Savaşların yıkımı en çok emekçi sınıfları etkiliyor. Cephede ölen, açlık ve sefalet çeken hep işçiler ve yoksul halk olmuştur. Bu nedenle sosyalist hareket ve sendikalar, tarih boyunca savaşlara karşı çıkmış, barış talebiyle grevler ve kitlesel protestolar örgütlemiştir. Emperyalist paylaşım savaşlarından ulusal çatışmalara, dünyanın pek çok yerinde işçi sınıfı “savaşa karşı sınıf savaşı” sloganıyla mücadele etmiş, üretimden gelen gücünü barış için kullanmıştır.
Dünya savaşları döneminde savaş karşıtı işçi eylemleri
Sipere değil greve
Birinci Dünya Savaşı başladığında birçok ülkede sosyalist partiler ve sendikalar milliyetçi baskılara boyun eğdi, savaşı destekledi. Ancak savaşın getirdiği yıkım ve açlık, halkta büyük bir öfke ve savaş karşıtlığı yarattı.
Ocak 1918’de Avusturya-Macaristan’da yaklaşık 1 milyon işçi greve çıktı. “Savaşı derhal bitirin” sloganı öne çıktı. Aynı anda cephede, Judenburg’da askerler isyan etti.
Almanya’da Spartakistlerin etkisiyle büyük bir grev dalgası yaşandı. Berlin’de 400 bin metal işçisi üretimi durdurdu. Grevciler, Rusya’da Bolşeviklerin başlattığı barış müzakerelerinden ilham almıştı. Ancak Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) bu grevi desteklemek yerine bastırmaya çalıştı. Grev komiteleri yasaklandı, barış talebi geri plana itildi.
Hamburg ve Kiel gibi liman kentlerinde tersane işçileri de greve katıldı. Bu grevler, Kasım 1918’de denizcilerin isyanıyla birleşerek Almanya İmparatorluğu’nun çökmesini ve savaşın bitmesini hızlandırdı.
İrlanda’da da önemli bir örnek yaşandı. 23 Nisan 1918’de İngilizlerin zorunlu askerlik planına karşı ülke çapında genel grev yapıldı. Demiryolları, fabrikalar, limanlar durdu. Bu güçlü eylem sonucu İngiltere planından vazgeçti.
Rusya’da ise 1917 Şubat Devrimi, kadın tekstil işçilerinin savaşın yüküne karşı yaptığı grevle başladı. Aynı yılın sonunda Ekim Devrimi’yle işçiler iktidarı aldı ve Brest-Litovsk anlaşmasıyla savaştan çekildiler.
Ekmek, barış, özgürlük
İkinci Dünya Savaşı sırasında birçok ülkede sendikalar ya yasaklandı ya da savaş politikalarına uyum sağlamak zorunda kaldı. Özellikle faşist rejimlerde işçilerin grevleri, rejimleri sarsan önemli eylemler oldu.
İtalya’da ilk büyük işçi eylemi Mart 1943’te Torino’daki Fiat fabrikasında başladı. 5 Mart’ta işçiler siren sesleriyle üretimi durdurup yürüyüşe geçtiler. Bu grev hızla Milano ve diğer şehirlere yayıldı. Bir hafta içinde 100 bin işçi greve katıldı. Açlık, düşük ücretler ve savaşın yıkımı, uzun süredir bastırılmış öfkeyi patlattı. “Ekmek, barış ve özgürlük” talepleriyle yapılan bu grevler, savaş sanayisini felce uğrattı.
Nazi işgali altındaki Yunanistan’da da benzer bir direniş yaşandı. Şubat 1943’te Atina’da düzenlenen genel grev, Nazilerin Yunan işçileri zorla Almanya’ya götürme planına karşı yapıldı. 24 Şubat’ta 100 bine yakın kişi sokaklara çıktı, kamu kurumlarında iş bırakıldı. Hayat durdu. Protesto sonucunda Nazi yönetimi geri adım attı ve plan iptal edildi. Kukla başbakan istifa ettirildi.
Kızıl Clydeside ve İskoçya’da savaş karşıtı işçi hareketi
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Britanya’nın sanayi merkezi Glasgow’da ortaya çıkan “Kızıl Clydeside” hareketi de savaş karşıtı işçi muhalefetine örnektir.
1915 yılında Glasgow’daki tersane ve mühimmat işçileri, yüksek kiralara karşı kira ödememe grevi başlattı. Bu grevler, savaşın arkasındaki cephede halkın yaşadığı sıkıntılara bir tepkiydi. Mary Barbour önderliğindeki kadın işçiler bu mücadelede ön safta yer aldılar. Sonunda hükûmet geri adım attı ve kira artışlarını durdurdu.
1919’un başında Glasgow’da makina işçileri, 40 saatlik çalışma haftası talebiyle greve çıktılar. Bu eylem, aynı zamanda savaş sonrası eşitsizliklere bir tepkiydi. Kızıl Clydeside hareketi, hem çalışma koşullarına karşı hem de barış için verilen mücadeleyle Britanya hükûmetini ürküten militan bir işçi geleneği yarattı.
Soğuk Savaş Dönemi
Vietnam Savaşı ve işçilerin barış mücadelesi
Vietnam Savaşı’na karşı dünyanın dört bir yanında büyük bir barış hareketi yükseldi. Bu dönemde işçi sınıfı ve sendikalar da önemli bir rol oynadı. Özellikle Avustralya ve ABD’deki işçiler, savaşın durdurulması için etkili eylemler yaptılar.
Avustralya’da denizciler ve liman işçileri, savaş malzemelerinin Vietnam’a gönderilmesini engellemek için iş bırakma eylemleri düzenlediler. 1965’te Sidney’deki liman işçileri, ABD’nin müdahalesine karşı 24 saat greve gittiler. Melbourne’de işçiler sokaklara çıktılar.
1966’da Avustralyalı denizciler, Vietnam’a silah taşıyacak olan Boonaroo gemisinde çalışmayı reddettiler. 1969’da My Lai Katliamı’nın ardından Sidney liman işçileri Vietnam’dan dönen gemileri boşaltmadılar.
1972’de ABD’nin Hanoi’ye bomba yağdırması üzerine Avustralya’daki denizcilik sendikaları, Amerikan savaş gemilerine genel boykot kararı aldı. 10 farklı sendika, “barış anlaşması imzalanmadan Amerikan gemilerine dokunmayacağız” dedi. Sendikalar geri adım atmadı ve savaş, Ocak 1973’te Paris Barış Anlaşması ile sona erdiğinde bu direnişin payı büyüktü.
ABD içinde de benzer bir süreç yaşandı. Başlangıçta savaşı destekleyen büyük sendikalar, 1970’lerde taban baskısıyla tutum değiştirdi. 1972’de 25 ulusal sendika, nükleer silahlanmaya karşı kampanyalara katıldı. Liman ve demiryolu işçileri, Vietnam’a mühimmat taşıyan gemileri yavaşlattı veya taşımayı reddetti. 1970’te New York ve Oakland’da kısa süreli grevler yapıldı.
Nükleer silah karşıtı işçi hareketi
1980’lerde Soğuk Savaş yeniden tırmanırken, işçi sınıfı ve sendikalar da nükleer silahlanmaya karşı güçlü bir duruş sergiledi. ABD ve Avrupa’da milyonlarca insan sokaklara çıktı, barış için yürüdü. Sendikalar bu eylemlere aktif olarak katıldı.
1982-1983 yıllarında, NATO ile Varşova Paktı arasında yaşanan nükleer füze krizine karşı Avrupa çapında eşzamanlı büyük mitingler düzenlendi. Ekim 1983’te, sadece bir hafta sonunda Almanya’da 1 milyon, Roma’da 1 milyon, Londra’da yüz binler, New York’ta 1 milyon kişi nükleer silahları protesto etti. Bu mitinglerde sendikalar, pankartları ve kortejleriyle ön saflarda yer aldı.
ABD’de ilk kez AFL-CIO konfederasyonu silahsızlanma talebini destekledi. 25 büyük sendika, nükleer silahların dondurulması çağrısına imza attı. İngiltere’de İşçi Partisi ve Sendikalar Kongresi (TUC), Tek Taraflı Nükleer Silahsızlanma kampanyasını sahiplenerek destek verdi.
1984’te Britanya’da bazı demiryolu işçileri, nükleer başlık taşıyan trenleri kullanmayı reddettiler.
Dönemin iki büyük sendika kutbu olan Dünya Sendikalar Federasyonu (WFTU) ve Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU) bu konuda birleşti. Her iki örgüt de nükleer silahlanmayı kınayan ortak bildiriler yayımladı.
1987’de ABD ve Sovyetler Birliği arasında imzalanan INF Anlaşması’yla Avrupa’daki füze krizi sona erdi. Bu gelişmede, “Barış için Grev” sloganını yükselten işçilerin ve sendikaların payı büyüktü.
Güney Afrika: Apartheid rejimine karşı grevler
Güney Afrika’da 1948’den 1994’e kadar süren apartheid (ırk ayrımcı) rejimi, işçi sınıfının uzun ve kararlı direnişiyle sarsıldı. Siyah işçiler, sendikalar ve sosyalist hareketler, hem özgürlük hem de barış için büyük bedeller ödeyerek mücadele etti.
1970’lerin sonundan itibaren, özellikle 1980’li yıllarda, ülke adeta düşük yoğunluklu bir iç savaş hâline geldi. İşçiler, “stayaway” adı verilen işe gitmeme grevleriyle milyonlarca kişiyi harekete geçirdiler. 1984’teki Vaal Ayaklanması ve 1986’daki Soweto Direnişi sırasında yüz binlerce kişi günlerce iş bıraktı, sokak gösterilerine katıldı.
Bu dönemde kurulan COSATU (Güney Afrika Sendikalar Kongresi), grevi yalnızca ekonomik değil, doğrudan siyasi bir mücadele aracı olarak benimsedi. 1989’da yaklaşan göstermelik seçimlere karşı “Aralıksız Eylem Haftası” ilan edildi. 5 Eylül 1989’da, seçimden bir gün önce ülke çapında genel grev yapıldı. Madenciler, öğretmenler ve kamu işçileri işe gitmediler; sandıkları boykot ettiler.
Aynı hafta, sendikalar ve demokratik örgütler beyazlara ayrılmış parkları, plajları “kitlesel işgal” eylemleriyle doldurdu. Irkçı yasaların tanınmadığı açıkça ilan edildi.
Bu dönemin en sembolik eylemi, 13 Eylül 1989 Cape Town Barış Yürüyüşü oldu. Yüz binlerce kişi -siyah ve beyaz birlikte- barış içinde yürüdü. Kiliseler, öğrenciler ve sendikalar birlikte öncülük etti. Tüm dünya bu yürüyüşü hayranlıkla izledi.
Bu eylemler, rejimi köşeye sıkıştırdı. 1990’da hükûmet, Nelson Mandela’yı serbest bıraktı ve ANC’yi yasal olarak tanıdı. Sonraki süreçte, 1994’te ilk demokratik seçimlerle apartheid sona erdi.
Ulusal ve bölgesel çatışmalarda işçiler ve sendikalar
Filistin: İşgal ve sömürgeciliğe karşı grevlerle direniş
Filistin işçi sınıfı, hem sömürgeciliğe hem de İsrail işgaline karşı mücadelesinde grev silahını defalarca kullandı. Grevler, sadece ekonomik değil, aynı zamanda politik bir direniş ve barış talebinin aracı oldu.
1936’da İngiliz manda yönetimine karşı başlayan Arap Ayaklanması, tarihin en uzun genel grevlerinden birine sahne oldu. Nisan-Ekim 1936 arasında tam 6 ay boyunca dükkânlar kapalı kaldı; işçiler iş bıraktılar, gösterilere katıldılar. Bu grev, Filistin halkının hem İngiltere’ye hem de siyonist yerleşim politikalarına karşı “barış, adalet ve özgürlük” talebiydi. Britanya bu direnişi şiddetle bastırdı ama Filistin işçi sınıfının direniş geleneği başladı.
1987’de başlayan Birinci İntifada da güçlü bir grev hareketiyle başladı. İşgal altındaki Batı Şeria ve Gazze’de, Filistinli işçiler ve halk sivil direniş örgütledi. Ulusal Birlik Komitesi haftalık grev çağrıları yaptı. Okullar kapatıldı, İsrail malları boykot edildi, işyerleri günlerce açılmadı.
1988’de, üç günlük genel grevde, fabrikalar durdu, sokaklar boş kaldı. Bu grevler, Filistin sorununu dünya kamuoyuna taşıdı. Filistin sendikaları, intifada komitelerinde aktif yer aldı.
Günümüzde de Filistin’deki sendikalar, Gazze’ye yönelik saldırılara karşı barış çağrıları yapıyor. Mayıs 2021’de, Kudüs ve diğer şehirlerde bir günlük genel grev düzenlendi. İsrail’in saldırılarına karşı Filistinli emekçiler sokağa çıktı; dünya kamuoyuna seslenildi.
İrlanda: İşçi sınıfının barış için dayanışması
İrlanda’da işçi sınıfı, hem bağımsızlık mücadelesinde hem de Kuzey İrlanda’daki çatışmalarda barıştan yana önemli adımlar attı.
1918’de, İngiliz hükûmetinin İrlandalıları zorunlu askere alma planı, ülke çapında büyük bir genel grevle karşılandı. Bu grev, sadece savaşa katılımı durdurmakla kalmadı, aynı zamanda İrlanda’nın bağımsızlık sürecini hızlandırdı.
1990’larda barış süreci yeniden hızlandı. 1994’te IRA ateşkes ilan ettiğinde, Belfast’ta on binlerce işçinin katıldığı büyük bir barış mitingi düzenlendi. Katolik ve Protestan sendikacılar yan yana konuşmalar yaptılar. İşverenler bile bu barış çağrısını destekledi.
Sonuçta 1998’de imzalanan Hayırlı Cuma Anlaşması sürecinde işçi sınıfı hep istikrarlı ve birleştirici bir rol oynadı.
Uluslararası sendikal hareketin savaş karşıtı tutumu
İşçi sınıfı, yalnızca kendi ülkelerinde değil, uluslararası ölçekte de barış için mücadele verdi. Daha 1912’de İkinci Enternasyonalin Basel Kongresinde, savaş çıkarsa genel grev yapılması kararlaştırılmıştı. Ancak 1914’te Birinci Dünya Savaşı başladığında bu karar uygulanamadı. Bu tarihsel yenilgi, daha sonra kurulan sendikal yapılar için önemli bir ders oldu.
1919’da kurulan Amsterdam Enternasyonali, barış ilkesini tüzüğüne koydu. Soğuk Savaş boyunca, karşıt kutuplarda yer alan sendikal federasyonlar bile barış çağrısında birleşti. Dünya Sendikalar Federasyonu (WFTU), 1950’lerde nükleer silahsızlanma ve Kore Savaşı’na karşı kampanyalar yaptı. 1960’larda hem WFTU hem de Batı merkezli ICFTU, Vietnam Savaşı’nın son bulması için çağrılar yayımladı.
Bugün, 207 milyondan fazla işçiyi temsil eden Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC), her çatışmada savaş karşıtı tutum alıyor. Ukrayna’daki savaş için “derhal ateşkes” çağrısı yapan ITUC, Filistin’deki şiddete karşı da Birleşmiş Milletleri göreve çağırdı. 2023’te yayımladığı “Barış ve Herkes İçin Refah” adlı küresel çağrıda, nükleer silahların yasaklanması ve askerî harcamaların sosyal hizmetlere aktarılması talep edildi.
ITUC Genel Sekreteri, Hiroşima’nın 80. yıldönümünde yaptığı konuşmada “işçiler barış için grev de dahil tüm güçlerini kullanacak” diyerek net bir mesaj verdi. Ayrıca dünya sendikaları savaş bölgelerindeki emekçilere dayanışma sunuyor.
2003 Irak işgali öncesinde, 100’den fazla ülkeden sendika temsilcisi “Savaşa Hayır – Barış İçin İşçiler” bildirisi yayımladı. ABD’de “Savaşa Karşı ABD Emekçileri” (US Labor Against the War) adlı tarihî bir örgüt kuruldu. Bu yapı, Irak ve Afganistan savaşlarına karşı yıllarca kampanya yürüttü.
Avrupa’da da güçlü bir işçi dayanışması gelişti. 15 Şubat 2003’te milyonların katıldığı barış yürüyüşlerine Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC) destek verdi. İtalya’da 20 Mart 2003’te 3 milyon işçi genel greve çıktı. Yunanistan, İspanya ve Belçika’da bankalar, kamu daireleri, toplu taşıma ve fabrikalar durdu. Bu örnekler, Irak Savaşı’na karşı oluşan küresel işçi direnişinin gücünü gösterdi.
Savaşa karşı sınıf savaşı
Bugün de dünya işçileri, “Dünya işçileri birleşin, savaşa karşı barış için mücadele edin” şiarını yükseltmeye devam ediyorlar. Gerçek barışın sadece savaşın bitmesi değil, adaletli ve eşit bir dünya düzeni kurulmasıyla mümkün olacağı fikrini savunuyorlar.
Tarihsel deneyimler, savaşları durdurmanın ve barışı kazanmanın çoğu zaman işçi sınıfının örgütlü gücü olmadan mümkün olmadığını göstermiştir. Emperyalist paylaşım savaşlarında da, iç çatışmalarda da en kararlı “savaşa hayır” diyen sesler hep emekçi sınıflardan yükselmiştir. İşçilerin üretimden gelen gücü, gerektiğinde savaşı besleyen çarkları durdurabilmiş; 1918 Berlin’inde, 1943 Torino’sunda, 2003 Cenova’sında makinalar susmuş, tanklara yakıt taşıyan trenler durmuştur.
Sendikalar, yalnızca ücret ve sosyal hakları değil, aynı zamanda yaşam hakkını ve barışı da savunduklarında gerçek anlamda işçi sınıfını temsil edebilmişlerdir. Sosyalist perspektif, savaşların işçilere yabancı çıkarlar uğruna dayatıldığını vurgular. Bu yüzden sosyalistler, her savaşta “yurtsuz, sınırsız, savaşsız bir dünya” idealini savunmuş, işçilerin birbirleriyle değil, onları savaşa süren egemenlerle mücadele etmesi gerektiğini anlatmıştır.
Barış, yalnızca cephede silahların susması değil; işçilerin sömürülmediği, halkların baskı altında yaşamadığı bir düzenin kurulmasıdır. Bu nedenle sosyalist bir perspektiften bakıldığında, savaş karşıtı grevler ve işçi eylemleri, sınıf mücadelesinin en onurlu, en yaşamsal biçimlerinden biridir.
Bugün hâlâ süren savaşlar, çatışmalar ve nükleer tehditler karşısında, işçi sınıfının bu tarihsel birikimi daha da büyük önem taşıyor. “İşçiler savaş istemiyor” haykırışı, tankların ve bombaların gücünü aşabilir. Bir nükleer savaş tehlikesi kapıya dayansa, rafinerilerdeki, limanlardaki, fabrikalardaki işçilerin “öldürmeyeceğiz ve ölmeyeceğiz” diyerek üretimi durdurması, gerçek barışı getirecek en güçlü adımdır.
Çünkü barış, diplomasi masalarında değil; meydanlarda, işyerlerinde ve grev çadırlarında, işçilerin birleşik iradesiyle kazanılır.