2025 yılına girerken işçi sınıfının durumu

2024 yılının sonuna geldik. 2025 yılına, direnişin, isyanın yılı olması umutları ile giriyoruz. Ama biliyoruz, biz işçiler için, biz devrimci sosyalistler için, gerçeğin kendisi önemlidir. Gerçeğin orasını burasını bükmek, yalanlara inanmak, hayal mahsulü ve gerçeği örten gündemlere teslim olmak, bizim dünyamızın dışındadır. Ne kadar acı, ne kadar yaralayıcı, ne kadar umut kırıcı gibi görünürse görünsün, biz gerçekten, gerçeği bilmekten, kavramaktan güç alırız. Bu nedenle, 2025 yılına girerken, işçi sınıfının durumuna, sınıf savaşımının durumuna özet olacak olsa da bakmamız gereklidir.

Aralık ayının başlangıcı, Suriye savaşının yeni bir aşamasına girdiği bir dönem oldu. Şam düştü ve Esad ülkeyi terk etti. HTŞ ve İslamî çeteler, adeta yürür vaziyette, Şam’a kadar ulaştılar. Sanki geziye çıkar gibi, havaya ateş açarak ilerlediler. İlerlerken, Batı medyası tarafından temizlenmeye başlandılar. Görüntüleri değişti, İsrail üniformaları giydiler. Her adımlarında, döktükleri kan, Ezidi kadınlara karşı katliamları, Kürtlere karşı katliamları, kadın ve çocuk katliamları, kafa kesmeler vb. unutturulmaya çalışıldı. Hiç utanmadan, “insan değişmez mi” dediler. Bir katiller sürüsünün, bir anda değişmesinden söz ettiler.

Ve Türkiye, savaşın zafer kazanan tarafı olarak öne çıkmak istedi. Saray Rejimi, zaferini ilan etti ve Trump, Erdoğan’a övgüler dizdi. Erdoğan, “Türkiye, Türkiye’den daha büyüktür” nidaları ile yeni Osmanlıcılık için yolları açmak istediğini ortaya koydu. Bu durum, bölgede savaşın bittiğinin değil, daha da derinleşeceğinin göstergesidir.

Bu durum, ülkemizde işçi sınıfının içinde bulunduğu koşulların daha da kötüleşeceğinin bir kanıtıdır. Savaşta ölecek olan bizlerin çocukları ya da bizleriz. Savaş, daha fazla işsizlik, daha fazla kan, daha yüksek sömürü, daha çok açlık, daha gelişmiş bir yoksulluk ve daha çok gözyaşı demektir. Bu nedenle, savaşın bu durumunu görmezlikten gelemeyiz.

İşçi sınıfı, devrimci işçiler, sadece kendi ekonomik çıkarları için mücadele ederek, kurtuluşa ulaşamazlar. Tersine, işçi sınıfı, kendisi ile birlikte sisteme karşı savaşacak tüm toplumsal kesimlerin sorunlarına sahip çıkmalıdır. İktidarı almak demek, aslında tüm devlet makinasını yıkmak ve onun yerine, emekten yana, sömürüye karşı bir yeni devlet örgütlenmesi yaratmaktır. Bu nedenle işçi sınıfı, tüm toplumsal sorunlara duyarlı olmak zorundadır.

Hele ki savaşa.

Savaşları durduracak güç, işçi sınıfının gücüdür. İşçi sınıfı, (a) savaşın her iki tarafındaki işçileri kardeş olarak görmeli, (b) savaşın her iki tarafındaki egemen güçleri, kendi düşmanları olarak görmelidir. Görmek yetmez, kendi egemenlerine karşı mücadele etmelidir. Mesela bir genel grev, savaşın her iki tarafında hayatın durdurulması, savaşı durdurmak için büyük bir olanaktır. Elbette, işçiler, savaşın her iki tarafındaki işçiler, kendi egemenlerine karşı açık bir savaş yürütmek zorundadırlar.

Tam da buradan işçi sınıfının durumuna dönebiliriz.

1

2024 yılı, mücadelenin yükseldiği, ancak hâlâ kendiliğinden eylemlerin geçerli olduğu bir yıl oldu.

Eylemler, sadece işçi eylemleri olarak ortaya çıkmıyor. Direniş, Artvin’de ya da ülkenin başka bir yerinde, doğanın yağmalanmasına karşı “yaşam alanlarını koruma” eylemlerinden tutun öğrencilerin eylemlerine, kadınların eylemlerinden tutun hayvan hakları için eyleme geçen insanların eylemlerine kadar birçok alandan gelişmiştir.

Direniş, büyük çıkışlar anlamına gelmiyor. Yani, tüm toplumsal yaşamı kapsayan topyekûn bir genel direnişten söz etmiyoruz. Bu noktadan henüz uzağız. Ama direniş, hem eylem sayısı olarak hem de eylemlerin niteliği açısından daha da gelişmiştir.

Demek ki, genişleyen, gelişen bir direnişten söz edebiliyoruz.

2

Buna rağmen, bu direnişler yeterince toplumsal gündem hâline gelmiyor, gelemiyor. Bunun bir nedeni, elbette burjuva medyadır, saray medyasıdır ve son dönemde bu saray medyasına Halk TV ve Sözcü gibi CHP kanallarının da eklendiğini söylemek mümkündür. Hiçbiri bir tek direnişe, bir tek eylem yerine gitmez ve eylemin gerçeğini olduğu gibi ortaya koymaz. Tersine, çoğunlukla bunu örterler. Eylemlerin görünmez olmasının bir nedeni ya da yeterince gündem olamamasının bir nedeni bu medyadır.

Ama hepsi bu değildir. Eylemlerin burjuva medyanın karanlık ağını yırtması için, eylemlerin daha örgütlü olarak organize edilmesi, başka eylemlerle bağlantılı olarak ele alınmış olması gereklidir.

Oysa işçi sınıfı, bu konuda örgütsüzdür.

3

Gelişen eylemlerin sayısında bir artış olduğu gibi, eylemlerin kaynaklarında da bir değişim ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu, daha çok işçi eylemleri için geçerlidir. Yoksa doğanın savunulması için gelişen eylemlerin kaynağında bir farklılık yoktur.

Ama mesela işçilerin daha önce, ekonomik taleplerle başlayan eylemleri, fabrika bazında ortaya çıkıyordu. Oysa şimdi, bu ekonomik nedenlerle başlayan grevlere, sendikalaşmayı önlemek için işverenin saldırılarına karşı koyma gibi nedenler de eklenmiştir.

Bu tespit, durumu anlatmak için yeterli değildir. İşçi eylemlerinde, hem ziyarete gelen, desteğe gelen insanlara ilgi artmıştır, onları kendi kardeşi gibi görme gelişmektedir. Ve dahası da var, direnişçiler başka grev ve direnişlere de ilgi göstermektedirler. Bu, işçi sınıfının, kendi yalnızlığını kırma yolunda önemli bir eğilimdir.

Ama tüm bu eğilimleri abartmamak gerekir. Eğilim, adı üstünde eğilimdir. Yani, henüz bir süreklilik kazanmış değildir.

4

Öte yandan tüm direnişler, kendiliğinden eylemlerdir. Yani, bu eylemler, örgütlü değildir. Örnek olsun, örgütlü bir grev demek, aslında bu grevi örgütleyenlerin, grevin propagandası, grevin dayanma gücü, ortak bir grev fonu oluşturulması, grev kırıcılara karşı tavır, sektördeki başka fabrikalardaki işçilerle bağlar kurmak vb. gibi bir görevleri ya da dertleri olur demektir.

Oysa bugün ortaya çıkan eylemler, kendiliğinden karakterdedir.

Bu, durumu tespit etmek için önemlidir.

Bu eylemlerin, bu direnişlerin içinden elbette örgütlülük geliştirilmelidir. Ve önümüzde duran görev de budur.

İşçiler, gençler, kadınlar, kısacası direnişçiler eylemler süresince öğrenmeye daha açık hâle gelmektedirler. Bu öğrenmenin ölçütü, yani ne denli öğrenildiğinin ölçütü, örgütlenmedir, devrimcileşmedir.

5

Demek ki önümüzde, işçi sınıfının örgütlenmesi, devrimcileşmesi süreci vardır.

İşçi sınıfının örgütlenmesi, bir yandan ekonomik örgütlenme de demektir. Ekonomik örgütlenme, son tahlilde sendikaların işçi sendikası hâline gelmesi demektir. “Gelmesi” demeyelim, işçilerin kendi sendikalarını, sendika mafyasını bertaraf edip geri alması demektir.

Bu yazı kaleme alındığı sırada, asgarî ücret henüz belli olmamıştı. Ama asgarî ücret tartışmaları, oldukça ilgi çekicidir.

Ortada bir tiyatro bile diyemeyeceğimiz, bir müsamere var. Asgarî ücret komisyonunun toplanması, bir çeşit müsameredir. İlkokul çocuklarını bile kandıramayacakları kadar ucuz bir müsamere. Devlet, işveren ve Türk-İş, üçü de devlet demektir, üçü de egemen sınıf demektir. Üçü de işveren demektir. Bu üçlü, toplanıyor gibi yapıyor.

Diğer sendikal konfederasyonlar da uzaktan seyrediyor, en çok bir miting, basın açıklaması yapıyor. Hep birlikte, asgarî ücret kaç olmalıdır diye nafile bir tartışma yürütüyorlar. Utanmadan bazı solcu uzmanlar, profesörler, “asgarî ücret artarsa acaba enflasyon da artar mı” diye tartışmalar yürütüyorlar. Birçok uzman, “gelecek enflasyona göre zam” diye tartışmalar açıyor. Egemen, devleti aracılığı ile “kimseyi ezdirmeyeceğiz” diyor. 17.002 TL ile sanki ezilmedi işçiler, sanki ezilme işi daha yeni başlayacak gibi. Oysa TCMB, yabancı işadamlarına, asgarî ücretin %25 artacağını duyurmuştu bile. Buna bir de Erdoğan biraz ekler, “buyruk verdim” der ve iş biter. Ama bunun için, bir seferde açıklama yapılmıyor. Sahne kuruluyor, yalandan toplantılar yapılıyor, yalandan karşı açıklamalar yapılıyor, basın açıklamaları yapılıyor vb. Oysa Erdoğan söylesin, bu seremoniye de gerek kalmaz. Hem kanımızı emiyorsunuz, hem de hep beraber bir seremoni ile bunu yapıyorsunuz.

Aslında bu durum bize işçi sınıfının ekonomik anlamda dahi örgütlü olmadığını göstermektedir. Örgütlü güç olarak ele alacağımız sendikaların ise çok büyük bir bölümü, işçi sendikası değildir. İşte mesele de budur. Bu nedenle, tek “toplu sözleşme” asgarî ücret hâline gelmiştir. Oysa tam da sırasıdır, hazır metal işçilerinin grevleri yasadışı bir yolla yasaklanmış (bu erteleme gerçekte yasaklanmadır) iken, öfke yükselmiş iken, asgarî ücret için bir genel grev örgütlenmelidir.

Ama bunun için sendikaların işçi sendikası olması gereklidir.

6

İşçi sınıfının ekonomik olarak örgütlenmesi, sendikaların tekrar işçi sendikası hâline gelmesi, siyasal bir örgütlenme olmadan gerçekleşmez.

Ekonomik ve siyasal mücadele arasında kalın duvarlar örmek doğru değildir. Bu bilindik sendikalist bakış açısıdır. İşçi sınıfı salt ekonomik mücadele ile yetinemez. Siyasal olarak da mücadele etmelidir. Hele ki bugün, birçok durumda ekonomik mücadeleler siyasal mücadele hâline gelmektedir. Mesela bugün, asgarî ücret için bir genel grev örgütlemek, siyasal bir anlam taşıyacaktır. Demek oluyor ki, ekonomik mücadele hızla siyasal mücadeleye dönüşmektedir. Hayvan hakları için eylem, Artvin’in doğasını savunmak için eylem, birer siyasal eylem hâline gelmektedir. Bu nedenle, işçi sınıfının siyasal alanda, siyasal mücadeleden uzak durması, doğru değildir ve daha çok egemene hizmet eder.

Bugün, sendikaları geri alma mücadelesi, büyük, kapsamlı bir siyasal iştir ve bunun için, işçi sınıfının devrimci hatta örgütlenmesi dışında yol yoktur. Polonez direnişinin her aşaması, bunu kanıtlamaktadır.

7

İşçi sınıfının önündeki acil görev, direnişleri geliştirmektir. Bunun yolu, hem direnişleri geliştirmek, derinleştirmek, örgütlü hâle getirmektir ve hem de direnişleri yaymaktır.

Bunun gerekliliği açıktır.

Farklı direnişler arasında bağların kurulması, direnişlerin birbirini desteklemesi, direnişlerin daha sağlam bir örgütlülüğe dönüşmesi, Birleşik Emek Cephesinin oluşumunu acil hâle getirmektedir.

Devrimci işçilerin, iki noktaya yoğunlaşması gereklidir.

Bunlardan birincisi, kitlesel direnişin örgütlenmesidir. Yani, yeni bir Gezi Direnişi patlamasını bekleyerek devrimci olmak mümkün değildir. Elbette bir sosyal patlama ihtimali her zaman vardır. Ama devrimci işçiler, kitlesel direniş hattını örgütlemek zorundadırlar. Adım adım her direnişi geliştirmek, o direnişlere daha büyük bir kararlılık kazandırmak, direnişler arasında bağları kurmak vb. önemlidir.

Bu, devrimin temel gelişim yoludur. Kapsamlı bir konudur ve tüm mücadele biçimlerini içerir.

Ve bugün, olgunlaşan nesnel koşullarda, işçi sınıfı içinde bulunduğu örgütsüzlüğü aşmak zorundadır. Bu nedenle, Birleşik Emek Cephesi, acil, aceleye getirilmeyecek kadar acil bir başka gündem olmalıdır.

2025 yılında, sınıf savaşımı daha da sertleşecektir. Son metal direnişinde olduğu gibi Saray Rejimi, her grevi ertelemekte, yasaklamaktadır. Bu bir tutumdur. Saray Rejimi, burjuvaların, egemenlerin devletidir, o devletin olağanüstü örgütlenmiş hâlidir. Metal grevinde de yeniden bu yasak ortaya konmuştur.

Sendikalar, grev silahını, yasal haklarını kullanmaya niyetli değildir.

Egemen de grev silahının kullanılmasını sürekli yasaklamaktadır.

Bu durumda, sınıf savaşımının daha da kesinleşeceği açıktır.

İşte devrimci işçiler, bu durumu doğru, gerçekçi analiz etmek zorundadırlar. Örgütlenme-direniş hattı ve birleşik emek cephesi tutumu, derinlemesine kavranmalıdır.

2025 yılı, işçi sınıfının tüm örgütsüzlüğüne rağmen, bu örgütsüzlüğü yenme yolunda, büyük adımlar atacağı bir yıl olmalıdır. Bunun olanağı vardır. Tarih hızlanmıştır ve işçi sınıfının yıllar isteyen örgütlenmesinin çok daha kısa sürelerde başarılması mümkündür, aynı zamanda da zorunludur.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz