“Görünen şey hiçbir zaman
söylenenin içine sığmaz.”[2]
‘Kapitalist Uygarlık Krizi İnsan(lık) Hâl(ler)i ve Çürüme’ başlıklı konuşmamda[3] insanı anlamak/ ve anlatmanın zor bir şey olduğundan söz etmiştim. “Türk(iye) İnsanı”nından[4] söz etmek ise, hepsinden güç…
Amin Maalouf, Ortadoğu insanını, “Her şeye üzülen ama hiçbir şeyle ilgilenmeyen insanlar. Şikâyet eden bir insanın çözüm aradığını sanırsınız. Hayır! Bizde insanlar çözüm için değil söylenmek için şikâyet eder. Elli sene aynı şey anlatılır, aynı gelir, aynı gider,” diye tanımlarken; Ortadoğu’nun Türk(iye) versiyonu insan(lık)ını dair de, “Biz, ‘Hayır’ demeyi, ‘İşim var’ demeyi, ‘Olmaz’ demeyi beceremeyen insanlarız, yorgunluğumuz bitmez bizim,” notunu düşer Reşat Nuri Güntekin.
Bunlara bir de Jean Paul Sartre’ın, “İnsanlar kahramanları oynuyorlar; çünkü korkaklar. Azizleri oynuyorlar; çünkü kötü kişiler,” notu da eklenmeli (mi?)!
Önemli bir soru(n) bu. Öyle ise, “halkımız” güzellemeleri yerine, “Dünyada sormaktan başka ödevi var mıdır insanın? Hayır, yoktur. Çünkü bulmaktan başka ödevi yoktur. Bulamadığımızdan sorarız,” çözümünü hatırlamalıyız Kemal Tahir’in. Elbette milliyetçilerin nafile böbürlenmelerini, “Vatan Millet Sakarya” edebiyatlarını, bayrak ajitasyonları ile bezenmiş budalaca söylevlerini ciddiye almadan.
Arundhati Roy’un, “Milliyetçilik, yirminci yüzyılın soykırımlarının çoğunun nedeni idi. Bayraklar, hükümetlerin önce insanların aklını küçültmek için, ardından da ölüleri gömmek için tören örtüleri olarak kullandıkları renkli kumaş parçalarıdır,” diye tarif ettiği düzleme dair, “Masum insanları öldürmenin utancını kapatacak büyüklükte bir bayrak yoktur,” uyarısını dile getiren Howard Zinn haksız mı?
Elbette değil! Rainer Maria Rilke’nin, “Bence en büyük kişi, hiçbir bayrağa ant içmeyendir”; Sait Faik Abasıyanık’in, “Ben bayrakları değil, insanları seviyorum,”[5] de bu haklılığı pekiştirir!
Milliyetçi önyargı düşünmeden yaşamaktır; “Kimi insanlar yaşamda hiçbir amaca sahip olmadan yaşarlar. Bu gibi insanlar, bir nehir üzerinde akıp giden saman çöplerine benzerler. Onlar gitmez; ancak suyun akışına kapılarak akar giderler,” sözündeki üzere Lucius Seneca’nın.
Ya da Aurelius Augustinus’un, “İnsanlar dağların zirvelerini, denizlerin dalgalarını, nehirlerin boylarını, uçsuz bucaksız okyanusları, yıldızların dairesel hareketlerini merak eder ama kendileriyle ilgili şeyleri merak etmezler”…
Lev Tolstoy’un, “İnsanların çoğu onu yapıyor diye yanlış, yanlış olmaktan çıkmaz”…
Sigmund Freud’un, “İnsan gerçeklerle acı veren bir çarpışmadan kaçınmak için ömrü boyunca iki büklüm durunca, yaşlanınca da yeni gerçeklikler önünde eğilen kamburu çıkmış sırtı muhafaza ediyor,”[6] uyarılarındaki gibi.
“Sen çalışma, bırak paran çalışsın.” (Rantiye, asalak)… “Devletin malı deniz, yemeyen domuz.” (Çıkarcı, talancı)… “İş olacağına varır.” (Kaderci anlayış; insanların pasifliği, duyarsızlığı, öğrenilmiş çaresizliği)… “Ye üzümü sorma bağını.” (Açık bir ahlâksızlık)… “Evladım hayatta bir şeye baş ol da ne başı olursan ol, isterse soğan başı ol.” (İktidarcılık)… “Kol kırılır yen içinde kalır.” (Kötüleri cesaretlendiren ödül) vb’leri atasözleri ile beslenen durum(umuz) vahim!
Kemal Kılıçdaroğlu’nun bile, “Çıkarın; inancın ve ahlâkın önüne geçtiği acımasız bir dönemi yaşıyoruz… Ahlâksızlık kurumlaştı… Gelecekten umutsuz muyuz? Elbette ki hayır!”[7] satırlarıyla kabullenmek zorunda kaldığı güzergâhta.
“Vahşi Batı”dayız sanki! “Nasıl” mı?
Enflasyonu yüksek, yoksulluğu derin coğrafyamızda ultra zenginler varken; eğlence ve hüzün tavan yapması yanında, kardeşlik ve empati yoktur.
Her şey hedonistleştirilirken, bayağılaşmıştır.
Kültür popülerleşirken okunma oranları düşüyor, cahillik yükseliyor.
Kültür tüketilmiş, tüketim kültür olmuştur.
Şiddet normal, fiziksel güç en geçerli değerdir.
Az konuşulur; çok kavga edilir. Ahlâk, etik ve normların esamesi okunmaz.
Kurallar her gün en güçlüye göre değişirken; her şey kapanın elinde kalır.
Kulluk makbul; muhbir çoktu.
Zorbalık, rüşvet ve yolsuzluğa siyasete eşlik etmekteyken;[8] “Aslında hiçbir şey yasadışı değildi, çünkü artık yasa diye bir şey yoktu,” George Orwell’ın altını çizdiği gibi.
Özetle, hemen her şeyi Anton Çehov’un, “Şu hayata bir bakınız: güçlülerin küstahlığı, avareliği, güçsüzlerin cahilliği, yabaniliği, her yerde aklın almayacağı bir yoksulluk, darlık, soysuzlaşma, sarhoşluk, ikiyüzlülük, yalan… Bununla beraber bütün evlerde, sokaklarda sessizlik,” satırları özetliyordu sanki.
Sonuç olarak, yukarıdakiler ile benzerlerinin toplumlarda ahlâki çöküşe yol açacağını, toplumu hasta edeceğini, hatta bir gün yok edebileceğini söyleyebiliriz.[9]
DURUM(UMUZ)
Öncelikle Erich Fromm’un, “Tamamen yabancılaşmamış, duyarlı ve hissedebilen, haysiyet duygusunu kaybetmemiş, henüz ‘satılık’ olmayan, hâlâ başkalarının acılarından acı çekebilen, sahip olma varoluş biçimini tam anlamıyla edinmiş, kısacası kişi olarak kalmış ve bir şey hâline gelmemiş kişi, günümüz toplumunda kendini yalnız, güçsüz, yalıtılmış hissetmekten kendini alamaz,”[10] satırlarının altını çizerek durum(umuz)a ilişkin; John Steinbeck’in, “İnsan olmak kolay değildir, hele ki ‘insanca’ yaşanabilecek bir toplum düzeni yoksa!”…
Eduardo Galeano’nun, “Köstebeklerden tünel kazmayı öğrendik, kunduzlardan baraj yapmayı; kuşlardan konut yapmasını öğrendik, örümceklerden dokumayı; yokuş aşağı yuvarlanan ağaç gövdesinden tekerleği öğrendik, suyun sathında sürüklenen ağaç gövdesinden gemiyi ve rüzgârdan yelken açmayı… Peki bize bunca ölümcül/kötücül beceriyi kim öğretti!? Dünyayı küçük düşürmeyi ve komşumuza eziyet etmeyi kimden öğrendik!?”[11]
Carl Gustav Jung’un, “Hayvan sürüleri kalabalıklaştıkça akıllanır, insan sürüleri kalabalıklaştıkça aptallaşır”…
George Carlin’in, “Trafikte sizden yavaş gidenlerin aptal, hızlı gidenlerin ise manyak olduğu düşünülen bir dünyada normal insan bulmak imkânsız,” satırlarını aktaralım.
Söz konusu tabloda Türk(iye) İnsan(sızlık)ını etkileyen siyasal ve sosyal belirleyicilerin başında kaygı geliyor. Kaygı ve depresyonun hızla kitleler içinde yayıldığı ve halk sağlığını tehdit eder hâle geldiğini pek çok araştırma gösteriyor. Günümüzde insanları kaygıya karşı dayanıksız hâle getiren en önemli nedenlerden biri, uygulanan politikalarla toplumsal bağların çözülmesi ve bireylerin özneleşmelerinin engellenmesi, kimliğin zayıflatılması.
Hatırlayın: İzmir’de bir taksi şoförü kapüşon ve cerrahi maske takan bir yolcuyu aracına aldı. Hava soğuktu, bu nedenle yolcunun bir an önce gideceği yere varması gerektiğini düşündü. Ancak yaptığı iyilik onun canına mal oldu. Katil, şoförü ağır yaraladıktan sonra kulağına, “Artık kimseye güvenmeyeceksin!” diye fısıldadı. Taksiden bir miktar para alıp olay yerinden ayrıldı.
Türkiye’de toplumun ruh sağlığı her yıl giderek bozuluyor. 10 yılda ilaç tüketiminin 28 milyon 193 bin 443 kutu arttı. 2013’de 37 milyon 258 bin 388, 2014’de 39 milyon 134 bin 225, 2015’de 43 milyon 467 bin 736, 2016’da 45 milyon 134 bin 854, 2017’de 48 milyon 226 bin 812, 2018’de 49 milyon 43 bin 763, 2019’da 49 milyon 857 bin 89 2020’de 54 milyon 625 bin 964, 2021’de 59 milyon 641 bin 14, 2022’de 61 milyon 870 bin 998, 2023’de 65 milyon 451 bin 831 kutu antidepresan ilaç kullanıldı![12]
Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre, 2020’ye kadarki 11 yılda antidepresan kullanım miktarın yaklaşık yüzde 70 arttı. 2009 yılında 1.000 kişi başına günlük 29 antidepresan ilacı düşerken, bu oran 2020’de 49’a çıktı. ‘Dünya Sağlık Örgütü’ (DSÖ) raporunda Türkiye’de 3 milyonun üzerinde insanın depresyonda olduğu belirtildi! Son 10 yıl içerisinde depresyon tanısı yüzde 8.4 oranında artış gösterdi. Depresyon kadınlarda, yüzde 5.1 erkeklerde ise yüzde 3.6 oranında görülüyor![13]
Türkiye genelindeki araştırmaya göre, halkın yüzde 51.2’si toplumda dayanışma ruhunun giderek azaldığını düşünüyor![14]
Türkiye’de çocuk istismarı vakaları giderek artarken; cinsel istismara maruz kalan çocuk sayısı 9 yılda yüzde 287 arttı![15]
‘Türkiye İstatistik Kurumu’ (TÜİK) istatistiklerine göre güvenlik birimlerine gelen veya getirilen çocukların karıştığı olay sayısı 2022’de, 2021’e göre yüzde 20.5 oranında artarak 601 bin 754 oldu. Bu olaylarda çocukların 259 bin 106’sı mağdur olarak, 206 bin 853’ü suça sürüklenme sebebiyle güvenlik birimlerine getirildi![16] Ayrıca 2017-2021 kesitinde 2 milyon 393 bin çocuk göz altına alındı![17]
2019’da yapılan TÜİK çocuk iş gücü anketine göre çocuk işçi sayısı 720 bin. Son üç yılda 15-17 yaş arasındaki çocuk işçi sayısının oranı yüzde 16.2’den yüzde 18.7’ye yükseldi. ‘Yasal çocuk işçiliği’ projesi MESEM’deki çocuk sayısı 15 Kasım 2022 itibarıyla 1 milyon 33 bin. Çocuklar MESEM adı altında ucuz iş gücü olarak sömürülmeye devam ederken 20 yılda en az 903 çocuk, iş cinayetlerinde hayatını kaybetti![18]
TÜİK’in 2023 verilerine göre 16-17 yaş arasında 10 bin 471 kız çocuğu evlendirildi. Üstelik bu çocukların büyük bir kısmının kendilerinden yaşça çok büyük erkeklerle evlendirildiği belirlendi![19]
‘Çocuk Gebelikleri Raporu’na göre, 15 yaş altı doğum 1 yılda yüzde 25 arttı. AKP iktidarı döneminde 19 yaş altındaki gebe sayısı 2 milyonu aştı. 22 yılda 15 yaşından küçüklerin yaptığı doğum sayısı 21 bin 87 oldu. Küçük yaşta doğum oranları, aile baskısıyla hiç okula gönderilmeyen ya da eğitimden alınan kız çocukları arasında artış gösterdi. 5 çocuk ise okuma yazma dahi bilmiyordu. Yargı, çocuğa yönelik cinsel istismarla mücadele etmek yerine 18 yaşından küçük olduğu hâlde gebe kalan çocuklara evlilik izni verilmesini zorlayıcı neden sayıyor. 2012-2021 yılları arasında reşit olmadığı hâlde “evlenebilir” kararı verilen çocuk sayısı 129 bini aştı![20]
Türkiye’de 2023’da boşanan 171 bin 881 çiftten, 165 bin 51’i ‘geçimsizlik’ nedeniyle birbirinden ayrıldı. Çiftlerin 31 bin 980’i evliliğinde 20 yılı geride bırakırken, 5 bin 126 çift ise 1 yıl dolmadan boşandı![21]
‘Mali Suçları Araştırma Kurulu’na (MASAK) göre 2022 itibarıyla Türkiye’de 18-50 yaş grubunda 5 milyon kişi yılda yaklaşık 150 milyar TL’lik yasadışı bahis oynamaktaydı![22]
Veriler çoğaltılabilirken; Theodor Adorno’nun “İnsanın doğal çöküşünü bugün toplumsal ilerlemeden ayrı düşünmek mümkün değildir,” sözünün ve Prof. Dr. Korkut Boratav’ın, yeni ekonomi politikalarının olası sonuçlarına dikkat çekip, “Çürümeyle mücadele şart”[23] denmesinin altını çizmemek mümkün mü?
Evet, Diyanet’in eğitim yatırımları ödeneğinin, ülkedeki 108 üniversitenin aldığı ödenekten fazla olduğunun ortaya çıktığı[24] çürümenin orta yerinde gündelik yaşamın otoriterleştirilmesinin önünü açan, bunu olası kılan en belirleyici unsur, yokluk, yoksulluk ve çürümedir. Yokluk, yoksulluk çürüyen halkın yaşam damarlarını kurutmaktayken; kapitalist kâr hırsına, sömürüye dayalı totaliter düzende “ayakta kalabilme” kaygı ve endişesi yaygınlaşarak, derinleşmektedir.
Kolay mı? Coğrafyamızda mafyatik ağı Sedat Peker’in açıklamaları vesilesiyle üzerinden bolca konuşuldu; 90’lı yıllarda Susurluk kazasıyla ortaya çıkan derin yapı gerçeği tartışıldı, eleştirildi; ama, nafile!
Televizyon dizileri mafyavarî ilişkileri anlatmaya, özendirmeye, devam ediyor hâlâ. Bir zamanlar top oynayan mahalle delikanlıları “Kurtlar Vadisi”nden fırlamış gibi yerlerde sürünen siyah paltolar, uzun beyaz atkılarla dolaşıyorlar. Mario Puzo’nun romanından uyarlanan “Baba” filmindeki kareler bir anlamda alaturkalaşmıştı. İşin ilginç yanı özellikle televizyon dizilerinde çokça rastladığımız bu kirli ilişkiler ağını ortaya koyan tipler çok sevildi. Öyle ki Ayşen Gruda “Ana” ile bir kadın mafya lideri tersinlemesini bir parça grotesk özellikler katarak gerçekleştirdi.
Bu noktadan sonra mafya dizi piyasasının önemli bir konu başlığı oldu. Özellikle son yıllarda televizyon dizilerinde mafya olgusu, “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz”dan “Ezel”e, “Çukur”a kadar neredeyse fenomen hâlini aldı. Bizi ilgilendiren dizi sektöründe mafyanın kullanılmasının yanında yeraltı örgütünün toplum açısından normalleştirilmesi… üstelik “Kurtlar Vadisi” özelinde müesses nizamı koruyan kim varsa kıymetlidir, söyleminin meşrulaşması… gibi![25]
Verili tabloda çok az insan gerçekten bugünü yaşabilir, çoğunluğu bir başka zaman yaşamaya başlayabilmek adına bekleyip, biriktirerek tükenir. Çünkü insanı öldüren köle kalmaktır.
Herakleitos’un, “İnsanların çoğu uyanıkken de tıpkı uyurkenki gibi ne yaptıklarının farkında olmadan yaşar,” sözüyle müsemma bukalemunu andıran ortalama Türk(iye) İnsan(lık)ı özgür olmayı değil, güvende olmayı isterken; insancıklaştı ve tek başına kalmış meyvesiz bir ağaç gibi kurudu: Thomas More’un, “Zenginliğin bir avuç açgözlü insanın elinde bulunduğu ve çoğunluğun sefalet içinde yaşadığı bir toplumda kimse mutlu olamaz,” saptamasındaki üzere…
“ŞİDDET TOPLUMU”
Kara para, uyuşturucu, vergi kaçırma, sporda şike-bahis iddiaları, karanlık işleri gölgeleme adına kullanılan sosyal medya fenomenleri… Akıl almaz yollarla milyarlarca liralık bir yasadışı akış… Duyduklarımız, televizyonlarda adım başı rastlanan mafya dizilerindeki gibi. Son dönemde çetelerin kirli işleri, kara paranın izlediği yol olduğu gibi gazete haberlerine yansıdı.
Tüm bunlarla birlikte şiddet sıradanlaştırılıyorken; coğrafyamızda bu tabloyu kapitalizm bağlamında açıklamak gerek!
Ekonomik-politik açıdan ise, yoksulluk, yolsuzluk, yozluk ile ilişkilendirilmeli toplumsal ahlâki çöküntü!
Mafya dizileri derken vb’leri “kahramanlık” cilasıyla yasadışılık doğallaştırılıyor; takım elbiseli, lüks araçlı elleri silahlı maço karakterler… Say say bitmez. Tabii bir de üstüne moda ikonu gibi sosyal medyada poz verenler, görgüsüzce altın varaklı evlerde sergilenen yaşamlar da eklenmeden geçilmemeli…
Tüm bunlar “Orman Kanunları”nın çıplak şiddetini öne çıkardı.
“Kötülüğün en temel göstergelerinden biri şiddettir, kuşkusuz. Şiddetin sıradanlaşmasının ardında cezasızlıkla ödüllendirmek, cehalet sarmalının ilkellikle çoğalması, kişisel öfkelerin yasaların önüne geçmesi gibi pek çok neden olabilir. Şu bir gerçek ki şiddet olayları kendini bir toplumda üç ayrı dönemde gösterir: Sistemin işlememesi, yönetimsel zaaf ya da faşizm günleri.”[26]
Türkiye art arda yaşanan şiddet olaylarıyla sarsıldı. Vahşice işlenen cinayetler, çoğu zaman sudan sebeplerle patlak veren kavgalar, ardı arkası kesilmeyen hırsızlık ve gasp olayları insanların can güvenliklerine dair endişelerinin artmasına yol açtı.
Her şeyden önce, yaşanan olayların temellerini ekonomik zorlukların yanı sıra toplumumuzun mevcut iktisadi yapısında aramak gerekmektedir. Kapitalizmin krizi ile geçim sıkıntısı ve yaşam şartlarının gittikçe kötüleşmesi, gerginliklerin şiddetle taçlandığı olaylara yol açıyor ve bunlar artık olağanlaşıyor.
Örneğin Esenyurt’taki tekel bayi katliamının ardından ülke çapında giderek artan silahlı saldırı olaylarına ilişkin tartışmalar yoğunlaştı. Bu olayların ayrıntılarına bakınca, hemen hepsinde dört dinamiğin kesiştiğini görüyoruz. Ekonomik sıkıntı, yasalara, yargıya güvensizlik, denetimsiz silahlanma, şoven milliyetçiliğe ek Sünnî İslâmın da katkısıyla şişirilen zehirli bir erkeklik kültü öne çıkıyor.
Gerçekten de AKP Türkiye’sinin son döneminde, gittikçe yoğunlaşan oranda sorunları şiddet yoluyla çözme eğilimi ile “Vahşi Batı”nın yaşamı arasında, ekonomi, erkeklik kültü ve silahlanma alanlarında çok büyük benzerlikler var.
Hızla aktaralım:
‘Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu’nun (TKDF) ‘Ev İçi Şiddet Acil Yardım Hattı’na 2023’de gelen çağrı sayısı 5076’ya ulaştı. Hatta 71 ilden çağrı geldi. Bu çağrıların 610’u İstanbul’dan, 198’i Ankara’dan, 94’ü İzmir’den geldi.[27]
‘Umut Vakfı’ Yönetim Kurulu Üyesi Psikiyatrist Ayhan Akcan, bireysel silahlanma yaşının 12’ye kadar düştüğünü ifade ederken;[28] ‘Umut Vakfı’nın 2014’den beri yayımladığı ‘Türkiye Silahlı Şiddet Haritası’ raporunu göre, 2014’den 2024’e kadarki 10 yılda; toplam 34 bin 197 silahlı şiddet olayı yaşandı. Bu olaylarda toplam 21 bin 434 kişi öldü, bazıları ağır 31 bin 207 kişi de yaralandı.[29]
Yine ‘Umut Vakfı’ verilerine göre 2022’de medyaya 3 bin 984 silahlı şiddet olayı yansıdı. Bu olaylarda 2 bin 278 kişi öldürüldü. ‘Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na göre de 2022’de 334 kadın öldürüldü, bu kadınların 182’si ateşli silahlarla yaşamdan koparıldı.[30]
Ayrıca Adli Tıp’ın “Ölü Muayenesi” verilerine göre, 2012-2019 kesitinde 15.893 kişi ateşli silahlar nedeniyle yaşamını kaybetti. Aynı şekilde yaralananların sayısı da 2012’de 5.485 kişi iken, 2019’da 10.488 kişiye; neredeyse iki misline ulaştı.
Bu tedirgin edici sürecin bir başka özelliği, çocukların da birer kullanıcıya dönüşmüş olmasıydı. Adalet Bakanlığı verilerine göre yine sadece 2022’de “Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun” kapsamında 3.352 çocuk yargılandı. Dava konusu olan bu çocuklardan 455’i 12-14 yaş, 2.897’si de 15-17 yaş aralığındaydı. Bütün bu verilerin gösterdiği gibi, çocuklar da artık bu şiddet ve silah sarmalının bir parçası hâline geldi.
Türkiye bütün bu süreçte silahlanma konusunda 178 ülke arasında hızla 14. sıraya yükseldi. Üstelik bu eğilim ruhsatlı silahlarda da gözlendi. Yine resmi bir rapora göre, silah bulundurma ruhsatı için 2019’da 13.206 başvuru yapılırken, 2020’de bu sayı yüzde 34 artarak 17.751 oldu. Dahası ruhsatlı silahlar da aynı şekilde suç işleme aracı olarak kullanıldı. Mesela Emniyet Genel Müdürlüğünün 2008-2018 arasındaki on yılı kapsayan bir raporuna göre, ruhsatlı ateşli silahlarla işlenen suç sayısı 25.547 olarak gerçekleşti. Aynı dönemde ruhsatsız ateşli silahlarla işlenen suç sayısı da 159.123 idi.[31]
Bunlar böyleyken; İnternetten tabancanın yanı sıra büyük silahlar da satılıyor coğrafyamızda: İnternet üzerinden onlarca sitede sıfır ve ikinci el silah satışı gerçekleştirilirken, sosyal medya platformu Telegram uygulaması üzerinden oluşturulan kanallarda, kuru sıkı ve normal tabancaların yanı sıra pompalı tüfek ve otomatik silah bile satılıyor. Farklı farklı kanallarda İstanbul’da, İzmir’de, Antalya’da ve Ankara’da elden silah satışının yapıldığı, diğer illere kargoyla gönderildiği belirtiliyor![32]
YOKSULLUK İLE GELEN(LER)!
Friedrich Engels’in, “İnsanlık tarihinin ortak noktası, çalışanların hep yoksul olması, çalışmayanların zenginleşmesidir.” “Toplumun çalışan üyeleri hiçbir şey elde edemezken, her şeyi elde edebilen üyeleri hiç çalışmamaktadır,” saptamasındaki üzere çürümeyi büyütüp, besleyen yoksulluktur…
Tommaso Campanella, “Yoksulluk insanları alçaltır, hileye, hırsızlığa, yalancılığa, serseriliğe götürür,” derken unutmamak gerek: “Modern suçun anası günah değil, açlıktır.”[33] Çürümenin de elbette!
Tam bu noktada “Oysa ki bizim tek bilmek istediğimiz yoksulların neden yoksul oldukları. Sakın onların açlığı bizi doyuruyor ve çıplaklığı bizi giydiriyor olmasın?”[34] sorusu eşliğinde Malcolm X’in, “Sizi yöneten zenginleşiyorsa, bu sizden çalıyor demektir. Çıkardığı yasalara da iyi bakın; o yasalar sizi korumak için değil kendini sizden korumak içindir!”…
Mevlana’nın, “Dünyada biri üşüyorsa sen ısınamazsın!”…
Bertolt Brecht’in, “Öldürmenin pek çok yolu vardır: Karnına bıçak saplamak, ekmeğini elinden almak, hastalığını iyileştirmemek, kötü koşullarda yaşatmak, ölesiye çalıştırmak, intihara sürüklemek, savaşa yollamak vs. Kanunlarda bunların pek azı yasaktır”…
Umberto Eco’nun, “Dünya; zengin din adamlarının, yoksul ve aç insanlara erdem üzerine vaaz ettikleri bir rezillik yeridir”…
Charles Dickens’in, “Dünyada öyle aç insanlar var ki, onlar tanrıyı ancak ekmek biçiminde görürler”…
Eduardo Galeano’nun, “Düzen, bir eliyle verdiğini öbür eliyle alır. Kurbanları ödeme yaptıkça borçlu çıkarlar. Aldıkça yoksullaşırlar. Ne kadar çok satarlarsa o kadar az kazanırlar”…
Andrey Tarkovski’nin, “Dürüst insanlar hiç zengin olamazlar, zengin insanlar da dürüst”…
Stefan Zweig’ın, “Zengine verilir, daha çok zenginleşsin diye. Fakirin ise elindeki bile alınır”…
Thomas More’un, “Büyük çoğunluk yoksulluk içinde kıvranırken, doymak bilmez bir avuç insana memleketin bütün zenginliklerini sömürten bir devlette mutluluk olamaz”…
Ernestro Che Guevara’nın, “Tek bir insanın hayatı, dünyadaki en zengin adamın tüm mal varlığından milyon kat daha değerlidir”…
Yaşar Kemal’in, “Bir insanın açlıktan ölümünü izlemek acıların en büyüğüdür. Bu insanlığa hiçbir zaman yakışmaz!”…
John Steinbeck’in, “İnsanın karnını doyurması gerek, bu onun en doğal hakkıdır”…
Namık Kemal’in, “Ey sefalete düşmüş insanlar, gözlerinizi mahşer sabahında mı açacaksınız?” sözlerinin değerini kavramak “olmazsa olmaz”dır.
Şu bir “sır” değil! İnsan(lar) köleleştikleri için yoksuldur. Oysa ekmek (ve elbette özgürlük) insan(lık)ın en doğal hakkıdır.
Bir an düşünün: Açlıktan kıvranan işsiz bir insan özgür olabilir mi?
Yoksul insanların seçim şansından söz edilebilir mi?
İnsan(lık) açken; cennet umudunu ne yapsın?
Yaptıklarının toplamı olan insan(lık)ın, haklı ve doğal öfkesiyle başkaldırmasından başka seçeneği yoktur. Ve insan(lık) ancak bu uğurda kaybetme cesareti gösterdiğinde, her günü son günüymüş gibi yaşadığında ekmeğine ve özgürlüğüne sahip çıkabilir. Yeter ki, dirençli, özellikle kendine güvenen örgütlü iradesi olsun!
“Bu mümkün değil!” diyerek eyleme geç(e)meyen, düşünemeyenlere bakın: Dünyanın en “akıllı” insan(lar)ı onlardır, Ama sadece kendilerine göre! Lakin onlar sürekli erteleyip asla yap(a)mayan umursamazlardır! Çürümenin ürünleridirler!
İnsan(lık) varlığının farkına ancak başkaldırdığı uç noktalardayken varırken; bir insanın hayatının ölçüsü, uzunluğu değil, onu anlamlandırması; insan(lık) için ayağa kalkmasıdır.
Kuşku yok: İnsan(lık) kazanacağı her şeyi elleriyle yaratmalıdır; beklentiyle değil!
Çünkü… Türkiye’de servetin yüzde 40’ı yüzde 1’in elindedir!
İsviçre Bankası Credit Suisse’in 2022’e ait ‘Global Wealth Data Book’ verilerine göre, 2021’de Türkiye’de en zengin yüzde 1, tüm servetin yüzde 40.7’sini, en zengin yüzde 5 tüm servetin yüzde 60.5’ini, en zengin yüzde 10 ise tüm servetin yüzde 70.8’ini elinde bulunduruyor.
2002’de en zengin yüzde 1’in ülkedeki servetin yüzde 39.4’ünü, en zengin yüzde 10’un yüzde 67.7’sini elinde bulundurduğu göz önüne alındığında Türkiye’deki adaletsiz ekonomik düzenini zenginlerin lehine daha da büyüttüğü ortaya çıkıyor.
‘Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2022’ye dair gelir dağılımı istatistiklerine göre, 2006-2022 kesitinde, hanehalklarının en düşük dilimden başlayarak yüzde 50’ye kadar olan kısmının geliri, diğer tarafta kalan kesimlere göre daha fazla artış gösterdi. Emekçilerin milli gelirden aldığı pay günden güne erimeye devam etti.[35]
TÜİK’in gelir dağılımı istatistiklerinin hesaplandığı ‘Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’nın 2023 sonuçlarına göre, en zengin yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay 17 yılın zirvesine çıkarak yüzde 49.8’e ulaştı. En düşük gelire sahip yüzde 20’lik kesimin ise toplam gelirden aldığı pay yüzde 5.9’a düştü.[36]
Evet, Türkiye’de gelir eşitsizliği büyüyorken; zenginler ve yoksullar arasındaki makas açılıyor. Örneğin Türkiye AB ülkeleri içinde gelir eşitsizliğinin en fazla olduğu ülke! En zengin yüzde 10’luk grubun ortalama geliri en yoksul yüzde 10’unkinin 15 katı! En zengin yüzde 5’lik grubun ortalama geliri en yoksul yüzde 5’inkinin 31 katı düzeyinde! Patronların gelirleri tüm gelirlerden daha fazla artıyor! Kadınların ortalama geliri ortalama gelirin yüzde 21 altında![37]
‘THE FORBES’İN ‘EN ZENGİN 10 TÜRK’ LİSTESİ[38] |
1. Murat Ülker (5.2 milyar dolar) |
2. Semahat Sevim Arsel (3.2 milyar dolar) |
3. İpek Kıraç (3.1 milyar dolar) |
4. İbrahim Erdemoğlu (3 milyar dolar) |
5. Mustafa Rahmi Koç (2.8 milyar dolar) |
6. Ali Erdemoğlu (2.6 milyar dolar) |
7. Ferit Faik Şahenk (2.4 milyar dolar) |
8. Erman Ilıcak (2.4 milyar dolar) |
9. Filiz Şahenk (2.2 milyar dolar) |
10. Nihat Özdemir (2.2 milyar dolar) |
Milli gelir istatistikleri de ülkedeki vaziyeti ortaya seriyor. Prof. Dr. Korkut Boratav, kişi başına ortalama ücret hesaplamasında 2016’dan 2022 yılına dek yüzde 25’e varan bir gerileme saptıyor. Bunun yanı sıra Prof. Dr. Erinç Yeldan’ın 2019 sonrasında milli gelir paylarındaki değişimi gözlemlediği hesaplamalarında toplam işgücünün ve sermayenin milli gelirden aldığı paylarındaki makasın giderek açıldığını saptar.[39]
Bireysel kredi kullanan kişi sayısı 1 yılda 2.7 milyon artarak 39.9 milyona ulaştı. Kredi tutarı 2.7 trilyon TL’yi aştı. Bireysel kredi kartı borcu bulunanların sayısı 36.7 milyon kişi oldu.[40] Bireysel kredi kartı borçlarının tüketici kredileri içindeki payı yüzde 45’e yükseldi.[41]
2024’ün ilk 28 gününde icra dairelerine giden toplam dosya sayısı 718 bin 238’e ulaştı. Her gün ortalama 25 bin dosya icralık hâle geldi. İcra dairelerinde bekleyen toplam dosya sayısı ise 21.3 milyona yükseldi. Her 4 kişiden biri icralık durumda.[42]
Yurttaşın ödediği toplam vergiler, Eylül 2023’de 122.6 artışla 386 milyar lira oldu. Ancak vergi gelirindeki bu yükselişe karşın Eylül 2023’te bütçe açığı yüzde 64.3 artışla 129 milyar lirayı aştı. Faiz giderleri ise yüzde 114 artarak 71 milyar lira oldu.[43]
Bütçeden “örtülü ödenek” için yapılan harcamalar 2023’de rekora gitti; sadece Kasım 2024’deki harcama 808.9 milyon TL’ye ulaştı.[44]
BDDK verilerine göre, bankacılık sektörünün Ocak-Eylül 2023 dönemi net kârı 2022’nin aynı döneme göre yüzde 53.5 artışla 439.7 milyar lira oldu.[45]
Şimdi burada, “Yıllar boyunca olası her türlü acının mutlak sınıra ulaştığını düşünen bir insan, şimdi acının sınırı olmadığını ve daha çok, daha yoğun acılar çekebileceğini anlıyordu,”[46] diye tarif edilmesi gereken yerde olduğumuzu göz ardı etmemeliyiz.
Acı ve “çaresizlik”le yüz yüze olsa da; değişime açık, en tehlikeli insan(lar)ın “çaresiz” denilenler olduğunu not etmeliyiz.
Özetle Melih Cevdet Anday’ın, “Anladık ölüme çare yok/ Kazaya belaya çare yok/ Saç dökülmesine/ Yüz buruşukluğuna çare yok/ Anladık çare yok/ İşsizliğe de mi yok/ Açlığa da mı yok/ Anlamadık gitti,” dizeleri eşliğinde; Max Weber’in, “Dünya günün birinde küçük dişli çarklar, küçük işlere tutunan ve daha büyük olanların peşinde koşan küçük insanlarla dolup taşabilir”; Roland Vincent’ın, “Kapitalizm, insan hırsı ve aç gözlülüğünün başarısız bir deneyi olarak yok olacak,” saptamaları eşliğinde kapitalizmin “erişilebilir bir denge” modeli olmadığı[47] ve topyekûn yıkım ile yabancılaşmaya/ çürümeye eşitlendiği görülmelidir.
Kolay mı?
Kapitalizmde yabancılaşan insan(lık), varlığının anlamsız hâle getirilmesi yanında körleştirilmiş ve para ile terbiye edilmiştir. Oysa her şeyin ölçüsü insandır ve öyle olmalıdır. Hiçbir toprak, bayrak, söylem insandan daha “kutsal” olamaz.
Dünya ezenlerin şiddetinden çok, iyilerin sessizliğinden çok ama pek çok acı çekiyor; ama durum “umutsuz” falan değil. Çünkü kötünün içinde iyi, iyinin içinde kötü vardır. Bu bir imkân tehdit sarmalıdır…
Koşulların kötülüğünü fark eden herkes, bunu ifşa etmek için sesini yükseltmek, insanların gözlerini açmakla görevlidir.
Baş eğmeyen, mücadele edebilen insan(lık), yaratan ve yok edendir; insan(lık)ın değiştirme gücü ile her şeyi yeniden biçimlendirebilir. Başkaldıran insan(lık) bunun kanıtı değil mi?
Hasılı: Yaratıcı akıntıya karşı yüzendir; hiçbir şey yapmayan “hatasız”lardan uzak durup; hataların içinde gelişme imkânı olduğunu gören; bilinçli inancını yitirmeyen; insan olmaktan ve gereklerinden korkmayan ve Maksim Gorki’nin, “İnsanlar rahatlıkla aptallar ve alçaklar olarak ayrılabilir. Sürüyle alçak var! Kurnaz vahşi hayvanlar gibi yaşıyorlar kardeş; yalnızca güce tapıyorlar! Kurnazlık vahşi hayvanın aklıdır!”[48] uyarısının bilincinde olabilenlerdir.
“ÇARE” (Mİ?) SİZSİNİZ!
“Hep hatırla: ‘Çaresizseniz, Çare ‘sizsiniz’!” der Behçet Necatigil ve ekler Donald Walsch, “Her şeyden vazgeçene kadar, hiçbir şeye sahip olamazsınız.”
Çözüm güzergâhı bu: Karl Liebknecht’in, “Mümkünün son sınırlarına, imkânsızı elde etmek için çabalayanlar ulaşabilir ancak”…
Noam Chomsky’nin, “Alışılmış zihinsel düzenler değiştiğinde devrim patlak verir”…
V. İ. Lenin’in, “İnsanlara şunu söylüyoruz: Yalancıların maskelerini kaldırın, körlerin gözlerini açın!,” uyarılarındaki üzere…
Çünkü kapitalizm, teslim aldığı sıradan/ yabancılaşmış insan(lık)ı inandırdığı yalan yerle yeksan edilmeden aşılamaz.
Devrimciler elinden gelenin en iyisi yapabilirse ezilenler yardıma hazırdır. Yeter ki, yardımlarının işe yarayacağına ilişkin devrimci praksis ortaya konulup, gösterilebilsin.
Ancak Oriana Fallaci’nin, “Özgürlük adına lime lime kesilmeye, işkence çekmeye, hatta ölmeye razı insanlar tanıyacaksın. Umarım onlardan biri olursun,”[49] sözlerindeki gibi, yeryüzünü cennete dönüştürmek için yeryüzü cehennemi göğüslenecek. Tabii insan(lar)dan büyük sonuçları birden bire bekleme yanılgısına düşmeden…
Güzellik duygusuna, risk alma cesaretine, doğruyu söyleme disipline, fedakârlık kapasitesine sahip devrimciler, hatalarını kabul edip, hatalarından ders çıkarabildiği ve düzeltebildiği kadar güçlüdürler ve gerçek karakterler böyle ortaya koyabilirler.
İnsanlar inanç ve iddialarıyla değil, eylemleri ve duruşlarıyla değerlendirilmelidir. Eylemler inançtan daha ciddidir. Çünkü kendinden bir şey verebilen insandır; Friedrich Engels “Bir gram eylem, bir tonluk kuramdan daha değerlidir.” “Eğer yenilmişsek, yapmamız gereken tek şey, baştan başlamaktır,” deyişindeki üzere…
O hâlde göründükleri gibi olmalıdır insanlar ya da oldukları gibi görünmelidirler; eğer böyle değillerse, hiç olmasınlar daha iyi. İnsan(lık)a “Kendini bil!” denilmesi tam da bunun içindir; “Her insan, kendi olması karşılığında topluma bir bedel öder. Az ya da çok, ama mutlaka bir bedel. Kimse bedelsiz kendi olamaz,”[50] Murathan Mungan’ın dediği gibi.
Tamamlarsak: Behice Boran’ın, “Kişiler hakkında nasıl mı karar vereceksin? Hayatlarına bakarak. Bir insan, yaşadığı hayatın insanıdır,” vurgusundaki üzere zaaflarını, korkularını yenen insan güçlüdür ve ilkesel düşünen insan kapitalizmin dünyasında az kabul gören kişidir. İnsan(lık)ı değerli kılan ise toplumsal kurtuluş davasına, gerçeğine bağlanmasıdır.
Dolores Ibarruri’nin, “Cehennemin, şu yeryüzündeki yaşamımızdan daha kötü olacağını hiç sanmıyorum.” “İmparatorlar ve papalar, krallar ve papazlar, ve de bütün tutucu din adamları servet içinde yüzükleri hâlde, yoksul olduklarını söylerler. Devrimde hepsinin kafası kopsun”…
Che Guevara’nın, “Bir insanın yaşayıp yaşamadığını, atan nabzından değil; onurlu duruşundan anlarsınız.” “Bir yerde bir zulüm varsa ve tek tükürük hakkım olsaydı zulmü yapana değil, zulme sessiz kalanın yüzüne tükürürdüm”…
Ömer Muhtar’ın, “Biz asla teslim olmayız. Ya kazanırız, ya ölürüz. Bizden sonraki nesillerle de savaşacaksınız. Bana gelince, ben cellatlarımdan daha uzun yaşayacağım,” kararlılığıyla…
Kapitalizmin yerküresinde başka yol yok!
“Nasıl” mı?
Sürdürülemez kapitalizm ile öylesine bir çürüme/ kirlenme/ yıkım yaşıyoruz ki “aklımız zorlanıyor”, “ruh sağlığımız” bozuluyor. Bu koşullarda “akılımızı-ruhumuzu korumak” gerçekten zor.
Kapitalizm elinde hasta toplumlar oluştur, insanlar risk altında yaşamaya mahkûm edilir ki, bunun kanıtlarından biri de, hayatta ve acı çeken insana empatiyi yitirip; tanınma, bilinme, fark edilme arzusunun kitleselleşmesi, sıradanlaşması, herkes için bir norm hâline geldiği Türk(iye) toplumudur!
Saltıkov Şçedrin, ‘Vicdan Kayboldu’ başlıklı masalında, vicdanının sesini susturan, değerlerini kaybeden, kendisiyle hesaplaşmaktan kaçınan insanlardan oluşan bir toplumun çöküşünü anlatır:
“Vicdan ortadan kayboldu… Hiçbir şey üzmüyor onları, hiçbir şey düşündürmüyor, bugün… yarın… her şey… sanki onların elinde; vicdanın ortadan kaybolduğundan habersiz, mutlular…”[51]
Değerlerini, vicdanını kaybetmiş, yozlaşmış bir toplumun parçası olmak insana yakışmazken;[52] “Çürümeyle mücadele şart,”[53] diye haykırır Korkut Boratav!
12 Mart 2024, İstanbul.
N O T L A R
[1] 16 Mart 2024 tarihinde Kaldıraç Akademi’nin İstanbul’da düzenlediği “Çürüyen Türkiye’nin Beşeri Krizi ile Kirletilen İnsan(lık)” başlıklı etkinlikte yapılan konuşma…
[2] Michel Foucault, Kelimeler ve Şeyler, çev: Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Yay., 1994.
[3] 2 Mart 2024: İstanbul’da Kaldıraç Akademi’deki ‘Kapitalist Uygarlık Krizi İnsan(lık) Hâl(ler)i ve Çürüme’ başlıklı konuşma: https://www.youtube.com/watch?v=vPObB9WwtuQ&t=1822s
[4] Bkz: i) Temel Demirer, “… ‘Çürüme ve Korku’nun Türk(iye) İnsan(sızlığ)ı”, Rojnameya Newroz, Temmuz 2023… https://temeldemirer.blogspot.com/2023/10/curume-ve-korkunun-turkiye-insansizligi.html
- ii) Temel Demirer, “… ‘Bitmeyen Veda’nın Tüketil(e)meyen İnsan(lar)ı”, Kaldıraç, No: 212, Mart 2019… https://temeldemirer.blogspot.com/2019/03/bitmeyen-vedanin-tuketilemeyen-insanlari.html
[5] Sait Faik Abasıyanık, Semaver, Yapı Kredi Yay., 6. Baskı, 2004, s.80.
[6] Sigmund Freud, Psikanaliz ve Telepati Cem Yay., 2021, s.89.
[7] Kemal Kılıçdaroğlu, “Ahlâksızlığın Kurumsallaşması”, Cumhuriyet, 5 Mart 2024, s.2.
[8] Anıl Al Rebholz, “Bir Zamanlar Vahşi Batıda…”, Birgün Pazar, 28 Ocak 2024, s.8.
[9] R. B. Edgerton, Hasta Toplumlar: İlkel Düzen Efsanesine Bir Meydan Okuyuş, çev: H. Turgut, Buzdağı Yay., 1992.
[10] Erich Fromm, Varolma Sanatı, çev: Işıtan Gündüz, Say Yay., 1982.
[11] Eduardo Galeano, Zamanın Ağızları, çev: Bülent Kale, Sel Yay., 2018, s.130.
[12] “Antidepresan Kullanımı Her Yıl Katlanarak Artıyor”, 17 Ocak 2024… https://odakdergisi2.com/antidepresan-kullanimi-her-yil-katlanarak-artiyor/
[13] Arzu Erkan, “Depresyon Pandemisi”, Birgün Pazar, 5 Kasım 2023, s.11.
[14] “Türk Toplumunda Yardımlaşma Ve Dayanışma Kültürü Azalıyor mu?”, Cumhuriyet, 29 Şubat 2024… https://www.cumhuriyet.com.tr/yasam/arastirma-turk-toplumunda-yardimlasma-ve-dayanisma-kulturu-azaliyor-mu-2180701
[15] “Çocuk İstismarı Vakaları 9 Yılda Yüzde 287 Arttı”, 26 Aralık 2023… https://odakdergisi2.com/cocuk-istismari-vakalari-son-9-yilda-yuzde-287-artti/
[16] Şevval Aydoğan, “Çocuklar Suç Kıskacında”, Cumhuriyet, 3 Ağustos 2023, s.3.
[17] Kayhan Ayhan, “210 Bin Çocuk Suça Sürüklendi”, Birgün, 3 Ağustos 2023, s.8.
[18] Nisa Sude Demirel, “Yoksulluk, İstismar ve Ölüm”, Evrensel, 20 Kasım 2023, s.2.
[19] “11 Bine Yakın Çocuk Evlendirildi”, Birgün, 23 Şubat 2024, s.3.
[20] Sarp Sağkal, “15 Yaş Altı Doğum 1 Yılda Yüzde 25 Arttı”, Cumhuriyet, 29 Haziran 2023, s.3.
[21] “5 Bin 126 Çift 1 Yıl Dolmadan Boşandı”, 11 Mart 2024… https://artigercek.com/guncel/5-bin-126-cift-1-yil-dolmadan-bosandi-287230h
[22] Yüksel Mansur Kılınç, “Toplumu Saran Suç Ekonomisi ve Çürüme”, Cumhuriyet, 18 Aralık 2023, s.2.
[23] “Korkut Boratav: Çürümeyle Mücadele Şart”, Cumhuriyet, 3 Şubat 2024, s.9.
[24] Mustafa Bildircin, “ODTÜ’nün Değeri Diyanet’ten Az”, Birgün, 30 Ocak 2024, s.13.
[25] Eren Aysan, “Mafya Dizileri Gibi Yaşamımız…”, Cumhuriyet, 2 Eylül 2023, s.11.
[26] Eren Aysan, “İyilik ve Ölüm”, Cumhuriyet, 3 Şubat 2024, s.11.
[27] “Sınır Ötesinden Şiddet Çığlığı”, Birgün, 19 Ocak 2024, s.16.
[28] İlayda Kaya, “Silahlanma Yaşı 12’ye Kadar Düştü”, Birgün, 13 Haziran 2023, s.3.
[29] “Son On Senede 34 Bin Silahlı Olay”, Birgün, 13 Şubat 2024, s.3.
[30] Rengin Temoçin, “Türkiye’de Büyüyen Tehlike: Şiddet”, Cumhuriyet, 24 Temmuz 2023, s.3.
[31] Şükrü Aslan, “Bireysel Silahlanmanın Sosyolojik Yansımaları”, Birgün, 10 Ocak 2024, s.6.
[32] Berkay Sağol, “Her Yerde Silah Satıcıları Dolu”, Birgün, 4 Şubat 2024, s.3.
[33] Oscar Wilde, Sosyalizm ve İnsan Ruhu, çev: Fatih Özgüven, Metis Kitap, 2016, s.59.
[34] Eduardo Galeano, Aynalar, çev: Süleyman Doğru, Sel Yay., 2009.
[35] Semih Güven, “AKP düzeni: Emeğiyle Geçinenler Böyle Saldırı Görmedi!”, Birgün Pazar, 20 Ağustos 2023, s.10.
[36] “2023’te Zengin, Zenginleşmeye Devam Etti”, 29 Ocak 2024… https://www.avrupademokrat3.com/2023te-zengin-zenginlesmeye-devam-etti/
[37] “DİSK-AR: En Zengin Yüzde 5’in Ortalama Geliri En Yoksul Yüzde 5’in 31 Katı”, 29 Ocak 2024… https://arastirma.disk.org.tr/?p=10773
[38] “Forbes, ‘En Zengin 10 Türk’ Listesini Açıkladı”, 23 Şubat 2024… https://www.birgun.net/foto-galeri/forbes-en-zengin-10-turk-listesini-acikladi-508892
[39] Aslı Aydın, “Gelir Adaletsizliği ve Türkiye’nin Ultra Zenginleri”, Birgün Pazar, 20 Ağustos 2023, s.10.
[40] “Borçtan Borca Türkiye”, Cumhuriyet, 15 Şubat 2024, s.9.
[41] “Kredi Kartları Masada”, Cumhuriyet, 10 Şubat 2024, s.9.
[42] Müslüm Evci, Sözcü, 29 Ocak 2024.
[43] Mustafa Çakır, “Bütçe Yama Tutmuyor”, Cumhuriyet, 17 Ekim 2023, s.9.
[44] “… ‘Örtülü Ödenek’ Rekora Koşuyor”, Cumhuriyet, 21 Aralık 2023, s.9.
[45] “Bankalar Kâra Doymuyor! 9 Ayda Dev Gelir”, Cumhuriyet, 31 Ekim 2023, s.9.
[46] Viktor E. Frankl, İnsanın Anlam Arayışı, çev: Selçuk Budak, Okuyan Us Yay., 2016.
[47] Bilsay Kuruç, “Ortak Yaşam ve Uyum (6)”, Cumhuriyet, 15 Ocak 2024, s.6.
[48] Maksim Gorki, Küçük Burjuvalar, çev: Güner Sümer, Bilgi Yay., 1967.
[49] Oriana Fallaci, Doğmamış Çocuğuğa Mektup, çev: Pınar Kür, Bayraktar Yay., 1983
[50] Murathan Mungan, Yüksek Topuklar, Metis Yay., 2002.
[51] Saltıkov Şçedrin, Büyüklere Masallar, çev: Mazlum Beyhan, Sosyal Yay., 1981
[52] Öner Yağcı, “Gerçek ve Vicdan”, Cumhuriyet, 24 Şubat 2024, s.10.
[53] Korkut Boratav, “Çürümeyle Mücadele Şart”, Cumhuriyet, 3 Şubat, 2024, s.9.