir.

Bu zor ama tek gerçekçi yoldur.

Bir kere daha “ya sosyalizm ya ölüm” demenin zamanıdır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz