Trump yeni ABD başkanı olarak işe oldukça hızlı başladı.
Buna “ikinci Trump dönemi” diyorlar.
Emin değiliz.
İki nedenle emin değiliz. Birincisi, aslında Trump yönetiminin, Biden yönetiminden birçok kadroyu da barındırıyor olması nedeniyle bu böyledir. Yanlış anlaşılmasın, “kişiler” değil mesele. Mesele, aslında Trump’ın başkanlığının, bir çeşit ortaklık, bir çeşit koalisyon olmasıdır. ABD tekelleri, ABD devleti, Biden’ın son anda çekilmesi ile aday olan Harris yerine, Trump’ı bir çeşit koalisyona razı etmiştir. Böylece seçimler “kazasız belasız” atlatılmıştır. Ama bunun bir bedeli olduğu kesindir. Ukrayna yenilgisini kabul etmenin yolu, yeni bir Başkan’dır. Yeni Başkan, sözüm ona politika değişikliğine gidecektir. Eğer bıraksalar belki de gidecek. Ama gerçekte, Biden döneminin birçok politikası sürdürülecektir.
Trump’ın ikinci “dönemi” demekteki ihtiyatımızın ikinci nedeni, Trump’ın bu dönemi sonuna kadar götürebileceği konusundaki belirsizliktir. Trump’a suikast düzenleyenler, Trump’ın binasının önünde Elon Musk’ın yeni arabalarından birisinin patlatılması ile bağlantılı oldukları varsayılabilir. Bu doğru ise, ki bilmiyoruz, bu durumda Trump’a yeni suikastların düzenlenmesi ihtimal dâhilindedir.
Hava ile el sıkışan, oğlunun pedofil olduğunu söylediği Biden döneminin politikaları, gerçekte ABD devlet politikalarıdır ve ABD gibi bir devlette bu politikalar kolaylıkla ortadan kalkmaz. O hâlde ne oldu, diye sormak gerekir. Ukrayna’da NATO’nun, özel olarak da ABD’nin aldığı yenilgi, içeride bir değişikliği zorunlu kılmıştır. Bu durum, yeni başkan ile başarılabilirdir. Trump, elbette NATO ve AB’ye, açıkça yeni bir tutumla gidebilir ve bu durum, ABD’nin Ukrayna yenilgisini yokmuş gibi sunması konusunda olanaklar sunar. Olan da budur.
ABD’nin yeni yönetimi ile eski yönetimini daha az ya da daha çok faşist diye adlandırmak, aslında meseleyi anlamamak demektir. Her ikisi de birbirinden beterdir. Bazı alanlarda politikalar değişecek ya da bazı alanlarda değişmiş gibi sunulacak, ama başka bazı alanlarda saldırganlık daha da artacaktır. Biden’ın, oğlunun pedofil olduğunu söylediği eski başkanın daha “devlet bürokrasisi”ne uygun profili ile, Trump’ın daha çok tüccar profili, elbette bir farklılık olarak ele alınabilir. Biz, bunu önemsememekten yanayız. Birçok devlet önemsemek zorundadır. Ama biz devrimciler, işçi sınıfının zaferi için mücadele edenler, nihayetinde, Biden ile ya da Trump ile herhangi bir diplomatik ilişki yürütecek değiliz ve bu dünya işçi hareketi için de geçerlidir. Bu nedenle, bizim dikkat çekeceğimiz nokta, ABD devlet politikalarıdır ve bu konuda “ciddi” bir değişiklik olmayacaktır. Dünya çapında süren savaşın durumuna göre ABD, yeniden güçlerini ve elbette önceliklerini değiştirecektir. Bu açıdan bir değişiklik olacaktır. Ama, halklar açısından, sömürge ülkeler açısından başkan değişikliğinin bir önemi yoktur.
Ama Ukrayna yenilgisinin bir önemi vardır. Hem de çok.
Biraz geriye gidelim ve bu yenilginin öneminin ne olduğunu anlamaya çalışalım.
Kaldıraç okurları, bizi şu ya da bu biçimde izleyenler, bizim uzun süredir, çözülen ABD hegemonyasından söz ettiğimizi hatırlayacaklardır. ABD, dünya kapitalist-emperyalist sisteminin hegemon gücü olmayı eskisi gibi sürdürememektedir. Yeni de değildir. Bu aslında SSCB’nin çözülmesinden önce başlamış bir süreçtir. Ama SSCB çözüldükten sonra, bu hegemonya sorunu daha açık ortaya çıkmaya başladı. Almanya, Japonya, bu hegemonyayı ekonomik olarak en fazla zorlayan güçler idi. Ve buna bağlı olarak, 1990’ların ortasından 2000’lere gelindiğinde, bir yandan ABD “dünya imparatorluğu”nu, “tek dünya devleti” görüşünü ilan ederken, diğer yandan, diğer emperyalist güçlerin “yeniden paylaşım” konusunda adımları açık hâle gelmeye başladı. Başlıca 5 emperyalist güç arasında paylaşım savaşımı ortaya çıkmaya başladı. Bu beş emperyalist güç, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve Japonya’dır. Emperyalist güçler arasında, dünyanın yeniden paylaşım savaşımı öne çıkmaya başladı. Bunun birçok kanıtı ortaya çıktı. ABD, buna karşılık, dünyanın çeşitli bölgelerine açık işgal politikaları ile önlemler almaya başladı. Afganistan, Irak işgalleri bu anlamdadır. Bu işgaller, aslında NATO kullanılarak da yapılmıştı. Ama bu durum, diğer emperyalist güçlerin hamlelerini sıfırlamadı. Tersine, giderek bu beş emperyalist güç arasında paylaşım savaşımı öne çıkmaya devam etti. ABD, bu emperyalist rakiplerini kontrol altına alabilmek için, “ortak düşman” üretmeye çalıştı. Radikal İslam bunun için bir olanak olarak göründü. ABD, El Kaide ile, radikal İslamî gruplarla, “ortak düşman” üretmeye çalışırken, aynı anda Libya operasyonu ile AB içindeki rakip-müttefiklerine bir pasta sundu. Bu da durumu düzetmeye yetmedi. Ve sıra Suriye’ye geldi.
Bu arada, 2008 yılında sistemin her alanını sarsan bir ekonomik kriz ortaya çıktı. Kısa süre sonra anlaşıldı ki, bu kriz salt “finansal” alanla sınırlı bir kriz değildir ve hâlâ bu kriz devam etmektedir. Kriz derindir ve derinliği daha 2008 yılında burjuva iktisatçılarca da doğrulanmıştır.
Aynı dönemde Çin, uzun süredir Batı’nın fabrikası olma rolünden sıyrılıp, kendi markaları ile dünya pazarına girdi. Buna üçüncü etken diyebiliriz. Çin’in kendi markaları ile piyasaya girmesi, ABD hegemonyasını sarsarken, aynı anda tüm Batı için bir “tehdit” olarak ifade edilmeye başlandı. ABD, petrol ve enerji kaynakları üzerinde denetimi artırmak için, Libya’dan sonra, Ortadoğu’yu kendi denetimine almak için Suriye’den işe başladı. Yıl 2011’dir. Ve bu kez, Rusya, Suriye sahasında ABD’nin karşısında sahaya indi. Yıl 2012’dir.
ABD, Suriye savaşı ile, bir yandan radikal İslamî çeteleri daha da geliştirdi ve IŞİD’i üretti. Ama diğer yandan, Rusya ve Çin’i düşman ilan etti ve Ukrayna’da savaş senaryolarını devreye soktu. IŞİD bir çete olarak devlet ilan ederken, Ukrayna’da devlet Neonazilerle çeteleşmeye başladı. Ve Ukrayna’da 2014’te darbe gerçekleşti. Bu sürecin ardında ABD, Batı’yı tekrar kendi kontrolü altına almak için, bir yandan IŞİD eli ile dünya çapında eylemler organize etti, diğer yandan da Ukrayna’da işini giderek azgınlaştırdı. Tüm bu süreçlerde İngiltere, ABD ortağı olarak, aslında pusuda bekleyen Brütüs rolünü oynadı, hâlâ da oynuyor. Ve Rusya Ukrayna’daki duruma müdahale edince, tüm Batı cephesi, ABD bayrağı altında birleşti. IŞİD ve diğer İslamî çetelerin Batı’yı birleştirme işlevi eksik kalmıştı ve Ukrayna, AB’yi, ABD bayrağı altında toplamakta hızlı sonuç veren bir adres oldu.
Böylece, aslında beş emperyalist güç arasında süren paylaşım savaşımı, yeni bir hedefe yöneldi: ABD, emperyalist rakip ve müttefiklerine, Rusya ve Çin’i sömürgeleştirecek bir politika ve savaş hâlini dayattı. Avrupa’nın bunun üzerine atlaması çok hızlı oldu. AB, başta Almanya ve Fransa olmak üzere, kendi siyasal iradelerini ABD’ye teslim ettiler. Ukrayna’da Rusya’nın devreye girmesi ile birlikte başlayan savaşın ilk zaferi, ABD’nin Almanya’yı teslim alması şeklinde ortaya çıktı. ABD, Almanya’da kapatılmaya başlayan üslerinin hepsini yeniden açtı. Tam rakamı bilmemekle birlikte Ukrayna süreci öncesinde, Almanya’daki 70’li sayılardaki ABD üsleri, 30’lu rakamlara inmişti ve bugün, söylenen odur ki, 81 adet üsse sahip hâle gelmiştir. Üsler elbette sadece Almanya ile sınırlı değildi. Doğu Avrupa, Batı Avrupa, Yunanistan vb. her alanda ABD üsleri devreye sokuldu. Almanya ve Fransa hem ekonomik olarak darbeler aldı, hem de siyasal iradelerini ortadan kaldırdı. Rusya’da Batı Avrupa’ya döşenen boru hattı, Kuzey Akım 2, bir saldırı ile patlatıldı ve Almanya, bu saldırının kendisine karşı yapılmış olmasına karşın, sessizliğini daha da derinleştirerek yanıt verdi.
Böylece, Ukrayna’da başlayan Rusya operasyonu ile, Rusya ve NATO savaşı ortaya çıkmış oldu. Bu nedenle, emperyalist beşli arasındaki paylaşım savaşımı arka plana itildi. Önce Rusya ve Çin’i sömürgeleştirelim, krizi çözelim, sonra paylaşım savaşımına devam ederiz demiş olan ABD’nin politikalarına hep birlikte evet dediler.
Plan, Rusya’yı sıkıştırmak, yenmek ve ardından Çin’e yönelmek şeklinde ifade edilmekteydi. Scholz, açıkça, Rusya’ya karşı AB’nin savaşması gerektiğini, bu yolla Çin’e karşı ABD’nin etkili olabileceğini ifade etmekten çekinmedi.
Beşli emperyalist güç başta olmak üzere emperyalist güçler arasında dünyanın yeniden paylaşılması savaşımı, arka plana itilmiş oldu. Onun önüne, Ukrayna sahasında süren, Rusya-Çin ile ABD ve İngiltere’yi özellikle sayarsak, NATO arasında süren savaş öne çıktı. Böylece savaş, daha da güncellendi, daha da boyutlandı. Ama, okuyucu hatırlayacaktır, biz, özellikle aslında bu arka plana düşen ve arkada süren emperyalist paylaşım savaşımına sürekli dikkat çektik.
Şimdi, Trump, eğer Ukrayna yenilgisini hafifçe atlatmak için bir zorunlu seçim ise, ki öyledir, demek ki beşli emperyalist güç arasındaki paylaşım savaşımı yeniden öne çıkacaktır.
Trump, bunun işaretlerini vermektedir.
Henüz, Putin ile Trump arasında telefon görüşmesi yapılmıştır. Muhtemelen Suudi Arabistan’da bir araya gelecekler. Suudi Arabistan’ın seçilmesi ilginçtir, en azından, belki bilgi eksikliğimizden ileri gelmektedir, bize ilginç gelmektedir. Biliniyor, Putin, Batı ülkelerine giderse tutuklanacaktır. Yine biliniyor, Trump iktidarı devralınca Putin’e suikast emrini iptal etmiştir. CIA’nın bu görevi iptal edilmiştir. Bu Trump döneminin değişim diye sunulabilecek bir adımıdır. Şimdi, her iki lider, suikast düzenlenecek liderler olarak bazı ABD güçlerinin hedefinde imiş dersek, yanlış olmaz. İki lider Suudi Arabistan’da, umuyoruz ki kazasız belasız buluşurlar.
Bu buluşmanın öncesinde heyetler buluşmuştur ve ABD, bu doğrultuda, olumlu sinyaller vermektedir. Öyle anlaşılıyor ABD yenilgi demeden yenilgiyi kabul etmekte, Rusya da adına yenilgi denilmesinden rahatsız olmamaktadır.
Bu buluşmada, anlaşılan Ukrayna “barış”ı kotarılacak ve bağıtlanacaktır. Sızan bilgilere bakılırsa, Rusya’nın elinde olan topraklar Ukrayna’dan kopacak. Bu herhâlde, Suriye’den Rusların çekilmesi ile bağlantılı olmalıdır. Bilmiyoruz. Ukrayna’dan Trump’ın istediği ise, 500 milyar dolarlık kıymetli mineral kaynakları, madenlermiş. Ve bu durum, ABD ile AB ve İngiltere arasında ciddi bir tartışma da demektir. Almanya ve Fransa sesini çok çıkartmasa da, İngiltere’nin bu konuda çok agresif tutum aldığı görülmektedir. Savaş politikaları konusunda en az ABD kadar histerik olan İngiltere yönetimi, muhtemelen Suriye de dâhil Ortadoğu’dan pay istemektedir. Elbette bu pay, ABD’den istenmektedir. Aynı şekilde Ukrayna’daki kaynaklardan da pay isteyeceği kesindir. Görünen odur ki, Almanya ve Fransa, Ukrayna sürecinin dışında kalmaktadır. AB, İngiltere, Ukrayna sürecine itirazlar etmektedir.
Tüm bunlar Ukrayna “barış”ının ne kadar barış olacağı konusunda şüphe duymak için ciddi nedenlerdir.
Öte yandan, Trump, Panama Kanalı’nı, Meksika Körfezi’ni, Kanada’yı, Gazze’yi, Grönland’ı da istemektedir. Bu belki de başlangıçtır. Belki de Trump, bu yolla, Ukrayna yenilgisini örtmek istemektedir. Ama ne olursa olsun, beş emperyalist güç arasında paylaşım savaşımının yeniden öne çıkacağı açık gibidir. Trump’ın bu çıkışlarının, “yenilgi”yi örtmekte olduğu kesindir. Trump’ın çıkışları, AB liderlerini şoke etmektedir. Ama iradesini kaybetmiş olan bir AB’nin, bu sürece de ayak uydurması zor olmayacaktır.
Trump, tüm NATO üyelerine, savunma (savaş) harcamalarınızı artırın, diye buyurmaktadır. Bütçelerinden %2-3 savunma sanayiine ayıran AB üyelerinden, bu oranı %10’a çıkartmalarını istemektedir.
Dahası, çeşitli ülkelerden ithalatı yapılan birçok mal için, gümrük duvarlarını artırma tehditleri savurmaktadır. Çelik alanında bunu uygulamaya başlamışlardır. Çin’e karşı uyguladıkları gümrük vergilerini saymıyoruz bile.
Ama belli oluyor ki, ABD, bir süre, Avrupa’yı daha da dize getirecek, onların siyasal iradelerini daha da kıracak politikalar devreye sokacaktır. Zaten siyasal iradelerini kaybetmiş olan AB ülkeleri, savaşın Avrupa’da yayılmasına razı olmak zorunda kalacaktır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, her ikisi de, Avrupa’yı yakıp yıkmıştır. Şimdi de ABD, kendi topraklarından uzakta savaşmak istemektedir. Öyle anlaşılıyor ki, gönüllü veya gönülsüz AB ülkeleri savaşı Avrupa’da kabul etmiş durumdadır.
Öte yandan, Trump yönetimi, Çin’e karşı daha şiddetli bir ticaret savaşını, ardından da savaşı devreye sokmak isteyecek gibidir. Bu amaçla, Çin ile Rusya arasındaki ittifakı bozmak için her yolu deneyeceklerdir. Trump, BRICS ülkelerini açıkça tehdit etmiş ve dolara karşı önlemler almaları durumunda BRICS ülkeleri mallarına %100 gümrük vergisi uygulayacaklarını ilan etmiştir. Öyle anlaşılıyor, bu durum, hiçbir BRICS ülkesini etkilememiştir.
Çin’e karşı savaşı kazanmak için, Rusya ile Çin ittifakını bozmak isteyecekleri açıktır. Ukrayna savaşı döneminde aynı politikayı, Çin’i Rusya’dan uzaklaştırmak için yapmışlardı. Tutmadı. Şimdi, Rusya’yı Çin’den uzaklaştırma politikası devreye girecek gibidir. Rusya’ya karşı aldıkları yenilgiyi, bir çeşit bonkörlük olarak ortaya koyarak, Rusya’ya Çin’i yalnız bırakması için tehditler geliştireceklerdir. Bunun da tutması olanaklı görünmüyor.
Gerçekçi olunacaksa, ekonomik açıdan, ticaret savaşı ile, teknolojik yarış ile Çin’i durdurmaları mümkün değildir. Yüksek gümrük duvarları, zaten birçok malı üretmekten çoktan vazgeçmiş ABD ekonomisini kurtarmayacaktır. Aynı durum İngiltere için daha çok, Fransa için daha az olmak üzere geçerlidir. Bu durumda, ABD, Çin’e karşı savaşı devreye sokacaktır. Bu konuda deneyecekleri şey, Rusya’yı Çin’den uzaklaştırmak olacaktır. Rusya’nın, Suriye’den çekilir gibi, Çin’i yalnız bırakması düşünülemez. Zira bu, sonu belli bir yoldur. Çin’i yalnız bırakırsa Rusya, sıra Rusya’ya gelecektir.
Demek oluyor ki iki politika sürecektir: (1) Rusya ve Çin’i sömürgeleştirerek, kapitalizm için yeni bir refah dönemi yaratmak, (2) ABD hegemonyasını sürdürmek. Bu ikili politikadan vazgeçmeyecekleri kesindir.
Trump’ın “America First” sloganı, aslında saldırgan, savaş politikalarının başka bir boyutudur. Her ne kadar “savaşları önlemek” gibi bir politika deklare etmiş olsa da, bu büyük bir yalandan başka bir şey değildir. Bu hamlelerin ana hedefi, yenilgiyi kabul etme süreçlerini örtmektir.
Suriye savaşının, HTŞ yönetiminin Şam’a yerleşmesi ile evrildiği yeni aşamada, Rusya ve İran, kapsamlı bir ittifak anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma, bir ülkeye saldıran diğerine de saldırmış demektir gibi bir vurguya sahip değil. Bir çeşit askerî ittifak olarak görünmemektedir. Ama buna rağmen, bu ittifak, aslında ABD’nin Suriye’den sonra (Ortadoğu için bu sonrası İran’dır) devam etmesini önlemeyi amaçlamaktadır.
Oysa Trump yönetimi için İran’a karşı savaş, bir gündemdir. İsrail, Suriye topraklarına adım adım yerleşirken, Trump Gazze’ye yerleşmeyi hedeflemektedir. Gazze, Trump’a göre, Dubai gibi, ama tamamen ABD kontrolünde bir alan olarak planlanmaktadır. Ne kadar yüksek düzeyden konuşulursa, ABD içinde yenilginin etkisi o kadar az hissedilir.
Trump’ın tüm bu yüksek perdeden açıklamaları gerçekleşecek diye bir şey yoktur.
Dahası, ABD, esas olarak Ukrayna yenilgisini, yeni politika değişimi olarak sunmak yolu ile kabul ederek, yenilginin üstünü örtmek istemektedir. Bu yüksek perdeden açıklamalar, zaten “üslubu bozuk” bir tüccar olarak lanse edilen Trump’ın tutumuna da uygundur.
Ama bu arada Trump yönetimi, bazı ilgi çekici adımlar da atmaktadır. Mesela USAID’ın feshedilmesi ilgiye değerdir. Mesela bu, bizim Amerikalılarımıza sorulabilir, acaba Cengiz Çandar bu konuda ne der? Acaba, fonlardan aldıkları azalacak olan yerli Amerikalılar bu konuda ne der? USAID sadece Türkiye’deki Amerikalılar için bir kayıp değildir, birçok ülkede aynı durum söz konusudur. Bu nedenle bu ciddi bir adımdır. USAID, aslında birçok ABD-CIA operasyonunun kamuoyu yüzünü oluşturmaktadır. ABD propaganda faaliyetleri, “renkli devrim” operasyonları bu fon tarafından yapılmaktadır. Elbette ABD’de başka fonlar da var. Ama bu organizasyonun ortadan kaldırılması, kayda değerdir. Bu durum, Rusya’yı inandırmak amacından daha fazla bir anlam taşımaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, önümüzdeki savaş döneminde daha farklı mekanizmalar devreye sokulacaktır.
Aynı şekilde, Dedeağaç’taki, hedefi Rusya olan üssün kapatılması da kayda değerdir. Elbette tek üs bu değildir. Bunu ikame edecek üsleri vardır. Ama yine de önemlidir.
Bilindiği gibi, her emperyalist ülkenin buna benzer fonları, organizasyonları vardır. FCDO, İngiltere Milletler Topluluğu Kalkınma Ofisidir. Ve işi aşağı yukarı USAID ile aynıdır, sadece daha küçük bir bütçeye sahiptir. Ne de olsa ABD’nin karşılıksız dolar basma lüksü vardır. Fransa’da, sanırım Fransız Kalkınma Ajansı aynı amaçlı bir organizasyondur. Almanya ve Japonya’nın organizasyonlarının isimlerini bilmiyorum. Ama böylesi yapılara sahip olduklarından ne şüphe!
ABD’nin yeni başkanının Elon Musk eli ile attığı bu adımlar, mesela Microsoft patronunu rahatsız etmiştir. Bill Gates, Elon Musk’ın USAID’in ne işler yaptığını bilmesi hâlinde bunu yapmakta ne kadar hatalı olduğunu anlayacağını ifade etmiştir.
USAID’in lağvedilmesi, belki bu görevi üstlenecek başka kurumlar olduğu içindir. Sanmıyoruz. Daha çok, savaş dönemine uygun, daha farklı bir organizasyon hazırlığı olarak görülmektedir. Belki de artık işlevsiz, yozlaşmış bir kurum hâline gelmiştir.
ABD’nin yeni yönetimi, Ukrayna sorununu hâllettikten sonra, daha açık savaş politikalarını devreye sokacak gibidir. ABD, öncelikle Ukrayna yenilgisini, mümkün olduğunca maliyeti düşük bir biçimde, yenilgiden söz etmeden kapatmak isteyecektir.
Yeni savaş politikaları, bunun ardından devreye girecektir. Bu anlamda, askerî, siyasi, ekonomik güçlerini yeniden konumlandırmak isteyecektir. Bir yandan Çin’e karşı, bir yandan İran’a karşı savaş politikaları devreye sokulacak, ama aynı anda, Rusya’ya karşı ciddi yeni cepheler açılacaktır. Nihayetinde bunun için Trump’ın gitmesi gerekiyorsa, bunu yapabilecekleri de açık, denemişlerdir.
Savaş, bugün dünya kapitalist sisteminin kendi geleceği için zorunlu gördüğü bir politikadır. Bu nedenle, yeni ABD yönetiminin savaş politikalarından uzaklaşması mümkün değildir.
Dahası, ekonomik kriz daha da ağırlaşacaktır.
Tüm bu koşullar altında, dünya işçi sınıfı, dünya savaşını önleyebilecek tek güçtür.
Bunun anlamı, yeni sosyalist devrimler döneminin başlamasıdır. Bu olmadan savaş durdurulamaz. Herhangi bir ülkeden başlayacak sosyalist devrim, elbette, çok büyük bir hızla yayılma potansiyeline sahiptir. Bu yayılma potansiyeli, Ekim Devrimi dönemine göre çok daha büyük bir olanaktır. Bu nedenle, dünyanın her ülkesindeki devrimci sosyalistlerin, devrimci sosyalist işçi hareketinin, çok büyük bir ciddiyetle örgütlenmesi ve iktidar için hazırlanması gereklidir.