Muktedire meydan okuyan sanat (tiyatro)

“Özgür olamayışın ortasında
özgürlük benzeri
bir şeyi dile getirir sanat.”[1]

“Muktedirler sanattan korkar,”[2] saptaması; sonuna kadar haklıdır, doğrudur.

Hassas bir terazinin duruşuyla o, bembeyazdır. Doğal olarak kirletilmeye de açıktır; “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu,/ birinciliği beyaza verdiler,” dizelerindeki üzere Özdemir Asaf’ın. Onun kirletilmesine izin vermemek, bir mücadeledir başlı başına.

Yerkürenin dört yanında kirlenmeyen renklere olan ihtiyaç büyürken, sanatın kirletilmesine izin vermeyen gücü= duruşu + davranışı insan(lık)ın yabancılaşmaya karşı verdiği mücadelenin ateş hattıdır da.

Kirletilemeyen sanat, muktedirlerin dayattığı tercihler arasında sıkışıp kalmazken; merak eder, sorgular, karşı çıkar, özgürlüğün sesi soluğu olur. Verili olan hoş karşılamasa da akıntıya karşı kürek çekip, kitleleri uyarır.

Kapitalist yıkımın yaşamı çürütmeye mahkûm ettiği tabloda, baştan ayağa kan ve irin kokan sermaye saldırganlığı her şeyi metalaştırıp pazara sürerken, “Hayır” diyen yani devletin, sermayenin sofrasından beslenmeyen sanat(çılar)a muhtacız.

Tıpkı “Sanat, iyi sanat, özel olanla evrensel olanı birleştirmeyi muhteşem bir şekilde başarır. Farklı olanı -yabancı olanı da diyebilirsiniz- evrensel olarak anlamamızı sağlar. Sanat, bunu başararak diller, coğrafi bölgeler, ülkeler arasındaki sınırları aşar. (…) Savaş hepimizin içinde derinlerde yatan şeye, özgün olana karşı verilen bir mücadeledir. Bu aynı zamanda sanata karşı, tüm sanatların derinliklerinde yatan şeye karşı bir savaştır. (…) Aslında çok basit: Savaş ve barış birbirine ne kadar zıtsa, savaş ve sanat da o kadar zıttır. Sanat barıştır,”[3] ifadesindeki üzere Jon Fosse’un…

* * * * *

Ancak “Sanat yasakları, psikolojik harp gibi”yken,[4] böylesi sanat(çı) özellikleri taşımak büyük bedeller ödemekle mümkündür.

“Feshane’deki ‘Ortadan Başlamak’ sergisine yapılan saldırıyı ‘saf vandalizm’ olarak tanımlayamazsınız. Vandalizm, münferit bir olaydır. Aksine hayatı doğrudan hedef alan örgütlü bir kötülükle karşı karşıyayız,”[5] diyen Rahmi Öndül haksız mı?

Veya İktidar ülkede dört bir koldan gericilik faaliyetlerini sürdürmeye devam ederken sanat ve sanatçılar hedef gösteriliyor. Önce konserleri, festivalleri yasaklatan, toplumsal yaşamı tehdit eden gericilerin hedefi Matild Manukyan’ı konu alan oyun oldu. Bundan 24 yıl önce hayatını kaybeden Manukyan’ın hayatından kesitler tiyatro sahnesine uyarlanırken oyun, günlerdir ilçede gericiler tarafından hedef alındı, iptal ettirildi. Manukyan’a hayat veren Bahar Hacıbektaşoğlu, “Oyunu izlemeden hedef gösterdiler,”[6] diyordu ve olan tam da buydu…

Ya da sanatın “Yerli ve Milli” kavramlarıyla ele alınmaya kalkışılması, bu yönde dayatmalardaki üzere… Sözgelimi tiyatroda yerli ve milli oyunlar konusunda, genel müdürler ağzından “Milli, manevi duyguları pekiştirmek için hümanist vatan milliyetçisi sanatçılar olarak vatan bütünlüğüne, birliğine katkıda bulunmak amacıyla sadece yerli oyunlarla sahnelerimizi açıyoruz” söylemleri hafızalarda yerini koruyor.

