İyi ki yazdılar

“En güzel gecelere
Günün ak ekmeğine
yazarım adını
Tarlalara ve ufka
Kuşların kanadına
Gölgede değirmene
Yazarım.”[1]

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, “Öyle bir devir ki; bilen yazmıyor susuyor, bilmeyen yazıyor susmuyor…” ifadesinde betimlenen bir kesitte; yine de ve her şeye rağmen Malcolm Stevenson Forbes’in, “Kâğıda dokunan kalem, kibritten daha çok yangın çıkarır”; Edward Bulwer’in, “Kalem, kılıçtan daha güçlüdür”; Susan Sontag’ın, “Edebiyat, daha büyük bir hayata, yani özgürlük alanına giriş pasaportuydu. Edebiyat özgürlüktür. Özellikle de birer değer olarak okumanın ve içedönüklüğün ayaklar altına alındığı bir çağda edebiyat, özgürlüğün ta kendisidir!” tespitini ısrarla savunanlardanım.

“Edebiyat bir anlama uğraşıdır,”[2] ifadesine katılmakla birlikte eksik buluyor ve Murat Gülen gibi, “Edebiyat, keyif almak için, yoksulluktan ve yoksunluktan bihaber yapılamaz,” diyorum.

Kolay mı?[3]

Yazmak için hissetmek, hayata dokunmak gerekir ve “Gerçek deneyimler olmadan edebiyat anlayışına sahip olunamaz, değerlerini bilmeden sözcüklerle ilgili gramer yapısını bilmek fayda etmez”ken;[4] edebiyatın yazgılarına boyun eğen, yaşadıkları yaşamdan hoşnut kalan insanlara hiçbir şey söylemeyeceğini dillendiren Mario Vargas Llosa, “Edebiyat asi ruhu besler, uzlaşmazlık yayar; hayatta çok fazla şeyi ya da çok az şeyi olan insanların sığınağıdır,” derken ekler Yaşar Kemal de: “Bir ülkede yoksulluk varsa onu yazmayan yazar, yazar değil; insan bile olamaz. Yoksulluk, insanlığın en aşağılanmış yeridir. En utanç verici yanıdır. İnsanlar yoksul olmamalı.”

Neresinden bakarsanız bakın: “Yazmak açımlamaktır, ortaya çıkarmaktır… Dünyanın gizlenmiş yanlarını görünür kılmaktır…” diyen Jean Paul Sartre, bunun ise, “İnsanların bu gerçekleri değiştirmeleri olanağını yaratmak ve istemek” olduğunu söyler.

Yazmak, doğayla, dünyayla ilgili gerçeklerin, bunları yöneten yasaların, örtülü yanlarının yazı yoluyla kurgulanıp biçimlendirilmesi, canlandırılmasıdır.

Yazmak gerçeği özelleştirirken cinsiyeti, rengi, ırkı, dili, kültürü, inancı farklı olan insanları ortak düşlerde, yaşamlarda buluşturur.

Yazar düş gücüyle, kurguyla, yaşananların katkısıyla yaratarak yaşamın boyutlarını genişletir, yaşamı zenginleştirir, derinleştirir, güzelleştirir.

Victor Hugo, “Ben size kendimden söz ederken aslında size sizden söz ediyorum”; Orhan Veli, “İş, olanı biteni belirtmekle bitmiyor. Derde deva aramak gerek”;[5] Sait Faik, de “Yazmasam deli olacaktım,” der.[6]

* * * * *

Bunlardan söz edince Yaşar Kemal’in dedikleri geliyor aklıma:

“Benim politikam sanatımdan ayrılmaz. Halka kim zulmediyorsa, etmişse, halkı kim eziyor, ezmişse, onu kim sömürmüş, sömürüyorsa, feodalite mi, burjuvazi mi… Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım.”

“Benim kitaplarımı okuyan katil olmasın. Savaş düşmanı olsun. İnsanın insanı sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi aşağılamasın. Kimse kimseyi asimile edemesin.”

“Bir yazar canını verecek kadar insan haklarına bağlı olmazsa, bu çağdaki insan haklarına, o yazar değil; insan bile olamaz. Benim eserlerimi okuyanlar insan öldürememeli, savaşa gidememeli, zulm edememeli.”

“Gözleri kocaman çocuklar için değer. Mücadeleye değer. Bir hayat pahasına da olsa değer.”

“Sevincimize sınır yoktu. Ve bizler umutla doluyduk. Sıkıntılardan sonra gelecek olan güzel günlerin, daha güzel olacağına inanıyorduk.”

“İnsan, düşleri öldüğü gün ölür.”

“Ölümü izlemek insanlığa yakışmaz. Vebali hepimizin.”

“İnsanın içindeki eşitlik, adalet, özgürlük duygusu var oldukça sosyalizm savaşımını zafere kadar insanoğlu sürdürecektir.”

“Zulmün artsın ki çabuk zeval bulasın! Anadolu’da zalimler için böyle derler.”

“İnsanın içindeki adalet duygusunu köreltirsek, insanın insana saygısı kalmaz. İnsanın insana itimadı, hürmeti kalmayınca da bir yerde insanlık çok şey kaybeder hayat çirkinleşir.”

“İnsanlar böyle uyudukça, insanlar böyle zulüm altında inlemeyi kabul ettikçe insanlığın bir sinekten ne farkı olur, insanlar, eğer en küçük bir haksızlığa, bir zulme başkaldırmayı akıl etmezlerse, insanlık bundan böyle daha da beter hâle düşecektir.”

“Herkes kendindeki kazığa bakmadan, saman çöpü arıyor elin gözünde.”

“Fili görmeyen gözleriniz pireyi arıyor.”

“İnsan olmadıktan sonra güzel göz, güzel kaş, sırım gibi boy herkeste var. İnsan dediğin yüreğiyle, inceliğiyle insan olmalı.”

Sekiz yıl oldu Yaşar Kemal dünyadan göçeli. Lakin o hâlâ bizimle…

Kolay mı?

“Düşürdüler bizi hâlden hâllere” derken; doğanın, ezilenlerin gür sesi oldu.

Nasıl anlatılır, nasıl bahsedilir ondan?

“Ben Don Kişot’u çok seviyorum” diyor örneğin kendinden bahsederken…

O bizlere, “Mecbur İnsan”ı anlattı. “Mecbur insan”, yarınlardan umutlu insandır. Kararlıdır, dürüsttür, eğilmez, prangalara vurulmaz, bedeni vurulsa dahi fikirleri vurulmaz…

“Mecbur insan”ları kaleme aldı, İnce Memedleri, Kaymakam Fikret’i yarattı…

İnce Memed, haksızlığa gelemeyenlerdendi… Herkesin korkup titrediği zalim Abdi Ağa’yı bile öldürecek bir gözü kara idi. “Sosyal eşkıyalar”dandı; Robin Hood, Köroğlu vd.leri gibi…

İnce Memed’i ve onları en iyi Melih Cevdet Anday’ın, “Uyuyamayacaksın/ Düzelmeden memleketin hâli…” dizesi anlatır herhâlde…

Yaşar Kemal’dir bu: “En gerçekçi romanım,” dediği “Binboğalar Efsanesi”nde,[7] gerçekle düş, gelenekselle-gelecek arasında, sömürü-aşk-tutku-umut-özlem sarmalında, mülk sahibi toprak ağalarına karşı direnmenin destanını, düşünü anlatır bizlere.

Yaşar Kemal’e göre gerçeklikle düş gücü iç içedir. Belki de bu nedenle kendini Homeros’a yakın hisseder. Ama o kendini Homeros’a yakın bulurken, hem insanın derin iç dünyasını hem de yenmesi gerekirken yenilenin gerçeğini görür.

Yaşar Kemal’in kendisini büyük bir açıklıkla anlattığı “Alan Bosquet ile görüşmeler Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor”da şöyle der: “Ben sosyalist militanım ve Marksistim. Bunu en geniş anlamı ile söylüyorum. Militanım derken kendimi hiçbir zaman dar kalıpların içine hapsetmedim. Bunu insanın her yönüyle yüzde yüz bağımsızlığı olarak anladım. Bunu böyle anlatırken Marksizm’in kurallarını özümsediğimi sanıyorum. Marksizmin insan özgürlüğüne, birey ve düşünce özgürlüğüne bir tuzak olduğunu hiç sanmıyorum. Tam aksine Marksizm’e bireyin kurtuluşu, insanın özgürleşmesi diye bakıyorum. 1844 El Yazması benim için Kapital kadar önemli bir kitaptır… Marksizm bana dünyaya bakmak için açılan en aydınlık kapı oldu.”[8]

Bir başka soruya şöyle yanıt verir: “Fildişi kulede de bir sanat yapılabileceğini hiç anlamıyorum. Benim kanılarım benim yapıtlarıma girmemiştir diye nasıl söyleyebilirim.”[9]

Ve şöyle anlatır yaklaşımını: “Benim maceram insanın gizemine varmak içindi. Düş gücüne gelince, o gün de bugün de sonsuz düşler kuruyorum. Düş gücünü yitiren insanın hiç umudu olur mu? Umut düş gücünün yarattığı ve insanoğlunun sahip olduğu en büyük değerlerinden birisi değil mi? İnsan umut yaratmadan yaşayabilir mi?”[10]

Evet Yaşar Kemal’e göre gerçeklikle düş gücü iç içedir.[11]

Ve “Mecbur insan” İnce Memed bunun için vardır.

* * * * *

“Hayatımda en iyi dostlarım, seyahatler ve hayaller olmuştur. Canlı ve ölü. Ama, ruhumda en derin izleri bırakan insanları saymak istesem, belki Homeros, Buddha, Niçe, Bergson ve Zorba’yı sayardım. Birincisi benim için, her şeyi kurtarıcı bir ışıkla aydınlatan güneşin yüzü gibi, sırf ışıktan ibaret sakin bir göz olmuştur. Buddha, dünyanın, içinde boğulup kurtulduğu dipsiz göldü. Bergson, beni gençliğimin ilk yıllarında, uğraştırıcı bazı çözülmemiş felsefe sorunlarından kurtarıp hafifletti. Niçe, yeni acılarla zenginleştirdi beni ve sıkıntıyı, acıyı, kararsızlığı gurura dönüştürmeyi; Zorba’ysa hayatı sevmeyi, ölümden korkmamayı öğretti,”[12] diyen Nikos Kazancakis de “Mecbur İnsan”ların soyundandı.

“İçime ne kadar çok bilgelik dolarsa, yüreğim de o oranda acıyla dolup taşardı.”[13] “Gerçek insan, insanı aşmış olandır.”[14] “Başarılı olmak için önce başarabileceğimize inanmamız gerekir.” “Mutluluk, görevini yerine getirmek demektir. Görev ne kadar güç olursa, mutluluk da o kadar büyük olur,” vurgusuyla o hepimize, “Özgür değilsin, senin bağlı bulunduğun ip, öbür insanlarınkinden daha uzun, hepsi bu kadar.” “Kendini kurtarmanın tek yolu başkalarını kurtarmak için çabalamaktır,”[15] diye haykırandı…

Ülkesi Fransa’dan anti-militarist olduğu için sürgün edilen, İsviçre’nin Cenevre kentinden “Boğuşmanın Üstünden” başlığını taşıyan yazılarıyla savaşan, birbirinin kanını akıtan tüm ülkelerin aydınlarına, gençlerine “Bu kanlı savaş oyuna alet olma” diye seslenen edebiyatçı Romain Rolland da onlardandı; “Paris Düşerken”in, “Fırtına”nın, “Dipten Gelen Dalga”nın dışında, çok sayıda yapıta imza atan İlya Ehrenburg da öyle…

Bir de “Gerçeğin ve adaletin yaratılması isteniyorsa bütün bir halkın eğitilmesi gerekiyordu. Ama ne büyük bir çaba sarf etmek gerekecekti bunun için, halk gömüldüğü o topraktan nasıl çıkarılacaktı!”[16] sözüyle müsemma “İnsanlık Vicdanının Anıtı” Émile Zola!

O bir yazar olarak şunları vurgulayandı:

“İnsan haklı oldu muydu, gözü daha bir kara, başı daha dik oluyor, değil mi?”

“Tehlikenin gözünün içine baktın mı onun sana zararı dokunmaz.”

“Ben sözcükleri sevmem… İnsan birini sevdi mi, yapabileceği en iyi şey onu göstermektir.”

“Pırlantadan alınmayan vergi, kitaptan alınıyordu; çünkü pırlanta alandan değil, kitap okuyanlardan korkuyorlardı.”

“İnsan üzüntülerini anlatarak başkalarını memnun etmemeli.”

“İnsan, dünyanın en geç olgunlaşan meyvesidir.”

“Ümit gidince, yaşamak zevki de gider.”

* * * * *

“Herkes erdemliliğe inanıyor ama erdemli olan var mı? Halklar özgürlüğe inanıyor, ama dünyada özgür bir halk var mı?”[17] sorusuna “Vicdan, sonunda onu boğana kadar en temel hakemimizdir,” yanıtını veren Honoré de Balzac, “Her büyük servetin ardında, büyük bir suç yatar,” gerçeğini hepimize hatırlatandı.

Bu kadar da değil, en azından şunlar da var:

“Özgürlük istemiyorum, özgürlükler istiyorum.”

“Düşünmek görmektir.”

“Bir kelimenin insanın hayatını değiştirdiği çok görülmüştür.”

“Bazı kimseler için bir güç kaynağı olur sefalet, ama bazılarını iyice uyuşturduğu da doğrudur.”

“Ne yaparsan yap, nasıl yaşarsan yaşa; ama gülebilmek için birini ağlatma ve çıkarların için hiç kimseyi satma!”

“Bir kimseye edilecek iyiliğin en mükemmeli o kimseyi minnet altında bırakmamaktır.”

“İyiliğinize inanılmasını istiyorsanız, ondan hiç bahsetmeyin.”

“Alışkanlıklar bırakılmazsa zamanla ihtiyaç hâline gelirler.”

“Zaman öldürmek en pahalı harcamadır.”

Bunlar böyleyken ve yeri de gelmişken Arap edebiyatının Balzac’ı olarak nitelendirilen Necib Mahfuz’u unutmamak gerekir.

Onun romancılığında, onun yaşama biçiminin ve içinde bulunduğu zamanın/ortamın etkileri yoğundur. Gelenekle modernlik arasındaki Mısır’ı anlatır. Derinlikli bir bakış, sezgili bir yolculuğun ürünüdür onun anlatıları. Ülkesinin hem bugününe, hem dününe ilişkin anlattıklarıyla sizde bambaşka bir ufuk açar hem de usta bir hikâye anlatıcısı olmasıyla okur/yazar dağarcığınızı zenginleştirir. Yerelliğe tutunan, kendini orada sığlayan bir yazar değildir Mahfuz, yerlidir ama o ölçüde de evrenseldir.

Bir anlatı sanatı olarak roman günümüzde de ayna tutma işlevini sürdürüyor.

Topluma, insana bakışta romancının gözlemevine yansıyan her şey; odaklandığı bir konu/kişi/zaman/mekân ekseninde anlam kazanıyor. Romancı, topluma/insana ayna tutuyordu… Yaşayan/soran ve sorgulayan kahramanları ile sorgulayıcı ve eleştireldi!

Neredeyse tüm romanlarında ele aldığı konular ülke gündeminin sorunsallarından çıkıp gelirler. Bunların neden/niçinlerini gösterirken sorgulayıcı, bir o kadar da eleştireldir. Bunu da roman kahramanlarının üzerinden yapardı.[18]

* * * * *

“Kafanda kurduğun düşünceye benziyorsun,”[19] vurgusuyla müsemma şiirleri, dramatik yapıtları, romanları, öyküleri, anıları, günlükleri, sanata, edebiyata ilişkin yapıtları, oyunları, gezi izlenimlerini, velhasıl 140 ciltlik çalışmaları 83 yıllık ömre sığdıran “Bir deha olduğu aşikâr”[20] Johann Wolfgang Von Goethe…

Çok şey bıraktı ardında; işte kimileri…

“Yetenek, sükûnet içinde ortaya çıkar. Karakter ise dünyanın fırtınaları içinde.”

“Şimdiye kadar hiç kimse, doğru yolda kaybolmamıştır.

“Yeterli zamanımız hep vardır, yeter ki doğru kullanalım.”

“Sözleriniz yürekten gelmedikçe, hiçbir zaman iki kişiyi birleştiremezsiniz.”

“Her şey kolay olmadan önce zordur.”

“Bir aptalın endişelendiğini göremezsiniz.”

“Akılsızlar hiçbir zaman huzursuzluk duymaz.”

“Gerçek dost; düştüğünde sana yardım eden değil, seni düşürmemek için düşmeyi göze alan kişidir.”

“İnsan kendine çok şeyler ister; ama pek azına ihtiyacı vardır.”

“İnsan sadece anladığını duyar.”

“Kimse özgür olduğunu sanan köleler kadar ümitsizce köleleştirilmemiştir.”

“Kendine hükmetmeyen uşak kalır.”

