Çözüldüğünün emarelerini ülkenin MİT müsteşarının Başbakan’la birlikte dinlendiğinden, ülkeyi savaşa sokmak adına Suriye’den Türkiye’ye füze atma isteğinden anlayabiliyoruz. Cumhurbaşkanı’nın, parlamentarizm bitmiştir, sözlerinden anlıyoruz. Birbirini yalanlayan AK Parti yöneticilerinden, sözcüsünden, bakanlarından anlıyoruz.
Misyonu, Sovyetler’in dağılması ile boşa düşen TC’nin kendine Ortadoğu’da yeni bir misyon biçilmesine ve buna uygun hâle getirilmeye çalışılmasına bakarak anlıyoruz. Ilımlı İslam söylemlerini,
yeni Osmanlı hikâyelerini, Kahire 82, Şam 83, Bağdat 84. vilayettir mavallarını, çözülenin yeniden dizayn girişimlerinden okuyoruz. Ve halkların ve emekçilerin sokakların tozunu attırdığı, tomalara, akreplere hatta gerçek mermilerle yapılan saldırılara geçit vermediği günlerde, bu çözülmeyi hızlandırdığını da görüyoruz.
Hızla izi silinmeye, yok edilmeye çalışılan halklar, katliamların üzerinden onlarca yıl geçmesine ve bugün hâlâ tehdit altında olmalarına rağmen gür sesleri ile haykırıyorlarsa halklar hapishanesini
yıkacaklarını; Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik’i efendilerini de, efendileri adına işleyen mekanizmalarını da, patronları da cinayet şebekelerini de kurtarmaya yetmeyecektir.
Her dilden ve inançtan insan, emeğin iktidarını kurmak için mücadeleyi ortaklaştırıp büyütürken, devlet, esasen burjuva da emeğe karşı ittifak kurup, biraraya gelebiliyor. Artı-değerin dağılımını bazen sonraya bırakabiliyor. İktidarını koruyabilmek için zarar pahasına petrol fiyatlarını yarı yarıya indirebiliyor. Fakat her halükârda kâr büyümese de efendilerde, biliyoruz: korku büyüyor!
Yemen’e saldırı için birleşen şer ittifakında gördüğümüz budur. Suriye’yi kana bulayan, çeteler kuran, teçhizatlandıran, finanse eden ve her ihtiyacı karşılayan politik olarak masada bekleyen
emperyalist ve işbirlikçilerinde de olan budur. Korkunun büyümesidir.
Sosyalizm deneyimlerinden öğrenip, gerillalara bakıp kontrgerillayı yaratan ve ordularını tehlikeye atmadan daha az masrafla büyük çaplı savaşlar yaratabilen emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin
Suriye’de, Yemen’de, Somali’de, Irak’ta ve daha onlarca ülkede uyguladığı bu taktikte Türkiye tam olarak neye denk gelir?
Gezi’yle birlikte iktidarını kaybetme korkusuyla yaşayan egemenlerin her türlü muhalefeti bastırma, sindirme ve bununla birlikte tutsak etme, katletme mekanizmalarını yeniden örgütleme neyin karakteridir? Grevlerin ulusal tehdit, IŞİD’in dost, darbe anayasasının bile işlemez olduğu koşullar neye denk düşer?
Kapitalist-emperyalist sistem ve ABD imparatorluğu ağır yaralı, kan kaybeden kapitalizmi yaşatabilmek için kan istiyor. İşçi sınıfının, halkların kanını, çünkü kan ile besleniyor. Ve TC’nin yeni misyonu çıkıyor ortaya; sömürgeciliğin koçbaşı, ABD sermayesinin öncü askeri ve İsrail’in koruyucusu… Enerji kaynaklarının kontrolünü, derelerin satışını, madenlerin dağıtımını, bankaların
kurulmasını, silâh şirketlerinin Ortadoğu’ya güvenli yollardan silâh satışını; Donetsk’ten Halep’e, Şengal’den Doğu Akdeniz’e efendilerinin haritada parmakla gösterdiği neresi varsa orayı hak biliyor kendine.
Tıpkı bir uşak gibi. Çünkü efendi hasta olunca uşak ‘hastayız’ der. Efendi kâr edince, uşak, bugün iyi kazandık, der. Efendi üzgünse, uşak ağlar.
Oysa işçi böyle değildir. Soma’da sokağa, 1 Mayıs’ta Taksim’e, emeğinin gaspında zulmün üzerine yürür. İşçi, örgütlenir ve onu özgürlüğe taşıyacak örgütlü mücadelesinde her şiarı sınıfı
içindir. Burada karşımıza çıkan emperyalistlerin işbirlikçilerinin bu örgütlülüğü kırma ve korku toplumu yaratma girişimlerinin nasıl yapıldığıdır.
Bunlardan biri, iç güvenlik paketidir. İç güvenlik paketi de elbette çözüleni yeniden dizayn etmede yapbozun parçalarından biridir. Maske takmanın tutsak edilmeyle cezalandırıldığı, polisin evinize istediği zaman istediği şekilde girip arama yapabildiği, makul şüphe ile ateş edebileceği, gözaltı yapabileceği, egemenlerin aleyhine söylenen her şeyin “teröre” hizmet sayıldığı bir
paket… İsmiyle bütünleşmiştir. İç güvenlik paketi denmesi doğaldır çünkü burjuvaların, kan emicilerin güvenliğini ve sistemini korumak için formüle edilmiştir.
Ne var ki, yetmemiş, 1 Mayıs gözaltıları 48 saatten uzun süre alıkonulmuştur. Yetmemiş, gözaltına alınan sekiz kişi 3 gün bir depoda tutulmuştur. Yetmemiş, devletin gezici ajitatör ve ihale
takipçisi esnafı polis, esnafı alperen olmaya çağırmıştır. Yetmemiş, içeride yeni Osmanlı fikri üzerinden ırkçı çeteleri harekete geçirmiştir. Yetmemiş, mafyaları devrimcilerin karşısına dikmiştir.
Mafyalaşmayı artırmıştır. Üniversitelerde ve ülkenin pek çok şehrinde IŞİD ve türevi örgütlenmelere öğrencilere, halklara saldırmış veyahut tehdit bildirileri dağıtmıştır.
Hepsi egemenlerin iç güvenliği içindir fakat paşalar güvende değildir. Hayatlarının her alanına korku hakimdir bu yüzden ağızlarını Gezi ile açmakta 6-7 Ekim serhildanı ile kapatmaktadırlar. On binlerce devrimci ve yurtseveri tutsak etmeleri, tutsakların gazete okumalarından bile korkmaları, örgütlülüğün kırılamayan muazzam iradesini gözler önüne sererken; Suriye’ye karşı girişilmiş
emperyalist kundağın yaşandığı süreçte, bunun misliyle artması dışa doğru saldırılarda içeride tehlike bırakmama isteğinin açık ispatıdır.
Suriye, dört yılı aşkın süredir, küçük çaplı bir dünya savaşının içindedir. Ve kitaplardan okuduğumuz, filmlerde izlediğimiz dünya tarihinin muazzam direnişlerinin canlı örneklerinden biridir.
Suriye, direniş ölçeğinde bir Stalingrad’tır. Bulaşanın, boyunca kana ve çamura bulandığı bir Vietnam’dır. Bugüne kadar üç yüz binden fazla insan yaşamını yitirmiş, milyonlarca insan ülkeyi
terk etmiş, milyonlarcası ülke içinde “mülteci” durumuna düşmüştür. Fakat her şeye rağmen Türkiye, Katar, Ürdün, Arabistan, İsrail, İngiltere, Fransa, ABD ve daha onlarca ülkenin çetelere her
türlü desteği sağlamasına rağmen direnmektedir. Anayasasına göre meclisin en az yüzde ellisi işçi ve çiftçi olmak zorundadır. Bu yüzden dört yıldan uzun süredir direniş devam etmekte aynı şekilde bu yüzden savaş sürmektedir.
Türkiye burada sekiz yüz kilometrelik sınırlarını ardına kadar her türlü radikal selefi örgüte açmış, onları demokrasinin havarileri olarak nitelemiştir. İleri demokrasi şiarını ağzından düşürmeyen
Berkin’in katillerinin, IŞİD’e dost, Nusra’ya umut, ÖSO’ya ılımlı ve toplamda hepsine demokrasi demesi şaşırtıcı değildir. Halep savaşı başlarken kuzey batı Halep’ten yayınlanan fotoğraflarda
NATO’nun silâh sandıkları dikkat çekerken, yakın zamanda Türkiye’nin zırhlı araçları ve TSK. envanterinde bulunan cehennem obusü fotoğrafları ile çetelerin elinde internete düştü. Halep’ten çalınan sanayi makinelerinin Türkiye’ye getirilmesi; tüplerin füzelere Türkiye sanayilerinde dönüştürülmesi, tornacılığın bir savaş sanayiine dönüşümü emperyalist kundak hikâyesinde Türkiye yardımlarının küçük çaplı parçaları. Afyon’da patlayan mühimmat deposundan alınan ve patlamayla izi silinen silâhlar, çetelere gönderilen tırlar, sınır karakollarının çetelerin ilerleyebilmesi için topçu atışı yapması, Suriye savaş uçakları ve helikopterlerine Türkiye’den ateş açılıp düşürülmesi, Suriye jetlerinin hareket alanını daraltabilmek adına Türk jetlerinin sınırda uçurulması, bunlar da başka parçalar. Sınır şehirleri boyunca tüm devlet ve özelhastanelerin sahra hastanelerine dönmesi, özel “mücahid” hastanelerinin açılması, Kızılay’ın çeteler için kan toplaması, kamplarda eğitilmeleri her şey ama her şey yeni misyona göre…
Misyonu meşrulaştırma adına eğit-donat konuşuluyor ve ABD’den gelecek özel askerler ile “ılımlı” olarak adlandırılan bu çetelerin Türkiye ve Katar’da eğitileceği konuşuluyor. Eğitimci Türkiye’de ABD, Katar’da Türk askeri…
Peki bugüne kadar Türkiye eğitip donatıp çeteleri Suriye’ye göndermiyor muydu? Suudi Arabistan finanse etmiyor muydu? Katar’da toplantı üstüne toplantı almadılar mı? Ya (SADAT) Uluslararası Savunma Danışmanlık İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş. ne yaptı da yetmedi? 2012 yılında TSK’den emekli olup 23 subay ile birlikte kurulan bu profesyonel savaş şirketi, kuruluşundan yaklaşık bir yıl önce, çok defa gündeme geldi.
Suriye’de savaşan çetelerin eğitildiği iddia edilirken, iddiayı ispata dönüştüren SADAT yetkilileri ve çetecilerin fotoğrafları internete düştü. Dahası SADAT da bunu gizlemeyerek kendi internet
sitesinde “mücahidlerden” yana tavır aldığını belirtti (meraklısı sadat.com.tr’yi inceleyebilir). Tank bakımından askerî malzemeye, askerî eğitimden lojistik desteğe kadar pek çok konuda bir
ticaret şirketi olan SADAT, Libya’daki emperyalist müdahaleyi Libya devrimi olarak adlandırırken tahrip olan 2000 tankı onardığını da, emperyalist kundaktan kâr çıkarma peşinde olduğunu da
gizlemiyor. Dahası savunma şirketi ile inşaat sözcükleri birbiri ile ne kadar da alâkâlı olarak A.Ş.de yer alıyor.
SADAT, bir savunma değil saldırı şirketidir. İnşaat, dönemin ruhunu ve yerle bir edilen şehirleri düşündüğümüzde karşılığını bulmaktadır. SADAT, bir dost ve müttefik olarak addettiği ülkelerde ihale peşinde koşarak, esasen kapitalist-emperyalist sistemde silâh şirketlerinin birer taşeronu olarak kısa zamanda çok yol kat etmiştir. Türk silâhlı kuvvetlerine ihale edemeyecekleri eğit-donatı özel bir şirket olan SADAT’a ihale edebilir. ABD ile birlikte bu proje içerisinde kim varsa bu tip savunma-saldırı şirketleri üzerinden Ortadoğu’daki savaşı doğrudan yönlendirerek taraf olurlar. Esasen savaşın esas aktörü olanlar kontrgerilla yapılanmalarını silâh şirketlerinin, tıpkı Afrika ülkelerinde kendi askerî ordularını oluşturdukları gibi, bugün bu topraklarda da benzer hamleleri deniyorlar.
ABD, bu projeye Bush doktrini olarak bilinen politikasını devam ettirebilmek adına girmiş ve projeyi büyütmüştür. Doktrine göre kendi çıkarını korumak ve önceden uyarı vermeden herhangi
bir yere saldırı yapabilmek; Ortadoğu’da hakim tek güç olma ve kendi ve Batı çıkarları doğrultusunda enerji kaynaklarının dağıtımını sağlamak… “ENERJİ KAYNAKLARININ DAĞITIMI!”
İşte Davutoğlu’nun ısrarla vurguladığı, üzerinde durduğu ve TC’ye yeni bir misyon biçtiği tam da budur. İyi de ABD emperyalizmi dururken TC bunu yapabilir mi? Efendi dururken kâhyanın
gücü yeter mi?
Ilımlı İslam ve TC’nin bölgede kullandığı tarihi ve komşu ülkelerin iç dinamikleri, kültürel ve tarihî bağlardan kaynaklı kundakçı rolü oynamasını rahatça sağlıyor. Biz de buna 53. eyalet diyoruz.
Dünya halklarını katleden ve milyonlarca insanın ölümünden sorumlu olan ABD adına bugün bölgede Türkiye savaşın tarafıdır. Adra, Maan, Keseb, Lazkiye, Kobane, Deyr ezZor, Şengal, Makzumi, Malula, Maarat, Akrab, Yermük ve daha onlarca şehirde, köyde binlerce insan, yüksek çıkarları adına HSBC’nin, BP’nin, ABD şirketlerinin sistemi yaşasın diye katledilmiştir. Her katliamın ayrı bir hikâyesi, her hikâyenin savaş özelinde bir taktik hamle olduğu ortaya çıkmaktadır.
Hıristiyanların, Alevilerin, Ermenilerin ve radikal Selefi örgütler için bazen Sünnilerin kanı bile taktik için zorunludur. Korku imparatorluğu, korku toplumu yaratmak itiraz etmeyen bir halk
üretmek istenilendir. Laiklik ile sınırın ötesinde yaşanan katliamlarla sınırın bu tarafında yaşanan emek katliamını örtmeyi amaçlamaktadırlar. Şeriatla korkuttukları insanları bir lokmaya mahkûm edip Ak Saray’larda yaşamak istiyorlar.
Çıplak ayaklı Husiler tüm dünyaya örgütlülüğün zaferle nasıl taçlandırılacağını ispatlarken, al-i Suud’un her gün onlarca savaş uçağı ile misket bombalarını kullanarak saldırdığı topraklar yenilmedi ve yenilmeyecek. Dünya halklarına çıplak ayaklı yoksul Yemenlilerin şer ittifakının “Kararlı Fırtına Operasyonu”nu hezimete uğratabileceğini gösterdiği için Kobanê’den sonra bir umut meşalesi daha yakmıştır.
Biz Taksim’i aldık. Bir daha alabiliriz. Biz Tahrir’i aldık, bir daha alabiliriz. Moskova önlerinde kazandık, bir daha kazanabiliriz. Biz onları defalarca yendik, bir daha yenebiliriz. Kan, katliam ve çamurun içinden çıkarıp yeni bir dünyayı inşa edebiliriz.
Türkiye’de sınır bölgesinde yaşayan halklar katliam ve soykırımla karşı karşıyadır. İktidarın kalemleri bugünden katliamlar ve tehcir yollarını bölge halklarına göstermektedir. Şehirlerde konuşlanmış yüzlerce Kaide hücresi belki de yarının hazırlığıdır. TC, tarihi boyunca emperyalist savaşın içindedir ve olmaya devam etmektedir.
Tefekkür etmemiz gereken nokta her yeniden dizaynda karakterini ortaya koyan devletin yarın ne yapacağıdır? Sorunun cevabı kendi içinde olduğundan özgür bir dünya ve özgür Anadolu için
her direniş bir deneyim olarak hanemize yazılmalı ve dünya halklarının mücadelesi yolumuzu aydınlatmalı. Zafere ulaşmanın yolu, örgütlülükten geçmektedir. Kobanê’nin IŞİD’e, Cebel Muhsin’in
Nusra’ya direnişi ve zafere ulaşması örgütlülükle mümkün olmuştur. Kapitalizmi yok edecek olan yine bu örgütlülüktür.
Kapitalizm esarettir, örgüt özgürlüktür.
Yaren Ali Karaca