“Ve her sessizliğin anlatılmaz bir sesin
işareti olduğunu kime anlatabilirdim.”[1]
“Göç”/ve “göçmenlik”in XXI. yüzyılın başat sonuçları bulunan sarsıcı bir gerçeklik olduğundan defalarca bahsettim; şimdi de bunun “bizim”le/coğrafyamızla ilintisini irdelemekte yarar var.[2]
Öncelikle ifade edilmesi gerekir: Yerkürenin uçurumun kıyısına sürüklendiği bir süreçte, yol açtığı sonuçlarla göç hakikâtını XXI. yüzyılda sürdürülemez kapitalizmin bilgisine vâkıf olmaksızın konuşmak mümkün değil. Bu bağlamda konuya mündemiç örnekler olmaksızın konuşulan şeylere, kanıt olmaksızın inanılanlara “Hayır” demek “olmazsa olmaz”dır.
“BİZ DE GÖÇMENDİK”
“Göç”/ve “göçmenlik”in coğrafyamızda yol açtığı milliyetçiliğe “Biz de göçmendik” gerçeğinin altını çizerek başlayalım…
Göçlerle oluşmuş ve tarihinde sayısız göçler yaşamış bir coğrafyada yaşıyoruz.
Nihai kertede hepimiz “göç”ün çocuklarıyız!
Yeri, yurdu ya da sınırı var mıdır bunun? Bilinmez.
Lakin insan(lık) durup dururken kendisini yersiz yurtsuzlaştırmaz.
Göç ya da terk etmek, yersiz yurtsuz kalmak, birçok şeyi göze almaktır. Zordur ve hâlâ devam etmektedir.
İşte birkaç veri: Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) 2020 ve 2021 göç istatistiklerine göre, 2020’de Türkiye’den yurtdışına göç eden kişi sayısı yüzde 127.3 arttı.[3]
Uluslararası göç istatistikleri 2022 sonuçlarına göre, Türkiye’den yurt dışına göç edenler 2022’de 2021’e göre yüzde 62.3 artışla 466 bin 914 olarak kayıtlara geçti. Türkiye’den göç eden nüfusun yaş gruplarına bakıldığında ise en fazla göçün, yüzde 15.8 ile 25-29 yaş grubunda olduğu belirlendi.[4]
TÜİK’in Eylül 2024 istatistiklerine göre, Türkiye’de yükseköğretim mezunlarının beyin göçü, 2021-2023 döneminde yüzde 1.6’dan yüzde 2’ye yükseldi.[5]
Türkiye nitelikli nüfusunu her geçen yıl artan ölçüde kaybediyor. Söz konusu artış 2015’te fırlıyor. TÜİK uluslararası göç istatistiklerine göre, 2019’dan 2021’e kadar, 20-29 yaş aralığındaki 286 bin genç yurtdışına göç etti.[6]
Türk Tabipleri Birliğinin (TTB) verilerine göre, 2021’in ilk 11 ayında Türkiye’den ayrılan doktor sayısı 1361 oldu. Bu sayı 2012’de 59 idi![7]
Türkiye bir yandan ciddi sayıda iltica başvurusu alırken başka ülkelere en çok mülteci gönderen ülkelerden de birisi. Örneğin 2021’de 29 bin yabancı Türkiye’ye iltica ederken 26 binden fazla Türkiye vatandaşı da başta Almanya, Avusturya ve Hollanda olmak üzere çeşitli ülkelere iltica etmiş.[8]
İltica edenlerin sayısı artmaya devam ederken; ABD’ye iltica etmek için sınırdan geçen Türkiyelilerin sayısı 55 bin, cezaevinde tutulanların sayısı ise 15 bin 151’e ulaştı.[9]
2021’de Meksika’dan ABD’ye 7 bin TC vatandaşı geçerken bu sayı 2022’de 22 bine ulaşmıştı. 2022’de ABD’ye kaçak yollarla gelen bin kişiden 7’si Türkiyeliydi.[10]
İngiltere’ye 2023’te yasadışı yollarla gelen 3 bin Türk vatandaşı, bu yolla gelenler arasında üçüncü sırayı aldı; oran ise 2022’ye göre yüzde 162’lik bir artış göstermişti.[11]
Almanya’da Türkiyeli sığınmacıların sayısı 2024’te 2022’e göre yüzde 51 oranında arttı.[12]
Tüm bunların öncesinde 12 Eylül 1980 darbesiyle iltica ve 30 Ekim 1961’de Almanya ile Türkiye arasında İşgücü Anlaşması’nın imzalanmasından sonra, olanlar olmuştu!
“Almanya işi birdenbire patladı. Bomba gibi. Kızmış, gelinmiş, çocukluymuş, güzelmiş, yüklüymüş, armış, namusmuş… Kimse aldırmıyordu. Herkes yazılıyordu Almanya’ya.” Ümit Kaftancıoğlu, “Gülamber Almanya’da” (1975) öyküsünde Almanya’ya gitmek isteyenleri böyle anlatıyor.
Geride kalanlar “ortada kalmış, devleti, hükümeti, kimsesi olmayanlar” Almanya’ya gitmek için iş ve işçi bulma kuyruklarına katılırlar.
Orhon Murat Arıburnu ise gün gün çoğalmayı şöyle görür: “Almanya’nın ortasında Ahmet/ Almanya’nın ortasında Mehmet/ Ayşeler,/ Fatmalar,/ Darmadağın, kıyamet!”[13]
Bekir Yıldız da “Alman Ekmeği” (1974) kazanmak için Almanya’ya giden milyonlardan birisidir. Çünkü “Almanya’da çok para kazanacaklardı. Gazeteler yazıyordu. Almanya’da çöpçüler bile ayda binlerce lira kazanıyor diye.”[14]
Fazıl Hüsnü Dağlarca da Almanya’daki “Çöpçülerimiz”i “Düşmüşüm vay düşmüşüm el kapılarına” (1977) diyerek anar.
“Mendilimde Kan Sesleri”nde (1970), “Çocuklar, kadınlar, erkekler/ Trenler tıklım tıklım/ Trenler cepheye giden trenler gibi/ İşçiler/ Almanya yolcusu işçiler/ Kadınlar/ Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi/ Ellerinde bavullar, fileler/ Kolonyalar, su şişeleri, paketler/ Onlar ki, hepsi/ Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler” diyen Edip Cansever şöyle sürdürür gözlemlerini: “Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar/ Ve dağılmış pazar yerlerine memleket”!
Baştan “misafir” işçiydiler. El üstünde tutuldular. Kısa süreliğine gidilip gelinecekti gurbete. Biriktirdikleri paralarla evler, arsalar, dükkânlar alınacaktı.
Sonra “göçmen” işçi oldular. Sonra dönenler döndüler, sonra pişman olup, yolunu bulup geri geldiler. Sonra yerleşip “yerli” oldular; yani Türk-Alman. “Almanya’nın ortasında bir Anadolu!” oluştu.
“Bir gözü güler, ekmek için/ Bir gözü ağlar, dert dolu.” O. M. Arıburnu yaşamların ikiye bölündüğünü imler: “Anayurtta, Anadolu’da kalmış yarısı,/ Yarısı Almanya’daki Anadolu’da”…
Sıla yolunda kazalar, töre cinayetleri, ırkçı saldırılarda ölenler, Türkler ile Almanlar arasında aşklar, iyi komşuluklar, sıkı dostluklar da yaşandı, yaşanıyor.
Vatan, akraba, ana baba özlemi ayrı bir yerde duruyor elbette. Ne çok şey mektuplarda, anılarda, fotoğraflarda capcanlı!
İki dilde yaşanmış hikâyeler, gerçekleşmemiş düşler!.. Filmlerin gerçeği, dramlar dolusu tiyatro, yürekleri burkan ağıtlar, türküler, acılar, vatan hasreti, ırkçı saldırılar… Yani: “Bir vücutta iki post”, “Bir yaşamda iki dünya” ya da “Bir dünyada iki yaşam”![15]
Hasılı “Almanya acı vatan türküsü” dillerden düşmedi. Göçmenlik uzun bir yoldu.
Göçmenlere karşı ırkçı düşmanlık iki binli yıllarda yoğunlaştı ve şiddete dönüşmeye başladı. Rostock’ta başlayan saldırılar Mölln ve Solingen’de katliama dönüştü. İnsanlar evlerinde yakılarak katledildi.[16]
Nihayet çalışma bakanı Bülent Ecevit’in 1964’te gittiği Köln Ford otomobil fabrikasında, işçileri ziyareti sonrası kâğıda ve tarihe “Yurdunda mı yabancı mı/ Yabanda mı bilemez/ O bir konuk her yerde/ O bir özlem bir acı” dizeleriyle biten “Konuk İşçi” şiiri döküldü.
Özetle Almanya’daki Türkiye kökenli insanlarımız açısından daha sonra “göç” olarak tanımlanan süreç, resmen 30 Ekim 1961’de başlasa da Türkiye’den Almanya’ya işgücü göçü bu anlaşmadan birkaç yıl önce zaten fiilen başlamıştı. 1961 tarihli gazetelere bakılırsa Almanya’da sayıları 8 bini bulan işçi vardı ve bu sayı gün geçtikçe artıyordu.
- Dünya Savaşı’nın ağır tahribatının ardından hızla yeniden toparlanma sürecine giren Almanya’da büyük bir işgücü açığı yaşanıyordu. Savaşta erkek işgücünün büyük bölümü yok olmuş, önemli bir bölümü de savaş esiri olarak ülke dışında bulunuyordu. Daha 1953’lerden itibaren ülkeye dışarıdan işgücü getirilmesine dair düşünceler vardı. Kısa bir süre sonra da bu gerçekleştirildi.
1955’te İtalya, 1960’ta İspanya ve Yunanistan’la anlaşmalar yapıldı. Kendilerine “misafir işçi” denilen binlerce insan çalışmak üzere Almanya’ya getirildi. Ancak işgücü açığı kapatılamıyordu. Ayrıca birçok işveren de Alman işçiler kadar olmasa da sendikal haklar konusunda uyanık davranan İspanyol ve İtalyan işçilerden memnun değillerdi. Almanların yapmak istemediği “ücreti düşük” işleri fazla itiraz etmeden üstlenecek, “çalışkan” ve “dayanıklı” işçilere ihtiyaç vardı.
O yıllarda 30 milyon nüfuslu tarım ülkesi Türkiye’de en büyük sorun işsizlikti. Ülke içi göç sonucu kırsal kesimlerden İstanbul ve Ankara’daki gecekondu bölgelerine yüzbinlerce işsiz insan akmıştı.
Almanya’da çalışmak üzere bireysel başvuruda bulunanların artması nedeniyle İstanbul’daki başkonsolosluk 1960’ta rapor yazarak, İtalya, İspanya ve Yunanistan’la imzalanan anlaşmanın bir benzerinin Türkiye’yle de yapılmasını önermişti.
1960 Darbesi’nden sonra yönetime gelen Milli Birlik Hükümeti de, Almanya’yla bir an önce anlaşmaya varıp Almanya’ya işgücü ihraç ederek işsizlik sorununu hafifletmeyi hedefliyordu. Böylece yaygın işsizliğin neden olabileceği sosyal sorunlar önlenebilecek, üstelik dışarıya gidenlerin göndereceği dövizler bütçe açığının kapanmasına katkıda bulunabilecekti.
Alman hükümeti başlangıçta tereddütlüydü, ancak Dışişleri Bakanlığı bu durumun Ankara’da ters anlaşılabileceğini düşünüyor ve Soğuk Savaş’ın yoğunlaştığı bu dönemde NATO müttefiki Türkiye’nin oyalanmamasını tavsiye ediyordu.
Sonunda iki ülke arasında işgücü anlaşması 30 Ekim 1961 tarihinde imzalandı. Anlaşma aynı yıl 1 Eylül 1961’den itibaren geçerli olacaktı.
12 maddelik anlaşma, daha önceki anlaşmalardan daha az hak içeriyordu. İşçilerin çalışma ve oturma izinleri 2 yılla sınırlı olacaktı, sağlık muayenelerinde kontrol edilen hastalıkların kapsamı genişletilmişti ve en önemlisi de, aile birleşimi söz konusu değildi.
Anlaşma gereğince işgücü seçimi ve belirlenen işçilerin Almanya’ya gönderilmesi için İstanbul Tophane’de bir Alman İrtibat Bürosu açıldı. 1976’ya kadar faaliyet gösteren bu büroda çalışanların sayısı zaman içinde 7’den 150’ye ulaşmıştı.
Almanya’da çalışmak talebiyle Türkiye’deki iş ve işçi bulma kurumlarına başvuranlar arasında uygun bulunanlar bu irtibat bürosunda sağlık kontrolünden geçiriliyor, son karar burada veriliyordu. Bu sıkı kontrolleri aşabilenler de bu ofisin organize ettiği trenlerle toplu hâlde İstanbul Sirkeci’den Almanya’nın Münih kentine gönderiliyordu, oradan da kendilerini bekleyen görevlilerin oluşturduğu kafilelere hâlinde ülkenin dört bir yanına dağılıyorlardı.
Anlaşmaya göre bir meslek sahibi olmayan erkeklerin 30, mesleği olanların ise 40 yaşından genç olması gerekiyordu. Mesleği olan kadınlarda yaş sınırı 45 olarak belirlenmişti. Hepsinin sağlıklı, okuryazar insanlar olması isteniyordu. Yazılı bir koşul değildi, ancak evli olanlar tercih ediliyordu. Böylece memleketteki eşlerini, çocuklarını düşünerek, iş ve ödeme koşullarına itiraz etmeden gayretli bir biçimde çalışacakları düşünülüyordu.
1961-1973 kesitinde yaklaşık 2.7 milyon vatandaşımızın Alman İrtibat Bürosundaki meslek, eğitim ve sağlık kontrollerinden geçtiği, çoğu erkek olmak üzere bunların 750 bin ile 1 milyonu bulan bir bölümümünün çalışmak üzere Almanya’ya gönderildiği biliniyor.
“Misafirden işçi olur mu?” O dönemler kimse bu tuhaf kavramı sorgulamıyordu. Ev sahipleri işçilerin en fazla iki yıl kalmasını istiyordu. Daha sonra sözleşmeyi uzatma hakkı onun elinde kalmalıydı. Ama “misafirler” de bu durumu garipsemiyordu. Onlar da birkaç yıl çalışıp, bu süre içinde biriktirdikleri parayla, belki altlarına da bir araba çekmiş olarak, memleketlerine dönmeyi hedefliyorlardı.
Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Kısa zamanda misafirlik süresi uzamaya başladı. “Misafir işçi”lerin çoğunluğu önce madenlerde, demir çelik ve otomotiv fabrikalarında iş buldu. Çalışkan, gayretli, sağlıklı “misafir”lerinden memnun olan “ev sahipleri”, iki yıllık sözleşmeleri uzatmaya başladılar. Ardından “misafir”lerin memleketteki ailelerini de getirmelerine izin verilmeye başlandı. 1964 yılında işgücü anlaşmasının çalışma izinlerini baştan iki yılla sınırlayan “rotasyon hükümleri” iptal edildi.
Ünlü yazar Max Frisch’in dediği gibi “İşgücü çağrılmış, ama insanlar gelmiş”ti.
Ama Almanya gelenlere “hoş geldin” diyordu.
Bu arada yabancı işçilerin statülerini, yaşamlarını kolaylaştırıcı bazı yasalar çıkarılmıştı. Türkiye kökenli göçmenler dernekler, spor kulüpleri kurarak, ağırlıkla kendi aralarında da olsa soysal, sanat, kültür, siyaset ve spor yaşamında giderek daha aktif olmaya başladılar. Kendi işyerini kurarak girişimciliğe geçenlerin sayısı da artmaya başladı.
Ancak 1973’te tüm dünyayı sarsan petrol krizi Almanya’yı da etkiledi. Artık yabancı işçiye gerek yoktu. İstenmiyorlardı. Dönemin sosyal demokrat hükümeti Türkiye’den işçi alımını resmen durdurma kararı aldı. Bu arada Almanya’daki Türkiye kökenli göçmenlerin nüfusu 1 milyona yaklaşmıştı.
Göç bu tarihten itibaren yavaşladı, ama aile birleşimi nedeniyle eskisi gibi olmasa da devam etti. 1980’deki 12 Eylül Darbesi’nin ardından Türkiye’den binlerce siyasal sığınmacı da Almanya’ya gelmeye başladı. Hükümet bunun üzerine Almanya’ya gelmek isteyen Türkiye vatandaşlarına vize zorunluluğu getirdi.
Bu arada hem Almanya genelinde ama özellikle de Türkiye kökenli göçmenler arasında işsizlik artıyordu. Buna paralel olarak Türkleri hedef alan yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve ayrımcılık hızla yaygınlaştı.[17] 2019’da Doğu Almanya’nın Halle kentinde, 2020 başında da Hanau’daki ırkçı terör saldırıları Almanya’daki yabancı düşmanlığının derinliğini gösterdi.
Birinci kuşak göçmenlerin büyük bir bölümü yaşamlarını artık iki ülkede sürdürüyorken; Almanya’da bir bölümü bu ülkenin, bir bölümü Türkiye’nin, bir bölümü de her iki ülkenin vatandaşı 3 milyonu aşkın insan yaşıyor.
COĞRAFYAMIZDA “GÖÇMEN İŞÇİ”LİK
Öncelikle “Sermayenin ucuz işgücü kaynağının sığınmacı/göçmen işçiler”[18] olduğunun altını çizerek ekleyeyim: Uluslararası Çalışma Örgütünün (ILO) Uluslararası Göçmen İşçilere İlişkin Küresel Tahminleri raporuna göre, küresel olarak uluslararası göçmen işçilerin sayısı 2017’den bu yana yüzde 300 artarak 169 milyona yükseldi.
Üstelik genç göçmen işçilerin, yani yaşları 15-24 yaş arası olan işçilerin payı da 2017’den beri neredeyse yüzde 2 artarak 3.2 milyon artarak 2019’da 16.8 milyona ulaştı.
2019’da uluslararası göçmen işçilerin küresel işgücünün yaklaşık yüzde 5’ini oluşturduğunu ve bunun da onları dünya ekonomisinin ayrılmaz bir parçası hâline getirdiğini gösterdi.[19]
Gelelim coğrafyamızdaki “göçmen işçi”lik meselesine…
DİSK Tekstil Antep Bölge Temsilcisi Mehmet Türkmen, “Suriyelilerin içinde bulundukları insanlık dışı koşullar, sadece göçmen hakları ve insan hakları gibi konulara duyarlı çevrelerin sorunu olamaz. İşçi sınıfının önemli bir parçası hâline gelen Suriyelilerin sorunları, tüm sendikaların gündemi olmak zorunda,”[20] derken; coğrafyamızda ucuz iş gücü olarak görülen göçmen işçilerin durumu siyasi partiler ve sendikalar tarafından yeterince gündeme getirilemiyor.
Kolay mı?!
AKP’nin göçmen politikası iş yaşamını kuralsızlaştırıyorken; ülke sayıları 1 milyonu aşan ve kayıtdışı biçimde çalıştırılan göçmene ev sahipliği yapıyor.
Coğrafyamızda izinli yabancı çalışan sayısı 2019’da 145 bin 232 kişiyken, bunun 63 bin 789’u Suriyeli işçilerden oluşuyordu. Kayıt dışı çalıştırılan Suriyeli göçmenler yoğun olarak tarım, inşaat, tekstil gibi sektörlerde istihdam ediliyor. Söz konusu iş kollarında iş cinayetlerinin ve düşük ücretlerin verildiği de bilinen bir gerçek: 2015-2020 kesitindeki iş cinayetlerinde ölenlerin yüzde 13’ü Afgan, yüzde 65’i Suriyeli ve geri kalan yüzde 22’si başka ülkelerin vatandaşıydı.[21]
Burada durup coğrafyamızda göçmenlik gerçeğiyle yüzleşmeliyiz.
Nobel ödülü alan Aziz Sancar, Corona aşısını bulan Uğur Şahin ve Özlem Türeci, Belçika’da bakan olan Zuhâl Keskin, Almanya’ya uluslararası ödüller kazandıran Fatih Akın… Bu isimlerin ortak bir yanı var… Hepsi birer göçmen…
Farklı nedenlerle ülkelerini bırakıp, bilmedikleri bir ülkede yaşamak zorunda kaldılar… Cemal Süreya’nın dediği gibi “Kavimler Kapısı Türkiye” de geçmişten bugüne göç yollarının kesiştiği bir ülke olmuş.
Bugün Türkiye’de 190’a yakın ükeden yaklaşık 4.5 milyon yabancı yaşıyor. Bunların büyük bir çoğunluğunu ise 2011’de başlayan Suriye iç savaşından kaçan Suriyeliler oluşturuyor. Suriye’den göç edenler, Türkiye’nin Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu coğrafî çekince nedeniyle, mülteci statüsünde değil. Devlet, onlar için “Geçici Koruma Altındaki Suriyeliler” gibi uzun bir tanımlama belirlemiş.
Adında geçici var ama bu 3 milyon 600 bin insanın dönecek bir evi, bir yurdu yok artık. Yaklaşık 500 bin çocuğun da bu topraklarda doğduğunu göz önüne alırsanız, geçicilik ironik bir tanım olarak duruyor karşımızda. İnsanî Gelişme Vakfının geçen yıl yaptığı, bugünlerde de güncellemekte olduğu araştırmada yer alan veriler şöyle:
Ortalama yaş 21. Ortalama 6.2 kişilik hanelerde yaşamaktalar. Kişi başına gelirleri aşırı yoksulluk sınırının altında…
Türkiye’deki en büyük memnuniyetleri güvenlikli (ölüm tehlikesi olmayan) bir ortamda yaşıyor olmaları (yüzde 84)…
Genellikle yerli işgücünün tercih etmediği alanlarda 1 milyona yakın Suriyeli kayıt dışı koşullarda çalıştırılmakta. Pandemi koşullarında büyük bölümü güvencesiz bir şekilde işsiz kaldı…
15 binden fazla şirkette 44 bin Suriyeliyi istihdam ediyorlar…
Yüzde 80’i ülkesine geri dönmeyi düşünmüyor…
Suriyeliler artık Türkiye’nin bir gerçeği. Ancak büyük bir gerilim hattı oluşturuyor. Sadece Suriyeliler değil, yoksulluğun en derininden daha derinini yaşayan, kent çeperlerinde gettolaşan, kendi kimliklerine göre mahalleler kuran göçmenler Türkiye’nin en can alıcı sorunlarının başında![22]
“Nasıl” mı? Deniz Zeyrek aktarıyor…
İstanbul Beykoz’da Küçüksu Mahallesi’nde bir caminin önünde onlarca göçmen biraz sonra gelecek aracın aralarından on kişi seçmesini bekliyorlardı.
Kalabalık arasında o araca binebilmeyi bekleyen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Sabri Polat sinirli bir ifadeyle konuşmaya başladı: “Bütün yabancıları doldurmuşlar buraya, artık eve ekmek götüremiyoruz. Bu yabancıları doldurmuşsun buraya, bunlara çözüm bulsunlar. Afganistanlı, Kırgızistanlı, Pakistanlı geliyor benim elimdeki ekmeği alıyor.”
Bir Afgan yanıt verdi: “Biz savaştan kaçıyoruz.”
Sabri Bey’in öfkesi geçmedi: “Savaştan kaçıyorsun ama gelip buradaki insanların ekmeğini alıyorsun. Gelip diyorlar ki (işverenler), ‘Ben Afgan götüreceğim Türkleri götürmeyeceğim’ Niye? Türkler ekmek götürmesin mi? Aç mı ölsün?”
Bir başka Afgan araya girdi: “Bizim yaptığımız işi siz yapmazsınız. Sırtımızda beş kata kadar çimento kaldıracağız bir saate. Beş dakika dinlenmeden çalışıyoruz akşama kadar. Siz, kavga çıkarıp bırakıyorsunuz. Biz sizleri rahatsız etmek istemiyoruz. İnşallah ülkemiz düzelince ülkemize döneceğiz.”[23] Yoksulu yoksula düşman eden ve bu düşmanlıktan kâr devşiren bir sistem…
Tam da bu koordinatlarda yüksel(til)en ırkçılığa ilişkin olarak, “Herhangi bir ülkede özgürlüğün gerçek düşmanları halk değil, aksine bir sistemden çıkar sağlayan yüksek tabakalardır,” vurgusuyla William Godwin’i unutmamakta yarar var.
COĞRAFYAMIZDA IRKÇILIK
Şovenizmle, milliyetçilikle bezenmiş argümanlarla göçmenler her türlü olumsuzluğun, krizin günah keçisi hâline getirilmeye çalışılsa da gerçek gün ışığında! Sığınmacıların yeni vatanı coğrafyamız… Şimdilik durum bu!
Dışarıdan gelenler sığınmacı, göçmen olmaktan çıktı, misafir falan da değil, yerleşmecidirler.
Yüksel(til)en milliyetçilikle göçmenlik hâl(lerin)inin olası sonuçlarının konuşulduğu coğrafyamız oldukça tedirgin. Gelecek günlerin hiç de iç açıcı olmadığı söylenebilir.
Bir yandan sığınmacıların istilası karşısında tedirgin olanlar, öte yanda canını kurtarma telâşıyla giriş yapan, asgarî yaşam koşullarından yoksun sığınmacı kitleler…
Yerlilerin yabancılaşmaya başladığı, yabancıların yerlileşemediği bir ülke kültürel kaosun eşiğine gelmiş demektir; özellikle de ulusalcı, milliyetçi refleksin siyaseti biçimlendirdiği ortamda.
İşte kimi örnekler…
Nilgün Cerrahoğlu’ndan: “Hemen söyleyeyim: Hayır. Ama ortada şimdiye dek çoktaaan müdahale edilmesi gereken şirazesi kaymış, ayarı kaçmış anormal bir durum var… Türkiye’de mülteci meselesi Yılmaz Özdil’in ifadesiyle bir ‘grizu patlamasına’ dönüşüyor… Bir tehlike var. Ümit Özdağ -yöntemlerini çok beğenmesem de!- olabilecek en yüksek perdeden şimdi bu tehlikeye dikkat çekiyor. Kulak vermekte fayda var. Aksi hâlde bu dip dalganın önü alınamaz”![24]
Ömer Can Talu’dan: “Emperyalizmin Mütareke döneminden, İstanbul’un işgal yıllarından bugüne, Türklere dayattığı bir plan vardır… İstanbul hızla, Türk yurttaşları için maddî olarak yaşanamayacak hâle geliyor”![25]
Mehmet Emin Elmacı’dan: “Geçici olarak koruma altına alınmış olduğu ortada olan bu sığınmacı grupların ülkemizde kalıcı hâle getirilmesinin, toplumumuzun ulus devlet yapısının çözülmesini sağlayacak bir ‘emperyalist oyunu’ olduğu görülmelidir”![26]
Ataol Behramoğlu’ndan: “Yurdumuza başta Suriye olmak üzere Ortadoğu ülkelerinden, Afganistan’dan mülteci akınının bir ABD emperyalizmi projesi olduğunu düşünüyorum. Batı ülkeleri yönetimleri de bu projeyi destekliyor ya da umursamıyorlar. Hepsinin ortak yanı Türkiye ve Türk düşmanlığıdır”![27]
Haluk Hepkon’dan: “Türkiye adına rahatlıkla sığınmacı işgali diyebileceğimiz, toplumun bütün dengelerini geri dönülmez biçimde değiştirecek, ülkeyi ve milleti yıkıma uğratacak çok daha büyük tehlikeyle karşı karşıyadır. Saldırıları ve tehditleri umursamadan, gerektiğinde yalnız kalmayı göze alarak, toplumu bu korkunç tehlikeye karşı uyarmak görevi bugün hepimizin önünde durmaktadır”![28]
Rahmi Turan’dan: “Başımızda yeni bir dert var! CHP İstanbul Milletvekili İlhan Kesici yabancı sığınmacıların Türkiye’yi istilasını ‘Büyük tehlike’ olarak gösterip sosyal medyada şu görüşleri ileri sürdü: ‘Sınırlarımızda yaşanan düzensiz göçmen gelişleri mutlaka durdurulmalıdır. Yeterince kalmış olanlar da ülkelerine gönderilmelidir. Sığınmacı, göçmen, mülteci, ne denilirse denilsin, hem Suriyeli, hem Afganlı sığınmacılar artık iç güvenlik ve milli güvenlik sorunu hâline gelmek üzeredir,’ ”![29]
Mine G. Kırıkkanat’tan: “6 milyona ulaşan göçmen/sığınmacı varlığı, ekonomisi hiç de parlak olmayan 80 milyonluk bir ülkede ciddi sorundur. Meseleye ister insan hakları gözlüğü ile bakın, isterseniz milliyetçi bir gözlükle… Hızla çözülmesi gereken bir sorundur”![30]
Tuğgeneral Naim Babüroğlu’ndan: “Devletin güvenliği sınırdan başlar”![31]
Erol Ertuğrul’dan: “Suriyeliler yetmedi, bir süre sonra Afganlar da gelmeye başladı… Afgan göçmenler bir yandan da ülkemize uyuşturucu taşıyorlar”![32]
Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Levent Kurnaz’dan: “20 yıl içinde Türkiye sınırlarına 30 milyon yeni göçmen akın edecek, 10 yıl içinde de Batılı turist Türkiye’de tatil yapamaz hâle gelecek”![33]
Meral Akşener’den: “Ülkeyi göçmen deposuna çevirdiler”![34]
Ali Sirmen’den “Göçmen çöplüğü olduk”![35]
Hüsamettin Cindoruk’tan: “Türkiye’nin terörden önemli sorunu göçmenlerdir… Türkiye, açık bölge hâline geldi”![36]
Soner Yalçın’dan: “Ülkemizde mülteci sorunu kangrene dönüştü. Kuşkusuz ülkemizdeki mülteci karşıtlığının nedenlerini anlamak zor değil: Dünya Bankası raporuna göre mülteciler yüzünden Türkiye’de yerli işgücünün yüzde 50’si tamamen işgücünden çıktı, yüzde 32’si işsiz kaldı, yüzde 18’i ise kayıt dışı çalışmaya geçti. Ayrıca büyük emekçi kitlesi de işini kaybetme korkusu yaşıyor! Vahim tablo bu”![37]
Saygı Öztürk’ten: “Türk Milleti, adına her ne denilirse denilsin (sığınmacı, mülteci, muhacir, göçmen…) göçle gelenlerin ağır yükünü sırtında daha fazla taşıyamaz”![38]
“Tek amaçları ülkelerine gitmemek olan Afganlıların neler yaptığına bakalım: Gitmemek için intiharlara kalkışılıyor. Temizlik için verilen sabun ya da deterjanları yiyor, içiyor, mideleri bozulduğu için hastaneye kaldırılıyorlar. Böylece Türkiye’de kalma süresini uzatıyorlar, gözetim altında tutuldukları süre içinde ülkelerine gönderilişlerini engellemek için 6 ayı doldurmaya çalışıyorlar. Çünkü, Geri Gönderme Merkezi’nde 6 ayı dolduran ülkesine gönderilemiyorsa Geri Gönderme Merkezi’nden çıkarılıyor”![39]
Bunlara ek olarak: Fransa merkezli araştırma şirketi “Ipsos Online Panel Sistemi (İPSOS)” 28 ülkede yerli halkın sığınmacılara bakış açısıyla ilgili olarak düzenlediği araştırmaya göre Türkiye vatandaşların yüzde 76’sının sınırların sığınmacılara kapatılması gerektiğini düşündüğü saptandı![40]
“Bizim de göçmen olduğumuzu” görmezden gelen bu “insansız/vicdansız” zihniyete ne denilebilir?!
Lakin mesele ırkçılık ise bundan farklısı da mümkün ol(a)maz tabii…
İşte kimi çarpıcı ırkçılık verileri…
- i) Kocaeli’nin Dilovası ilçesinde 2 Temmuz 2023 akşam saatlerinde Suriyeli mültecilerin “bir köpeği zehirlediği ve bir kişinin evini bastığı” iddiaları gerginlik yarattı. Kentte mülteci karşıtı yürüyüş düzenlenirken yetkili mercilerden yaşananlara ilişkin çelişkili açıklamalar geldi. Kocaeli Valiliği, “Suriyeliler ev bastı” iddiasını yalanlarken İl Emniyet Müdürlüğü, “Suriyelilerin yakalandığını” bildirdi, olaya karışan kişilerin sınır dışı edilmeye başlandığını duyurdu. Olay yerine gelen İl Emniyet Müdürü, kitleyi sakinleştirmeye çalışsa da kalabalık eylemlerini gece boyu sürdürdü. Bu esnada sığınmacılara ait bazı iş yerlerine zarar verildi. Olayların ardından Suriyelilerin korkudan sokağa çıkamadığı aktarıldı…[41]
- ii) Ankara’nın Altındağ ilçesinde, iki Suriye uyruklu kişi ile çıkan kavgada bıçaklanan 18 yaşındaki Emirhan Yalçın’ın yaşamını yitirmesinin ardından gerginlik yaşandı. Mahalle sakinleri, bölgede yaşayan Suriyelilerin ev ve işyerlerine saldırarak zarar verdi. Olayların ardından 76 kişi gözaltına alındı. Ankara’da yaşanan olaylardan sonra gözaltına alınan 76 kişinin 38’inin yağma, kasten yaralama, hırsızlık, uyuşturucu suçlarından kaydı bulunduğu açıklandı…[42]
iii) Karabük’te, Filyos Çayı’nda cansız bedeni bulunan Gabonlu Jeannah Danys Dinabongho Ibouanga ırkçılık kurbanı oldu…[43]
- iv) “Yaklaşık 101 milletin Esenyurt’ta yaşadığını” dile getiren Esenyurt Kent Konseyi Başkanı Mehmet Hanefi Kaya, “7 Şubat 2022’de hemen Bağlarçeşme Mahallesi’nde adli bir vaka yaşandı. Bizim Türk vatandaşlarından birisi, Suriyeli bir vatandaşla tartıştı. Bu tartışma büyük bir kavgaya dönüştü. Aldılar sopaları, kuşandılar taşları; Suriyelilerin uğrak yeri olan bir AVM’yi bastılar. Kadın, çocuk demeden taşladılar,” diyor…[44]
- iv) G. Antep Valiliğinin açıklamasına göre 9 Ocak’ta 14 yaşındaki Suriyeli A.Z., H.Ö. ve M.E.K. tarafından darbedildi. İki fail de çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuklandı. Ayrıca faillerden H.Ö.’nün 3 ayrı suç kaydı bulunduğu ifade edildi. A.Z.’nin yakınları ise çocuğun cinsel istismara maruz bırakıldığını söyledi. Okuldaki arkadaşı ile oyun oynarken yaşananların ardından kaybolan ve ailesi tarafından aranan A.Z. otoban kenarında bulundu. 14 yaşındaki çocuğun şiddet ve cinsel istismara maruz kaldığı öğrenildi. Ailesi çocuğun durumunun çok kötü olduğunu belirtti.[45]
- v) G. Antep’te 41 STK, şehirde yaşayan geçici koruma altındaki Suriyelilere dair bir açıklama yayımladı: “Şehrimizde Değişen Nüfus Yapısı ve Etkileri” başlıklı toplantıda patronların kulüpleri, vakıfları ve kurumlarının yanı sıra meslek örgüt odalarının yer alması dikkat çekti. Yapılan açıklamada “G. Antep’te yaşam; yerli nüfus için gittikçe çekilmez hâle gelmektedir. Yolda, toplu ulaşım araçlarında, parkta, evde, işte çevreyle uyumlu olamamakta, kendi kültürlerini, alışkanlıklarını olduğu gibi sürdürmekte ve biz G. Anteplilerin yaşam alanını daraltmaktadırlar!”[46][47]
IRKÇI SALDIRILARDAN BAZILARI47 | |
17 Ocak 2021 | İzmir Bayraklı’da Suriyeli bir aile “gürültü” iddiasıyla darp edildi. Olaya karışan yaklaşık 20 kişi ile ilgili soruşturma açılmadı. |
21 Mart 2021 | Antalya’da atık kâğıt toplayan, motosikletli Suriyeli mülteciye çarpan kamyonetteki üç kişi, ardından mülteciyi taş ve sopa ile darp etti, motosikletinin üzerinden kamyonetle geçip, motosikleti yaktı. Saldırganlardan ikisi savcılıkça, biri ise mahkeme tarafından adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. |
17 Temmuz 2021 | HDP İzmir il binasına yapılan silahlı saldırı sonucunda, Deniz Poyraz öldürüldü. |
2 Ağustos 2021 | Antalya’nın Elmalı ilçesine mevsimlik tarım işçisi olarak giden Kürtler, 300 kişilik ırkçı grubunun saldırı ve tehditlerinden dolayı köyü terk etmek zorunda kaldı. |
11 Ağustos 2021 | Ankara Altındağ’da iki grup arasında çıkan kavga sonrasında iki kişi bıçaklandı ve bir kişi hayatını kaybetti. İki gencin Suriyeli mülteciler tarafından bıçaklandığı haberinin yayılmasıyla, mahallede “Suriyelileri burada istemiyoruz” diyerek Suriyelilere ait dükkânlar ve evler taşlandı. |
- vi) Irkçı saldırı sonucunu hayatını kaybeden mülteci işçi Abdulkadir Davut (21), altı arkadaşı ile birlikte Zeytinburnu sahilinden dönerken evinin önünden geçtikleri Metin G’nin balkonundan sıktığı kurşunların hedefi olmuştu. Bu tür saldırılarda hayatını kaybedenlerden bir tanesi de Eymenh Hammami (18) idi. Ayrıca Hatay Kırıkhan’da yabancı öğrenciler sınavına hazırlandığı kurstan evine dönerken “Suriyeli misiniz?” diye soran ırkçı bir grubun saldırısında ağır yaralanan Enes Hassani hafıza kaybı yaşadı.[48]
vii) Kayseri’de Suriyelilere ait işyerleri ateşe verildi. Kayseri, Konya, İstanbul, Hatay ve Antalya gibi pek çok ilde Suriyelilere yönelik linç girişimleri yaşandı.[49]
viii) Afganistan’dan gelen yoğun göç ile beraber nefret söylemleri yeniden yükselişe geçti. Yangın bölgelerinde kendisini “görev”lendiren vatandaş yol keserek kimlik kontrolü yaptı. Büyük yangınların ardından pompalanan ırkçılığın sokağa yansıması da ağır oldu. Konya’da Kürt bir aile katliama uğradı, Altındağ’da Suriyelilerin yaşadığı bölgeler talan edildi.[50]
- ix) Hatay’da rüşvetle suçlanan Hâkim Mehmet Mustafa Ş., savunmasında kendisini suçlayan hâkimlerin, sınırda göçmen bir çocuğu öldüren askeri hukuksuz şekilde beraat ettirdiğini açıkladı.[51]
- x) Ege açıklarında 16 Ocak 2025’te Sahil Güvenlik Komutanlığına bağlı gemi tarafından batırılan bottan kurtulan M. S. adlı mülteci, Sahil Güvenlik Komutanlığında ifadelerini baskı altında verdiklerini belirtti.[52]
Bunlar böyleyken milliyetçi ırkçıların göçmenleri/sığınmacıları “kriminal bir topluluk” olarak sunmaya kalkışması gerçeği yansıtmıyor. Örneğin İçişleri Bakanlığının verilerine göre Türkiye’de Suriyelilerin karıştıkları olayların toplam asayiş olaylarına oranı sadece yüzde 1.32.[53]
Özetle “suç makinesi” yaygaraları tümüyle yalandan ibarettir!
O hâlde şimdilerde Elbert Hubbard’ın, “Gerçek başarısızlar, yanılgılarını deneyimleri ile düzeltemeyenlerdir,” vurgusuyla Panait Istrati’nin, “Zorbalara dünyayı avuçlarında tutma gücünü veren şey herhangi bir ahlâki değer ölçüsü değil, ezilenlerin korkaklığıdır,” uyarısını hatırla(t)ma zamanıdır! o
17 Nisan 2025, Muğla.
[1] Mehmed Uzun.
[2] Bkz: i) Temel Demirer, “Yerkürede ve Coğrafyamızda Göç ile Göçmenlik”, Rojnameya Newroz, Mart 2020… https://temeldemirer.blogspot.com/2020/03/yerkurede-ve-cografyamizda-goc-ile.html ii) Temel Demirer, “… ‘Göç’ Bir ‘Soru(n)’ Değil, Durumdur”, Kaldıraç dergisi, No: 284, Mart 2025… iii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Mübadele Trajedisi”, Kaldıraç dergisi, No: 256, Kasım 2022… iv) Temel Demirer, “12 Eylül; Sürgün(lük) Deyince…”, 4 Haziran 2012… https://temeldemirer.blogspot.com/2012/07/12-eylul-surgun-luk-deyince1.html
[3] Kayhan Ayhan, “Türkiye’ye Son Yıllarda Göç Dalgası”, Birgün, 7 Nisan 2023, s. 7.
[4] “Göçte Devasa Artış”, Birgün, 25 Temmuz 2023, s. 7.
[5] “Gençlik Krizi”, Birgün Pazar, 29 Eylül 2024, s. 10.
[6] Şafak Yüca, “Kader Mahkûmuyuz”, Cumhuriyet, 20 Temmuz 2023, s. 2.
[7] Özgen Acar, “Mülteciler Sorunu Boyutlarını Aşıyor! (1)”, Cumhuriyet, 24 Haziran 2022, s. 12.
[8] İbrahim Sirkeci, “Göçü Durdurmak”, Birgün, 30 Nisan 2023, s. 9.
[9] “Amerikan Rüyasına Cezaevi Engeli”, Birgün, 24 Ekim 2024, s. 9.
[10] “Göçen Göçene”, Birgün, 8 Mayıs 2024, s. 13.
[11] “İngiltere’nin Mülteci Planı Çöktü”, Cumhuriyet, 3 Şubat 2024, s. 7.
[12] “Sığınan Sığınana”, Birgün, 24 Mayıs 2024, s. 10.
[13] Orhon Murat Arıburnu, Bu Yürek Sizin, 1976.
[14] Burhan Arpad, Büyük Kapının Önünde Bir Fener, 1973.
[15] Gültekin Emre, “Misafir mi, Göçmen mi, Yerli mi?”, Cumhuriyet Kitap, No: 1662, 23 Aralık 2021, s. 14.
[16] Celal Turhan, “Almanya Göçünün 60. Yılı ve Gelinen Ekonomik-Politik Boyut”, 20 Kasım 2021… https://www.avrupademokrat.com/almanya-gocunun-60-yili-ve-gelinen-ekonomik-politik-boyut-celal-turhan/
[17] Gürsel Köksal, “Misafir Olarak Geldiler Ama”, Birgün, 31 Ekim 2021, s. 13.
[18] “Sermayenin Ucuz İşgücü Kaynağı: Sığınmacı-Göçmen İşçiler”, Devrimci Duruş, No: 99, 8 Eylül-Ekim 2021, s. 8-9.
[19] Olcay Büyüktaş, “Bir İşi Olsun Diye!”, Cumhuriyet, 8 Temmuz 2021, s. 8.
[20] Sevgim Denizaltı, “Mehmet Türkmen: Sendikalar Suriyeli İşçileri Gündeme Almak Zorunda”, Birgün, 18 Şubat 2020, s. 10.
[21] “1 Milyon Göçmen Kayıtdışı Çalışıyor”, Birgün, 1 Ağustos 2021, s. 10.
[22] Jale Özgentürk, “Suriyeliler Kalıcı Gerçekle Yüzleşelim”, Cumhuriyet, 18 Aralık 2020, s. 10.
[23] Deniz Zeyrek, “Göçmen Çıkmazı”, Sözcü, 28 Temmuz 2021, s. 4.
[24] Nilgün Cerrahoğlu, “Hepimiz Irkçı mı Olduk?”, Cumhuriyet, 8 Mayıs 2022, s. 7.
[25] Ömer Can Talu, “İstanbul’u Türklerden Arındırma Projesi”, Cumhuriyet, 25 Mayıs 2022, s. 2.
[26] Mehmet Emin Elmacı, “Ulus Devlet ve Sığınmacılar”, Cumhuriyet, 23 Ağustos 2023, s. 2.
[27] Ataol Behramoğlu, “Mülteci Akını Bir ABD Projesidir”, Cumhuriyet, 24 Mayıs 2023, s. 8.
[28] Haluk Hepkon, “Sığınmacı İşgali”, Cumhuriyet, 27 Eylül 2023, s. 2.
[29] Rahmi Turan, “Afgan İstilası”, Sözcü, 28 Temmuz 2021, s. 13.
[30] Mine G. Kırıkkanat, “Göç Deposu Türkiye”, Cumhuriyet, 12 Eylül 2021, s. 8.
[31] Ruhat Mengi, “Babüroğlu: Dünyanın Hiçbir Sınırında Böyle Bir Göçmen Kitlesi Görülmez”, Sözcü, 6 Ağustos 2021, s. 15.
[32] Erol Ertuğrul, “Göçmen Sorunu Değil Göçmen Saldırısı”, Cumhuriyet, 13 Mayıs 2023, s. 2.
[33] Erdoğan Süzer, “Korkutan Tahmin: 30 Milyon Göçmen Akın Eder”, Sözcü, 3 Haziran 2023, s. 7.
[34] Deniz Ayhan, “Meral Akşener: Ülkeyi Göçmen Deposuna Çevirdiler”, Sözcü, 12 Mayıs 2022, s. 11.
[35] Ali Sirmen, “Göçmen Çöplüğü”, Cumhuriyet, 6 Haziran 2023, s. 4.
[36] Ruhat Mengi, “Hüsamettin Cindoruk: Türkiye’nin Terörden Önemli Sorunu Göçmenlerdir”, Sözcü, 28 Temmuz 2021, s. 11.
[37] Soner Yalçın, “Öyle Kolay Değil”, Sözcü, 12 Mayıs 2023, s. 10.
[38] Saygı Öztürk, “Sığınmacılar, AKP’lilere Zimmetlensin”, Sözcü, 13 Ağustos 2021, s. 14.
[39] Saygı Öztürk, “İşte Sığınmacı Gerçeği”, Sözcü, 27 Temmuz 2021, s. 14.
[40] Özgen Acar, “Mülteciler Sorunu Boyutlarını Aşıyor! (1)”, Cumhuriyet, 24 Haziran 2022, s. 12.
[41] Umut Serdaroğlu, “Korkudan Sokağa Bile Çıkamadılar”, Birgün, 4 Temmuz 2023, s. 9.
[42] Sefa Uyar, “Suriyelilerin Ev ve İşyerleri Tahrip Edildi”, Cumhuriyet, 13 Temmuz 2023, s. 8.
[43] “Göçmen Kadınlar Irkçılığın da Hedefi”, Birgün, 22 Temmuz 2023, s. 3.
[44] Umut Serdaroğlu, “Sığınmacının ve Yoksulun Yurdu”, Birgün, 3 Ağustos 2023, s. 10.
[45] Oğulcan Aydın, “Antep’te Göçmen Çocuğa İşkence ve Cinsel İstismar”, Birgün, 13 Ocak 2024, s. 7.
[46] Laçin Barış, “Antep’te 41 Kuruluştan Göçmen Düşmanı Irkçı Açıklama”, 20 Haziran 2024… https://www.avrupademokrat3.com/antepte-41-kurulustan-gocmen-dusmani-irkci-aciklama/
[47] Sibel Bahçetepe, “Kullanılan Irkçı Dil Düşmanlaştırıyor”, Birgün, 6 Eylül 2022, s. 7.
[48] Volkan Pekal, “Mültecilere Yönelik Saldırıların Nedeni Irkçı Söylem”, Evrensel, 4 Ekim 2021, s. 3.
[49] Bahar Gönül, “Yok Saymak Bu Sorunu Çözmez”, Birgün, 8 Temmuz 2024, s. 6.
[50] Çağrı Sarı, “Doğanay: İtiraz Mülteciye Değil Kirli Pazarlığa Olmalı”, Evrensel, 14 Ağustos 2021, s. 6.
[51] Timur Soykan, “Sınırda Faili Meçhul Bir Çocuk Cinayeti”, Birgün, 19 Şubat 2025, s. 9.
[52] Ceylan Şahinli, “İfadeleri Baskı Altında Verdik”, Yeni Yaşam, 4 Mart 2025, s. 5.
[53] Filiz Gazi, “… ‘Suç Makinesi’ Söylemi Yalan”, Birgün, 26 Ağustos 2021, s. 9.