Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim, bozuk düzende sağlam çark olmaz. Günü “kurtaracak” önerilerle bu cendereden çıkılamaz. Kâr hırsıyla yaşayan kapitalizm reddedilmeden, nefes alınabilecek bir dünya olmayacak.
Birileri çıkıyor, “bakın biz kamuda tasarrufa gidiyoruz, siz de dişinizi sıkın” diyor, kamu arazilerinin satılacağını duyuruyor. Birileri de “özeleştirmiyoruz, halka arz ediyoruz” diyerek kamunun tüm birikimlerini satışa çıkaracağını belirtiyor.
İBB Mali Hizmetler Daire Başkanı Rezzan Neslihan röportajında, İGDAŞ’tan başlayıp Halk Ekmek’e kadar pek çok hizmetin özelleştirileceğini söylüyor. İmamoğlu ise “haddini aşmış” şovundan sonra, hayır “halka arz ediyoruz” diyerek aslında öze değil, ifade ediliş biçimine itiraz ettiğini itiraf etmiş oluyor.
Toplumun hafızası bu kadar yok sayılabilir mi? Tüm dünyadaki neoliberal politikalar ile paralel olarak Özal ile artışa geçen, AK Parti ile arşa çıkan özelleştirme dalgası başka coğrafyada mı yaşandı? Birçok büyük işletme halka arz adı altında özelleştirilirken, otoyol ve köprüler dâhil birçok özelleştirme yaşamadık mı? Büyük fabrika arazilerinin ranta açılarak peşkeş çekildiğini başka bir ülkede mi yaşadık?
Halka arz olununca şirketler denetlenebiliyormuş! Şimdi bu şirketlerin daha iyi denetlenebildiğini söyleyebilir miyiz? Geçmediğimiz köprü için ödediğimiz dövizi düşününce, bu süreçten kazançlı çıktığımızdan bahsedebilir miyiz?
Kamuya ait bir şirketin halka arz edilmesinden kimler kazanç sağlayacaktır? Mesela, halk doğalgazı daha ucuza mı alacaktır? Yine yakın zamanda özelleştirilen elektrik şirketleri örneğinin üzerinden çok zaman geçmedi. İlave kârlarla büyüyen bu şirketlerin kime faydası var?
Her gün artan elektrik faturalarıyla işçi ve emekçilere faydası olmadığı aşikâr. Yoksa bu şirketlerde çalışanlara mı faydası olacak?
2017’de başka bir şov olan, kanun hükmünde kararname ile kamuda taşeron firmalarda çalışan işçiler kadrolu hâle getirilecekti. Bugün İGDAŞ dâhil birçok kamu kurumunda, yeni alt şirketler kurularak işçilerin kadrosuz, taşerona çalıştırıldığını biliyoruz. Bu kurum özelleştirildiğinde, bu işçiler kadrolu olup daha iyi koşullarda mı çalışacak?
Hayır, geçmiş deneyimlerde de gördüğümüz gibi, güvencesiz çalışmanın, işten atılmaların artacağı gerçeklikle karşı karşıya kalacağız!
Eskinin özelleştirme, sadaka dağıtma politikaları, bugün farklı soslarla, belediyeler eli ile yeniden sahaya sürülüyor.
Ekonomik krizin bedeli ödetilen işçilerin sokaklara taşmasını engellemek için beş yıl daha yerinizde oturun, biz sizin yerinize yönetiriz, gerekirse sizin için mitingler de organize ederiz deniliyor.
Kömür dağıtanlara laf edenler, şimdi sınırlı bir kesime ucuz yemek dağıtarak sorunun böyle çözüleceğinden bahsediyorlar.
Kriz hâlindeki kapitalizm, CHP’ye verdiği yeni rolüyle belediyelerle sadaka dağıtmayı planlamaktadır. Sadaka kültürü insan onuruna hakarettir. Onurlu bir yaşam isteyen insanlar ise dayanışmayı büyütmeli ve bunu sadece kendinden olanla yapabileceğini bilmelidir.
Özelleştirme değil, tam tersine kamulaştırmaya gidilmelidir. Gerçekten tasarruf etmek isteyen, zenginlerin ettiği yüksek kârlara bakmalı verdiği teşviklerden vazgeçmelidir.
“Tasarruf”, “halka arz” politikaları halkı kandırmaktan öteye gitmeyecektir.
Milyonlarcamız asgarî ücretle, milyonlarcamız açlık sınırının altında, milyonlarcamız da yıllarca çalıştıktan sonra ayda 10 bin lira ile hayatta kalmaya çalışıyor. Yönetenler ise her geçen gün yine bizim üzerimizden servetlerini büyütüyorlar.
Bugün ücretsiz barınma, elektrik, su, doğalgaz, ulaşım için kamulaştırma talebiyle mücadeleyi yükseltmek gereklidir. Bu krizi biz yaratmadık, yükünü de biz ödemek istemiyorsak örgütlü mücadeleyi büyütmeli, sömürüsüz ve sınırsız, insanca yaşanacak bir dünya kurmak için adımlarımızı birleştirmeliyiz.