Bütün bu “yerli ve milli” söylemi halk arasında trajikomik yansımalara da dönüştü. Hatırlayalım; İstanbul Çekmeköy’de ağaçlar kesilirken, kesim ekibinin başı olan kişinin, kesilen ağaçların ‘Amerika’nın bir oyunu, 40 yıl yaşayabilen ağaçlar’ olduğunu, yeni dikilenlerin ise ‘yerli ve milli’ ağaçlar olması gerektiğini söylediği basına da yansımıştı.

Bilim gibi sanat da evrenseldir. Sanat tekçi olamaz. Doğaldır ki “yerli ve milli”ci bir anlayış da gelenekteki yerel olanın evrenselle olan bağının ayrılmaz bir birlik ve bütünlük oluşturduğunu göremeyecektir.

Goethe’nin şu sözleri bu konuda bize referans olabilir: “Milli sanat ve milli bilim yoktur, ikisi de tüm üstün ve yüksek değerler gibi, tüm dünyanın malıdır.”

Yerli, milli ya da herhangi bir adlandırmayla sanata yapılacak bir müdahale sanatı siyasetin dümen suyuna bırakma, onu siyasetin bir aracı hâline getirme anlamına gelir ki bu sanatı sanat olmaktan uzaklaştırır.[7]

Bun(lar)a bir de sanatın kâbusu “sansür”ü (ve “otosansür”ü) de eklemek gerek. Robert Bresson’un, “Sanat düşmanlığı aynı zamanda yeniye, öngörülemeyene düşmanlıktır,” uyarısı eşliğinde!

Sansür, totaliter rejimlerin “ifade özgürlüğü”nü hedef alan bir denetleme ve baskı zorbalığından başka nedir ki?

Sözünü etmeye gayret ettiğim soru(n)ların tümü muktedire meydan okuyan sanat(çı) ile aşılabilir; Maksim Gorki’nin, “Eğer ciddi bir şey yapacak gücünüz varsa, ucuz şeylere alışmayın. Daha çok çalışın, okuyun ve insanları gözleyin, sinirlenin. Ve sonra, sanatçı olmaya karar verirseniz gücünüzü sakınmayın!”; Jean-Luc Godard’ın, “Biz diyoruz ki sanat, devrimci sanattır. Sanat hareket hissidir ve hareket bir Yunan vazosunda bulunmaz. Belirli hareketler ancak belirli durumlar içerisinde var olurlar. Yani devrimci sanat uçsuz bucaksız bir mekândır; sadece tek bir biçimi yoktur, yüzlerce, binlerce biçimi vardır. Siyasi devrimin kendisi gibi, asla durmaz,” ifadelerindeki düşünce ve davranışla…

* * * * *

“Yasak(lar), baskı(lar), sansür(ler)”den nasibini alan sanat dallarından biri de tiyatrodur.

William Shakespeare’in, “Tiyatro; insanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatıdır.” “Dünya büyük bir tiyatro sahnesi gibidir. Herkes bu sahnede rolünü oynar, rolü bitince de bu sahneyi sonsuza dek terk eder,” tanımıyla müsemma tiyatro için Müjdat Gezen, “İnsan psikolojisinin ve sosyolojisinin gelişimini sağlayan bir organdır” der. Yine Ona göre sanata, sanatçıya gelince: “Sanatçı, başkalarının tarifi üzerine sanat yapmaz”ken; “Sanat bir karşı çıkmadır.”[8]

Kolay mı?

Tiyatro her şeyden önce bir buluşmadır. Tiyatro seyircisi salona sadece seyretmek için değil, o oyuna katılmaya, onun gizli ya da açık bir parçası olmaya girer. Sahnedeki oyunculardan başka bir diğer oyuncu gibidir seyirci. Bu olağanüstü sessiz ve gizli işbirliğinin enerjisi aynı mekân içinde oldukça ancak sihire, büyüye dönüşür.

Theodoros Terzopoulos, “İnsanlara meta muamelesi yapıldığı günümüzün küreselleşmiş ortamında nefretin dilini deneyimliyoruz. Sürekli bir savunma ve saldırı hâlindeyiz. Kendimizi sürekli olarak ‘öteki’nden, ‘yabancı’dan, ‘farklı olan’dan koruyoruz. Onu ortadan kaldırmak, yaşamsal alanından yoksun bırakmak, yeryüzünden silmek istiyoruz!” vurgusuyla, verili hâli “barbarlık döngüsü” olarak tanımlayıp, “Tiyatro, XXI. yüzyılda şekillenen insanlık durumuna ilişkin kaygıları ifade etme potansiyeline sahip mi?”[9] sorusunu dillendirirken; belirtmeden geçmek ol(a)maz: Tiyatroda yeniyi arayan özgürleşme mücadelesi hiç sona ermez. Vsevolod Meyerhold, Bertolt Brecht bunun kanıtıdır.

Evet, evet tiyatro sürekli devinim ve yaratıcılık süreçlerinin toplamıdır.

Çünkü… Vasatlık, sıradanlık üzerine kurulu yapay seyirlik dünyasında; her tiyatro oyunu var oluş koşullarını, kendimizi, çevremizi, dünyayı sorgulamamıza yol açarak yüzümüze tutulan bir aynadır.

Belki bir “ayna” da değil, sahnesinde onunla yüzleştiğimiz bir dünyayı yaratır tiyatro; “Tiyatro hayatın aynası değildir. Ayna, aynısını aksettirir çünkü. Aynısını göstereni ben ne yapayım? Aynanın göstermediği şeyi ortaya koymaktır önemli olan. Tiyatro bunu yapar,” ifadesindeki üzere Haluk Bilginer’in…

* * * * *

Nâzım Hikmet’in, “İnsandan çok eşyaya benziyorlardı,” betimlemesindeki üzere “Günümüzde insanlar hiçbir şeye saygı göstermiyor. Eskiden erdem, onur, gerçek ve yasalardan oluşan bir dayanağımız vardı. Günümüz Amerikan yaşamında çürüme günden güne yayılıyor. Başka yasalara itaat edilmeyen yerde, çürüme tek yasa olur. Çürüme bu ülkenin altını oyuyor. Erdem, onur ve hukuk hayatımızdan buharlaşıp uçtu.”[10]

Tam da bunun için muktedire meydan okuyan sanat/ tiyatro umudun yaratılması için vazgeçilemezken; “Umut bir güvence biçimi değildir; bir enerji şeklidir ve çok karanlık koşullardaki enerjinin en güçlüsüdür… Dünya, ancak onu dönüştürme umudu var olduğu ama bu umudu gerçekleştirme olanağı bulunmadığı zaman katlanılmaz bir hâle gelir.”[11]

3 Mayıs 2024 20:36:42, İstanbul.

N O T L A R

[1] Theodor W. Adorno.

[2] Vecdi Sayar, “Muktedirler Sanattan Korkar”, Birgün, 9 Temmuz 2023, s.19.

[3] Jon Fosse, aktaran: Ayşe Emel Meci, “Dünya Bir Sahnedir”, Cumhuriyet, 1 Nisan 2024, s.11.

[4] Işıl Çalışkan, “Sanat Yasakları, Psikolojik Harp Gibi…”, BirGün Pazar, 20 Ağustos 2023, s.14.

[5] Rahmi Öğdül, “Örgütlü Kötülük”, Birgün, 14 Temmuz 2023, s.13.

[6] “Dinciler Oyunu İptal Ettirdi”, Birgün, 16 Şubat 2024, s.16.

[7] Hicri İzgören, “… ‘Yerli ve Milli’ Olmak”, Yeni Yaşam, 16 Kasım 2023, s.3.

[8] Müjdat Gezen, aktaran: Dikmen Gürün, “İnsan Biriktirmek”, Cumhuriyet, 30 Nisan 2024, s.11.

[9] Theodoros Terzopoulos, aktaran: Dikmen Gürün, “Hâkikati Aramak…”, Cumhuriyet, 14 Kasım 2023, s.10.

[10] Eduardo Galeano, Tepetaklak: Tersine Dünya, çev: Bülent Kale,Sel Yay., 2017.

[11] John Berger, O Ana Adanmış, çev: Müge Gürsoy Sökmen, Metis Yay., 2007

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz