Makul şüphe, yüzünü kapatan göstericiye açık saldırı, sapana hapis cezası vb. gibi düzenlemelerde ifadesini bulan, polise keyfi gözaltı ve işkence kapılarını aralayan bir yeni yasa hazırlıyorlar.
Savunmaları özetle şöyledir: Gezi ve daha çok da 6-8 Ekim sürecinde Kobanê eylemleri nedeni ile “ortaya çıkan güvenlik açığı” nedeni ile bir yasal düzenleme yapıyorlarmış. Anlı şanlı köşe yazarları, her biri polis kesilmiş yasayı savunuyor, hukuk adına ne varsa tümünden tiksinen hukukçular bu zaptu rapt yasalarına methiyeler düzüyorlar, bugüne kadar devletin özgürlük alanlarını kıstığını söyleyen “özgürlük savunucuları” devlete ve düzene, otoriteye boyun eğmeye dönük akıl almaz vaazlar veriyorlar.
Bayraklarını açmışlar: üzerinde katliamcılık, üzerinde gericilik, üzerinde yolsuzluk, üzerinde karanlık, üzerinde çetecilik yazan bayraklarını açtılar. Hepsi, hepsi bu sefer bu bayrağın altında. Halklara karşı, insanlığa karşı, özgürlük ve eşitlik, adalet ve sömürüsüz bir dünya taleplerine karşı seferberlik ilan ettiler.
Diyorlar ki, Gezi’de yüzü maskeli insanlar gördük, buna karşı önlem alıyoruz. Diyorlar ki, Kobanê direnişinde elinde molotof olan insanlar gördük ona karşı önlem alıyoruz; diyorlar ki, ellerinde bayrakları, önlerinde sloganları, ceplerinde sapanları olan insanlar gördük TOMA’ya karşı direniyorlardı, bunlara ağır cezalar vereceğiz.
Biz de, elinde palalılar gördük, polisin gözetimi altında, Gezi Direnişi’ne katılan yüzleri açık kadınlara saldırıyorlardı.
Biz de polisler gördük, ellerinde copları liseli kızların saçlarından çekerek sırtlarına kafalarına cop indiriyorlardı.
Biz de “esnaf” kılıklı adamlar ve polisler gördük, Ali İsmail’i döverek linç ettiler, öldürdüler.
Biz de, polisler gördük, kamera kayıtlarını sildiler.
Devlet yetkilileri gördük, camide içki içtiler gibi yalanlar söylediler ve ardı arkası gelmeden bunu tekrar ettiler.
Polisler gördük, açıktan hedef alarak Ethem Sarısülük’ü öldürdüler.
Sürücüler gördük arabalarını allah nidaları ile göstericilerin üzerlerini sürüp adam öldürdüler.
Polisler gördük, ellerinde gaz tüfekleri ile, hedef alarak gencecik insanların gözlerini aldılar, canlarını aldılar.
Biz de plakası olmayan akrepler gördük, içlerinden halka ateş ettiler.
F16’lar gördük, Roboski’de 34 insanın üzerine bombalar yağdırdılar.
6-8 Ekim’de onlarca insanı katleden polisler gördük, onları alkışlayan devlet yetkilileri, bakanlar gördük. Kobanê düştü düşecek diyenleri gördük.
Saymakla bitmez.
Ama devletin parlamentoya bunlarla ilgili bir yasa sevk etme girişimini görmedik. Mesela “Bundan böyle attığı gaz fişeği ile insanları yaralayanı, ölümüne neden olan, uzuvlarını kaybetmelerine neden olan polis ve amirleri hakkında 3 yıldan 10 yıla kadar” diye başlayan bir yasa tasarısı görmedik.
Mesela, “bundan böyle, her ne nedenle olursa olsun, kalabalıklara karşı silah kullanan polisler şeklinde gelişen bir yasa önerisi görmedik. Mesela, F16’larla halka bomba atan, attıran, buna göz yuman, askeri ve siyasi yetkililer için bilmem kaç yıldan başlayıp bilmem kaç yıla kadar ve ertelenemez şekilde bir ceza öngören yasa görmedik.
Mesela açıkça halka yalan söyleyen, yalan suçlamalarla halkı kin ve nefret duyguları ile bölen devlet yöneticilerinin şu kadar yıl hapis cezası ile cezalandırılması gibi bir yasa tasarısı görmedik.
Mesela, sokakta bir genci linç etmek üzere ona saldıran esnafa ve onları koruyup gözeten polis ve polis amirleri ile siyasileri şu kadar yıla kadar hapis cezası ile yargılayan vb. şeklinde bir yasa önerisi görmedik.
Mesela açıkça işlenmiş bir cinayete karışmış devlet yetkilileri ve bürokratların yargılanmasının önüne engel çıkartan, onları savunan, delilleri karartan kişilerin şu kadar yıldan başlayan hapis cezası ile yargılanması ve hemen görevden el çektirilmesi diye başlayan bir yasa hazırlığı görmedik.
Mesela ellerinde pompalı tüfeklerle halka açıktan saldıran ve sonra da polisle birlikte hareket eden sivil veya kamu görevlilerinin yargılanmasına ilişkin bir yasa görmedik.
Uzatmak mümkün. Ama gerekli değil.
Yasalar, sınıf mücadelesi altında, karşılıklı güçlerin mücadelesine bağlı olarak gelişir ve şekil alır. Mesela yıllarca bu ülkede 141-142 no’lu ceza maddeleri vardı. Bunlar, artık o kadar çiğnenmişti, o kadar anlamsızlaşmıştı ki, aslında hiçbir “demokratik” eğilimi olmayan bir hükümet tarafından, işlevsizleştiği için kaldırıldılar.
Mesela 12 Eylül sonrasında, öğretmenlerin, memurların sendika hakkı yoktu. Buna rağmen mücadele gelişti ve “yasal” olup olmadığına bakmadan memurlar, en çok da öğretmenler sendikalarını kurdular ve ardından daha ileri gidişi önlemek, grev hakkını, grevli toplu sözleşme hakkını vermemek için, bir yasal düzenleme yapıldı ve memurlara grevsiz toplu sözleşme hakkı verildi, sendikaları tanındı. Demek ki, memurlar daha ileri gidemedi, sendika hakkını aldılar ama toplu sözleşme hakkını alamadılar. Yasa, mücadele içinde, sokakta, eylem alanlarında oluştu. ne kadarı masaya kaldı ise o kadar güdük oldu.
Mesela Kürtçe TV hakkı ya da Kürtçe şarkıların yasal hâle gelmesi de öyledir. Pratikte alındı ve yasal engeller ortadan kalktı.
Bugün, güvenlik paketi olarak hazırlanan, olağanüstü hâli olağan hâle getiren, buna çalışan yasal düzenleme, gerçekte, gelişmekte olan sosyal mücadeleyi, özgürlük ve adalet arayışını, hak arayışını bastırmak için gündeme getirilmektedir. Hukukun her alanı zorlanarak, hukuk ayaklar altına alınarak, yüzünü kapamaya ceza, sapana ceza veren bir uygulama ortaya çıkmaktadır. Bir tek hukukçu çıkıp da, “yürüyüşe katıldığı için kamera kayıtları ile tespit edilen ve okulundan atılan, işinden atılan insanların varlığını” ileri sürüp, yürüyüşlerde polis kamera kayıtlarını yasaklama talebinde bulunmamaktadır. Neden? Oysa buradan da bakılabilir.
Şimdi soru şudur: İster bu yasa geçsin, ki geçmesi meclis aritmetiği açısından son derece kolaydır, ister sadece bir girişim olarak kalsın, bu karşı-devrim saldırısına, bu olağanüstü hâl düzenlemesine karşı kitlelerin göstereceği tepki belirleyici olacaktır.
Yasaların, pek çok toplumsal kural gibi ömürleri vardır. Anayasanın bizzat onu yapanlar tarafından ayaklar altına alınması nasıl mümkün ise, benzer biçimde “yasakların” anlamsız hâle getirilmesi de mümkündür.
Yasalar, sınıf mücadelesine göre, mücadele içinde güçler dengesine göre şekil almaktadır. Bu hem sistemin, devletin, egemenlerin yeni yasalar çıkarması açısından böyledir, hem de var olan yasaların ömürleri açısından da böyledir.
Bu açıdan her türlü baskının, her türlü zulmün bir ömrü, bir vadesi vardır.
Bu sadece bugüne ait da değildir, tarih böyle göstermektedir. Bu nedenle derler ki, “ferman padişahın dağlar bizimdir.”
Ferman onların, yasalar onların, sokaklar bizimdir.
Bu, yaşamı ve insanı, insan olmayı savunmaktır.
Bu, özgürlüğü ve ekmeği, adaleti savunmaktır.
Bu, ekmeği, halkların kardeşliğini savunmaktır.