Bizim okumuş yazmışlarımız, kendilerine “aydın”, “uzman” denmesini çok seviyorlar. Çok bilirler ve bildikleri kadar “cahil”dirler. Bu denli, bu boyutlu cehalet ancak eğitimle verilebilir. Bu cinstendirler. Bunların önüne bir konu geldi de, “aydınlatıyoruz” dediler mi, karanlık yayma çalışmaları başlıyor demektir. İşte bunlar, savaşı, bir kişi veya bazı kişilerin histerisi olarak tarif ederler. “Kötülük”tür savaş ve kötü adamlar, savaşı kundaklarlar. Böyle söylerler. Böylece, karşımıza savaş, “çılgın, aklını yitirmiş” adamların işi olarak konur. Savaş baronlarını korumanın en güzel yoludur bu, sistemi böyle aklarlar. Sistemin gerçek işleyişini karanlıkla örterler. Bu uzmanların söylediklerine “yanlış” demek yetmez.
Sadece yanlış değildir, aynı zamanda bilerek kafa bulandırmak üzere, savaş baronlarına hizmetin de bir türüdür.
Savaş böyle olunca, barış da, aklı başında insanların işi olur.
Oysa hem savaşın hem de barışın türleri vardır. Olmaz mı? Emperyalist yağma savaşını bilir misiniz? Bilirsiniz elbette. Mesela Irak’ta ABD bir yağma savaşı yürütmüştür. İsrail eli ile ABD ve Batı, Filistin’de bir soykırım ve paylaşım savaşı yürütmektedir. Cezayir’de Fransa, bir sömürge savaşı yürütmüştür ve elbette ona karşı savaşanlar, haklı bir savaşı, bir direnişi, bir özgürlük savaşını organize etmişlerdir. Şimdi bu savaşların iki tarafı da bir midir? Elbette değildir.
Savaş, her zaman egemenlerin kendi iradelerini dayatma yolu olarak ortaya çıkmıştır. Ve her zaman egemene karşı her türden savaş, tüm eksikliklerine rağmen, her zaman haklı bir savaştır. Barış, mesela Cezayir’deki sömürgeci olan Fransa ile, ona karşı direnen direniş örgütü için aynı anlama mı gelir? Gelmez elbette.
Dünya, köleci toplumun doğumundan bu yana, yani, sınıfların ortaya çıkışı, devletin ortaya çıkışı, üretim araçlarının mülk edinilmesinden bu yana, pek çok kanlı savaş görmüştür.
Ama adına, “dünya savaşı” denilen savaşlar, kapitalizme, kapitalizmin emperyalizm çağına, tekelci burjuvazinin dünyasına aittir. Kapitalist-emperyalizm, 1870’lerde başlayan tekelleşmenin gelişimi ile ortaya çıkmıştır ve Birinci Dünya Savaşı bunun ardından geldi. I. Dünya Savaşı, dünyayı kendi aralarında bölüşmüş olan emperyalist sömürgecilerin, dünyayı yeniden paylaşımı için gündeme geldi. Olayların sahnelenmesi ayrı bir konudur, ama savaş, emperyalist güçlerin dünyayı yeniden paylaşımı için giriştikleri bir savaş idi. Dünya, toprak ve pazar açısından paylaşılmıştı ve ancak yeniden paylaşılması söz konusu olabilirdi, öyle oldu. İkinci Dünya Savaşı, ikili karakterdedir. Birincisi, SSCB’nin 1917 Ekim Devrimi ile kapitalizm dışında bir dünya oluşturmaya başlaması, tüm tekeller için, tüm sermaye için bir yandan bir “pazar kaybı”, diğer yandan da gelecek tehdidi demek idi. Bu nedenle, bir yandan SSCB’yi boğmak istiyorlardı, diğer yandan ise, emperyalist Batı, kendi içinde yeniden bir paylaşım savaşımına girişmişti.
Adına “dünya savaşı” denilen bu iki savaş da, kapitalizme, onun emperyalist dönemine aittir. Batı, Latin Amerika’yı, Ortadoğu’yu, Asya’yı, Afrika’yı yağmalamak için her yolu denemiş, vahşetin her türünü sahneye koymuştur. İngiltere’nin, Fransa’nın, Hollanda’nın, ABD’nin vb. geçmişi bu yağma savaşları ve vahşetle doludur. Ve adına her zaman “medeniyet taşımak” demişlerdir. Kendini “medenî” ilan edenler, vahşetin her türünü devreye sokmakta çekince görmemişlerdir. Dünyanın neresine bakarsanız bakın, bu kanlı sömürgeciliğin izlerini görürsünüz ve nesiller boyu sürmüştür, sürmektedir.
Ve bugünlerde, Üçüncü Dünya Savaşı dönemini yaşıyoruz. Eğer birisi bize çıkıp şöyle derse, “daha tam bir dünya savaşına dönüşmemiştir”, bir sakıncası yoktur. Sadece bunun bir dünya savaşı olduğu gerçeğinin kabul edilmesi koşulu ile. Birileri, bu savaşın hemen öncesindeyiz de diyebilir. Bunları bugünden tartışmak mümkündür.
Ama görüyoruz ki, (1) bu savaş, başlıca beş emperyalist güç arasındadır. Bu beş emperyalist güç, ABD, Almanya, Japonya, İngiltere ve Fransa’dır. İtalya, Hollanda, Kanada vb. gibi güçler de bu savaşın içindedir. Ama esas olarak savaşı bu beş gücün arzuları organize etmektedir. (2) Bu savaşın belirleyici yönü, sistemin hegemon gücü olan ABD’nin hegemonyasının çözülmesi sürecidir. Bu süreç, ekonomik olarak eskilere dayansa da, SSCB’ye karşı anti-komünist emperyalist ittifak, bu savaşı alttan alta yürütmekteydi. SSCB’nin çözülmesi, bu savaşı tüm yönleri ile su üstüne çıkarttı. “The great reset”, aslında ABD hegemonyasında, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulmuş olan kapitalist dünya ekonomik sistemini yeniden kurma isteğidir ve istek, İngiltere tarafından dillendirilmiştir. Üzerinden 20 yılı aşkın süre geçmiştir. (3) ABD, rakiplerine göre askerî üstünlüğe sahiptir. Bu nedenle ABD, askerî saldırılara, lokal savaşlara girişmiştir. Afganistan işgali, Irak savaşı vb. bunun sonucudur. Ancak, bu savaşlar, ABD’nin hegemonyasının çözülmesini durdurmaya olanak vermedi. Tersine, bazı askerî başarılara rağmen, hegemonyanın çözülüşü hızlandı. Bu nedenle ABD, diğer emperyalist müttefiklerini kendi hegemonyası altında tutmaya devam edebilmek için, IŞİD gibi özel düşmanlar yarattı. SSCB’yi kuşatmak için devreye sokulmuş olan “Yeşil Kuşak” projesinden kendine bağlamış olduğu çeteleri, İslamî çeteler olarak devreye soktu. Suriye savaşı budur. Ve Rusya, bu noktada devreye girdi. (4) Rusya ve Çin, SSCB ortadan kalkınca, iki büyük güç olarak, G7’ler kulübüne katılacağını varsaydı. Ama olmadı. Egemenler, kurtlar sofrasına yeni ortaklar istemezler ve öyle yaptılar. Suriye savaşı, bu sürecin netleşmesi demek oldu. Ve Suriye savaşında aldıkları kayıplar sonrasında ABD yönetimi, Rusya ve Çin’i düşman ilan etmeye yöneldi. Trump bunu açıkça metinlere koydu. Birinci Trump dönemidir. (5) Bu süreçte 2008’de köklü bir ekonomik kriz devreye girdi. Kriz ortaya çıktığında Çin, çoktan dünya pazarına kendi markaları ile girmeye başlamıştı. Hem Rusya’nın Suriye savaşında sahaya girmesi hem Çin’in kendi markaları ile sistemi sarsmaya başlaması, ekonomik krizi daha da ağırlaştırdı. (6) Ukrayna savaşını kundaklayan ABD ve NATO, Rusya’yı askerî açıdan çökertmek ve Çin’i Rusya’dan kopartmak için, yol aradı. Ukrayna savaşı, böyle ortaya çıkmıştır. Ukrayna savaşı, en başından beri, Rusya ve Çin cephesine karşı, NATO cephesinin, Batı emperyalist cephesinin bir savaşıdır. (7) Ukrayna’da ABD ve NATO yenilmiştir. Bunu açıkça kabul etmeyecekleri de kesindir. Ve bu noktada ikinci Trump yönetimi, bu yenilgiyi örtmek ve bu kez Rusya’yı Çin’den kopartmak için yeni politikalar devreye sokmuştur. Adına “barış” diyorlar. Barış bu değildir. Demek adına barış denilen her şey barış değildir.
ABD, Ukrayna savaşında, Avrupa’nın iki büyük gücünü, Almanya ve Fransa’yı boyun eğdirmiştir. Bu ABD adına bir kazançtır; savaşı Avrupa’ya yıkmayı, savaş alanı olarak Avrupa’yı seçmeyi başarmak açısından. Şimdi, Avrupa savaş taraftarıdır. Yeni seçilen Papa, ayağının tozu ile, hayretlerini ifade etmiştir: ABD barışı istiyor, Avrupa ise savaşı, demekten kendini alamamıştır yeni Papa.
Görünen şöyledir; ABD, Ukrayna’da barışı istemektedir. Buna karşılık, İngiltere, Fransa ve Almanya, tam anlamı ile savaşın devamından yana tutum almakta, savaşı kışkırtmaktadır. Rusya’nın Ukrayna’da yürüttüğü kontrollü operasyonları, rayından çıkartmak için, tüm Neonaziler, sivil saldırılar devreye sokmaktadır. Görünen budur ama görünen gerçeği belli ölçülerde gizler. Gerçek ise şöyledir: ABD, tüm Batı cephesi adına Çin’e karşı savaşmak üzere, Rusya’ya karşı savaşı Avrupa’ya bırakmak, Avrupa’ya devretmek istemektedir. Başta İngiltere, Fransa ve Almanya olmak üzere Avrupa, bu savaşı kundaklamak için çok heveslidir. Bu bir çeşit savaş müptelalığıdır. Başka çareleri yoktur. Buraya bakarken, savaş, çılgın adamların işi değil, tersine, emperyalist sistemin ayrılmaz bir parçasıdır. Yani, eğer barıştan söz etmek istiyorsanız, elbette kapitalist-emperyalist sistemin çökmesinden, yeryüzünden silinmesinden, sosyalist devrimin zaferinden söz etmeniz gerekir. Başka türlü barıştan söz etmek, kendini kandırmak değil ise, işçi sınıfı ve emekçi kitleleri kandırma girişimidir.
Kolektif Batı, tüm emperyalist kamp, Rusya ve Çin’e karşı güçlerini yeniden organize etmek üzere, Ukrayna’da bir süre kazanmak istemektedirler. Rusya’ya karşı savaşı Avrupa devralsın ve Çin’e karşı savaşı da ABD yürütsün istemektedirler. Japonya, her iki cephede yer almak için heveskârdır. Trump, ABD’nin ve NATO’nun, Ukrayna’da aldığı yenilgiyi örtmek için iktidara gelmiştir ve bir süre bu rolünü oynayacaktır. Ardından savaşı yeniden yoğunlaştıracaklardır, Trump ile veya Trump olmadan.
Bu arada ise, Ortadoğu’da savaş politikaları, İsrail ve Türkiye eli ile yürütülmek istenmektedir. İsrail’in Filistin’e karşı savaşı, sadece Filistin ile sınırlı değildir. Burada İsrail ve Türkiye’nin arkasındaki NATO; esas olarak, İran’ı düşürmek istemektedir. Lübnan ve Filistin’de elde ettikleri avantaja, Suriye avantajı eklenmiştir ve şimdi de, tüm bölgenin kontrolünü almak için hareket etmektedirler. Suriye hızla paylaşılmaktadır ve sömürgeleştirilmektedir. Esad’ın gitmesi, gelmiş olanın karanlık yüzünü görmeyi engellememelidir.
Üçüncü Dünya Savaşı (ister başlamıştır diyenlerden olun isterse başlamaktadır diyenlerden), şimdilik, lokal, bölgesel savaşlarla sürmektedir. Ama bu bölgesel savaşlar, her zaman dünya çapındaki savaşın parçaları olarak ortaya çıkmakta, öyle yaşanmaktadır. Afganistan da böyleydi, Irak da, Libya savaşı da, Suriye savaşı da ve Ukrayna savaşı da. Ve giderek her biri, dünya savaşı boyutuna daha fazla yaklaşmaktadır. Öyle anlaşılıyor, İran’a karşı savaş, Trump’ın 100 gününün ardından başlayacaktı. Ama Çin’in Tayvan’ı kuşatması bu savaşı ertelemiştir.
Ortaya çıkan bazı sonuçlar vardır.
Birincisi, Rusya ve Çin ittifakı genişlemektedir. BRICS, ŞİÖ gibi daha çok ekonomik temelli örgütlenmeler, aslında ABD hegemonyasını sarsmaktadır. Kurulu tekelci sistemi zora sokmaktadır. Ve tüm yaptırımlara rağmen bu ittifakın, çevresi ile birlikte dayanıklı olduğu da ortaya çıkmıştır. Aslında kendileri kapitalist dünya sistemine kökten karşı olmasa da, verili kapitalist-emperyalist yapılanmayı sarsmaktadırlar. Dünyada artık tek kutuplu bir hegemonyadan söz etmek mümkün değildir. Ama onun yerine henüz bir yeni sistem oturmamıştır. Bir sosyalist devrim dalgası, sistemi tümden sarsma olanağını yakalarsa, yeni bir kapitalist dünya sisteminin oturması da gerekli olmayacaktır.
İkincisi, savaş, Avrupa’yı sarmıştır. ABD, ilk iki dünya savaşını kendi topraklarında yaşamamıştır. Üçüncüsünü de kendi topraklarından uzakta yaşamak istemektedir. Bu konuda yol almış görünüyor. Kendi hegemonyasının çözülmesi nedeniyle, bizzat kendisi tarafından kundaklanan Üçüncü Dünya Savaşı da, kendi topraklarından uzakta yaşansın istemektedir. Avrupa, savaşı, kendi sahasında kabul etmiş görünmektedir. Bugüne kadarki bölümünde savaşın kaybedenlerinden biri Avrupa’dır, daha çok Fransa ve Almanya’dır. İngiltere’nin kayıpları o denli fazla değildir. Hattâ Ortadoğu’da mesela Irak petrolleri gibi konularda kazançlarından söz etmek mümkündür. Hattâ Orta Asya’da, ABD’nin bıraktığı boşlukları da doldurma hevesindedir.
İngiltere, açıkça, savaşa tam hazır olmaktan söz etmektedir. Bunu ilan etmektedirler. Rothschild hanedanı ile Rockefeller hanedanı, İngiltere ve Fransa için savaş kararını vermişe benzemektedir. Rothschild bankeri Macron, karısından tokat yerken bile savaş naraları atmaktan geri durmamaktadır. Trende kokain çekme “şenlikleri”, aslında içinde bulundukları durumu resmetmektedir. Ama bu çapsız adamlara bakıp, savaşın çılgın ve aklını yitirmiş insanların işi olduğunu düşünmek, savaşın ve kapitalist sistemin doğasını hiç anlamamak demektir. Savaşı uluslararası tekeller, sermaye istemektedir ve savaşsız yaşama olanakları yoktur. Yoksa bu liderlere, Trump’a, Macron’a, Merz’e, Starmer’e bakıp, savaşı bunların kararı olarak görmek hata olacaktır. Savaş, emperyalist sistemin isteğidir. Tersine uluslararası sermaye, savaş dönemlerinde, yukarıda örnekleri sayılan, Batı’nın liderleri gibi adamları bulmaktadır. Trump, aslında tam buna uygun bir karakterdir.
Almanya, açıkça savaş hazırlıklarına başlamıştır. Alman Genelkurmay Başkanı, 2029 yılını işaret etmektedir (Yani İngiltere savaşı daha yakın görürken, Almanya, 2029 için plan yapmaktadır). Demek oluyor ki, başlamış bile addetseniz Üçüncü Dünya Savaşı’nın bir yeni evresi önümüzdedir. Her ülkenin, açıkça ve doğrudan savaşa dâhil olacağı bir süreç önümüzdedir. Ve bugün tüm Avrupa devletleri, savaş yanlısıdır. Her biri, kokain partilerinin ardından, birbiri ile yarışır gibi savaş için ulumaktadır. Bunlar, uluslararası sermayenin ulumaya alışmış temsilcileridir. Egemenler, savaş dönemlerinde, kendileri için en ucuzundan böylesi tipleri bulmakta zorlanmazlar. Ve bugün, tüm Avrupa devletleri, egemenleri, savaş yanlısıdır.
Üçüncüsü, ABD ve NATO, Ukrayna’da yenilmiştir. Bu yenilgiyi örtmek için ABD Trump iktidarını organize etmiştir. Kendisi yüz kızartıcı davalardan ceza almıştır. Onun dengesiz davranışları, ABD’nin durumuna tam da uymaktadır. Tuhaf açıklamaları, onun “çılgın” ve öngörülemez hâline yorulmakta, “delidir, ne derse yeridir” diye geçiştirilmektedir. Böylece, Ukrayna yenilgisi örtülebilmektedir. Bir yandan barıştan söz edilmekte, ertesi gün, savaş naraları atmaktan geri durmamaktadırlar. Ukrayna’da Zelenski ne ise, ABD’de de Trump odur. Hepsi birbirinin daha dibindedir.
ABD, Ukrayna’da barışı istediğini söylemektedir ama bu süreç, Ukrayna’da bir barışın geleceğini düşünmek için yeterli değildir. Ukrayna süreci ile Rusya ve Çin cephesini oyalamak istemektedirler. Bu oyalama sürecinde kendi güçlerini yeniden savaş için dizayn etmek istemektedirler. Bu arada, Rusya’ya karşı, İngiltere başta, Almanya ve Fransa eli ile savaşı derinleştirmek istemektedirler. Ukrayna ve Rus halklarının uzun geçmiş tarihini kullanarak, yeni saldırı olanakları devreye sokulmaktadır. ABD, barıştan yana tavır alırken, bu saldırılar, Rusya için yıpratıcı olsun istemektedirler. Ukrayna’da Rusya’nın kazanmasını kabul etmek istememektedirler. Rusya’nın gevşemesini sağlamak istiyorlar.
Bu gevşeme ya da kargaşa içinde, alttan alta, yeni saldırılar için, kendi güçlerini dünya çapında yeniden dizayn etmektedirler. Yakında, Trump’ın bu konuda adımlar atması mümkündür. Trump, ABD’de bir çeşit uzlaşmanın sonucudur. Bu uzlaşmanın temelinde, Ukrayna’da alınan yenilginin geçiştirilmesi ve yeni planlar için zaman kazanılması vardır. Trump’ın bu ikinci başkanlık sürecinin, sonuna kadar süreceği de tartışma götürür niteliktedir. Trump’ın suçlarının deşifre edilmesi, onu indirmek için yeterli olur mu bilmeyiz, ama ABD, savaş politikalarından geri durmamaktadır, durmayacaktır.
Dördüncüsü, Çin’e karşı savaş için, tam bir hazırlık yaptıklarını düşünmek gerekir. Bunun salt bir ticari savaş olarak kalmayacağı açık olmalıdır. ABD, Ukrayna’daki savaşı yürütmeyi Avrupa’ya yükleyerek, hem kayıplarını telafi etme yolunu aramaktadır, hem de Çin’e karşı savaş için hazırlık yapma olanaklarını yaratmak istemektedir.
Çin’in, bugüne kadar savaşın dışında zarar almadan var olmayı sürdürmesi, yakın dönemde sona erecek gibidir. Zira, ABD yeni saldırganlığını bu alanda gösterecektir. Bu saldırılar için, Japonya daha az, ama Güney Kore ve Filipinler, Avustralya devreye sokulacaktır.
Beşincisi, Ortadoğu savaşın yoğunlaştığı bölgelerin başında gelmektedir. Bugün İsrail’in Filistin ve Lübnan’da elde ettiği avantaj, Türkiye ile birlikte, bölgede ABD ve NATO adına, durumu sürdürmesi, var olan yeni durumun korunması için şimdilik yeterli görünmektedir. İngiltere ve Fransa, Ortadoğu’da, ABD’den rol çalma peşindedir. Ama biliniyor, hem İran’a karşı savaş planları devrededir, hem de Ortadoğu’nun uçlarında yeni saldırı ve savaşların gündeme gelmesi büyük olasılıktır.
Demek oluyor ki, kolektif Batı, tüm emperyalist güçler, daha kapsamlı bir savaşa hazırlanmaktadır. Elbette kendi aralarındaki çelişkiler yabana atılır değildir. Nihayetinde savaş, esas olarak onların kendi aralarındadır. Savaş, aslında bir paylaşım savaşı olarak, beş emperyalist güç arasında başlamıştır. Ama bu arada, kapitalist sistemden kopmaya yüz tutmuş bazı ülkeleri yok etmek için fırsat yaratmak isteyecekleri açıktır. Afrika’da, Latin Amerika’da sistemden kopma eğilimi taşıyan bazı ülkelere saldırı için fırsat kollayacakları kesindir. Burkina Faso’dan Venezuela’ya, ABD ve Fransa’nın kaybetmeye başladığı birçok ülkede savaş kundaklayacaklarını düşünmek gerekir.
Çin ve Rusya’nın ve onların etrafında bir araya gelen devletlerin, dünya savaşını önleme isteklerine rağmen, savaş gelişmekte ve yayılmaktadır. Savaş, kapitalist-emperyalist sistemin ihtiyacıdır. Savaşın nedeni, doğrudan emperyalist Batı’dır. Bu sistemsel bir meseledir. Emperyalist egemenlik, savaşsız ve sömürgesiz var olamaz. Gorbaçov döneminde ortaya atılan, emperyalizm savaşsız ve sömürgesiz var olabilir mi soruları, aslında emperyalist egemenliği örtme amacına hizmet etmiştir, etmektedir.
Demek ki savaş durmayacaktır. Üçüncü Dünya Savaşı, daha da genişleyecek ve yayılacaktır. Ta ki, bir sosyalist devrimler dalgası ile sistem kökünden sarsılana kadar.
Tün bu savaş bulutları içinde, bu kan gölü içinde, bir devrim dalgası da gelişmektedir. Gözümüzü buraya dikmemiz gerekir. Bu nesnelliğe rağmen, devrim ve sosyalizm cephesi zayıftır.
Bugün dünya işçi sınıfı, dünya proletaryası, büyük ölçüde örgütsüzdür. En önemlisi, dünya devrimci hareketi, enternasyonal bir örgütlülükten yoksundur. Elbette bu her parçada somut olarak ele alınmalıdır. Daha örgütlü olan devrimci güçleri yok saymak için söylemiyoruz. Bazı alanlarda devrimci örgütlenmelerin daha gelişkin olduğunu biliyoruz. Ama dünya proletaryası, büyük ölçüde örgütsüzdür. Bu örgütsüzlük bugüne aittir, yarına ait değildir.
Dünya devrimci hareketinin bu öznel durumu, devrimci enternasyonal bir örgütlülükten yoksun oluşu, dünyanın farklı ülkelerinde işçi sınıfının güçsüzlüğü, elbette ortaya çıkan olanakları devrim adına değerlendirmek konusunda ciddi öznel yetersizlikler olması da demektir. Kendi bulunduğu alanda, ülkede örgütlülüğü zayıf olan devrimci hareketler, elbette sağlıklı enternasyonal ilişkiler geliştirmekte de yetersiz kalırlar. Dünyanın başka yerlerinde gelişmekte olan sınıf mücadelesini, oldukça uzaktan, daha çok da burjuva basın aracılığı ile gözlemek zorunda kalırlar. Bugün bu durum yaşanmaktadır. Bu süreci tersine çevirmek, elbette bulunduğun alanda sağlam bir örgütlenme geliştirmekle mümkündür. Nesnel olarak kapitalizmin çöküşü yaklaşmakta iken, öznel olarak kapitalist egemenliği tarihe gömecek güç sahnede değildir. Bu, gücü ne olursa olsun her devrimci hareket için nesnel bir hâldir.
Tarihin hızlı aktığı bir dönemden geçiyoruz. Hem olumsuz anlamda son derece alışılmadık, eşine az rastlanan örnekler görüyoruz, hem de mayalanmakta olan bir devrimin yükselişinin arifesindeyiz. Demek ki, olumlu anlamda da, daha önceden az görülmüş örnekler de ortaya çıkacaktır.
Savaşı önleyecek, gerçek anlamı ile barışı sağlayacak şey, işçi sınıfının burjuva devlet çarkını parçalayacak bir devrimi gerçekleştirmesidir. Bu devrim sosyalist devrimdir. Bunun önünde bir ara aşama falan yoktur. Evet, dünya devrimci hareketinin zayıflığı, yolun uzun olduğunu göstermektedir. Biliniyor, örgütsüz bir işçi sınıfı devrimi gerçekleştiremez. Devrim, işçi sınıfının siyasal öncülüğü ile gerçekleştirilebilir. Bu da örgütlülük demektir. Dahası dünya devrimci hareketleri, birbirine oldukça uzaktırlar. Bu “uzaklık”, devrimci hareketlerin birbirine güven eksikliği ile de bağlantılıdır. Ama bunların tümü, tarihin hızlı aktığı dönemlerde, sabit ve değişmez hâller değildir.
Bu bakış açısı ile, her parçadaki devrimci hareketin görevi, ne denli zayıf olursa olsun, bulunduğu yerde kendi görevlerini yerine getirmek üzere, işçi sınıfının devrimci örgütlenmesini sağlamaktır. Her parçadaki devrimci hareket, ancak örgütlü ise, önüne çıkan olanakları değerlendirme şansını yakalayabilir. Öyle ise, dünyanın neresinde bulunursa bulunsun devrimci hareketler, kendi alanlarında örgütlenmeye hız vermek, sabırla ve inatla, işçi sınıfının devrimcileşmesinin yollarını açmak ile görevlidir. Bu elbette bizim ülkemiz için de geçerlidir. Olup biteni anlamak için, dünyayı izlemek elbette zorunludur. Yoksa yolunu kaybetmek mümkündür. Ama bunu yaparken, örgütlenmeye, işçi sınıfının devrimci çizgisini yükseltmeye asla ara vermemek gerekir. Belirleyici olan emperyalist güçler arasındaki savaş değildir. Belirleyici olan, yarın da belirleyici olacak olan, dünyanın her ülkesinde sürmekte olan, sınıf savaşımıdır.
Dünyada güç dengelerinin değiştiği, yeni dengelerin henüz oturmadığı bu tarih kesitinde, devrimci hareketin dünya çapında önüne çıkacak olanaklar da nesnel anlamda artmaktadır.
Dünyanın her yerinde, sınıf savaşımı yükselmektedir. Bu açıdan daha yolun başında olduğumuz da kesindir. Bu sınıf savaşımı daha da yükselecektir.
Her savaş, biliniyor, bir iç savaştır da. Bu iç savaş, dünyanın emperyalist ülkelerinde de kendini göstermektedir, daha da gösterecektir. Gelişen sınıf savaşımı, işçi sınıfının örgütlülüğü oranında, bu ülkeleri de sarsacaktır. Dünyanın her kapitalist ülkesinde işçi sınıfı, savaşta silahlarını kendi egemenine çevirmeyi bilmek, bunu geliştirmek zorundadır. Bu nedenle, bugün gelişen savaş karşıtı eylemler çok önemlidir. Elbette daha fazlası da ortaya çıkacaktır. Savaş, her ülkede kendi yıkımı ve ağırlığını hissettirecektir. Bu nedenle, milliyetçiliğin ve ırkçılığın her türüne karşı mücadele, burjuva egemene karşı mücadelenin bir parçasıdır. İşçi sınıfının mücadelesi bu ırkçılığı ve milliyetçiliği yerle bir edecek tek çıkıştır. Bize, dünyanın işçilerine, dünya gençliğine kimse, ulusal çıkarlar adına savaşmayı, milliyetçiliğin çeşitli dozlarına teslim olmayı öğütleyemez.
Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, dünyanın her yerinde ve ülkemizde devrimci hareketin görevi, işçi sınıfını ayağa kaldırmaktır. Burada gücün zayıf olması belirleyici değildir. Belirleyici olan, bu konudaki istek ve iradedir.
Devrimciler, devrim anına kadar bekleyenler değildirler. Devrimciler, her şart ve koşul altında, işçi sınıfının nihaî çıkarlarını temel alan, işçi sınıfının devrimci çizgisini geliştirmeyi öne koyanlardır. Devrim için savaşmadan devrim örgütlenemez. Devrim için savaşmak, insanlığın geleceği, gezegenin geleceği için de savaşmaktır.
Devrimci mücadele, her ülkede, her parçada farklı hızlarla gelişecektir. Ama her ülkede gelişen devrimci hareket, başka parçalarda da devrimci hareketin gelişimini koşullayacaktır. Bu nedenle, ne denli zayıf bir örgütlenmeye sahip olursa olsun devrimci hareketin, sağlam ve kararlı bir yürüyüşü temel alması şarttır.