Aynı derinliği Nâzım Hikmet’in, “Türkiye orta sınıflarının, köylüsünün, fukarasının hayatlarını bizde anlatan ilk yazar Sabahattin Ali değildir. Fakat bunu büyük bir ustalık ve inkılapçı, halkçı, gerçekçi bir görüşle yapan ilk hikâyecimiz, romancımız odur,” diye tanımladığı Sabahattin Ali’de de bulursunuz…

“Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter.”

“Ama yeryüzünde hiçbir şey, ne kadar uzun ömürlü olursa olsun sonsuz değildir.”

“Perişan bir hâldeyim. Fakat içimde kendimden bile sakladığım bir ümit var.”

“Doğrusu, dünyada rahat yaşamak için aptal olmak lazım.”

“Hayatta en büyük vazife, en büyük saadet olarak şunu almak lazımdır. Bize yakın ve uzak bütün insanlara yardım etmek, bütün insanların iyiliğine çalışmak.”

“Kendi menfaatlerini milletlerin menfaatinden üstün tutanlara, kendi hak edilmemiş ekmeklerini yiyebilmekte devam etmek için milletlerini kölelik zincirleri, cehalet karanlığı, korku uyuşukluğu içinde bırakmaya çabalayanlara lânet olsun.”

“Dünyada kendisi için hiçbir şeyi olmayan bir insanın bile başkalarına yardım edecek bir şeyi vardır. Hiç olmazsa bir tek sözü.”

O, hepimizin yolunu aydınlatan sözleri söyledi; tıpkı şunları diyen Charles Dickens gibi:

“Asla sertleşmeyen bir bilince, asla yorulmayan bir mizaç ve asla incinmeyen bir dokunuşa sahip olun.”

“Acı ve ümitsizlik, dedim, müthiş bir güç barındırır içinde.”

“Yapabildiğin kadar yap ve onun hakkında olabildiğince konuş.”

“İnsan başkalarını iyileştirmeden kendisini gerçekten geliştiremez.”

“Ülkeyi yönetenlerin bir eli yağda bir eli baldaydı ve bunun bu şekilde ilelebet sorunsuzca süreceği fikri hâkimdi.”

“Bizi bastırmak için kendi zincirlerimizi oluşturuyoruz.”

“Aptallarla dolu bir dünyada yaşarken sinirlenmemem olanaksız.”

“Başarıyı farklı olduğunuzu hissettiğiniz an yakalarsınız.”

* * * * *

Ve komünizm propagandasından yargılandığı davada yargıcın, “Sen neden ülkemizin güzel şeylerinden, zenginliğinden, iyi ve olumlu yaşamından hiç söz etmez, yazmazsınız?” sorusuna, ““Ben, söylediklerinizi hiç yaşamadım ki. Ben, yaşadıklarımı yazdım,” yanıtını veren; “Bence asıl ölmek, istenilmeyen bir dünyada yaşamaktır. Her yirmi dört saatte bir yirmi dört kere ölerek,” cümlesiyle maruf Orhan Kemal…

“Böyle gelmiş ama böyle gider mi bilmem.”

“İnsan doğru oturup doğru konuşmalı.”

“En iyisi, ne açlar, ne de suçlular olmalı. Kimse kimseye muhtaç olmamalı!”

“Benim için bu milletin, şu milletin ferdi olmak değil, insanlığın yüz karası olup olmamak önemli.”

“Sen neysen biz de oyuz, biz neysek sen de o!” diyen o, TKP’liydi…

Müthiş bir yazardı; muhbir kişiliğiyle Bekçi Murtaza’yı, Habip’i, Cemile’yi, Kürt Zeynel’i ve diğer kahramanlarını tanıdıkça onun derinliğini kavrayabilirsiniz…

Ayrıca “Bitmemek için savaştığımız kadar insanız.” “Tek bir günün sırası gelsin diye yaşam boyu bekliyoruz,” diyen bir diğer TKP’li Vedat Türkali de, yoldaşından farksızdı

Ve… “Sadece okumaya yarıyorsa kitaptan iyi afyon yok!”

“İnsana güvenmeden düşte bile yola çıkılmıyor!”

“Her dost göründüğü gibi dosdoğru dost olmuyor.”

“Devrimci teori, ancak devrimci sınıfla birlikte çözüm getirir,” gerçeğinin altını çizenlerdendi.

* * * * *

“Bir kişi, insanlarla açık konuşmalıdır. İçindeki duyguları, düşünceleri yüzüyle bile ifade edebilmelidir. İçtenlikle, tereddüt etmeden, insanların gözünün içine bakarak söylenen bir cümle, yüzlerce kitap sayfasından daha üstündür.”

“Zaten ömrüm boyunca çektiğim acıların baş nedeni mertlik, yücelik peşinde koşmam oldu. Diyojen gibi, elimde fener, mertlik peşine düşmüştüm,”[21] diyen Fyodor Mihalyoviç Dostoyevski eklerdi:

“Zekice hareket etmek, zekâdan daha fazlasını gerektirir.”

“Merhamet, insan yaşamının en önemli, belki de tek konusudur.”

“İnsanlara saygın sonsuz, fakat sabrın sınırlı olsun.”

“Ne garip değil mi? Sevdiğimiz insanın her yalanında bir doğru, sevmediğimiz insanın her doğrusunda bir yalan ararız.”

“İnsanların birbirini tanıması için en iyi zaman, ayrılmalarına en yakın zamandır.”

“İnsan yaşamının ikinci yarısı, tümüyle ilk yarıda biriktirilen alışkanlıklardan ibarettir.”

“Aslında insanı en çok acıtan şey; hayal kırıklıkları değil, yaşanması mümkünken, yaşayamadığı mutluluklardır.”

O insan(lık)ı yazıyordu. Andre Gidé, “Dostoyevski” başlıklı yapıtında Friedrich Nietzsche’nin “Dostoyevski ruhbilim konusunda bana bir şeyler öğretmiş olan tek kişi” ifadesini aktarır.

Gerçekten de öyledir. Onun yapıtlarının önemli özelliği nev-i şahsına münhasır karakterlerin ruh hâllerini tasviriyle, ölümsüz karakterler yaratmasıdır.[22]

Bunu yapabilmesindeki önemli özelliği müthiş bir gözlemci ve hayalperest olmasıdır.

“Ben bir hayalciyim; gerçek hayatı o kadar az yaşıyorum ki,”[23] vurgusuyla şöyle anlatır hayalperestleri:

“Hayalcinin tam bir tanımını yapmak gerekirse; insandan çok, ara kademede bir yaratık, demek yerinde olur. Oturmak için çoğu zaman cehennemin bucağındaki yerleri seçer. Gündüz ışığından kaçmak istiyormuş gibi, oralara sığınır. Bir köşeye yerleşince de, sümüklüböceğin duvara yapışması gibi, ayrılmak bilmez.”[24]

Kimi yanlarıyla benzer özellikleri, “Yaşamım kısa bir yaşam olmadı. Ama ondan hatırlayacağım çok az şey kaldı geriye,” diyen Demir Özlü’de bulabilirsiniz…

“Gitmek”, “yerinden yurdundan olmak”, “yolda olmak”, “ötelerde olmak”, “sürgünde yaşamak” Demir Özlü’nün edebiyatının değişmeyen yanını oluştururken, meselesi insandır.

“Dünya’da hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz.”

“İnsanları yalan söylediklerinde olmak istedikleri ama olamadıkları kişiyi anlatırlar.”

“Kimi zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır.”

“Hep böyleydi. Bir şey en gerektiği anda olmazdı.”

“Böyle içten yalnız çocuklar gülebilir. Bir de deliler,” saptamalarına, “Konuşmam yetmiyormuş gibi düşünmeye de başladım. En kötüsü buydu. Çoğu insanlar gibi düşünmeden konuşsaydım kimse bir şey demeyecekti; ama ben düşündüğümü söylemeye kalktım,”[25] vurgusunu ekleyen Yusuf Atılgan da onlardandı…

“İnsanın yaşamadığı şeyi anlaması güçtür,” vurgusuyla sıradan yoksul insanların her şeye rağmen birlikte edindikleri yaşam sevincinin peşine düşen Panait Istrati de…

Yapıtlarında Franz Kafka ile Sigmund Freud’un etkileri görülen; öğrenilmiş çaresizlik kalıplarını sarsan üslubuyla; bireylerin kuşaklar boyunca boyunduruk altına alarak özgürleşmesini engelleyen gelenekçiliği sorgulamayı şiar edinen Fars edebiyatının önemli ismi Sâdık Hidâyet gibi…

Nihayet Fransız edebiyatının beş büyük yazarından biri olan Marcel Proust için “Yaşamını yapıtına adadı” demek yetmez; o, yaşamıyla yapıtını takas edercesine, yazmak için yaşadı.

“Vücudumuz sadece bacaklar, kollar gibi uzuvlardan oluşsaydı, hayata tahammül etmek kolay olurdu ama içimizde kalp adını verdiğimiz o küçük organı da barındırırız… Hiçbirimiz tek bir insan değilizdir, hepimiz ahlâki değerleri farklı çok sayıda insan barındırırız içimizde,” diyen onun hakkında André Aciman’ın, “Proust okumak kendini okumaktır,”[26] demesi karşılıksız değildir.

“İnsan en çok kaçtığı şeyden asla kurtulamıyor.”

“Bir acı sonuna kadar yaşanmadıkça geçmez.”

“İnsan sevdiği şeyi yeniden yaratmak için, önce onu reddetmek zorundadır.”

“Mesele kaybolmak değil, yolunu tekrar bulamamak.”

“Arzu çiçek açtırır, sahiplenme ise her şeyi soldurur.”

“Düşüncelerin sayısı insanların sayısından çok daha azdır.”

“Bir alışkanlığın devamlılığı genellikle saçmalığıyla doğru orantılıdır.”

“Gerçek yolculuk, aynı gözlerle yüz değişik ülkeyi dolaşmak değil, aynı ülkeyi yüz değişik gözle görebilmektir,” ifadelerindeki üzere…

* * * * *

Sözü edilen “Gerçek Yolculuk”la 1900’lerin ilk çeyreğinden başlayıp, II. Dünya Savaşı’na giden süreçte çağının tanıklığıyla öne çıkan, yapıtlarıyla, fikirleriyle, felsefi söylemiyle, sanatçı-filozof kimliği ile yaşamsal tartışmaların fitilini ateşleyen Albert Camus’leri yarattı…[27]

O; “Bizim insan işimiz, özgür tinlerin sonsuz bunalımını yatıştıracak birkaç çözüm bulmak. Yırtılmış olanı dikmemiz, öylesine açık bir biçimde adaletsiz bir dünyada adaleti düşlenebilir, yüzyılın mutsuzluğuyla zehirlenmiş halklar için mutluluğu anlamlı kılmamız gerekiyor.”

“Her şey yok edilemez, bir kalıntı vardır her zaman.”

“Hiçbir şey, korkuya dayanan saygı kadar iğrenç değildir.”

“Bazı hâllerde devam etmek, yalnızca devam etmek, insanüstü bir şeydir,”[28] diyerek, başkaldıran insandı…

Bundan başka “Öğrenmekten daha ilginç bir şey yoktur.”

“Bana apaçık bir gerçek gibi görünen şunu yazdım ve tekrar yazmaya hazırım: ‘Güzel duygularla kötü edebiyat yapılır.’ Asla iyi edebiyatın salt kötü duygularla yapılabileceğini söylemedim ve düşünmedim. (…) Ancak sanatı ahlâki kıstaslara göre değerlendirmek yargıyı çarpıtmaktır.”

“Bir insanın düşüncesini çekici kılan en önemli unsur kaygıdır.”

“Söylenecek her şey aslında söylendi, ama kimse dinlemediğinden hep baştan başlamak gerekiyor.”

“… ‘Karakterli biri’ dediğimiz insanda, her zaman biraz olsun sertlik de vardır. Çünkü kendinizi kanıtlamak için bazı şeyleri kırmanız gerekir,”[29] diyen André Gide de sözünü ettiklerimdendi…

Ya Oktay Akbal[30] ya da “Türkiye’nin yarınını özgür kafalar kuracaktır. Kuşkun olmasın,” diyen Vedat Günyol veya “Devlet Ana”, “Yorgun Savaşçı”, “Göl İnsanları”, “Kurt Kanunu”, “Kelleci Memet”, “Esir Şehrin Mahpusu”, “Namuscular”, “Karılar Koğuşu”, “Damağası”, “Sağırdere”, “Körduman”, “Yediçınar Yaylası”, “Köyün Kamburu”, “Büyük Mal”, “Rahmet Yolları Kesti”, “Bozkırdaki Çekirdek”iyle Kemal Tahir unutulabilir mi hiç?

* * * * *

Onların hepsi toplumsal gerçekle yüzleşmek, yüzleştirmek için yazdılar; iyi ki de yazdılar… o

10 Temmuz 2023, Çeşme Köyü.

 

[1]    Paul Eluard.

[2]    Zafer Köse, “Zülfü Livaneli: Edebiyat Bir Anlama Uğraşıdır”, Pazar, 21 Mayıs 2023, s. 8.

[3]    “Bir kitap yalnızca bir kitaptır, sessiz bir nesne. Ama o kitap okunmaya başladığı anda, okuyan insan sayısı kadar çoğalır.” (Murathan Mungan, Güne Söylediklerim, Metis Yay., 2015).

“Bazı kitaplar vardır, bir dünyayı kapsar, içinde tutar; okursun, bitirdin mi bırakır gidersin. Ama nereye; neresi olursa, daha uzağa! Oysa bazı kitaplar kendi ülkemizin kapılarıdır sanki.” (Louis Aragon, Basel’in Çanları, çev: Attila İlhan, Altın Kitaplar Yay., 1969, s. 359).

[4]    Stefan Zweig, Karmaşık Duygular, çev: İlknur İgan, İş Bankası Yay., 2016.

[5]    Orhan Veli, İnsanları Uyandırmak, Hazırlayan: Aydan Burcu Özdem, Telgrafhane Yay., 2021.

[6]    Öner Yağcı, “Yazmak… Zamanı Aşmak”, Cumhuriyet, 8 Nisan 2023, s. 12.

[7]    Yaşar Kemal, Binboğalar Efsanesi, Toros Yay., 1990.

[8]    Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor-Alain Bosquet’nin Yaşar Kemal’le Konuşmaları, Toros Yay., 1993, s. 123.

[9]    yage, s. 129.

[10]  yage, s. 79.

[11]  Güray Öz, “Heredot’un Zaferini Düşleyen Çağdaş Homeros”, Birgün Pazar, Yıl: 19, No: 822, 11 Aralık 2022, s. 4.

[12]  Nikos Kazancakis, El Greco’ya Mektuplar, çev: Ahmet Angın, E Yay., 1975, s. 508.

[13]  yage, 1975.

[14]  Nikos Kazancakis, Allahın Garibi, çev: Ender Gürol, İz Yay., 2016.

[15]  Nikos Kazancakis, Zorba, çev: Ahmet Angın, Ataç Yay., 1970.

[16]  Émile Zola, Gerçek, çev: Nesrin Altınova, Bilge Yay., s. 69.

[17]  Honoré de Balzac, Goriot Baba, çev: Nesrin Altınova, Remzi Kitapevi, 1972.

[18]  Feridun Andaç, “Anlatarak Gösteren Anlatıcı: Necib Mahfuz!”, Cumhuriyet Kitap, No:1730, 13 Nisan 2023, s. 4.

[19]  Johann Wolfgang von Goethe, Faust, çev: Beste Altun, Son Nokta Yay., 2005

[20]  Ayşe Acar, “Batı’dan Doğu’ya Bir Şiir: Goethe”, Cumhuriyet Pazar, 16 Nisan 2023, s. 2.

[21]  Fyodor Mihalyoviç Dostoyevski, Karamazov Kardeşler, çev: Erdener Tunalı, Sonsuz Kitap Yay., 2009.

[22]  Andre Gidé, Dostoyevski, çev: Bertan Onaran, De Yay., 1965.

[23]  Fyodor Mihalyoviç Dostoyevski, Beyaz Geceler, çev: Nihal Yalaza Taluy, Varlık Yay., 1970, s. 15.

[24]  yage, s. 20-21.

[25]  Yusuf Atılgan, Aylak Adam, YKY, 2003.

[26]  Hicri İzgören, “Kayıp Zamanın İzinde Bir Yazar”, Yeni Yaşam, 17 Kasım 2022, s. 11.

[27]  Mehmet Rifat, Başkaldıran Yalnız Adam Albert Camus ve Çağdaşları, Yapı Kredi Yay., 2023.

[28]  Albert Camus, Düşüş, çev: Ferit Edgü, Ataç Kitapevi, 1961.

[29]  André Gide, Günlük-1, çev: Orçun Türkay, Yapı Kredi Yay., 2022.

[30]  Kemal Terzi, “Oktay Akbal Yüz Yaşında”, İnsancıl, Yıl: 33, No: 393, Mart 2023, s. 17.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz