Savaşlar ve işçi sınıfı*

GİRİŞ

“Savaşlar tarih boyunca insanların kendi elleri ile yaratmış oldukları felaketlerin en büyüğüdür” şeklinde bir önerme yapmış olsak sanırım pek de yanılmış olmayız. On dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinden günümüze kadar geçen yüz elli yıllık zaman diliminde savaşlarda ölen insan sayısının yüz milyonu aşmış olması yukarıdaki önermemizi destekleyen kanıtlardan sadece biri. Üstelik teknolojik gelişmelerin etkisi ile silahların her daim bir önceki döneme göre daha fazla tahrip gücüne sahip olması, yaşanan her savaşta ölü sayısının artmasına neden olmakta. 1914-1918 yılları arasında gerçekleşmiş olan Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda ölen insan sayısının 14 milyon olduğu tahmin edilirken 1939-1945 yılları arasında gerçekleşen İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda bu sayının 70 milyona çıkmış olması da bu durumun göstergesi.

İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nı izleyen yıllarda dünyada bir kez daha bu büyüklükte bir savaşın yaşanmayacağına yönelik kuramlar geliştirildi. Tüm dünyayı etkileyen büyük savaşların yerini bölgesel savaşların alacağı tezleri yaygınlaştı. Bahse konu kuramları bu yazıda tartışmayacağız. Konumuz o değil, savaşların yıkıcılığı ve işçi sınıfının savaşlar karşısındaki pozisyonu bizim konumuz. Şurası muhakkak; İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında dünya bir başka büyük savaşa sahne olmadı (Bir yanlış anlamayı engellemek için bu açıklamayı yapmak gerekiyor: bugüne kadar olmaması bundan sonra olmayacak anlamına gelmiyor kanaatime göre). Büyük bir savaşa sahne olmadı ancak savaşlar da dünya üzerinden eksik olmadı. Örneklemek gerekirse Vietnam savaşında 2 milyon, Irak savaşında 300 bin, Türkiye’de yaşanmış olan (ve yakın gelecekte bitmesini temenni ettiğim) düşük yoğunluklu iç savaşta resmî olmayan kaynaklara göre 50 binden fazla insan canını yitirdi. Hâlen devam etmekte olan NATO saldırıları (NATO’nun Rusya’ya yönelik saldırıları) İsrail’in saldırıları (gerek Filistin gerekse İran’a yönelik saldırılar) ve Suriye’de sürmekte olan savaşta yitirilen canların sayısı ise her gün artmakta olduğundan bu konuda bir rakam vermenin hayli güç olduğunu düşünmekteyim. Ancak kesin olan bir husus var: Savaşlar can almaya devam etmekte dünya üzerinde.

Kuşkusuz savaşın etkileri sadece ölen insanlarla sınırlı değil. Canlarını yitirmiş olanlardan daha fazlası uzuv kayıplarına ya da kalıcı hastalıklara maruz kalmaktalar savaş nedeni ile. Bunun dışında sayıları ancak milyonlarla ifade edilen mülteciler de savaşların bir sonucu olarak karşımıza çıkmakta. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından mayıs ayında yayınlanan rapora göre geride bıraktığımız on yıl zarfında yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalan insanların sayısı 120 milyon. Bu dehşet verici rakamın 73,5 milyonluk bölümü yaşanan savaşlar nedeni ile yerini yurdunu terk etmek zorunda kalan insanlara ait. Bununla da bitmiyor savaşın etkileri. Savaşa sahne olan ülkelerde gerçekleşen ekonomik krizler, işsizlik ve yüksek enflasyonu da hesaba katmak gerek. Bir başka anlatımla savaş denilen felaketin yarattığı olumsuzluklar saymakla bitmiyor.

Devam edecek olursak eğer yukarıda verilen can kayıplarının sayısının bununla sınırlı olmadığını söylemek gerekecek. Zira o rakamlar savaş esnasında doğrudan savaş nedeni ile ölen insanların sayısını yansıtmakta. Buna mülteci dediğimiz insanların göç esnasında verdikleri kayıpları, savaş nedeni ile hastalanan ve iyi bir bakım göremediği için dünyayı terk eden insanların sayısını eklersek eğer (yazık ki bu konuda sağlam bilgilere ulaşabileceğimiz istatistik ve kayıtlar mevcut değil) savaşların sonucu meydana gelen can kayıplarının görülenden çok daha büyük olduğunu fark edebiliriz.

Savaşlarla ilgili olarak dikkat çeken bir olgu daha var. O da savaş nedeni ile canını yitirenlerin giderek daha fazla sivillerden oluşması. Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı esnasında ölenlerin %5’i sivil halktan kişiler iken bu oran İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda %67’ye çıkmış. Daha vahimi ise emperyalist paylaşım savaşı sonrası yaşanan bölgesel savaşlarda karşımıza çıkmakta. Guardian gazetesi Kolombiya’da yarım asırdan fazla süren iç savaş esnasında ölenlerin beşte dördünün sivil halka mensup insanlardan oluştuğunu ifade etmişti. İsrail’in hâlen devam etmekte olan Filistin saldırıları esnasında ölenlerin yaklaşık %90’ının sivil halka mensup kişilerden oluştuğu da bilinmekte.

Buraya kadar hep insan kayıplarından ve ekonomik tahribattan söz ettik. Savaşların bir de doğaya ve ekolojik sisteme vermiş olduğu zararlar var. Konu ile ilgili olarak yapılan bilimsel çalışmalar savaşın bu boyutunu ortaya koymakla birlikte henüz çevreye ve ekolojik sisteme vermiş oldukları zararın büyüklüğünü belirleyecek olgunluğa ulaşamamıştır. Öte yandan hukuk sistemi de savaşlar nedeni ile ekolojik çevreye verilmekte olan zararı cezalandıracak yeterli bir düzenlemeye sahip değildir. Ancak bütün bunlara rağmen savaşların bir anlamda da ekolojik soykırım nedeni olduğu gerçeği de gözler önündedir.

SAVAŞLAR NEDEN ÇIKIYOR?

Kuşkusuz her savaşın ayrı bir çıkma nedeni var. Tarih boyunca yaşanmış hiçbir savaş nedensiz çıkmadı. Savaşların nedenlerine ilişkin bir kısmı bilimsel ancak pek çoğu da bilim dışı olarak nitelendirilebilecek pek çok analiz yapıldı. Bunlardan söz etmenin bir anlamı yok. Konumuz açısından önemli olanı irdeleyelim, yani emperyalizm çağında yaşanmış olan savaşların nedenlerini. Emperyalist paylaşım savaşlarının adı üzerinde zaten. Bunların nedeni üzerinde bir şeyler yazmanın anlamı yok. Bölgesel savaşlara gelince dinsel farklılıklar, ırk ayrımcılığı mezhepçilik gibi medeniyetler çatışmasının ürünü olan savaşlardan söz etmek gerekir öncelikle. Bir de bağımsızlık savaşlarından. Tabii bunlar da yetmez. ABD’nin yarattığı kaotik durumun ürünü olan savaşlar var. Kimi zaman iç içe geçiyor bu nedenler. Örneğin Suriye’de ABD’nin yarattığı kaotik durum mezhepsel ve etnik çatışmaları tetikledi. Yakın geçmişte Irak’ta da benzer durum yaşanmıştı. Despot (!) bir lidere karşı demokrasi vaadi ile girdi ABD askeri bu ülkelere. Ardından olanları hep birlikte izledik. Libya’ya da demokrasi getirme vaadi ile başlatılmıştı çatışmalar. ABD buraya girmedi. Taşeron kullandı bu iş için. Yaratılan kaotik ortam bir aşiretle koalisyonu olan Libya’da koalisyon ortağı olan aşiretlerin ortaklığı bozarak çatışmaya girmelerine neden oldu ve yıllardan beri devam etmekte bu ülkedeki çatışma ortamı. Libya’da yaşanmış ve etkileri hâlâ devam etmekte olan kaotik ortam MENA (Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinin kısa adı) bölgesinde yaşanan çatışmalara yönelik bir örnek olay mahiyetindedir. Bu nedenle ileride konu ile ilgili geniş bir araştırma dosyası paylaşmayı planlamaktayım.

Şimdilik devam edelim “savaşlar neden çıkmakta” sorusuna yanıt bulmaya. Eğer iktisadî bir yaklaşımla ele alacak olursak konuyu, dev silah tekellerinin para kazanma hırsından ya da savaş çıkan bölgelerdeki enerji kaynaklarının kontrol altında tutulması istemlerinden söz edebiliriz. Yine savaş esnasında yıkılan tahrip edilen bina, endüstriyel tesis vb. yapıların yeniden inşa edilmelerinin yarattığı para kazanabilme olanakları da savaşın çıkma nedeni olarak düşünülebilir.

Tüm bu görüşleri bir arada değerlendirdiğimizde on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinden itibaren yaşanmış ve günümüzde de yaşanmakta olan savaşların kapitalist-emperyalist sistemle doğrudan ilişkili olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Bir başka anlatımla, birer birer ele alındığında her birinin farklı bir nedenle ortaya çıktığını gördüğümüz ve ne zaman nasıl başlayacağını öngörebilmenin pek de kolay olmadığı savaşlar, bir bütün olarak ele alınıp incelendiğinde yeryüzünde egemen olan sistemin bir ürünü olduklarını söylerler bize.

Savaşların kapitalist-emperyalist sistem ile ilişkisi bir sır değil kuşkusuz. Bu tespiti, biraz düşünme yeteneğine sahip olan her birey yapabilmekte. Benim burada üzerinde durmak istediğim husus, savaş denilen olgunun bir grup kapitalistin para kazanma hırsı sonucu ortaya çıkan münferit bir olgu olmadığı gerçeği. Kuşkusuz birileri tetiği çekip savaşı başlatan olmakta. Ancak önemli olan o tetiğin kurulu ve her zaman çekilmeye hazır olduğu gerçeği. Bu durum da bir grup kapitalistin niyetinden ziyade sitemin kendisinden kaynaklanmakta. Savaşlar da tıpkı krizler gibi sistemin asal bileşenlerinden biri. Savaş sistemin yapısında mevcut ve bu nedenle tetiği çeken kim olursa olsun bütünü ile değerlendirildiğinde kârlı çıkan bir kısım kapitalist değil, sistemin bütünü oluyor. Örneğin Ortadoğu enerji kaynaklarını kontrol etmek amacı ile yaratılmış olan bir savaş, kullanılan silahlar nedeni ile silah tekellerini mutlu ederken bu alanda yapılan yatırımları da arttırıyor. Bu kadarla da kalmayıp enerjiye olan gereksinim azalmadığı ancak enerjiye ulaşabilmenin daha zor hâle gelmesi nedeni ile enerji piyasalarında dalgalanmalara ve fiyatların yükselmesine neden oluyor. Bu durum para piyasalarının hareketlenmesini tetikliyor. Savaşın sona ermesini takiben gerçekleşecek olan inşaat faaliyetleri ise inşaat sektörü ve bu sektörün yan dallarına olan yatırımların hareketlenmesine yol açıyor. Buradan da anlaşılabileceği gibi bir savaş, sistemin bütünü ile kazançlı çıkmasını sağlayacak sonuçlar yaratmakta.

Konuyu çarpıcı bir örnekle somutlaştıralım:

Great Man-Made River (Büyük Yapay Nehir) Kaddafi döneminde Libya’da gerçekleştirilmiş olan en büyük sulama projelerinden biri idi. Her biri yer yüzeyinin en az beş yüz metre altında olan 1300 tatlı su kaynağından boru hatları aracılığı ile alınan suyun ülkenin meskûn bölgelerine taşınmasını sağlıyordu. Projenin gerçekleşmesi için yaklaşık 3000 km boru hattı inşa edilmişti. Proje günde 6,5 milyon m3 su temin edebilecek kapasitede idi. Bunun ne anlama geldiğini açıklayabilmek için İstanbul’un günlük su tüketiminin yaklaşık 3,2 milyon m3 olduğunu belirtelim. Bu devasa proje hiçbir uluslararası finans kuruluşunun desteği olmadan sadece Libya’nın olanakları ile tamamlanmış ve yaklaşık 25 milyar USD dolayında bir maliyetle tamamlanmıştı. Libya halkının rutin su gereksinmesinin önemli bir kısmını karşılamakla yetinmiyor bazı yörelerde sulu tarım yapılmasına da olanak sağlıyordu. Yapılan çalışmalar bu şebeke sayesinde elde edilen tatlı suyun deniz suyunu tuzdan arındırarak elde edilene göre üç kat daha ucuz olduğunu göstermişti. Libya’da yaratılan karışıklıklardan ilk etkilenen yapılardan biri de bu su hattı oldu. NATO uçakları burayı bombaladılar. Suya erişme zorlaştı. Kısıtlı tarım alanları çoraklaştı. Bu durumun bir sonucu olarak Libya’ya tarım ürünleri satan kuruluşların kârları arttı. Öte yandan bu ülkeye su satışı da kârlı bir alan hâlini aldı. Yaşanan krizin petrol fiyatlarını arttırması beklenen bir durumdu; nitekim kısa süreliğine de olsa ham petrolün varil fiyatı %30 arttı.

Silah tekelleri, tarım ürünleri satıcıları, su satıcıları derken petrol tekelleri de kazançlarını katlamaya başladılar. Tabii bununla da kalınmadı. Libya hükûmetinin 25 milyar USD maliyetle tamamladığı ve NATO uçakları tarafından tahrip edilen Great Man-Made River projesinin yeniden gerçekleşmesi için yapılan ihalede fiyat 200 milyar USD olarak belirlendi. Libya bu tutarı kendi olanakları ile karşılayamayacağı için uluslararası kredi kuruluşları devreye girdi ve bu ülke bir yandan kuşaklar boyu ödeyemeyeceği bir borcun altına sokulup küresel finans sistemine bağımlı hâle getirilirken bir yandan da inşaat tekellerinin özellikle de boru hatları inşası konusunda iddialı olan Spiecapac, Saipem gibi şirketlerin olağanüstü kazançlar elde etmeleri sağlandı. Bu arada Libya sahillerinde deniz suyunu arıtma amacı ile de tesisler kurulduğunu belirterek bitirelim örneğimizi. Görüldüğü gibi Libya’ya “demokrasi” (!) ihraç edileceği vaadi ile başlamış olan gelişmeler kapitalist-emperyalist sistemin adeta ihya edildiği bir sürecin mimarı oldu.

Kaddafi karşıtı hareketlerin başladığı dönemde fiilen Libya’da bulunduğum için bütün ayrıntılarına vâkıf olduğum bir süreci özetledim bu örnekte. Bunu genele teşmil etmenin pek de kolay olmayacağını düşünsek bile geride bıraktığımız yüzyılda da günümüzde de yaşanmış olan savaşların her birinde kapitalist-emperyalist sistemin bir bütün olarak kazançlı çıktığını görmemizi sağlayacak analizler yapabiliriz.

Bu bölümü şu sözlerle özetleyebiliriz:

Kapitalist-emperyalist sistem ile savaşlar birbirinden ayrılması mümkün olmayan sistem bileşenleridir. Ekonomik çatışmaların olmadığı bir kapitalizmden söz edebilmek mümkün değildir. Bu çatışmalar ise ulusal, bölgesel, etnik, dinsel ve mezhepsel çatışmaları tetikleyen gelişmeleri yaratır. Bahse konu gerginlikler savaşların önünü açar ve sonuçta kapitalist sistem kazançlı çıkar.

Bütün bu açıklamalardan sonra savaşların ekonomi politiği ile ilgili birkaç cümle kurabileceğimizi düşünmekteyim.

SAVAŞLARIN EKONOMİ POLİTİĞİ

Bu bölümde savaşların ekonomi, sosyal sınıflar ve devlet ile ilişkileri, alınan kararların toplumsal sınıflar ile ilişkisi gibi konular düşünülür. Böyle bir bakış açısı ilk olarak askerî harcamaları akla getirir. Bu harcamaların alternatiflerinin neler olabileceği de beraberinde akla gelir kendiliğinden. Henüz çok yani sayılabilecek bir örnekle açıklayalım meramımızı:

Geride bıraktığımız haziran ayında gerçekleşen NATO zirvesinde ABD’nin önerisi ile çok önemli bir karar alındı. Buna göre NATO üyesi ülkeler önümüzdeki on yıl içerisinde askerî harcamalarını (onlar “savunma harcamaları” diyorlar) GSYH tutarlarının %5’i seviyesine çıkaracaklar. Karara İspanya karşı çıktı ve kabul edilse dahi katılmayacağını açık bir dille ifade ederken İtalya da çekimser kaldı. Bu ikisi dışında kalan tüm NATO üyelerinin kabul etmesi ile kesinleşen kararın Türkiye açısından ne ifade ettiğine bakalım. Türkiye’nin 2024 yılı GSYH tutarı 1,35 trilyon USD, bunun %,2,5’i 33,75 milyar USD ediyor. Bu tutar Türkiye’nin güncel askerî harcamalar tutarı. Önümüzdeki 10 yıl zarfında ülkede GSYH hiç artmasa bile on yıl sonra bu harcama tutarı iki katına çıkıp 67,5 milyar USD olacak. Aradaki fark bu ülkede yaşayanların refahından çalınmış para anlamına gelmekte takdir edebileceğiniz gibi. Peki bu para ile neler yapılabilir? Ona odaklanalım isterseniz. Ülkede olası bir depremden etkilenme riski olan yaklaşık 7 milyon bina bulunmakta. Bunların depremden korunacak biçimde sağlamlaştırılması bunun mümkün olmaması hâlinde yıkılıp yeniden inşa edilmesi için gereken para yaklaşık 20 trilyon lira. Şimdi başa dönelim; askerî harcamalar için taahhüt edilen artış 33,75 milyar USD güncel kurdan 1,3512 lira (yazı ile bir trilyon üç yüz elli milyar lira) etmekte. Basit bir hesap yapalım şimdi de, 20/1,35 = 14,8 demek oluyor ki Türkiye ABD’nin talebi üzerine askerî harcamalarını iki katına çıkarmamış olsa başka hiçbir kaynağa gereksinme olmaksızın ülkedeki tüm riskli konutları yenileyebilecek 15 yıla kalmadan. Üstelik bu süre konut sahiplerinden hiçbir katkı alınmaması durumunda geçerli. Konut sahiplerinin yapabilecekleri katkılarla yukarıda belirtilenden çok daha kısa sürede depremde riskli yapı kalmamış bir ülkede yaşayabilirdik.

Bu paranın harcanabileceği başka yerler de bulunabilirdi elbette. Örneğin bu paranın 500 milyarı ile 20 milyon öğrenciye ders yılı boyunca bir öğün doyurucu yemek verebilir, kalan 850 milyarın üç yüz ellisi ile yüksek öğrenimdeki tüm öğrencilere kredi verebilir, üstelik hâlen ödenmekte olan kredileri iki katına çıkarabilirdik. Yine de bitmezdi bu para. Görüldüğü gibi askerî harcamalara yönelik artışın alternatifi halkın refah düzeyinin artışı. Bu durum sadece Türkiye için değil tüm dünya için geçerli. Küresel boyutta bir örnekle devam edelim. Küresel düzeyde askerî harcamalar tutarı 2024 yılında 2,718 trilyon USD olarak gerçekleşti. Bu tutar bir önceki yıl 2,43 trilyon USD idi. Aradaki fark 288 milyar USD, sadece 2024 yılında gerçekleşen artış hayata geçirilmeyip dünyanın yaşamakta olduğu önemli sorunlardan birine söz gelimi açlıkla mücadeleye ayrılmış olsa idi açlık sorunun çözümünde ne düzeyde bir aşama kaydedileceğinin tahminini bu yazıyı okuyan arkadaşlarıma bırakmak istiyorum. Bir açıklayıcı not ekleyeyim FAO (BM tarım ve gıda örgütü) 2024 yılı raporuna göre küresel açlık sorunları ile baş edebilmek için yılda 17 milyar USD tutarında harcama yapmak yeterli olacak.

Bütün bunlardan anlaşılabileceği gibi savaşlar ya da savaş hazırlıkları nedeni ile artan askerî harcamalar ekonomik kaynakların doğru biçimde kullanılmalarını engellemekte, ülkeleri eğitim, sağlık, sosyal refah, altyapı yatırımları gibi alanlarda harcama yapmaktan uzaklaştırmaktadır.

Savaşların ülke ekonomisini nasıl etkilediğini yakın çevremizde yaşanmış olan ve yoğunluğu düşmüş olmakla birlikte hâlen devam etmekte olduğunu bildiğimiz Suriye iç savaşının bu ülke üzerinde yaratmış olduğu ekonomik yıpranmadan söz edelim.

