Direniş hattı, Birleşik Emek Cephesi

Saray Rejimi, onlarca yıldır, her hak arama eylemine, toplumun her nefes alma girişimine, kadınların, gençlerin, işçilerin her türlü eylemine azgınca saldırmaktadır. Tüm güçlerini seferber etmiştir. Basını, mahkemeleri, yargısı, polisi, jandarması, ordusu, TOMA’sı, gazı, biberi, copu ile kısacası tüm mekanizmaları ile en küçük bir hak arama eylemine saldırmaktadırlar.

Mayıs ayında, Koç Holdinge bağlı TÜPRAŞ’ta toplu sözleşmeyi yetersiz bulan işçilerin karşısına polis dikilmiştir. Oğlunu tren kazasında kaybeden anne, mahkeme kapılarına gelmesi nedeniyle suçlu ilan edilmiştir. Rabia Naz’ın babası, kızının öldürülmesinin ucu AK Parti’nin ve devletin kadrolarına ulaştığı için deli ilan edilmiştir. Doğayı korumak için hareket edenler, bugünlerde “Kanal İstanbul” projesine karşı eyleme çıkanlar “terörist” ilan edilmiştir.

Tüm bunlar, onlarca yıldır devrededir. Onlarca yıldır, Saray Rejimi, kendi gelecek korkusunu halka, kitlelere bulaştırmak için saldırmaktadır.

Tüm bu saldırılara rağmen, Gezi ile başlayan toplumsal direniş, Gezi gibi yüksek dalgalarla değil elbette ama sürmektedir. Direniş, tüm baskı ve şiddet politikalarına, devletin iç savaş uygulamalarına rağmen sürmektedir.

Burada esas olan devletin baskıları değil, esas olan, kitlelerin direnişidir. Kadınların, öğrencilerin, işçilerin direnişidir. Bu direnişi bastırmak, durdurmak için ne yaparlarsa yapsınlar, direniş sürmektedir.

Bu direnişler, zaman zaman yükselen dalgalarla kabarmaktadır. Ama Boğaziçi öğrencilerinin direnişi gibi ya da 19 Mart eylemliliği gibi. Ama tüm bu kabarıp geri çekilmelere rağmen, direniş kendine ait bir tarih yazarak ilerlemekte, yayılmakta, kökleşmektedir.

Bu direniş hattı temeldir.

Bugün, kitleler, işçiler, kadınlar ve gençler, giderek daha net bir biçimde, devlet mekanizmasını, Saray Rejiminin gerçek karakterini anlamaya, öğrenmeye başlamışlardır. Eylem öğretir, direniş aklı açar, direniş güzelleştirir.

Gelişmekte olan direniş, umudu beslemektedir. Ve bu umut, mücadelenin daha da gelişmesine olanak sağlamaktadır.

19 Mart kitlesel eylemliliğinde, başta gençlik olmak üzere kitleler, böyle yaşamak istemiyoruz, dediler. İmamoğlu’nun diploması ya da tutuklanması, bardağı taşıran son damla oldu. Ve bu kitlesel tepki, direniş hattını daha da geliştirdi. Gezi’den bu yana, ilk kez polis barikatları aşıldı. Ve TÜPRAŞ işçilerinin de karşılarına dikilen polise yokmuş gibi davranıp barikatı aşması, bunun devamıdır.

19 Mart eylemliliğinde, devlet yasak koydu ve kitleler sanki yasak yokmuş gibi sokaklara çıktı. Devlet, terörist dedi, kitleler oralı olmadı. Polis karakolları, TEM şubelerine doldurulan gençlere işkence ve taciz devreye sokuldu ama hiçbir biçimde moraller bozulmadı, direniş içeride de sürdü.

Direniş hattı, hem bir yol oluşturmaktadır, hem de kendi öncülerini aramaktadır.

Soru şudur: Bu direniş hattı, nasıl daha örgütlü, daha yaygın ve daha kitlesel olabilir?

Bunun başlıca iki yolu vardır. Birincisi, direnişler arasında bağ kurmaktır, ikincisi direnişleri daha da yaymaktır. Her biri örgütlülük demektir. Bunlar kendiliğinden olmaz. Evet, kitlesel eylemler ve direnişlerde bir kendiliğindenlik hâkimdir. Ama ilerletilmesi, Saray Rejimini alaşağı edecek hâle gelmesi, bu kendiliğinden karakter ile gerçekleşemez.

Temel olarak üç alan hareketlidir. Bunların başında bugün gençlik gelmektedir. İkincisi işçi hareketidir ve üçüncüsü kadın hareketidir. Aslında bunların tümü, direniş hattının içinde ve tek başlık altındadır.

Tüm bu hareketin gelişimi, işçi sınıfının devrimci hattının örgütlenmesine bağlıdır.

Ve biliyoruz ki, bugün işçi sınıfı, değil siyasal örgütlülüğünün gelişmemiş olması sorunu, daha da vahimi ekonomik örgütlülüğünde de zayıftır. Sendikalar, çoğunlukla işçi sendikası olmaktan uzaktır. Kaldı ki, zaten işçi sınıfının büyük çoğunluğu sendikasızdır. Hâlâ sigortasız çalışmanın yaygın olduğu bilinmektedir. Ama sendikasız işçi sayısının çoğunlukta olmasının esas nedeni, sendikaların işçi sendikası olmaktan uzak olmasıdır. Türk Metal gibi, holding tarzı sendikalar, durumu çok net ifade etmektedir. Nasıl bir sendikacılık anlayışı egemendir sorusunun yanıtını bulmak isteyen, Türk-Metal örneğine, Kamu-Sen örneğine vb. bakarak sonuca ulaşabilir. Hak-İş ve Türk-İş tamamen sendika mafyasının elindedir. DİSK ise, isminin başındaki “devrimci” sözünü hak etmekten çok uzak, kendi tarihine çok yabancı bir hat tutturmaktadır. Buna rağmen, yeni eğilimler vardır. Güçleri az, üye sayısı düşük de olsa “mücadeleci sendikalar” gelişmektedir. Bu büyük bir öneme sahiptir. Bugünden bakınca bu çok önemli görülmeyebilir ama gelecekten bakınca bu çok değerlidir. Bir başka yeni eğilim, işçilerin direnen kesimler, gün be gün artarken, onların gözünde de sendikaların bu genel durumu açık hâle gelmektedir. Bu da önemli bir eğilimdir.

Öğrenci hareketinin ciddi bir uyanış içinde olduğu; barınma sorunu, akademik sorunlar, eğitimin bilimsel olmaktan uzaklığı olduğu kadar üniversite yönetimlerinin de polis uzantısı hâline gelmesi öğrencilerin bu uyanışın nesnel temelini oluşturduğu görülebilir. Bu uyanış, bu gelişme büyük değerdedir. Öğrenci hareketi, toplumsal sorunlara duyarlı, akademik-demokratik sorunlarının farkında ve burjuva ideolojisinin her uzantısına karşı tutum alma konusunda daha şanslı bir konumdadır. Kuşku yok ki, bu üç alanda da sağlam bir temele ihtiyacı olduğu, bu açıdan ortaya çıkan öğrenci örgütlenme iradelerinin merkezileşmesi gerektiği açık ve ortadadır.

Mücadele, esas olarak işçi sınıfının devrimci öncülüğünü gerekli kılmaktadır. Bu ise, işçi sınıfının devrimcileşmesi ile olanaklıdır.

İşte bu koşullarda, önümüzdeki görev, örgütlülüğü geliştirmektir.

Bunun birçok ayağı vardır. Örneğin her devrimci hareketin kendi örgütlülüğünü geliştirmesi bu ayaklardan biridir. Ama bu elbette bizim hiçbir devrimci örgüte bu konuda söz söyleme hakkımız olması anlamına gelmez. Bu herkesin kendi bildiği iştir. Bu bir hareket olarak bizim de görevimizdir ve işimizdir. Ama direniş hattının geliştirilmesi, tüm devrimcileri daha farklı bir görevle karşı karşıya bırakmıştır. Bu görev, örgütlülüğün sağlanması görevi, önümüze Birleşik Emek Cephesi örgütlenmesini getirmektedir.

Birleşik Emek Cephesinin örgütlenmesi, tüm direniş hattının koordinasyonu sorununu çözmekle kalmaz. Kaldı ki görevi de tek başına bu değildir. Birleşik Emek Cephesi, devrimci direniş hattının gelişiminin de yoludur.

İşçi sınıfının sendika mafyasının denetimini kırması, sendikalarını geri alması, sendikaları gerçek birer işçi sendikası hâline getirmesi, her devrimci işçinin isteği ve görevidir. Bu sadece somut eylemler söz konusu olduğunda ortaya konacak ortak tutumla sınırlı bir durum değildir. Elbette bu çok önemlidir. Her somut eylemlilikte ortak tutum alabilmek ya da ortak tutum almanın yollarını geliştirmek, büyük bir değerdir ve önemlidir. Ama Birleşik Emek Cephesi, daha kapsamlı bir örgütlenmedir.

İşçiler, yarın daha acil bir görev olarak sendika mafyasını tasfiye etmeyi gündemleri hâline getirmek zorunda kalacaklardır. Bu bugün de bir gündemdir. Bu çok kapsamlı ve çok yönlü bir mücadeledir. Bir yandan “mücadeleci sendikalar”ın gelişmesini gerektirirken, bir yandan da ara örgütlenmelerin gelişmesini de gerekli hâle getirmektedir ve öte yandan bu sürecin başarısı fabrikalarda, işyerlerinde yaratılacak devrimci işçilerin dar örgütlenmelerini de gerektirmektedir.

İşçi sınıfı 15-16 Haziran direnişini, kendi geçmiş direniş ve mücadelelerini yeniden bilince çıkartmak zorundadır. Onları tekrarlamak için değil, onlardan dolaysız öğrenmek ve bunu eylemleri ile birleştirmek için.

Gözümüzü, direniş hattına dikmemiz gerekir. Egemenin, Saray Rejiminin kendi içindeki çatışmalara bakmakla sınırlı bir bakış yeterli değildir. Esas olan direniş ve mücadeleye daha sıkı sarılmak ve orada ortaya çıkan olanakları doğru değerlendirmektir.

Saray Rejimini alaşağı edecek yol bu direniş hattındadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz