Özgür Özel, Haziran 2024 sonunda, yerel seçimlerin ardından, Mart 2024’te söylemesi gereken “erken seçim” sözlerini, hafif tonda söylemeye başladı. Şöyle imiş, “öyle bir teklif götürecekmiş ki Erdoğan’a, o da kabul edecekmiş.”
Eskiden, doktor az sayıda idi ve din her zaman Anadolu’da önemli idi. Bu nedenle, saray erkânı, nefesi kuvvetli hocalara başvurur, özellikle zihinsel arızalarını bu yolla çözmeye çalışırlardı. Bu “nefesi kuvvetli hoca”lar, saraydan halka yayılırdı ve halk arasında bunlar, kadınların içinden cin çıkartmak, çocuğu olmayanı okuyarak çocuk sahibi yapmak vb. gibi işler yapmaya da başlardı. Bu nefesi kuvvetli hocaların, cinsel yaşamı daha çok konu edinenlerine, “cinci hoca” derlerdi. Hâlâ da böyledir. Sadece eskiden bu mesela devlet eli ile doğrudan yapılmazdı ve işin içinde tarikatlar bu denli fütursuzca, utanmazca yer almazlardı. Köylerdeki hâlinde, “nefesi kuvvetli hoca” üflerdi ama bu hocanın daha üst rütbelisi (rütbenin nefesin kuvveti ile bir alakası yoktu elbette) Saray’da iş yapardı.
Modern TC devletinde, “nefesi kuvvetli” hocalar, daha çok “iktidar-muhalefet” alanındaki siyasilere gerekli oluyor olsa gerek. Bu “nefesi kuvvetli hocalar”, kendilerine yeni isimler buldular, “uzman-danışman”. NATO, bu yüksek danışmanlarla, siyasileri okuyup üflüyor.
Özgür Özel’i kim okuyup üflüyor bilemiyoruz ama etkili bir okuması olduğu kesin dersek yeridir.
İşte bu 2025 yılının kasım ayında bir erken seçim formülü, böylesi bir üflemedir. Diyor ki Özel, Erdoğan’ın 2,5 yılı dolmuş olacak. Bu anda ona bir “erken seçim önerisi” götüreceğiz. O da, seçime tekrar girme şansını yakalayacak. Ve elbette, 2,5 yıl daha zamanı olsa da, 5 yıl daha “seçilmek” üzere, önerilerini kabul etmek zorunda kalacak.
Size de komik gelmiyor mu? Gelse de gelmese de, bir de bizim bu konudaki görüşlerimizi dinleyin. Bu konuyu tartışalım. Belki size, bizim “nefesi kuvvetli hoca” rolündeki “uzman-danışman”lar ile Özel’in durumu arasında kurduğumuz bağı açıklama olanağını da yakalamış oluruz.
1
Saray Rejimi, sıkışmış durumdadır. Bu sıkışma, iki etken tarafından birlikte ortaya çıkmış olan toplumsal bunalım nedeniyledir. Bu iki neden şöyledir: (1) savaş, (2) derinleşen ekonomik kriz.
Savaş, eski MİT Başkanı, yeni Dışişleri Bakanı, bize göre savaş kabinesi üyesi de olan Fidan tarafından dile getirilen, “savaş yakın” görüşü nedeni ile yakınlaşmıyor. Tersine, zaten bir savaş var ve bu savaşın büyümesi yönünde her şeyi yapan ABD emperyalizmi, Batı emperyalist güçleri, NATO, savaşı daha da büyütmek istiyorlar. NATO bir savaş örgütü olarak, sadece kendi üyelerini savaşa hazırlamıyor, buldukları her fırsatta, eline geçirdikleri her gücü bu konuda kullanmakta da tereddüt etmiyor.
Bu durumda eski MİT Başkanı, yeni Dışişleri Bakanı, savaş kabinesi üyesi Fidan’ın savaşı dillendirmesi, sadece komik olarak ele alınamaz. Çünkü bir ülkenin Dışişleri Bakanı, savaş geliyor diye beyanat vermez. Bunu kendi efendilerine söyleyecekse, zaten kapalı kapılar ardında söyler, yok bunu halka söyleyecekse, bu biçimde yapmaz. Demek, hiçbir ciddiyetleri kalmamıştır. Erdoğan’ın cami çıkışında, cuma namazı sonrası açıklamaları daha az komiktir.
Demek artık savaş yakındadır. Kaç vakte kadar savaş olacağını, Saray’ın özel falcılarına danıştıklarından da şüphe etmeyin.
Bizim görüşümüze göre, TC ile Batı güçleri arasında, 2023 yılının başlarında, (biz bu anlaşma tarihini Mart 2023 olarak tahmin ediyorduk. Ama anlaşılan, Özel’in verdiği tarihten yola çıkarsak, 2023 başı olmalıdır) bir anlaşma yapmışlardır. Bu anlaşma, temel olarak iki ana konuyu içermektedir: İlki bir savaş kabinesi kurulması ve TC devletinin ABD tetikçisi olarak daha organize tarzda, yeni hedeflere (mesela İran’a karşı) doğru devreye sokulmasını içeriyor. İkincisi ise ekonomik alandır. Türkiye’den alacaklı olanlar, bir çeşit konsorsiyum kurmuşlardır. Alacaklıların bu uluslararası konsorsiyumu, alacaklarını garantiye almayı hedefliyor. Alacaklılar, borçluyu öldürmezler, borçlarını ödemesini isterler. Tıpkı Düyûn-ı Umûmiye gibi bir organizasyondur bu. Buna gizli IMF programı da eşlik etmektedir.
Alacaklılar, ekonomiyi Saray’dan almıştır ve bir memur olarak Şimşek’e vermişlerdir. Şimşek, “yerli halk” gibi sözlerle, aslında kendisinin Türkiye adına görev yapmadığını, bir sömürge ekonomi sorumlusu olarak iş gördüğünü ifade etmiş bulunmaktadır. Bu ekonomik program, elbette iktidarı-muhalefeti ile tüm Saray Rejimi’nin kabul ettiği bir programdır. Bu nedenle CHP ve onun bazı uzmanları, Şimşek’i, “liyakatli adam” diye alkışlamışlardır.
2
Ekonomik program, elbette krizin işçi ve emekçiler için daha ağır bir yük hâline gelmesini beraberinde getirecektir. Zira sadece alacakların, içeride hiçbir döviz hareketi yaratmadan borçları yeni faizleri ile yapılandırmaları demek değildir. Aynı zamanda, bu faizin ödenmesi de demektir. Bu nedenle, elbette, birçok gelir kaynağına ve gelire el koyacaklardır ve koymaktadırlar da. Bu nedenle, haraçlar, vergiler vb. devreye sokulmuştur, daha da sokulacaktır.
Öte yandan, kara para operasyonlarından, daha genişlemiş çetelere akan payı da azaltacaklardır ve bunun adı da, “çete operasyonları” olmaktadır. Gerçekte, başka çeteler, büyük çeteler lehine sürece müdahale etmektedirler. Bu nedenle İçişleri Bakanı da, savaş kabinesinin üyesi olmalıdır.
Nitekim Türkiye, kara para konusundaki gri-liste’den çıkartılmıştır. 1,5 yılda bu konuda yol aldıkları anlaşılmaktadır.
Bizim ünlü “demokrat” ekonomistlerimiz, hukuk alanında bazı reformlar beklerken, uluslararası konsorsiyum, buna gerek olmadan işi bir ölçüde “çözmüş”tür.
Peki işçi ve emekçilerin, küçük ve orta işletmelerin ekonomik krizin altında ezilmeleri ne olacak? Onlar ezilecek. Bu açık ve nettir.
İşte bu noktada CHP devreye sokulmaktadır. Taktik açıktır, daha ileri toplumsal protesto eylemlerinin önünü kesmek için, CHP kendisi mitingler yapmaktadır. Böylece, “bakın biz bu işi çözeceğiz, bizim kuyruğumuzdan ayrılıp düzeni tehdit edecek eylemlere yönelmeyin” diyorlar.
Artan toplumsal tepki, bir çeşit yangın olarak görülmektedir. Düzen için bir yangındır da. Bu durumda, yangını söndürmek için su kullanmak yetmeyeceğinden, CHP eli ile küçük yangınlar devreye sokularak, toplumsal patlama önlenmeye çalışılıyor. İlkel bir yöntemdir. Eğer siz yanan ormanı dert etmiyorsanız, yangını küçük yangınlarla önlemeye çalışırsınız.
Bu, ekonomik krizi çözmek demek değildir. Böyle bir durum yoktur ve olmayacaktır. Önemli olan, CHP eli ile, gerçek ve etkili eylemlerle kitlelerin sokağa çıkmasını önlemektir. Bunu yapmaya çalışıyorlar. Bu elbette ellerinde de patlama ihtimali olan bir tutumdur da.
3
Öte yandan bu durum, savaş hazırlıkları açısından da önemlidir.
Savaş için Saray Rejimi, içeriyi hazırlamak istiyor. Bu nedenle, mesela Kobanȇ davası gibi, mesela 1 Mayıs gibi eylemlerde Kürt hareketine ve devrimci harekete vurmaya çalışıyorlar. Ama aynı zamanda, bir yandan yumuşama sözlerini sarf ediyorlar ve aynı anda bazı mitingler düzenleyerek, CHP’nin kitleleri kontrol etme olanağını güçlendirmek istiyorlar.
Zira savaş kutuplaştırılmış %30 ile sürdürülemez. Bir çeşit “toplumsal rıza” üretilmelidir. Bunu yapmak için, Saray ve CHP birlikte çalışmaktadırlar. Elbette görüntüde sanki biraz daha aktif bir burjuva muhalefet varmış izlenimi ortaya çıkmaktadır. CHP’li belediyeler bu açıdan bir supap olarak kullanılmak istenmektedir. Sadaka sistemi CHP’li belediyelere devredilmektedir. Bu zaten, Şimşek yönetimindeki ekonominin de ihtiyacıdır. Böylece merkezî bütçeden borç ödenmesi daha olanaklı hâle gelmektedir. Şimşek EYT ile bütçeye binen yükü, emeklilerin maaşları ile binebilecek yükü her fırsatta anlatmaktadır. İkisi, 1,3 trilyon olarak hesaplanmaktadır. Ne kadar dolar ediyorsa, işte o uluslararası konsorsiyuma gidecektir.
Böylece, tepkiyi CHP eli ile toplamak ve denetim altına almak istiyorlar. Saray’dan ise, 100 milyonluk bir tasarruf hedefliyorlar.
Bu, kitleleri denetim altında tutmak, manipüle etmek için ciddi bir politika anlamına gelmektedir. Bunun başarılı olup olmaması ise ayrı bir konudur ve bir yandan savaş politikalarına, diğer yandan ise, işçi sınıfı ve kitlelerin tepkisine bağlıdır.
4
Özel’in “nefesi kuvvetli hocaları” işin zorluklarını görüyorlar ve şimdi, hemen, seçim konusunu devreye sokmaya başlıyorlar.
Tarih de bellidir; 2025 Kasım ayı.
Demek ki, konsorsiyuma 3 yıl gerekiyormuş. Bunun 1,5 yılı dolmuştur ve geriye 1,5 yıl kalmıştır. Bu IMF programlarına da çok uygun bir süredir.
Öte yandan, savaş politikalarına da uygundur.
İsrail’in Filistin soykırımı süreci, İran’a karşı savaş planlarını ertelemiştir.
Bu savaş, ya da Fidan’ın söylediği savaş, acaba nasıl bir savaştır? Bu savaş, Ukrayna’daki gibi, uzaktan seyredilecek ve kendi evine bomba düşmediği sürece savaş var mı yok mu kararsızlığı içinde “olağan” bir yaşam sürmek şeklinde gerçekleşmeyecektir. Tersine, savaş, hızlı ve yıkıcı olacaktır. Krizle birlikte bu savaş, eğer hedefte İran varsa, Türkiye ve İran’ı da yıkıma götürecektir. Ve anlaşılan, bunun için de savaşın başı ve sonu olarak, 2025 Kasım ayı uygun bulunmaktadır. İşte, Özel’e üfleyen nefesi kuvvetli hocalar, bu hesabı yapmaktadır.
İyi ama, bu savaşın nasıl gelişeceğini önceden bilmek ne kadar olanaklıdır?
Bilinsin bilinmesin, kitleleri tutabilmek için seçim tartışmaları için zaman uygun bulunmuş gibidir. Demek, savaş hazırlıklarının önemli bir bölümü, içeride kitleleri denetim altında tutmakla ilgilidir.
5
Bir kere daha savaş ve seçim meselesine birlikte gelmiş oluyoruz.
Okuyucu eğer bizi izlemiş ise, 2023 seçimlerinin öncesinde, ısrarla, savaş göz önüne alınmadan, seçim üzerine konuşmanın oldukça körce bir tutum olduğunu, bunun işçi sınıfı ve kitleleri, yoksulları kandırmak demek olduğunu söylediğimizi hatırlayacaktır.
Yine savaş ve seçim meselesi ile karşı karşıyayız.
Savaş’ın kundakçıları, ABD -Batı- NATO’dur. Bu konuda karar vericiler bunlardır. Bu böyle iken, seçim üzerine tartışmak, aslında bir boş tartışmadır ve kitlelerin örgütlü tepkisini önlemeye yöneliktir. Saray’dan artan şiddet devreye sokulurken, CHP eli ile de kitlelerin denetimde tutulması taktiği devreye sokulmaktadır. Seçim tartışmaları, bu amaç içindir.
6
Demek ki, Özel, öyle bir teklifte bulunacak ki, Erdoğan bunu kabul etmek zorunda kalacak. Niye? Çünkü, Özel’e göre, Erdoğan, Kasım 2025’te kalan 2,5 yıllık süre yerine, yeniden seçilip, 5 yıl kalmayı kabul edecektir.
Demek ki, (a) Erdoğan, kazanma şansının olduğuna inanacaktır, (b) Erdoğan’ın yeniden aday olması da mümkün imiş. Biz, 2023 seçimlerinin öncesinde Erdoğan’ın aday olamayacağını söylüyorduk ve karşımıza çıkıp “olabilir” diyenlere, “her seçimde seçim zamanını biraz öne çekerse ömür boyu seçilme hakkı olduğunu mu söylüyorsunuz” diye sorduğumuzda, “olur mu öyle şey” yanıtını alıyorduk.
Şimdi, Özel, Erdoğan’ın 4. kere seçilme hakkı olduğunu söylüyor. 5. kere de aday olabilir mi? Buna göre ömür boyu olabilir.
Özel, bunu kabul etmekle kalmıyor.
Özel, aynı zamanda, aslında hiçbir meşruluğu olmayan (seçilme hakkı da yoktu ve seçim de hileli idi) seçimleri, “meşru” hâle getirmek istemektedir.
Demek ki Özel’in üfürükçüleri, savaş için, Saray’ın “meşru” olduğunun kabul edilmesi gerektiğini ifade ediyorlar. Üflenmiş hâli ile Özel, Saray’ı meşrulaştırmak için devreye giriyor. Görüntüye bakarsanız, seçim öneriyor, ama gerçekte, savaş hazırlığı için, seçimleri ve sonuçlarını meşrulaştırmak istiyorlar. Özel’in amacı bu olsun olmasın, yaptığı iş budur. Üfürükçülük, şimdi siz söyleyin, abartılı mıdır?
Erdoğan aday olamaz.
Seçimler gayrimeşrudur.
Sandığa giren oy ile çıkan oy aynı değildir.
Kimin seçileceğini NATO belirlemektedir.
Mevcut parlamento, büyük ölçüde sağcıdır.
Mevcut iktidar yapısı bir savaş kabinesidir ve Saray Rejimi’ne savaş kabinesi değişikliği yapılmıştır.
Bir gün parlamentoya ihtiyaç duyarlarsa, bu parlamento, işlevsizdir ve içinde bir AK Parti daha, 2 x AK Parti vardır.
7
Bu nedenle, bir kere daha söylüyoruz; Saray Rejimi, ancak direnişle yıkılabilir. Saray Rejimi devletin olağanüstü örgütlenmesidir. Saray Rejimi, seçimle gelmemiştir, seçimle gitmez.
Ayrıca, bu ülkede Gezi ile başlayan ve hâlâ sürmekte olan bir direniş hattı vardır. Bu direniş hattı, Saray Rejimi’nin korkulu rüyasıdır, kâbusudur.
Kürt hareketi ile bu direniş hattı, pratikte aynı hedefe vurmaktadır. Saray ve Saray’ın uzantısı olan burjuva muhalefet, CHP dâhil, bu iki kanalın birleşmesine karşı özel bir program devreye sokmuşlardır. Saray baskı ve şiddet ile, CHP ise bu direniş hattını yolundan çıkartmak yolu ile aynı amaca hizmet etmektedir.
Bu konuda devletin deneyimli olduğunu unutmamak gerekir. Deneyimleri hafife alınmamalıdır. Haziran ayının sonunda Kartal’da gerçekleştirilen miting, sadece Saray basını tarafından görmezlikten gelinmemiştir. CHP’nin sözcüsü gibi davranan burjuva basın tarafından da görülmemiştir. Cumhuriyet gazetesi bu konuda haber bile yapmamıştır. Bu ortak bir devlet tutumudur ve tek başına bu, CHP’nin muhalefetten ne anladığını, ikiyüzlülüğünü göstermeye yeter de artar bile.
Direniş hattı canlıdır ve önümüzdeki dönemde daha da güçlenecektir.
Bu nedenle, Saray Rejimi, alaşağı edilebilir. Bunun olanakları vardır, mevcuttur. Elbette görmek isteyenler için.
İşçi sınıfı ve devrim cephesinin önündeki ana sorun, direnişi büyütmek, yaymak ve örgütlü hâle getirerek sağlamlaştırmaktır.
Bu nedenle, devrimci hareketlerin ortak mücadeleyi geliştirmeleri esastır. İçinden geçtiğimiz dönem, Birleşik Emek Cephesi’nin kurulması için, büyük olanaklar sunacaktır. Ancak, buna niyetli olmak gerekir.
Saray Rejimi kendiliğinden yıkılmayacaktır.
Örgütlü güç geliştirmeden, devrimcileşmeden, işçi sınıfı bir hiçtir. Mesele işçi sınıfının kendi kurtuluşunun kendi ellerinde olduğunu kavramasındadır. İşçi sınıfı devrimcileşmek zorundadır. Bu ise, küçük büyük her direnişin, sisteme karşı her eylemin genişlemesi ve kararlılık kazanması görevini önümüze koymaktadır.
Savaş politikalarının bu denli gündem oluşturduğu, içeride ve dışarıda savaş politikasının azgınca devreye sokulduğu bugün, seçim üzerinden yeni bir hayal yaratarak, toplumsal eylemleri ertelemek, büyük bir aymazlık olacaktır.