Türkiye’de özellikle ulusalcı kesimler sürekli olarak savaş nedeni ile ülkelerini terk etmek zorunda kalan Suriye halkından (mültecilerden) şikâyet eder ve bunların yarattığı (!) sorunları yalan yanlış bilgiler yardımı ile abartılı bir biçimde aktarırlar kamuoyunun dikkatine. Bu insanların neden ülkelerini terk etmek zorunda kaldıklarını düşünmek bile istemezler nedense. Bu insanların neden ülkelerini terk etmek zorunda kaldıklarını açıklayacak pek çok argüman var kuşkusuz. Bu yazıda sadece işin ekonomik boyutu ile ilgilenelim. Savaş öncesi yıllarda Suriye’nin GSYH tutarı yaklaşık 100 milyar USD idi. Yıllık ortalama enflasyon oranı ise %16. Suriye parası konvertibl olmadığı için iç pazarda yüksek alım gücüne sahipti, temel ürün ve hizmetler ile dışarıdan temin edilen ürün ve hizmetler için devlet sübvansiyonları bulunduğundan bunlara ulaşabilmek Suriye halkı için pek de güç olmuyordu. Savaş başladıktan sonra enflasyon tehlikeli bir tırmanış gösterdi ve yıllık bazda %190 seviyelerine ulaştı. Bunun yanında GSYH büyük bir düşüş gösterip 40 milyar USD seviyesine geriledi. Savaş öncesi yıllarda özellikle Avrupalı turistler için cazip bir destinasyon olan Suriye, savaşın etkisi ile tehlikeli bir ülke hâline geldiğinden ülkenin turizm gelirleri yok oldu. Ekonominin diğer önemli bileşenleri petrol ve tarımsal üretim idi. Petrol kuyularının devlet kontrolünden çıkması, savaşın etkisi ile tarım alanlarının zarar görmesi gibi faktörler de devreye girince ekonomi iyiden iyiye çaresiz bir duruma düştü. Devlet sübvansiyonları da bu durumdan etkilenmiş ve büyük ölçüde sonlanmıştı. Artan işsizlik, azalan gelirler ve tırmanan enflasyon. İşte Suriye iç savaşının sonuçları. Böyle bir durumda kalan insanlar görece daha iyi bir yaşam sürdürebilmek için ülkelerini terk ettiler diye suçlanabilirler mi?

İşin mülteci boyutunu bir kenara bırakacak olsak bile savaşın Suriye ekonomisi üzerindeki yakıcı mahiyetteki olumsuz etkilerini derhal fark ederiz yukarıda verilen rakamlara bakmak sureti ile.

Askerî harcamaların alternatif kullanım alanlarının olası sonuçları ile ilgili bir araştırma, ürettiği sonuçlar açısından hayli yararlı bilgiler vermekte. Buna göre eğer ABD yıllık ortalama 800 milyar USD dolaylarında seyretmekte olan askerî harcamalarında %15 oranında tasarruf yapıp 120 milyar USD tutarındaki kaynağı başka bir alana örneğin yeni istihdam yaratma çabasına harcasa eğitim sektöründe 900.000 sağlık sektöründe 700.000, inşaat sektöründe 350.000 rüzgâr ve güneş enerjisi sektöründe 50.000 olmak üzere 2.000.000 yeni istihdam yaratacaktı. Federal istihdam bürosunun yayınlamış olduğu rapora göre ABD’de işsiz sayısı 2024 yılı itibarı ile 8.000.000. Bu durumda askerî harcamalardan yapılacak %15 oranındaki bir tasarruf işsizlerin %25’inin iş bulma olanağına kavuşabileceği yeni yatırım alanları oluşturabilecek. Kuşkusuz hesaplama bu kadar basit olmamalı. Sonuçta askerî harcamalardan yapılacak tasarruf bu sektörde çalışmakta olan insanlardan bir kısmınım işlerini yitirmesine neden olacak. Ayrıca ülkedeki işsizlerin eğitimlerinin yukarıda sözü edilen alanlarda çalışmaya uygun olup olmadığı da bilinmiyor. Bir başka bilinmeyen ise ABD’de yaşamakta olan işsizlerin yukarıda anılan sektörlerde çalışmayı isteyip istemeyecekleri. Araştırma bu yönleri ile eksik. Ancak bir gerçeği ortaya koyuyor; alternatif alanlara yapılan yatırımların askerî yatırımlara göre daha fazla istihdam sağladığı gerçeğini. Bir de askerî harcamalarda yapılacak tasarrufun ülkedeki işsizlik sorununun çözümüne katkı yapacağı gerçeğini.

Önümüzdeki sayıda devam edeceğiz.

*= Hayli yüklü bir dosya oluştu bu yazının hazırlanması esnasında. Bu nedenle ikiye belki de üçe bölünerek paylaşılacak. Yararlanılan kaynaklar dizini ise yazı tamamlandıktan sonra son bölümün altında verilecek.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz